GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:19.12.2019

HDP GRUBU ADINA PERO DUNDAR (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2020 Yılı Merkezi Bütçe Kanun Teklifi'nin 6'ncı maddesi üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım.

Konuşmama başlamadan önce, özellikle Maraş katliamında, cezaevinde yaşamını yitirenleri ve bugün, ölüm yıl dönümü olan Taybet anayı bir kez daha saygıyla anıyor ve bu katliamı yapanları nefretle kınadığımı belirtmek istiyorum. Özellikle bu "Hayata Dönüş Operasyonu" adı verilen operasyonun öyle tanınmadığını herkes biliyor. Yaşamdan koparılmak istenen, ölüme gönderme operasyonu olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum buradan.

Değerli milletvekilleri, cezaevlerinde işlenen bu insanlık suçu vicdanlarda hâlâ sıcaklığını korurken, bu katliamın emrini verenler, bu suça ortak olanlar, yöneticiler, bırakın ceza almayı bu dönemin iktidarı tarafında ödüllendirilmişlerdir. F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve "Hayata Dönüş Operasyonu" adını veren, özellikle, o dönemde görevli bulunan Ali Suat Ertosun'a 2004 yılında AKP Hükûmeti kararıyla Devlet Üstün Hizmet Madalyası verilmiştir. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır.

Bizler, insanlığa karşı işlenen katliamların faillerinin yargılanmadığını, bu faillere beraat verilerek de âdeta minnet borçlarının ödendiğini JİTEM davalarından biliyoruz. En son, 13 Aralıkta görülen ve beraatla sonuçlanan Ankara JİTEM davası bunun en somut örneğidir. İktidara geldiğinde faili meçhul cinayetleri aydınlatacağının sözünü veren Hükûmet, bu sözünü, faillere beraat kararı vererek nasıl yerine getirdiğini göstermiştir. Nitekim "yüzleşme davaları" diye başladıkları Kızıltepe, Cizre, Lice ve daha nice davaların zaman aşımına uğrayarak düşürülmesi de bu Hükûmetin sözüne ne kadar sadık olduğunu bir kez daha göstermiştir(!)

Yakınları faili meçhul cinayetine kurban giden binlerce aile gibi ben de babasını bu cinayetlerde kaybeden biriyim. Babam, amcam ve bir akrabamız evin önünde vurulmuştur ve yine, bu failler elini kolunu sallayarak toplum içerisinde yaşamını devam ettirdiği sürece demokrasi ve hukuk katliamının son bulmayacağını belirtmek istiyorum. Özellikle, bu katillerin, "Hizbullah yasası" adıyla seçim sürecinde çoğu serbest bırakılarak şu anda dışarıda, kendi evlerinde yaşamını sürdürdüğünü belirtmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, burada, başta "Hayata Dönüş" adı verilerek gerçekleştirilen "yaşama kastetme" operasyonlarında katledilen 30 tutsak olmak üzere, faili belli cinayetlere kurban gidenleri saygı ve minnetle anıyorum. İşlenen bu katliamların faillerinin yargılanıp hak ettikleri cezalara çaptırılması için adalet arayışımızdan ve hukuk mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğimizin sözünü burada bir kez daha belirtmek istiyoruz.

Cezaevlerinde tek tip kıyafet uygulamalarına dönük baskılar, çıplak arama, kelepçeli muayene, kitap engeli, mektuplar, sansür uygulanması, cezaevi yönetimi tarafından siyasi tutukluluğa dönük keyfî cezai yaptırımlar, darp ve işkencelere her gün bir yenisi eklenmektedir. Buna, özellikle kıyafet yasağının da dâhil olduğunu belirtmek istiyorum. Hâkî renkli, mavi, lacivert renkli kıyafetler cezaevlerine alınmıyor arkadaşlar; bunun nedenini Sayın Adalet Bakanı biliyor mu bilmiyorum, onu belirtmek istiyorum: Mavi ve lacivert renk gardiyanların giydiği kıyafetlerin rengi olduğu belirtilerek yasaklanmıştır; hâkî renk askerî renk olduğu için yasaklanmıştır. Bununla yetinmeyince bir de kapüşonlu montlar yasaklanmıştır, bunun nedeni de sorulduğunda "Belki gece firar ederler, o kapüşonu kafalarına geçirirler, kimse bulamaz." diye... Böyle bir mantıkla da kıyafetler cezaevine alınmıyor.

