| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 21.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 27 Kasım 2019 tarihinde Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle 2 farklı mutabakat imzalanmıştır.
(Uğultular)
AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Sayın Başkan, epey uğultu var. Çok ciddi bir konu konuşuyoruz.
BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, biraz sessiz lütfen.
AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Bunlardan ilki, Türkiye ile Libya arasındaki, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkindi. Bu anlaşmayla, Doğu Akdeniz'deki haklarımızın korunması ve uluslararası hukuk nezdinde kayda geçirilmesi amaçlanmıştır. On sekiz yıllık iktidar, Doğu Akdeniz'deki haklarımızın hukuki güvence altına alınmasında ve hidrokarbon kaynaklarına ilişkin ciddi arama ve sondaj çalışmalarının başlatılmasında gecikmiştir. Doğrudan ulusal güvenliğimiz ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımızla ilgili olan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat'a İYİ PARTİ olarak destek verdik, veriyoruz. Bunu geç atılmış bir adım olarak değerlendiriyoruz ve gecikmenin kısmen de olsa bu vesileyle telafi edilmesini temenni ediyoruz.
İYİ PARTİ, uluslararası meşruiyete dayalı veya ulusal güvenliğimizi ve çıkarlarımızı doğrudan ilgilendiren konularda askerî iş birliği ve yurt dışına asker gönderme girişimlerini her zaman desteklemiştir. Ancak Libya'yla imzalanan Güvenlik ve Askeri İş Birliği Mutabakat Muhtırası doğrudan millî güvenliğimizle ilgili olmayan bir alanda fevkalade riskli bir girişimdir. Bu muhtıra, Libya'daki iç savaşın tam anlamıyla bir tarafı hâline gelmemize neden olabilecek, millî güvenliğimize zarar verebilecek, ulusal çıkarlarımıza aykırı bir teşebbüstür. Libya'yla ilgili değerlendirmeler yapılırken sorunun bölgesel çatışmaya dönüşme ihtimali mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
İktidarın yanlış politikaları nedeniyle ülkemiz, Suriye'de ucu açık, benzer bir maceraya itilmiş; maliyet, zarar ve ilave tehditlere maruz kalınmıştır, ağır tehditler sürmektedir. Bugün Suriye'de sarf edilen gayretler 2011 koşullarını tesis etmeye yöneliktir. Maalesef ve maalesef, bu hedefin çok uzağındayız. Libya'da benzer bir maceraya girilmemelidir, teenni ve tedbir elden bırakılmamalıdır. Suriye kriziyle ilgili zarar ve tehditler devam ederken millî güvenliğimizi doğrudan ilgilendirmeyen bir iç savaşa taraf olmak, dış politikadaki itibarımız ve vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği açısından hiçbir fayda getirmeyeceği gibi pek çok zarara da neden olacaktır. Hiçbir evladımızı tehlikeye atmamalıyız. Cumhurbaşkanlığı kararıyla 16 yaş altı ve 55 yaş üstü Libyalılara vize muafiyeti getirilmesi de hem iç savaşın şiddetlenecek olmasının hem de ülkemize yeni bir sığınmacı akınının ön işaretleridir.
Biz bu mutabakata karşı çıkarken aslında ulusal güvenliğimizi doğrudan tehdit etmeyen bir iç savaşın tarafı olmaya karşı çıkıyoruz; Mehmetçik'imizin, evlatlarımızın kanının dökülmesine karşı çıkıyoruz; Libya'ya silah ambargosunun uluslararası hukuka aykırı şekilde ihlal edilmesine ve ülkemizin uluslararası hukuk nezdinde uğrayabileceği zararlara karşı çıkıyoruz; millî güvenliğimize halel getirebilecek gizli bilgi ve belgelerin üçüncü tarafların eline geçmesine karşı çıkıyoruz; yeni bir sığınmacı akınına karşı çıkıyoruz. Misrata'da Osmanlı Dönemi'nden miras ve hâlihazırda Sarraj Hükûmetini destekleyen akrabalarımızın, dostlarımızın daha büyük tehlikelere maruz bırakılmamasını istiyoruz. Libya'daki iç savaşa taraf olunmasına, Suriye'de yaşadıklarımıza benzer ekonomik, askerî ve siyasi sorunlara maruz kalmaya karşı çıkıyoruz. Meseleye rasyonel bir bakışla, millî çıkarlarımıza ve ulusal güvenliğimize öncelik veren bir anlayışla yaklaşıyoruz.
