| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 19.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri, Kıymetli Bakanım, yüce Türk milleti; 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin 5'inci maddesi üzerinde partim İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dış borçlar, ülkeleri ekonomik ve siyasi yönden en derinden etkileyen değişkenlerden birisidir. Yeterli sermaye birikimi ve yüksek tasarruf oranına sahip olmayan ülkelerin neredeyse kaderi gibidir dış borçlar. Son yirmi yıl içinde ekonomilerini 4 ile 10 kat arasında büyüten ve bizimle aynı ligde bulunan ekonomilere baktığımızda, tasarruflarının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 35 civarındadır; bu ülkelerin, tasarruflarıyla birlikte yatırımlarının da gayrisafi millî hasılaya oranı yine yüzde 35 civarında olmuştur. Maalesef, ülkemizde bu oran 2002'de yüzde 23 civarındayken şimdi yüzde 10'lara kadar düşmüştür. Alınan kredileri rasyonel ve bilinçli şekilde, verimli alanlarda kullanmak gerekir; bu yapılmadığı takdirde, ekonomik ve siyasi sonuçları bakımından çok vahim tablolar ortaya çıkabilir. Günümüzde ise, geçmişin kötü örneklerinde olduğu gibi, Türkiye'nin dış borç miktarında ürkütücü bir artış eğilimi görmekteyiz; 2002-2019 dönemine ait brüt dış borç miktarı, yüzde 350'ye yakın bir artışla, 129 milyar dolardan 453 milyar dolara yükselmiştir. Türkiye'nin dış borç sorunu yok ama sonuçta, döviz üretecek, ileri teknoloji ürünü ve yüksek katma değer sağlayacak bir üretim altyapımız veya zengin doğal kaynaklarımız yok; buna karşın, dış ticarette büyük açık vermek bakımından ciddi bir cari açık sorumuz var. On yedi yıl boyunca toplam 1 trilyon 60 milyar dolar dış ticaret açığı ve 575 milyar cari açık vermiş durumdayız. AK PARTİ hükûmetlerinin sadece 2013 yılında verdiği açık miktarı, AK PARTİ hükûmetleri öncesinde Türkiye'nin elli yıllık toplam dış ticaret açığından daha fazladır. Bu açıkları finanse etmek amacıyla, son on yedi yıl içinde 62 milyar dolarlık özelleştirme ve 220 milyar dolarlık doğrudan yatırımın yanında, bakiye olarak 453 milyar dolar borçlanmak zorunda kalmışız; aynı şekilde, bu süre içinde, 166 milyar doları faiz olmak üzere toplam 920 milyar dolarlık borç ödemesi veya borç yenileme işlemi yapmışız. Önemli olan, başta söylediğim gibi, borç değil, borcu döndürebilmektir; borcu döndürebilmek için de yüksek katma değer yaratacak üretim altyapısına sahip bir ekonominiz varsa korkacak bir şey yoktur. Tam aksine, bu borçlar yüzde 72 oranına ulaşmış, ithal ve ara malları ve ham maddeye ihtiyaç duyan bir imalat sanayiniz varsa bu dış borçlar, içeride ve dışarıda, elimize vurulmuş pranga gibidir.
Keşke 453 milyar dolar değil 1 trilyon dolar borcumuz olsaydı da yıllık 500 milyar dolar ihracat yapabilseydik. Her yıl 100 milyar dolar dış ticaret fazlası verebilseydik.
İnşaat sektöründe bile yüzde 43 oranında ithalata dayalı bir üretim yapısı yerine, tamamını kendimizin üreteceği bir ekonomimiz olabilseydi.
İktidar sözcülerinin bu kürsülerde övündüğü gibi, 65 milyar dolar ödediğiniz 197 milyon akıllı telefon ve bilgisayar ithal edip satmak ve onlar üzerinden bir o kadar da vergi toplamak yerine her yıl 50 milyon akıllı cihaz ihraç etmekle övünebilseydik.
On yedi yılda teknolojisi ve markası bize ait olmayan 11,8 milyon otomobil satışıyla övünmek yerine, dünyada kamuda en çok iş alan 10 firma arasına 5 firma sokmak yerine keşke 3 tane dünya markası oluşturabilseydik.
55 milyar dolara 437 adet AVM inşa edip bu AVM'lerde yüz milyarlarca dolarlık ithal tüketimi satmak yerine milyonlarca insanımızın çalışacağı fabrikalar ve iş yerleri açabilseydik.
On yedi yıl içinde yaptığımız 2 trilyon 905 milyar dolarlık bütçe harcamasının yüzde 20'sini yatırımlara ayırıp yarattığımız istihdamı 35 milyona çıkarabilseydik.
Keşke toplam 146 milyar dolarlık yap-işlet-devret, kamu-özel iş birliği projeleriyle bugünümüzü ve geleceğimizi ipotek altına almak yerine ülkemizi üretim ve ticaret üssü hâline getirebilseydik.
Keşke alınan bu borcun çok az bir miktarıyla Aksaray-Ulukışla demir yolunu limanlara bağlayabilseydik.
Görüldüğü üzere, sorun dış borcumuzun olması değil, sorun bu borçları çevirecek şekilde, on yedi yıldır Türkiye'yi yönetenlerin, Türkiye'nin öz kaynakları ve dış borcuyla verimli ve üretken bir ekonomik altyapıyı kuracak ekonomik politikaları üretememeleridir.
