| Konu: | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 20.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygıdeğer mensupları; 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi hakkında İYİ PARTİ'nin görüşlerini paylaşmak için huzurunuzdayım. Partim ve şahsım adına yüce Meclisi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Çok değerli milletvekilleri, hükûmet etmek, bütçe yürütmektir. Bu nedenle de bütçe hakkı, esasen Parlamentodan daha eskidir ve demokrasilerin de temel unsurudur.
Bugünkü bütçe, bu bütçe, cumhuriyetimizin 97'nci bütçesi ve bu çerçevede bizdeki tarihi itibarıyla gerçekten Kutadgu Bilig'de bahsedilen hakan ile toplum arasındaki sözleşmeye ve daha sonra da Magna Carta'ya kadar giden bir sözleşme geçmişi vardır.
Bu bütçe bizden bir yetki istiyor, diyor ki: Bana 1 trilyon 95 milyar liralık bir harcama yetkisi verin. Bunu karşılamak için 957 milyar liralık gelir toplama ve de 139 milyar liralık bir açıkla bu bütçeyi yürütme yetkisi verin.
Doğrusunu söylemek gerekirse bugün bütçe konuşmalarında, esasında, bütçenin tekniği üzerine çok az konuşma dinledik. "Bütçe, temel olarak bir siyasi metindir." dedik. Ben şu konuda bir tespit yapmak veya bakış açımızı ortaya koymak istiyorum.
Esasında 24 Haziran 2018 tarihli seçimin oluşturduğu bir Parlamentodayız ve bu bütçe o Parlamentonun hakkı. O seçim, Parlamentoda hiçbir partiye tek başına bütçe yapma yetkisi vermemiştir. Eski tabiriyle koalisyon, yeni tabiriyle bir ittifak bütçesidir, dolayısıyla 2019 bütçesi ve 2020 bütçesi bir ittifak bütçesidir, doğrusu da budur çünkü 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum neticesindeki sistem değişikliğiyle, 24 Hazirandaki seçimin sonucunda Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmiştir ve ittifakın Cumhurbaşkanıdır, dolayısıyla bir siyasi birliktelik vardır. 24 Haziran 2018 seçimleri, ilk defa, AK PARTİ'ye "Ben sana tek başına bütçe yapma yetkisi vermiyorum." demiştir ve dolayısıyla bugün de bu yaptığımız bütçe AK PARTİ ve bir ittifakın bütçesi olarak karşımıza geliyor. Bu millî iradeyi bu şekilde belirlemek ve bu tespiti yapmak lazım. O nedenle, bu, 18'inci AK PARTİ bütçesi değil; bu, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi gereği bir ittifakın 2'nci bütçesidir. 24 Haziran seçiminin sonucu bu yetkiyi almıştır, daha sonraki seçimlerde de bu süreç bu şekilde devam etmiştir.
Şimdi, buradan hareketle şunu belirtmek istiyoruz: Ne kötülemek ne de övmek meşrebimizde yok. Meşrebimizde ne var? Gördüğümüzü söylemek var. O nedenle, bu neleri gördüğümüz, tamamen devletin rakamlarında, "academia"nın rakamlarında, kamuoyunun rakamlarında olan şeylerdir.
Çok değerli arkadaşlar, neredeyiz diye bir tespit yapmamız lazım. Hangi ekonomik ortamda bir bütçe yapılıyor ve bu bütçenin, esasında, matematiği nedir, felsefesi nedir, misyonu nedir, hangi kesimlere neler söylüyor, Türkiye'yi nereye taşımak istiyor; bütün bunlar esasında bütçede bulunur çünkü bütçeyi kaldırdığınızda demokratik rejimlerde başka bir metin, yol haritası yoktur.