Nitekim, cezaevinde çocuklarıyla birlikte kalmak zorunda olan annelerin, ATK raporlarına rağmen cezaevlerinde tutulan ve burada yaşamını yitirmeye mahkûm edilen hasta tutsakların maruz kaldığı uygulamalar, bu politikaların devam ettiğinin en açık göstergesidir. Yirmi beş yıldır cezaevinde olan ve kanserin tüm vücuduna yayılmasına rağmen hâlâ tutsaklığı devam eden, sağlık hizmetlerinden gerekli şekilde faydalanmasına müsaade edilmeyen Fatma Özbay, bu uygulamalara maruz kalan hasta tutsaklardan birisidir. Bir de buna ek olarak, onun ablası da yirmi yedi yıldır cezaevinde; ablası Şakran'da, kendisi Erzurum Cezaevindedir. Şu anda tek talebi, ablasının bulunduğu cezaevine sevkinin yapılmasıdır; bunun reddedilmesinin nedenini de Adalet Bakanına burada sormak istiyorum. Diyorlar ki: "Disiplin cezası var, onun için sevkini yapamayız." Acaba cezaevinde nasıl bir disiplin cezası var, onu da burada belki Adalet Bakanı yanıtlar, biz de aydınlanmış oluruz.

Özellikle, Emine Aslan Aydoğan ise yaşamını yitirmeye mahkûm edilen hasta tutsakların sonuncusudur. Aynı zamanda, cenazesinin Viranşehir'de defnedilmesine dahi izin verilmeyen, Kızıltepe'de taziyeevine izin verilmeyen bir kayyum anlayışıyla da karşı karşıya olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, kendisinden olmayana her türlü zulmü reva gören bir politikayla ayakta durmaya çalışan iktidar, sadece yaşayana yönelik değil, yaşamını yitirene dönük de aynı ihlallere imza atmıştır. Gömülme hakkı en kutsal hakken insanlar cenazelerini yıkamadan gömmek zorunda kalmıştır. Cenazeye imam gelmesine dahi müsaade edilmeyen bir insanlık suçu işlenmiştir. Mezarlıklar kolluk güçlerine hedef olmuştur. Bir yandan hasta tutsaklar cezaevlerinde ölüme mahkûm edilirken diğer yandan hırsızlık, cinayet ve benzeri suçlardan yargılananlar ise özel aflarla serbest bırakılmaktadır.

Ben, bir kez daha buradan yetkililere seslenmek istiyorum: Bir an önce bu yanlış politikalarınızdan vazgeçin. Cezaevlerinde yaşamını yitiren her hasta tutsağın vebali boynunuzadır. Hasta tutsaklar arasında hiçbir ayrım gözetmeksizin onların sesine ses verin; aksi takdirde de insanlık, bu suçu işleyenlere, bu suça ortak olanlara en ağır hesabı soracaktır.

Değerli milletvekilleri, cezaevlerinde siyasi tutsaklara dönük yaşatılan bu uygulamalar, Hükûmetin toplum üzerindeki baskı ve şiddet politikalarının aynası görevini görmektedir. Bu anlamda ülke yarı açık cezaevine dönüşmüştür. "İtaat et, rahat et." mantığıyla hareket eden iktidar, kendisine oy vermeyen, muhalefet eden başta Kürt siyasetçiler, gazeteciler, kadın mücadelesi veren aktivistler olmak üzere herkesi terörist ilan etmiştir. Aziz Oruç, siyasi iktidara muhalif olduğu için kapatılan Dicle Haber Ajansının ve sitesine defalarca erişim engeli konulan Mezopotamya Haber Ajansının muhabiridir, gerçekleri yazdığı için yargılanan ve bu yüzden ülkesini terk etmek zorunda kalan yüzlerce özgür basın çalışanından sadece biridir ancak bugün tutuklanan Aziz Oruç, iktidar yanlısı havuz medyası tarafından "Terörist yakalandı" manşetleriyle de hedef alınmıştır. Aziz Oruç gazetecidir ve derhâl serbest bırakılmalıdır.

Âdeta muhalif bütün sesleri susturmaya yemin etmiş gibi politika yürüten iktidarın en büyük korkularından biri de özellikle erkek egemen zihniyetine karşı politik mücadele veren kadınlar ve kadın dernekleri olmuştur. Kadına yönelik şiddet artarak devam ederken, iktidar bunun önlemini almak yerine, çıkarılan OHAL KHK'leriyle, kadın mücadelesi veren derneklerin kapılarına kilit vurmuştur, bu alanda çalışma yürüten kadın aktivistleri terörist ilan etmiştir. Kadın ölümlerinin, çocuk istismarlarının önüne geçebilmek için sunulan kanun teklifleri bu Mecliste çoğunluğu elinde bulunduranlar tarafından reddedilmiştir.

