| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 20.12.2019 |
AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; biraz önce salona baktığımda, aklıma konferansa ilişkin usta birisinden öğüt almak isteyen acemi konferansçı geldi.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - AK PARTİ Grubu gelmemiş.
ZÜLFÜ DEMİRBAĞ (Elâzığ) - Ben varım, hepinize yeterim.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Ustasından öğüt alırken "Nasıl yapayım, nasıl anlatayım? Dili nasıl kullanayım, jestler, mimikler nasıl olsun?" diye çeşitli tavsiyeler aldıktan sonra, en son "Ayaklarınızın ucuna basarak çıkın çünkü salondakileri uyandırmamak lazım." demiş. Benim öyle yapmama gerek kalmayacak diyordum, AK PARTİ Grubu geldi, diğer arkadaşlar da geliyorlar.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Yok, daha gelmediler Başkanım.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Geliyorlar, geliyorlar.
Şimdi, İlhan Bey'i dinledik. Esasen, Mecliste bütçe tartışmaları boyunca birçok konuşma dinledik. Sloganların dile getirildiği, iki cümlelik, üç cümlelik klişe ifadeler üzerine eleştirilerin yapıldığı konuşmalar da oldu. Demokraside bunlar da olur muhakkak. Mukayese edildiğinde gayet güzel, dinleyenle iletişim kurmak isteyen, iktidar-muhalefet sınırlarını esneten bir konuşma yaptı Sayın Kesici, o bakımdan teşekkür ediyoruz. Fakat birkaç hususu benim aklım almadı, o bakımdan bunları sormam gerekiyor; kendisi burada yok ama arkadaşlar iletirler muhakkak.
Konuşmasına başlarken "Bu, 18'inci bütçe. AK PARTİ on yedi yıldır bu bütçeyi yapıyor. Bu bir siyasi başarı." dedi. Fakat "Ekonomi..." diyerek başladı, ondan sonra da on yedi yıla ilişkin son derece başarısız bir ekonomik tablo çizdi. Benim anlayamadığım -herhâlde milletimizin de anlayamadığı- şu oldu: AK PARTİ nasıl oluyor da on yedi yıldır siyasette başarılı oluyor, ekonomide sınıfta kalıyor? Bu denklem nasıl mümkün? (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Acaba, ekonomi bilgileri mi noksan, yeteri kadar rakamlara mı bakmadılar?
Ama ben biliyorum ki halkımız -sizler de biliyorsunuz- hayatı gayet iyi bilir, geçimi iyi bilir, siyaseti iyi okur, sahaya bakar kim ne söylüyor ve kim ne yapıyor diye, bütün bunları değerlendirir ve o çerçevede, son derece rasyonel bir şekilde siyasi tercihlerde bulunur. Dolayısıyla benim bildiğim, demokrasilerde ekonomik başarısızlık beraberinde siyasi başarısızlığı getirir. Siyasette başarılı bir dönemden, uzun bir dönemden bahsediyorsanız, ekonomiye ilişkin çok dramatik bir tablo çizmeniz bir paradoks oluşturur, birincisi bu.
İkincisi de Sayın Kesici sürekli eleştirilerden bahsetti. Ekonomide eleştiri yapmak mümkün, çok çeşitli biçimlerde eleştiriler bu coğrafyada Osmanlı'dan beri, cumhuriyetten beri o kadar çok söylendi ki. Mesela, Mehmet Ali Ayni vardı, Kastamonulu, bu işlere ilişkin birçok mülahazası vardı. Ohannes Paşa, Parvus Efendi vardı geçmişte, Sayın Kesici de bunları gayet iyi bilir. Kadro Hareketi vardı mesela cumhuriyetin başlarında. Yanlış anlamadıysam, İlhan Kesici Bey'in muhakkak öyle bir göndermesi yoktur ama onlar otarşik bir ekonomik yapı tahayyül ediyorlardı; içe kapalı, denk bütçe, devletçi bir ekonomi. Daha sonra da ekonomiye ilişkin hususlar çok tartışıldı, çok farklı fikirler, tezler ileri sürüldü ama aslolan şu: Bütün bu tartışma bulutlarının ötesinde, demokratik ülkelerde insanlar ne olup bittiğine bakarlar ve karar verirler.