Şimdi çok hızlı olarak bakmak gerekirse... Bakın, bir bütün olarak 1960 ile 2020 arasını beşer yıllık dönemlere böldüğümüzde, 12 tane beş yıllık dönem çıkıyor. Son beş yıl, 2016-2020 dönemi Türkiye'de bu 12 dönemin 11'incisidir. Sadece büyüme bakımından yüzde 3,3'le 1976-1980 arası dönemden daha iyidir -o dönemde yüzde 2,5'luk bir büyüme var- ama kalkınma planında ve bütçe hedefinde yüzde 5'lik büyüme hedefi gerçekleştirildiğini kabul etsek de bu son beş yıllık büyüme 11'inci sırada yer alıyor. Bunu şunun için belirtiyoruz: Türkiye'deki ekonomik yapı ve gelişim, çok net ifade etmek gerekirse, 2008'den beri bir negatif ayrışma içerisindedir, hem kendi çizgimizde hem de gelişmekte olan ülkelerle karşılaştırdığınızda. Ne dedik? Ne kötülemek ne övmek, 2002-2007 dâhil, bu dönem gerçekten, Türkiye'nin o beşer yıllık dönemleri itibarıyla baktığımızda en parlak 2'nci beş yılı, çok değerli bir dönem ama 2008'den itibaren negatif ayrışmaya giden bir dönem. Bunun nedenlerini daha önce de belirtmiştik ama şimdi bunların üzerinde durmayacağım.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine ait son iki yıllık büyüme yüzde 1,5 yani 2018 ve 2019 sonuçlarının ortalaması yüzde 1,5'luk büyüme. Bu, Türkiye'yi taşıyacak bir büyüme değil. Türkiye'yi bir bisiklet gibi düşünürsek ayakta kalmak için yüzde 5 büyümesi lazım, Türkiye'nin normali yüzde 7'dir ve Türkiye'nin yüzde 7'lik büyümeye gücü vardır. Türkiye'yi yüzde 7'lik büyümeye sürükleyecek veya yükseltecek şartlar, araçlar ve atmosfer yaratılabilir Türkiye'de, bunlar olmuştur geçmişte. Ama son on yıllık şartlarla geldiğimiz nokta bunu göstermiyor.
Bir başka şey, enflasyon. Çok değerli arkadaşlar, Sayın Işık konjonktürel gelişmelerden bahsetti, çok da doğru şeylerden bahsetti, bütçeden bahsetmedi ama artık iktisat, enflasyonu dünyanın bir makroekonomik problemi olmaktan çıkarıyor, bunu artık önemli bir problem olmaktan çıkarıyor. Ekonomik olarak olağanüstü hâlin bulunduğu bir ekonomik atmosferde çift haneli enflasyon rakamları geçerli. Bakın, bütün dünyadaki gelişmeler 2000'den beri böyle. İşsizlik ve enflasyonda, maalesef, OECD'de Arjantin'den sonrayız. Neden Arjantin olduğu da çok açık, belli.
Peki, işsizlik? Çok değerli arkadaşlar, bütün cumhuriyet tarihinin bir bütün olarak en kötü on yılı ve en kötü beş yılı. Bunun sebebi var, sebebi şu: Türkiye 2010'dan sonra büyümedi mi? Büyüdü ama kalitesiz büyüdü Türkiye. Bütün "academia"nın ve uzmanların tarifi bu. Ne demek kalitesiz büyümek? Büyürsünüz ama enflasyonu ve işsizliği dizginleyemezsiniz; istihdam yaratmayan bir büyüme, buna bazıları "Hollanda hastalığı" derler. Bu büyüme, istihdam yaratmayan bir büyüme ve bu, tıkar bir müddet sonra ve tıkıyor. Geldiğimiz noktada -Sayın Kesici de çok değerli rakamlarla anlattı- bakın, 2002'ye döndük. Geçen yılki konuşmamda, 2007'nin gerisine düşüyoruz dedim, bu sefer, 2002'nin gerisine düşüyoruz, ana rakamlarda düşüyoruz. Bakın, 2002'de, Türkiye'nin dış borcunun millî gelire oranı yüzde 54; bu, yüzde 36'ya kadar inmiş, başarı sağlanmış ama bugün yüzde 62. Bu, şu demek: 460 milyar dolar dış borcumuz var. Bugün, aşağı yukarı, yüzde 5'in üzerinde bir faiz ödememiz söz konusu. Eğer, Türkiye'nin risk primini indirecek bir yönetim olsa, Türkiye'de ekonomi yönetimi değişse ve güven verecek bir ekonomi yönetimi olsa -çok açıkça söyleyeyim- yani dese ki: "Sayın Kesici, gel bir ekip kur. Sayın Yılmaz, bir ekip kurun." -veya başka bir isim- bu, 2 puan düşer. 2 puan ne demek? 9,2 milyar dolar demek Türkiye için. Bak, her sene 1 tane Kanal İstanbul çıkartıyoruz -Sayın Kesici'nin tabiriyle- Atatürk Barajı çıkartıyoruz 2 tane.