Biliyorsunuz, iktidar başta olmak üzere, bazı çevreler askerî mutabakat metninin amaçlarından birisinin de "mavi vatan" olarak tanımlanan deniz yetki alanlarımızdaki çıkarlarımızın korunması olduğunu öne sürmektedirler. Deniz yetki alanlarımızla ilgili haklarımızın korunması için Libya iç savaşına doğrudan taraf olunması gerekli değildir. Deniz yetki alanlarıyla ilgili muhtıra zaten Birleşmiş Milletler nezdinde kayda geçirilmiştir. Mutabakata göre, değişiklikler için her iki tarafın da onayı gerekmektedir. Libya'da iktidarın değişmesi hâlinde "mavi vatan"a ilişkin hak ve çıkarlarımızın korunması amacıyla hukuki bir zemin zaten mevcuttur. Kaldı ki Libya'da iktidarın değişmesi hâlinde yeni gelen iktidar da bu mutabakata sadık kalmayı tercih edecektir çünkü bu mutabakat, Libya'nın bilinen deniz yetki alanını 36 bin kilometrekare artırmaktadır. Buna karşı çıkan bir Libya yönetimi vatana ihanet suçlamasına maruz kalacaktır.
Değerli arkadaşlar, mutabakat metni çok sayıda muğlak ve ucu açık hüküm taşımaktadır; askerî eğitim, savunma sanayisi, terörizmle ve yaşa dışı göçle mücadele gibi pek çok alanda iş birliği öngörmektedir. Metinde geçen "terörle mücadele" ifadesi "Hafter güçleriyle mücadele" anlamına gelmektedir. Türkiye, böylelikle, Hafter güçlerinin birlikte hareket etmekte olduğu başta Rusya ve daha az belirgin olmakla birlikte ABD olmak üzere pek çok güçlü aktörü de karşısına almaktadır. İhvancı saiklerle düşmanlaştırdığımız Libya'nın komşusu Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa, irili ufaklı başka ülkeler de bu listeye ilave edilebilir. Cezayir'in de İhvancı bir yönetimi desteklemesi herhâlde beklenmemelidir. Trablus Hükûmetini destekleyen ülkeler arasında Türkiye dışında sadece Katar bulunmaktadır. İtalya ve İngiltere ise ekonomik bazı çıkarları uğruna muğlak bir tutum sergilemektedirler, bir savaşa doğrudan taraf olmaları ihtimali çok çok azdır. Hafter'e yardım eden büyük güçler, başta Rusya, her iki tarafla da görüşebilmektedir. Biz ise ülke ve bölge gerçeklerinden tamamen bihaber şekilde iç savaşa taraf olmakta ısrar ediyoruz. Ne uğruna? Öncelikler arasında İhvancı hayal ve hevesler olduğu anlaşılıyor. Kurulan düşler de var tabii.
Şimdi, kalkıp iktidar cenahı "Libya dostumuzdur." "Kültürel bağımız vardır." "Gönül coğrafyamızın parçasıdır." "Tarihî mirasımızdır." gibi hamasi sözler edecektir. Hamaset, dış ilişkilerde birçok değeri, ilkeyi ve kavramı tahrip eder; tıpkı ciddi kurumları yozlaştırdığı gibi. Hamasete sarılan arkadaşlara şunu hatırlatmak isterim: AK PARTİ iktidarı, 2011 yılında Libya'ya karşı düzenlenen ve o günlerde Fransa'da Sarkozy gibi bir şarlatanın "Haçlı Seferi" olarak tanımladığı NATO müdahalesine koşarak dâhil olmuştur. Bu kavramı yani "Haçlı Seferi" ifadesini Putin de kullanmıştır. Obama bu operasyona "En büyük hatam." demiş, İngiltere'de David Cameron büyük itibar kaybı yaşamıştır. Operasyonun, Sarkozy'nin şahsi menfaatleri yönünde başlatıldığına ilişkin onlarca kitap ve doküman vardır.
Dönemin Başbakanı olarak bu felakete imza atanlar arasında bulunan Sayın Erdoğan, önce "NATO'nun ne işi var Libya'da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey düşünülemez." demiştir. Ardından 5 savaş gemisi ve 1 denizaltımızla Türkiye'yi Kaddafi karşıtı operasyona dâhil etmiştir, hava operasyonlarına katkıda bulunmuştur. Sayın Erdoğan, yine o dönemdeki bir açıklamasında "Türkiye, Libya konusunda NATO'nun devreye girmesinde ısrarcı ve aktif rol aldı." ifadelerini de kullanabilmiştir. 2011-2012'de ortaya konulan bu mübeddel ve yanlış tutumlar anımsanmalıdır. O dönemden beri Libya'da iç karışıklık, iç savaşa dönüşerek sürmektedir. AK PARTİ iktidarı bugün Libya'da yaşanan felaketin baş sorumluları arasındadır.