Tabii, Sayın Kesici'nin bunca eleştirisinden sonra -yaman eleştirisi diyeyim, o da sihirbazlıktan bahsetti ama- bu bir saatlik konuşmadan sonra ben beklerdim ki -tabii, bir saat böyle olmamalıydı- şapkadan bu konuşma üzerine artık tavşan çıkarmak olmazdı; bekledim, Boeing 737 çıkacak mı? "Öyle yapmayın, böyle yapın." (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Tabii, böyle bir şeyi duymayı çok isterdim ama sonuçta bu güzel konuşmanın, fıkralarla süslü konuşmanın bize söylediği veya benim sınırlı aklımla anladığım "Ciddi olalım." Ciddiyet kesinlikle önemli ama ciddiyet bir 737 değil, ciddiyet tavşan da değil. Ciddiyet, her aklı başında insanın bu tür meselelere ilişkin yapması gereken, dikkat ve itina göstermesi gereken bir husus, kıymetlidir. Tabii, siyasetlerin, iktidarların herhangi bir kompleksi olmaz; "Sadece kendi aklımızdan faydalanalım..." Memleketin bütün aklından faydalanmak, akıllı insanların işidir çünkü gerçek dünyada, hayatta herkes herkesin öğretmeni ve herkes herkesin öğrencisidir, akıllı insanlar böyle bakarlar.
Kıymetli arkadaşlar, bütçeye ilişkin konuşmaları izlerken -ben de 2011'den bu yana Meclisteyim- bu Mecliste çok çeşitli tablolar içerisinde beni bir bakıma üzen tablo nedir diye düşündüğümde, burada uluslararası anlaşmaları geçiriyorduk, muhalefetle bir anlaşmazlığımız oldu, onlar da Meclisi terk ettiler, bizi protesto ettiler. Biz, burada tek başımıza kaldık ve uluslararası anlaşmaları kendi başımıza yaptık, aslında...
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Hızlı hızlı yaptınız.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Evet yaptık, 30 kadar uluslararası sözleşme vardı, onları yaptık. Orada Meclise baktığımda, bu Meclis dedim eksik bir Meclis, bu Meclis böyle çalışamaz, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokrasisinin Meclisi kesinlikle bu değil, muhalefet olmalı, muhalefet itiraz etmeli, muhalefet kendi yaklaşımını, kendi perspektifini mutlak surette bu kürsülerden, bu yerlerden dile getirmeli, bunu çok önemli görüyoruz. Hani hep söylenir ama sadece söylemek yetmez, altını çizmek lazım: İktidar her yerde vardır, muhalefet demokrasilerde vardır. Türkiye demokratik bir ülkedir, iyi ki muhalefet, sizler varsınız. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bize de kayyum gelmezse şimdilik buradayız.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Tabii, muhalefetin buradaki rolü, fonksiyonu bence hem kendi adına hem de üçüncü göz kamunun adına konuşmaktır yani "Vatandaş sizin yapıp ettiklerinize böyle bakıyor." şeklinde bir pozisyon çerçevesinde olup bitenleri değerlendirmektir. Doğrusu, kamunun adına, gerçekten kamunun muhakemesi ve tahayyülü üzerinden hakikatçi siyasi dile yaslanan eleştiriler gördüm mü? Gördüm ama çok az gördüm. Keşke daha fazla olsaydı. Daha fazla olsaydı o zaman işte demokrasiyle kastettiğimiz muhalefetin hem kendi kesimlerini temsil etmesine hem de kamunun adına üçüncü göz olarak eleştirilerini dile getirmesine, bunun da anlamlı ve faydalı sonuçlar üretmesine ilişkin o ilişki, iletişim biçimi daha iyi gerçekleşirdi. Bunun yeteri kadar verimli olduğu kanaatinde değilim. Hatta, benim aklıma gelen, bu Amazon yerlilerini hatırlatan tablolar çok oluştu burada, konuşmalarda biraz öyle bir hava vardı. Pierre Clastres "Devlete Karşı Toplum"da, Amazon yerlilerinin, savaşçılarının gece olduğunda ormanın derinliklerine gittiğini, orada bir ateşin etrafında toplandıklarını ve sonra ateşe bakarak hep birlikte şarkı söylediklerini anlatır ama Amazon yerlileri aynı şarkıyı söylemezler, herkes kendi şarkısını söyler, herkesin söyleyeni ve dinleyeni sadece kendisidir, söylenen de hiç değişmez: "Ben ne yaman savaşçıyım ve bugün o geyiği, o maymunu nasıl avladım, bilin ey ahali!" Bazen konuşmalar o kadar kendi içine kapandı ki, o kadar kendi kendine söylenmeye dönüştü ki ta Amazon yerlilerinden kalan o atmosferi hatırlattı, o atmosferler burada teşekkül etti. Oysaki bu Meclisten murat, iletişiminden murat, bu kürsüden murat müzakere esaslı bir dille bu işleri yürütmek. "Müzakere" denilince de tabii sözler, müzakerenin anlamına ilişkin sözler çok güzel ve parlak -önemli olan icra etmek- sınırlar koymadan, duvarlar koymadan, karşı tarafı incitmeden, onu kendi anlattığın meseleye ortak kılacak bir akıl ve duyarlılıkla konuşabilmektir.