Çok yerinde bir şey söyledi Sayın Işık, teşekkür ediyorum. Bugün, büyüme kaynak meselesi değil; bugün, büyüme veri meselesi. Evet, çeyrek yüzyıl önce kaynak meselesiydi ama bugün çok daha farklı. Bakın, 2004'ten beri dünyadaki son gelişmelere baktığımızda, dünya mal ticaretindeki gelişmeler 2 misli artmış, sermaye gelişmeleri yüzde 35 artmış ama veri akışı 5.500 kat artmış. Bugün, dışa açık ekonomi ne demek, dışa açık toplum ne demek? Dışa açık toplum, mal satan, mal alan toplum demek değil; bugün, dışa açık toplum, global veri akışına entegre olmuş toplum demek ve bizim bunu yapabilmemiz için en az 25 milyar dolarlık altyapı yatırımı yapmamız lazım fiber kablo olarak. Durduk 200 bin kilometrede, bunu 2,5 milyon kilometre yapmamız lazım. Bunu yapmadan ilerleyemeyiz. Çünkü bugün "bilgi ekonomisi" dediğimiz şey artık büyümenin ana nedeni. Daha önce biz de anlatırdık -iktisat anlatan arkadaşlarımız da dinleyenler de- "Büyüme tasarrufun fonksiyonu." derdik. Bugün artık büyüme tasarrufun o kadar fonksiyonu değil; büyüme bilginin fonksiyonu. O nedenle, elbette ki ülkenize yabancı yatırımı getirmek için zemin hazırlayacaksınız, hazırlayacağız fakat esas olan, ülkeye bilgiyi getirmek ve bilgiyi yaşatmak için atmosfer hazırlamak lazım. Bu bilgi, hangi ortamlarda barınır, hangi ortamlarda yaşar? Bunları insanın yaşaması teşvikle olmuyor. Kitap şöyle diyor: "İnsanların siyasi düşüncelerini bulmak için ayak izlerini takip edin." "Nerede yaşamak istiyorsunuz?" sorusu "Hangi siyasi ortamda bulunmak istiyorsunuz?"un cevabıdır. Kendi kendimize soralım: Nerede yaşamak isteriz Türkiye olmasa? Allah muhafaza, hani mecbur kaldık, bir başka yerde, nerede? İşte, o ortamdır siyasi düşüncemiz. Öyle yedi sülalemiz Avrupa vatandaşı, Amerika vatandaşı, bağlantılarımız, başka türlü olmaz. Bu çerçevede, bilgiyi buralarda ikamet ettirmek zorundayız. Öyle 1 milyon 700 bin öğrenciyi ilave harcamadan 7 milyon 700 bine çıkarıp 12 Eylül dönemi gibi işsizliği buralarda stoklamanın anlamı yok.
Ben asistandım, YÖK'ten bir paşa geldi, şöyle bir amfimiz vardı 20 kişilik, hem bu sıradan hem buradan girişler vardı. Paşa dekana dedi ki: "Bu son sırayı, son yeri, merdivenleri kaldıracaksınız." "Ne yapacağız?" "Buraya da sıra yapacaksınız, buraya da öğrenci koyacağız."
Şimdi, o gün ile bugünün bu üniversite anlayışı arasında çok büyük bir fark yok. Bu üniversiteden, bu üniversite anlayışından bunlar çıkmaz. Bu atmosferi gerçekten bu anlamda değiştirmemiz lazım.
Bakın, çok değerli arkadaşlar, 1980'lerde konuşuyorduk biz; Çin'le beraberdik, Kore'yle beraberdik. 2000'lerde biz Romanya'yla, Polonya'yla, Malezya'yla beraberdik, hatta bizden geriydiler ama bugün Romanya, Polonya ve Malezya, Türkiye millî gelirinin 2 misli, yüzde 50, yüzde 100 üzerindeler. Bunun bir sebebi olmalı ve bir sebebi var. Bu bizim yakalayamayacağımız sebep değil. Nasıl yakaladık 2008'de? 2008'den sonra neyi bıraktıysak, tekrar toplamamız gereken budur.