BM Güvenlik Konseyinde alınan Libya kararı askerî müdahaleyi öngörmüyordu ancak daha sonra bu karar ihlal edilerek müdahale gerçekleştirilmiştir. Müdahaleye karşı çıkan Rusya, haklı bir şekilde, aldatılmış hissine yönlendirilmiştir. Rusya'yı Orta Doğu ve hatta küresel siyasetini değiştirmeye sevk eden unsurlardan biri de Libya meselesidir. Rusya'nın Libya'da hâlen muhasebe ettiği önemli ekonomik ve stratejik çıkarları vardır.
Öte yandan Suriye'de Rusya ve ABD'nin belirli uzlaşılar içine girebileceğini, Türkiye'nin bunu sağlayan etkin aktör olmaması durumunda bu uzlaşılardan zarar görebileceğini muhtelif zeminlerde belirtmiştik. Maalesef, sonuçta bu gerçekleşti ve iktidarın hatalarının olumsuz sonuçlarını acıklı şekilde yaşıyoruz. Suriye'de, uzaklardan gelen devletlere tabi bir konumda bulunuyoruz. Libya'da da benzer gelişmelerle karşılaşmamız büyük ihtimaldir. ABD tarafından Libya'daki çatışmaları bitirmek için Rusya'yla anlaşmaya istekli oldukları yönünde açıklamalar yapılmış, bu açıklamalar Rusya tarafından da olumlu karşılanmıştır. Varılacak uzlaşının -muhtemel uzlaşının- Sarraj Hükûmetini dışlaması ve AK PARTİ iktidarının yaptığı bütün planları bir anda altüst etmesi, Türkiye'nin Libya'da yine âciz ve çaresiz kalıp ağır zarar gören taraf olması bir ihtimaldir.
Dışişleri Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı tarafından mutabakat kapsamında herhangi bir muharip kuvvetin Libya'ya gönderilmeyeceği öne sürülse de Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar bunun aksini işaret etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, yaptığı bir açıklamada Libya'dan talep gelirse asker ve askerî araç desteği gönderilebileceğini belirtmektedir, ayrıca, konuşmalarında, özel güvenlik şirketlerine bağlı birliklerin sevk edilebileceğini de söylemektedir. Bu tür modeller cumhuriyetimizin geleneğinde yoktur, keza bu yöntemde tecrübemiz de eksiktir. Sayın Cumhurbaşkanının Başdanışmanı olan ve aynı zamanda SADAT'ın sahibi zat Adnan Tanrıverdi de Türkiye'nin tıpkı Rus Wagner, ABD'li Blackwater gibi paralı asker çalıştıran özel askerî şirketlere ihtiyacı olduğunu belirterek "Libya'ya bunların gönderilmesi faydalı olur." ifadelerini daha birkaç gün önce dile getirmiştir.
Zaten uzun bir süredir Trablus Hükûmetine askerî malzemeyle destek olunduğu kamuoyuna yansımaktadır. Mutabakatın 3'üncü maddesine göre, iktidar, kara, deniz, hava araç gereçlerini ve silahları Trablus Hükûmetine tahsis edebilecektir. Ayrıca taraflardan biri diğer tarafa personel veya savunma ve güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahıslar gönderebilecektir. Bu tanımdaki "savunma ve güvenlik kuruluşları" net olarak tanımlanmamış, sivil şahısların nitelikleri belirtilmemiştir. Böylelikle, Libya'ya muharip güç gönderme yetkisiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve milletin iradesi devreden çıkartılmaktadır.
Belirttiğim bu hususlar mutabakat metninin aslında örtülü bir asker gönderme tezkeresi olduğu izlenimi yaratmaktadır. "SADAT" adlı şirketin Libya'da aktif rol alacağı yönünde malum iddialar ve işaretler de bellidir. Ayrıca mutabakat hükümleri, Libya'ya uygulanan silah ambargosuna da aykırıdır.
Ayrıca İdlib'den cihatçı militanların Libya'ya Türkiye aracılığıyla gönderilmekte olduğu iddiaları da vahimdir. Doğru olsun ya da olmasın, Türkiye böyle bir zan altında bırakılmamalıdır. Son olarak yayınlanan BM Libya uzmanları raporu, Türkiye'nin silah ambargosunu ihlal ettiğini çok açık bir şekilde belirtmektedir. Biz, Türkiye'nin güvenliğiyle, millî güvenliğiyle doğrudan ilişkili olmayan bir meselede silah ambargosunu da delerek iç savaşın asli tarafı olunmasına karşı net bir karşı duruş sergiliyoruz. Hafter'i destekleyen Rusya'nın Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü tarafından yapılan konuyla ilgili açıklamalar oldukça önemlidir. Bunu daha üst düzeyde yapılan açıklamalar izlemiştir. "Bize böyle davranmayın." diyorlar.