Nelson Mandela'nın -başarılı bir siyasetçi, çok da uzun, çileli bir hayatı var- "düşmanını kazanma sanatı" diye hayatı özetlenebilir. Irkçı, beyaz rejimin olduğu Güney Afrika'da siyahların lideri olarak onlara itiraz eden ve yeni bir düzenin kurulmasına dair -ne pahasına olduğunu arkadaşlar muhakkak biliyorlar- mücadele eden bir lider, Nobel de almıştı. Nelson Mandela, düşman hukukunun olduğu Güney Afrika'da, düşmanlarıyla mücadele ederken onların kalbine ve aklına seslenen bir dille, onları kazanmaya yönelik bir yaklaşımla bütün siyasetini yürüttü. Kaldı ki, Türkiye'de kesinlikle bir düşman hukuku yok, bir ırkçı rejim yok. Burada, en fazla rekabetten bahsedilebilir, siyasi fikir farklılıklarından bahsedilebilir. Burada, böylesine dozu düşük ve insanlar arasındaki anlaşmazlık konularına bakıldığında mukayeseli bir şekilde Güney Afrika'yla ölçülemeyecek bir ülkede, belki rakiplerini kazanmaya ilişkin insanların yükleneceği yükümlülük daha azdır. Birbirimizi kazanabiliriz. Sadece kendi kamımıza, sadece kendi çevremize hitap eden bir akılla değil, ötekine, başkasına, onu kazanmaya dönük, onun aklına ve kalbine yönelik bir dille konuşmalar yapılsaydı, yapıldı tabii yapılmadı değil ama daha çok olsaydı herhâlde daha anlamlı olurdu.
Değerli arkadaşlar, burada, bütçeye ilişkin değerlendirmeler yapılırken "Bu bütçe yüzde 1'in bütçesi." "Bu bütçe bir azınlığın bütçesi." "Bu bütçe zenginlerin bütçesi." denildi. Burada da bir haksızlık ve hakikate uymayan bir değerlendirme var. Bunlar slogan işte! Bunu söyleyen arkadaşların bildiği hakikati millet bilmiyor mu? Millet, yüzde 1'in bütçesini gördü ama AK PARTİ'ye destek verdi: "Git bütçeyi yeniden yap."
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Sonra İstanbul seçimlerinde millet fişinizi çekti.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - O zaman, AK PARTİ büyücülük mü yaptı acaba, hokus pokusla mı götürüyor işi? Böyle bir şey yok.
Eğer yüzde 1'in çıkarlarını esas alan bir bütçe yapıyorsanız demokratik bir siyasette sınıfta kalırsınız. AK PARTİ'nin de on yedi yılda ne yaptığı ortada. Dezavantajlı gruplardan alt kesimlerdeki insanlara, orta sınıflara kadar oradaki sosyal mobiliteyi nasıl hızlandırdığı ve bütün bu konulara ilişkin kaynakların dağılımı hususunda kesinlikle mukayese kabul etmez bir şekilde hangi önemli işleri yaptığı ortada.