Şimdi, bakın, Türkiye'de bütçenin gelir ve harcama taraflarını reforme etmek mecburiyetindeyiz. Geçen sene söyledim, dedim ki: "Bu bütçenin gelir bütçesini Avusturyalılar, giderini Avustralyalılar yapmış olsa, bu kadar bölük olmazdı." Yani muhtemelen bu dinlenmedi, dinlense de ne olacak? Ama IMF tanımıyla, uluslararası tanımıyla 165 milyar minimum bütçe açığı var 80,6'dan, 120 milyar değil bütçe açığı. Öyle geçici, bir defaya mahsus gelirleri bütçenin geliri saymıyorlar. Dolayısıyla şimdi, bakın, vergi sistemimiz -234 tane vergi var- kanunlara sığmıyor. Ve Allah aşkına, vergi tahsilat tahakkuk oranına bir bakın, bir bakın, indirin, kendi Maliye Bakanlığı sitesinden indirin, tahsilat oranı ne kadar düşmüş. Ne oluyor? Fakirin fukaranın, orta gelirlinin sırtına vergi bindirmeye başlıyoruz. Bununla çıkamayız, harcamalar da böyle. Türkiye'de sosyal güvenlikte 15 yaş üstü 61 milyon insanımız var. 33 milyon iş gücümüz var, 28 milyonu çalışıyor diyoruz. 21,5 milyon kayıtlı işçimiz var. 13 milyon da emeklimiz var. Bu emeklileri taşır mı 21,5 milyon? Yani 20 kişi çalışıyor, 13 tane emekliye bakıyor, bir de kendilerine bakacaklar.
Şimdi, bakın, 2002'de SGK'nin gelirlerinin giderleri karşılama oranı yüzde 71,5'muş. Reform yapmışız 2008'de. Bak, bu -6-7 milyon diyoruz- EYT'lileri de dışarıda bırakmışız. Bugün ne biliyor musunuz? Devlet katkısını bırakın, yüzde 73. Bir yere gelmedik, aynı yerdeyiz. 218 milyar lira sosyal güvenlik açığımız var. Yani bu bütçeyle, bu gelirle, bu harcama yapısıyla yapamayız. Ne yapmamız lazım?
Bakın, çok değerli arkadaşlar, Türkiye gibi bir ülke, 21,5 milyon değil, asgari 38 milyon insanını SGK'ye kayıtlı çalışan yapmak zorunda. Yani biz şöyle bakıyoruz meseleye: Bu kadar işsiz var demiyoruz. Biz diyoruz ki 15 milyon, 16 milyon insanımızın üretim gücünden yoksunuz. Hâlbuki bunlar çok zor değil. Bir örnek vereyim müsaadenizle. Bakın, istihdam için kredi veriyoruz. Diyoruz ki 5 kişi çalıştırırsan 200 bin lira sana iki yıl ödemesiz kredi. Diyelim ki bir firma 200 bin lira aldı, 2 kişi çalıştıracak. İhtiyacı yok ama 2 kişiyi çalıştırırsa bu parayı alacak. 2 kişinin maliyeti yıllık 84 bin lira; yüzde 15'ten 30 bin lira da faizi, 114 bin lira. Bakın bakalım, faizi nereye geliyor 200 bin liranın arkadaşlar. Biz çorbacının satışını artırmadan mutfakta çalışan sayısını artır diyoruz. Bu ne yapar? Çorbacıyı batırır. Üretimi böyle artıramayız. Hâlbuki dünya şöyle diyor, biliyor muyuz: "KOBİ'ler üzerinden büyüyün." Düşük gelirli KOBİ'lerimiz, düşük teknolojili KOBİ'lerimiz. Ortalama 3,1 kişi çalışıyor KOBİ'de, 3 milyon KOBİ'miz var. Dünyada 6 kişi çalışıyor, bizde 3,1. Ama bir tık teknolojimizi artırsak 6 çalışan 12'ye çıkıyor. Bizde de 3,1; 5,5'a çıkıyor. Yani bunun 3 milyonunu bırakın, 1,5 milyon KOBİ'de gerçekleştirsek bunu, biz aşağı yukarı 5-6 milyon insanımıza iş veririz. Bakın, bu istihdam konusu bunun için önemli. Bilgiyle ve teknolojiyle yürüyor artık. Bu efsaneydi: "Efendim, teknoloji geliyor, işsizlik aldı başını çıktı." Bunu bitirdi dünya. Almanya'da yani teknolojinin olduğu yerlerde işsizlik yüzde 4'ün altına düştü. Bütün ülkelerde böyle düştü. Bakın, bizdeki yanlış şurada: Okuma yazma bilmeyenlerde işsizlik yok, ilkokul mezunlarında da işsizlik az, eğitim seviyesi yükseldikçe işsizlik çoğalıyor. Bu ne demek? Bizim üretim yapımız buna dayalı değil, yani çok konservatif. Hani diyorduk ya "O, 90'lı yıllara ait söylem." 60'lı yılların 50'li yılların hikâyesi bunlar. Bu dünyayı şimdi böyle okuyamayız. Peki, şimdi nasıl okuruz? Bir yapısal tıkanmayı anlatıyoruz, geldiğimiz nokta bu. Sadece ekonomik, teknik bir problem değil, yapısal tıkanma.