Aldığınız paraları yola, köprüye verdiniz. Allah razı olsun; güzel yollar, köprüler yaptınız. Bu kadar parayla daha fazla yol, daha fazla köprü yapılır mıydı, onun tartışmasına girmiyorum ama bu yollardan gidecek, köprülerden geçecek otobüs ve kamyonların fabrikaları kapanıyor, olan kamyonlar da yükleyecek buğday, arpa veya endüstri ürünü bulamıyor. Keşke yollarla, köprülerle birlikte buralardan geçecek ve kamyonları dolduracak mahsul ve ürünleri de düşünebilseydiniz. Oysa tam aksine, mevcut dış borcumuzu çevirebilecek, döndürebilecek şekilde ekonomik planlamalar yerine, dünyadaki düşük faiz, düşük kur, bol para döneminde sadece ve sadece tüketime dayalı bir borçlanma politikası yürüttünüz. Bu politikalar sonucunda da bir yıl vadeli borç stoku ile Merkez Bankasının sahip olduğu toplam rezervler arasında oranın 1/1'in altına düşmesi ve uluslararası standartlara göre kırılgan ekonomiler kategorisine düşmemiz; asıl sorun budur.
Bu olumsuz göstergelerin yanında ülkemizde hukuk ve demokrasi standartlarının da diplere düştüğü görülmektedir. Türkiye'nin borçlarını döndürebilmesi sıkıntısının sebepleri adalet, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve insanların yarına güvenle bakamamalarından kaynaklanmaktadır. FETÖ terör örgütünün mallarına el konulmasının gerekçeleri ve sebepleri dış finansman çevrelerine yeterli derecede anlatılamadığı için bu konuda Türkiye'mize akış sağlanamamaktadır.
Sorunumuz, on yedi yılda trilyonlarca dolarlık kaynak kullanmış mevcut yönetim, hepimize nefes aldıracak 50 milyar dolarlık ilave kaynak için IMF dâhil her ihtimali değerlendirecek durumdadır. 2019 yılı başında diğer ülkeler yüzde 1 ila 2 oranında faizle borçlanırken maalesef Türkiye, dünyanın en pahalı faizine yani 7,68'lik faiz oranına karşılık istediği parayı, istediği krediyi bulamamaktadır. Amerika önderliğinde parasal genişleme sınırlı olmakla beraber dünyada faizler tekrar düşmeye başlamış ama bu durum Türkiye'ye yeni sermaye akışını başlatamamıştır. Nitekim Kredi Temerrüt Takası (CDS) göstergeleri, bir ara 500'lü rakamları da görmüş, şimdi 300'lü rakamlara inmiş olmasına karşın yine Türkiye, kendisine benzer ülkelere göre 3 kat daha fazla riskli görülmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti olarak, hukuk devleti olduğumuzu, demokrasi standartlarını yükselteceğimizi, Sayın Genel Başkanımızın ısrarla vurguladığı gibi, kuvvetler ayrılığına dayalı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçileceğini hemen ilan edip, anayasal zemini hazırlayacağımızı ilan etmemiz gerekmektedir. Tek adam yönetiminden vazgeçmemiz lazım yoksa bisikletin pedalını çeviremeyiz, borçlarımızı döndüremeyiz, bisikletten düşeriz.
Bütün bu olumsuz gelişmelerin sonucu olarak da işsizlik can yakıcı bir şekilde çok artmış, cari açık büyümüştür. Şimdi, AK PARTİ'li arkadaşlarımız bu kürsüye çıkıp "Her şey yolunda, işler yolunda; diye beyanlarda bulunuyorlar. Fikirlere saygımız sonsuz ama mademki bütün işler yolunda, her şey dört dörtlük, bu kadar işsiz insan nereden geliyor? Bunun cevabını, lütfen, bu kürsüden makul ve mantıklı bir şekilde açıklamalarını bekliyorum.
"Tarım şaha kalktı." diyorsunuz "Tarımda her şey dört dörtlük." diyorsunuz ama Türkiye, tarihinde ilk defa maalesef Rusya'dan şeker almak zorunda kalıyor. Ya, Aksaray'da şeker pancarı yeteri kadar var ama desteklenmediği için, çiftçinin alın terinin karşılığı verilmediği için ekmiyorlar hatta bu sene kotayı bile dolduramadılar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın Sayın Erel.
AYHAN EREL (Devamla) - Yine hayvancılık hususunda buradaki söylemlere baktığımızda, sanki biz bir başka ülkede yaşıyormuşuz gibi geliyor. Dışarıdan canlı hayvan ithal ediyorsunuz, et alıyorsunuz ama Aksaray'daki, Türkiye'deki hayvanlarımız maalesef kaderine terk edilmiş ve sizin politikalarınız yüzünden can çekişmektedir diyorum.
Kanal İstanbul; bu konuda "talan İstanbul" "yalan İstanbul" "Katar İstanbul" demiyorum ama Türkiye'nin önceliği Kanal İstanbul değil diyorum. Bu kadar işsiz varken, bu kadar sıkıntı varken, ülke ekonomisi bu kadar darboğazdayken 75 milyar TL'yi buraya harcamanın bir anlamı yok. Türkiye her problemini halleder, fantezi olsun diye "Ne yapalım?" derseniz, bilim adamlarıyla görüşürsünüz, şartlar uyarsa Kanal İstanbul'u o zaman yaparsınız diyorum. Bir kez daha diyorum, hani resmî dairelerde "Yangında öncelikle kurtarılacaktır." diye broşürler var ya, Türkiye'nin önceliği Kanal İstanbul değil, Türkiye'nin önceliği aş ve iştir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)