Hep rakamlardan bahsedilir. En üst yüzde 20 ile en alt yüzde 20... Bakın, geçmiş yıllardan bugüne doğru, evet, mütevazı ölçeklerdedir, dramatik bir şekilde her şeyi değiştirmek ve yatay bir eşitlikte homojen bir ulus oluşturmak kolay bir iş değildir. Bunu laflarla yaparsınız da gerçeklikle yapamazsınız ama AK PARTİ mütevazı ölçeklerde kendisini özellikle temsil eden alt ve orta sınıfların çıkarları istikametinde, onların millî gelirden daha fazla pay alabileceği bütçeler yaptı, harcamalar yaptı, destekler sağladı. O yüzden millet AK PARTİ'ye destek verdi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ekonominin çok temel bir tanımı vardır: Kıt kaynaklarla sonsuz arzular arasında bir denge sağlamak. Bu, kolay bir iş değildir çünkü kaynaklarınız belli, Türkiye'nin kaynakları da belli. İnsanların ise arzuları sonsuz. İktidar olan her kimse, sırtında yumurta küfesi olan, şüphesiz o arzuları bütünüyle karşılayamaz ama imkânlar ölçüsünde rasyonel mantıkla tercihlerde bulunarak bir denge sağlar. Gerçekçi bir dengedir, hayali değildir, kışkırtıcı değildir, insanların ayaklarını yerden kesen, onlara masallar gördüren tablolar değildir ama gerçek dünyaya ilişkindir. İğneyle kuyu kazmak gibi o insanların hayatını pozitif bir şekilde değiştirmeye yöneliktir. AK PARTİ bunu yaptı ama muhalefetin, özellikle -gerçi ana muhalefet değil, 2'nci parti Mecliste- diline baktığımızda, burada kıt kaynaklar kısmına yani ekonominin en temel unsurunu, bu ülkenin imkânlarını, onları parantez içine alan ama insanların sonsuz arzularına sürekli vurgu yapan bir dille burada siyaset yaptıklarını, birtakım kesimleri temsil ettikleri iddiasıyla konuştuklarını ve böylelikle hep arzulara seslenen bir dil üzerinden popüler bir yaklaşım sergilediklerini görüyoruz. Ne görüyoruz? "Ona ver, buna ver, şuna ver, onu eksik bırakma, ona da ver, şu kesime de ver." Kabaca yaklaşımı şöyle özetleyebilirim: Köylüye dönüp, "Ey köylü kardeşim! Niçin buğdayın fiyatını bu Hükûmet artırmıyor?" Güzel. Şehre dönüp, "Ey şehirli kardeşim! Niçin ekmeği pahalı yiyorsun?" Bu, bir paradoks. Hem buğdayın fiyatını artırmak hem de ekmeğin fiyatını düşürtmek, işte o, şapkadan bir şey çıkartmaya benzer ki AK PARTİ sihirbaz bir parti değil, AK PARTİ gerçeklerin partisi. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Bir başka şey, infial stratejisi yani sanki toplumun çeşitli kesimleri infial içinde de değerli arkadaşlarımız bu infiali temsil ediyorlar kürsüde. Tabii, eğer toplum infial içindeyse bunu temsil etmek anlamlıdır ama infial stratejisiyle topluma "Ne duruyorsunuz, kalkın ayağa!" demek; bu, propagandadır ve tarih boyunca infial stratejisine uygun birçok örnek vardır. Bakın tarihe, mesela "Fransız İnkılabı" dediğimiz... Fransız İnkılabı 1789'da oldu, tarihin en büyük yalanlarından biridir, Kraliçe Marie Antoinette demiş ki: "Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler." Kışkırtmaya bakın. "Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler." Ne zaman diyor bunu? İşçilerin günde bir kilo ekmek parası kazandıkları bir zamanda "Kraliçe böyle diyor." derseniz insanlar sokağa iner. Fukara Kraliçe ne demiş, öyle dememiş. Ekmeği idareli kullanmalarına ilişkin bir laf söylemiş ama maksat, o zalim krallığa karşı, o eşitliksiz krallığa karşı, o tiranlığın krallığına karşı özgürlüğü, eşitliği ve kardeşliği kurmak ise Marie Antoinette'nin söylediğinin ne önemi var; infial stratejisiyle insanları sokağa dökersin, döktüler. Bastille'i bastılar, Bastille... Güya böyle yönetimin cezalandırdığı halk ve orta sınıftan insanlar orada kalıyorlarmış da onlar da 3'üncü Meclisin taraftarlarına katılarak inkılabı gerçekleştirmişler, bu da ayrı bir yalan da... Bastille'de soyluların insanları kalırdı, o Bastille hikâyesi de farklı. Kastım şu: Derdim tabii, Fransız İhtilali'ni anlatmak değil ama bu infial stratejisine dayalı propaganda dilinin tarihte de çok insanca, hani pek insanca, hani pek insanca örnekleri vardır. Onu alırsınız, elbette devrim yapmak için değil ama demokratik siyaset içerisinde, o rekabet içerisinde bir yerlere yerleştirerek aynı yöntemle gidersiniz.