Değerli milletvekilleri, erkek egemen sistemin tezahürü olan siyasi iktidar, kadın düşmanı politikalarına HDP'li belediyelere atanan kayyumlar eliyle devam etmektedir. Her defasında "Bizim, Kürt kardeşlerimizle bir sorunumuz yoktur." diyen bu iktidar Kürt halkının iradesini tanımayarak, belediyelere kayyum atayarak, seçilmişleri rehin alarak demokrasi katliamı işlemiştir. Özellikle de Machiavelli -duyanlar vardır- "İktidar olmak için tüm yolları kullanmak mübahtır." diyor; bu iktidar da aynısı yapıyor. Belki bunu, nasıl bir yöntem kullandığını bilmeyenler araştırıp öğrenebilirler; belki bir sonuç alınabilir.

Halk iradesine, eş başkanlığa, eşit temsiliyete tahammül edemedikleri için, seçimle alamadıklarını kayyum atayıp gasbederek Kürt düşmanı, kadın düşmanı politikalarındaki ısrarlarını gözler önüne sermişlerdir. Nitekim, 2016 yılında atanan kayyumların, kadına yönelik şiddetle mücadele merkezlerini, sığınmaevlerini kapatarak, gizlilik kararı olan dosyaları teşhir ederek kadınların can güvenliğini tehlikeye atması da bu politikanın temsiliyeti olarak görülmektedir. 31 Mart yerel seçimleri sonrasındaki kayyum atama gerekçeleri ise kadın düşmanı politikalara devam edileceğini tescil etmiştir.

Bakın, ellerinde somut tek bir delil olmamasından kaynaklı, eş başkanlık gerekçe gösterilerek belediyelerimize kayyum atanmıştır. Dünyada eşi benzeri görülmemiş "eş başkanlık" ve "eşit temsiliyet" uygulamaları suç olarak yargılama dosyalarında yer almıştır. Eş başkanlarımızın seçim çalışmaları, yerel yönetimlerden sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcımız ve bağlı komisyonlarla yaptıkları görüşmeler suç unsuru yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, belediye eş başkanlarımız gizli tanık ifadeleriyle gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Aynı gerekçeyle tutuklanan Kızıltepe Belediye Eş Başkanımız Nilüfer Elik'in dosyasına 5 gizli tanık ifadesi konulmuştur. 2009 yılından beri âdeta bir meslek olarak icra edilen gizli tanık ifadesi, akıllara, sevgili Vedat Türkali'nin Yalancı Tanıklar Kahvesi kitabını getiriyor. Aranızda mutlaka kitabı okuyanlar vardır, okumayanlara bu kitabı mutlaka okumalarını özellikle öneririm. Rivayet odur ki, kitabın adının olduğu bu kahve, tarihin bir döneminde gerçekten var olan bir kahvedir. Kahve, adliye binasının tam karşısındadır. Bu kahveye, şahit arayan insanlar gelir ve kendilerine yalancı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

PERO DUNDAR (Devamla) - Bir dakika alabilir miyim Başkan?

BAŞKAN - Tamamlayın, buyurun.

PERO DUNDAR (Devamla) - Tamam.

Bir kez daha belirtmek istiyorum: Özellikle de binlerce insanın hayatına mal olan bu gizli tanıklarla özgürlüğünden mahrum edilen binlerce tutsak var şu anda cezaevinde.

Kürtçe eğitim veren kurumları kapatarak, Kürt sanatçıların konserlerine engel olarak, anıtları yıkarak Kürt halkının diline, kültürüne ve toplumsal belleğine bir saldırı mekanizması gibi çalışan kayyumların ve uygulamalarının en somut yaşandığı illerden biri seçim bölgem olan Mardin'dir. 31 Mart seçimleri sonrasında seçilen Mardin Belediye Eş Başkanlarımızın ilk işi Belediyeye müfettiş çağırmak olmuştur. Bunu özellikle de benden önce konuşan arkadaşlar dile getirdikleri için tekrar etmeyeceğim.

Bugün Mecliste bütçe görüşmeleri devam ederken dışarıda yine kadınlar katledilmekte, çocuklar istismara maruz kalmakta, yoksullar 2 kat daha fazla yoksulluk çekmekte ve yine Kürtler, Kürt siyasetçileri rehin alınmaktadır. Bu anlamda, günlerdir üzerinde konuşulan bu bütçenin halkın refah ve huzur içinde yaşamasına dönük bir bütçe olmadığını çok net görmekteyiz. İktidar tarafından hazırlanan bu bütçenin halkla ve halkın gerçekliğiyle hiçbir ilgisi bulunmadığını bir kez daha belirtmek istiyorum. Bu bütçenin kadınların, gençlerin, çocukların geleceğiyle hiçbir ilgisinin olmadığını belirtmek istiyorum.

Grubumuz adına bu bütçeyi de reddediyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)