Yani dış politikamız da böyle. 2010'a göre pasaportumuz bugün daha mı değerli, 2010'da mı daha değerli? Bunun cevabını ben vermek istemiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Dört dakika istiyorum efendim. Birer, birer beş dakika.
BAŞKAN - Sayın Tatlıoğlu, buyurun.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Bizim bunu sorgulamamız lazım. Bunu ne kadar gönlüm istiyordu, ben yurt dışına çok gittim 2008, 2010'larda; gurur duyduğum bir Türkiye vardı ama çok üzüldüğüm bir Türkiye var. Sorgulanıyorum, ben, milletvekili pasaportumla sorgulanıyorum; siz de sorgulanıyorsunuz. Biz bu değiliz ve asla da bu olmayacağız; çıkacağız buradan.
Hukuk, kalkınmanın bismillahı, hiçbir şey yapamayız yani biz. Bismillahirrahmanirrahim... Hukukun üstünlüğü, kalkınmanın bismillahı. Hukukun üstünlüğünü sağlayacağız, meritokrasiyi yerleştireceğiz, liyakati merkeze yerleştireceğiz ve Türkiye'nin akıllı gücünü kullanacağız. Ne bu? Entelektüel sermayesi ve ekonomik coğrafyası.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Türkiye'nin entelektüel sermayesine olan imanımız siyaset yapma nedenimizdir ve bu nedenle şunu söylüyoruz: Türkiye'nin güçlü bir ülke olmak için ihtiyaç duyduğu ne varsa bu Türkiye'de var, hepimizde var. Ben katılıyorum Sayın Kesici'nin bu ülkeden 20 tane... Hepimiz yazabiliriz kaliteli, birinci sınıf yönetici sınıfını. Sizin içinizden de, bunun içinden de hepimiz yazabiliriz, yeter ki buradan arayalım. Ama buradan aramazsak ortak vicdan bizi yanlış yere götürüyor ondan sonra. Bireysel olarak hepimiz meleğiz. Ama ortak vicdana geldiğimizde o zaman boynumuz bükülüyor ama millet huzurunda da, Allah huzurunda da tek tek hesaba çekileceğiz. Bu anlamda, beşerî sermayemizi planlayamayan bir ülke olma durumunda olamayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Son...
BAŞKAN - Buyurun.
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Çok değerli Parlamento üyesi, çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım; Türkiye zor günleri, bu yapısal tıkanmayı aşacak güçtedir. Bu gücü milletimiz harekete geçirmektedir ve bu devam edecektir. Türkiye, bu içine girdiğimiz...
Bakın, bir şey daha söyleyeyim bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle ilgili. Bunun kurumsallaştırılması için hiçbir şey yapılmadı. Kanun yapma kalitemiz aşağılarda sürünüyor. Dün daha Komisyonda beraberdik arkadaşlar. Artık, kanun yapma dilini bile unuttuk. Ben şuna inanıyorum: Bunu getiren partilerimizin bununla ilgili inançlarındaki bir eksiklik olarak görüyorum. Ya onlar da demek ki bu konuda tam bir imana sahip değiller ki bunun arkasını kurumsallaştırmıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
Buradan, Türkiye, iyileştirilmiş bir parlamenter sistemle yapısal reformları yaparak çıkacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)