"Eşitlik, kardeşlik, özgürlük" diye sokaklara dökülenler ne yaptılar? O sokaklara dökülenler Saint-Just'ün ifadesiyle "Özgürlük düşmanlarına karşı özgürlüğün tiranlığını kurdular." Demek ki sadece güzel sözler söylemek yetmiyor, sadece slogan atmak yetmiyor. Sen ne yapacaksın? Bunun sonunda ne gerçekleştireceksin? Ve Fransız İhtilali'nin bulduğu giyotindi -cumhuriyet düşmanlarına karşı yirmi dört saat çalışan giyotin- çünkü o kadar çok düşman vardı ki. "Özgürlük, eşitlik, kardeşlik" sloganlarıyla iktidara gelenler bunu yaptı.
1917'de Sovyet Devrimi "ekmek ve barış" diye yola çıktı, insanları ekmeğe de barışa da muhtaç etti. Stalin de 27 milyon kişiyi öldürdü. 1991'de Bolşevik rejimi biterken Svetlana Aleksiyeviç "İkinci El Zaman"da gayet güzel anlatır, onlar da başka bir rüyanın peşine düştüler. Sonuçta yıktılar Sovyetler Birliği'ni ama yerine harabe hâlinde yeni bir düzen kurdular. Son derece dramatik ve acıklı.
Kastım şu: İnsanların arzularına hitap eden ama gerçeklerle ilişkisiz siyasal dil trajediler yaratıyor. Gerçekçi olmak lazım. Bu ülkenin imkânlarına bakacaksınız, yapılanlara bakacaksınız, hakikatçi bir siyasi dille elbette eleştirilerinizi yapacaksınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Süre ne çabuk geçiyor.
BAŞKAN - Ekledim bir dakika, buyurun Sayın Bostancı.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlar, tabii, söylenecek çok söz var.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Verilecek cevap da var.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Muhakkak, muhakkak. Olmaz mı?
Cumhuriyet Halk Partisinin bütün eleştirileri tek adam ve saray çevresinde yürüdü. Bu da tabii, slogan atmanın bir başka biçimi. Sonuçta "saray" dediğiniz yer, bu ülkede insanların seçimle gittikleri ve meşruiyetini milletin oyuyla aldıkları yerdir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Orada oturan insan da böyle bir meşruiyet temelinde; tıpkı sizlerin geldiği gibi. Sizlerin de yaslandığı aynı meşruiyetle gelen insan gibi, ona yönelttiğiniz eleştiriler aslında, netice olarak kendinize de yönelttiğiniz bir eleştiri mahiyeti kazanıyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şu "tek adam" meselesine gelince burada da söylenecek çok söz var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Keşke Sayın Erdoğan'ın mitinglerine gitseniz. Gitmeniz de gerekir esasen çünkü bu millet...
ENGİN ALTAY (İstanbul ) - Gidiyoruz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hayır, seyirci olarak gidin canım, bağırmanıza gerek yok. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Keşke orada Sayın Erdoğan ile insanlar arasındaki ilişkinin mahiyetine yönelik gözlemler yapsanız. Rakibinizi öğrenmeniz gerekmiyor mu? O bakımdan çok önemlidir bu. Yani ne tür bir bağ var ki insanlar Sayın Erdoğan'ı bu kadar seviyorlar?
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Bütün meydanlar dolu Sayın Bostancı.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kendi gözlerinizle yerinde görseniz daha iyi olur ama o bağı ben size söyleyeyim.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Hangi liderin meydanı boş kalmış canım!
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Hani "tek adam" diyorsunuz ya, oradaki insanlar bütün coşku ve heyecanlarıyla diyorlar ki: "Ey Erdoğan, sen siyasetin tekisin, biriciğisin ve vallahi adam gibi adamsın." Tek adam... (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Rakibini de kesinlikle öğrenmek gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bir beş dakika daha verin Başkan.
BAŞKAN - Birer birer veriyoruz.
Tamamlayalım lütfen Sayın Bostancı.