Görüldüğü gibi, iktidar, çok yakın ilişki içinde bulunduğu Rusya'yla da Libya'da ters düşmekte, yanlış hedef ve hamlelerle barışçıl çözüm yollarını yıpratmaktadır. Suriye'de benzer bir tutumla, birçok partnerimizin aksi görüşlerine rağmen, yanlış tutum benimsenmiş ancak daha sonra hem ABD'nin hem de Rusya'nın önümüze koyduğu koşullara tabi olmak zorunda kalınmıştır. Korkarım, Sayın Cumhurbaşkanı 8 Ocakta Putin'le gerçekleştirdiği toplantıda yine Rusya'nın önümüze koyacağı bazı koşulları kabul edecek ve çeşitli tavizler vermek zorunda kalacaktır. Suriye konusunda 2011'den itibaren sarf edilen gayretlere rağmen ikna edilemeyen Moskova'nın, bugün Libya konusunda ikna edilmesini beklemek saflıktır. Bu süreçte "uluslararası hukuku ihlal eden devlet" imajımız perçinlenecek, itibarımız daha da yıpranacaktır.
Evet, Libyalılara getirilen vize muafiyeti, Suriye'den olduğu gibi, belki on binlerce, hatta yüz binlerce Libyalının Türkiye'ye iltica etmesi sonucunu da beraberinde getirebilecektir. Suriyelilere ilaveten bir de Libyalı sığınmacılar sorunu ortaya çıkacaktır.
Libya'daki gelişmeler bu kadar zorlu bir aşamaya gelmişken imzalanan askerî mutabakat, bilahare yapılan açıklamalar iç savaşın körüklenmesi anlamına gelmektedir. Bu anlaşmanın Hafter'e karşı caydırıcı olması düşünülüyor olabilir ancak gelişmelere bakıldığında bunun tam aksi sonuç yaratması ve iç savaşın şiddetini kışkırtıcı bir etkide bulunma ihtimali daha yüksek gözükmektedir. Mısır, Doğu Akdeniz'de sahici mermilerle deniz tatbikatı yapmaktadır. İktidarın amacı meşru hükûmeti korumak ise Türkiye buna tek başına teşebbüs etmemeli, uluslararası meşruiyet zemini temin edilmesi için çaba sarf edilmelidir. 2012 yılında Libya'yla imzalanan askerî iş birliği mutabakat muhtırası o dönemin koşullarına göre olumlu gibi gözüküyordu. Ancak bugün durum siyasi ve askerî olarak tamamen farklıdır.
Libya'daki iç savaşın barışçı çözümü amacıyla Berlin Konferansı girişimine destek olunmalı, barış süreci desteklenmelidir. Libya'da millî güvenliğimizi gerçekten tehdit eden bir sorunun ileride yaşanması durumunda ise yani haklı gerekçelerle asker göndermeniz icap ederse Hükûmet yüce Meclise bir tezkereyle başvurur, konu o günün şartları bağlamında değerlendirilir. Ancak bu mutabakat muhtırasına ve iktidar cenahından yapılan açıklamalara bakıldığında, âdeta bir tezkereye gerek kalmaksızın Libya'ya gönderilecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının sevkine hazırlık yapıldığı izlenimi edinilmektedir.
Bu millet, Atatürk'ün önderliğinde Sevr'i ilanihaye tasfiye etmiştir. Sevr, bizim için, porselen üretimi merkezinden ibarettir. Sayın Cumhurbaşkanı geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada Libya ile yapılan mutabakatlar sayesinde Sevr'in ters yüz edildiği ifadesini kullandı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın lütfen.
AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Bu ifadeyle ne kastedildiğini anlayamamakla birlikte, siyasi kültürümüze ilişkin bir gerçeği ifade etmek istiyorum. Siyasi gündemimizde Sevr ne zaman sıkça kullanılmaya başlanırsa bazı iç politika mülahazalarının ve kaygılarının öne çıktığı bir gerçektir. Öte yandan, eğer gerçekten bir Sevr tehlikesi varsa şu anda, demek ki hasımlarımıza iktidar cesaret vermiştir. Belki de Sayın Cumhurbaşkanı uyduruk bir uzmanın hazırladığı Sevilla haritası ile Sevr arasında sürçülisan eylemiştir. Sonra, Libya'nın sahil ve çölleri ile Sevr arasında nasıl bir irtibat olabilir?
Mevcut koşullar altında biz, İYİ PARTİ olarak, Libya'yla yapılan Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası'na ulusal çıkarlarımıza atfettiğimiz önem doğrultusunda karşı çıkıyoruz. Yüce Meclisin, milletin sağduyusunun sesi olarak bu teklife aynı şekilde karşı çıkmasını ümit ediyoruz.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)