Buyurun.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Bir başka propaganda dili, böyle tekil birtakım olayları alarak oradan bir ülke kompozisyonu çıkarmak. Vallahi, o arkadaşları dinlerken aklıma hep eleştirmenlerin ilk başta ne yapacaklarını bilemedikleri resimdeki Dadaizm geliyordu. Böyle bir sürü şeyden kolaj yaparsın, ortaya parlak renklerle örülü resimler koyarsın; insanların aklı ermez "Ne oluyor, ne bu kompozisyon?" diye. Çok Dadaist bir yaklaşım diyeyim ben. Mevzu şu: Mesela "intiharlar" diyorsunuz; ya, intiharlar dünyanın birçok ülkesinde var ve daha çok da kuzey ülkelerinde var, biliyorsunuz. Durkheim "Suicide" diye intihar üzerine bir çalışma yaptı. E, Türkiye'de de insanlar yaşıyor, intihar edenler olabilir. Sizin insanların hayat şartları ile intihar arasında kurduğunuz bağlantı kesinlikle sadece siyasal kasta yönelik, o insanlarla da bir ilgisi olmayan, propaganda diline yaslanan bir değerlendirme. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Biz söylemiyoruz, onlar söylüyorlar.
ALİ MAHİR BAŞARIR (Mersin) - Mektup bırakıyorlar, mektup.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Bence parça parça vermeyin Başkanım, bir bütün olarak verin.
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen Sayın Bostancı.
Buyurunuz.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Şimdi, şunun için söylüyorum: Bakın, farzımuhal, insanlar, durumları trajikleşti, yoksulluğa düştüler -mantığınız bu varsayıma dayanıyor- ondan sonra da dayanamadılar, intihar ettiler.
Kıymetli arkadaşlar, şartlar insanlar için nihai belirleyici değildir. Derler ki: "Kaynayan su patatesi yumuşatır, yumurtayı sertleştirir." Önemli olan insanların mahiyetidir, mahiyeti. Kimi insanlar şartlar zorlaştıkça ondan kendilerini bileyerek çıkarlar, kimi insanlar da psikolojileri itibarıyla farklı bir yere savrulabilirler ama "intihar" dediğiniz hadise bununla ilgili değildir. Aranızda tıpla ilgili olan, psikiyatriyi bilen insanlar da var. Bir de bu işleri bu kadar kürsülerden konuşmak da doğru bir iş değil. Yani bakarsanız literatüre, böylesine siyasal kasta yönelik "intihar da intihar" konuşmalarının bir faydası yok, haberciliğinin de bir faydası yok.
ENGİN ALTAY (İstanbul) - Siz de olağan karşıladınız zaten.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Şimdi, kadın cinayetleri meselesine gelince, bakın, kadınlar konusunda AK PARTİ bu ülkeye çok önemli işler yaptı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Ne yapıyoruz Sayın Bostancı, diğer arkadaşlardan mı keselim?
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Evet, son bir dakika, affedersiniz.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Sayın Başkanım, siz böyle bir dakika, bir dakika verince tüm dikkatimiz dağılıyor.
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Başkanım, toptan verin.
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Kızların okullaşmasına ilişkin çok büyük hamleler yaptı. Bu ülke, Türkiye modernleşirken tarım kesiminde en geniş istihdam kadınlara aitti, onların daha fazla kamusal hayata girmesi için imkânlar sağladı, kadın şiddeti, cinayetleri, cinsiyet eşitsizliğine ilişkin nice hukuki düzenlemeler yaptı. Bütün bunlara ilişkin...
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Ama uymuyorsunuz ki. Başkanım, onları uygulamıyorsunuz ki.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Siz biliyorsunuz.
Şimdi, kadın cinayetleri meselesi, dünyanın birçok ülkesinde var. Fransa'da 94 yaşındaki adam, 92 yaşındaki karısını öldürdü ve Fransa ayağa kalktı.
MAHMUT TANAL (İstanbul) - Kötü örnek, örnek değildir. Başkanımız diyor ki: "Kötü emsal, emsal olmaz."
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bunun arkasında geleneğe ilişkin, kültüre ilişkin bütün toplumlarda toplumsal birçok hikâye varken ve kadınların tarihine ilişkin uzun bir geçmiş varken meseleyi getirip "Efendim, bu AK PARTİ'yle bağlantılı." demek, en azından ayıp bir şey. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Bütün iktidarlarla bağlantılı, sizin olduğunuz gibi.
MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Çünkü eminim burada bu işleri bilen ve muhakeme eden arkadaşlar, bu haksızlığa partileri dolayısıyla seslerini yükseltmeseler de içlerinden isyan ediyorlardır diye düşünüyorum.
Sabrınız için teşekkür ediyorum, sağ olun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)