| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 21.12.2019 |
AK PARTİ GRUBU ADINA VOLKAN BOZKIR (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi'ne ilişkin olarak AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi bu vesileyle saygıyla selamlıyorum.
Anlaşmanın detaylarına girmeden önce dünyada hâlihazırda birçok ülkede sorunlar yaşanıyor ve bölgesel ve küresel barış ve istikrar çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Latin Amerika'da Şili, Bolivya ve Venezuela'da; Asya'da İran, Hong Kong ve Keşmir'de; Avrupa'da Fransa, İspanya, Birleşik Krallık'ta yaşananlar gerçekten tedirginlik yaratıyor. Belçika, Hollanda, İsveç, İspanya ve İtalya'da hükûmet kuramama sıkıntıları var.
Avrupa Birliği eskiden cazibe merkeziydi ancak şu anda üye ülkelerinin sorunlarını karşılayamaz bir noktaya gelmiştir ve bundan da önemlisi, özellikle Doğu Akdeniz, Suriye, Irak, İran, Kuzey Afrika ağırlıklı olarak yeni bir düzen, geleceğe yönelik yeni dengeler oluşturulma çabaları da sürmektedir.
Türkiye olarak bu gelişmeleri yakinen takip ediyoruz. Burada tabiatıyla izlenebilecek 2 tür politika var. Bir tanesi, eskiden olduğu gibi, bırakalım olaylar devam etsin, gelişmelere göre sonuçlarına bakalım, ona göre bir tutum alalım, nehrin akışından ayrılmayalım, kurulu düzenin izinde yürüyelim, dış politikada çok az sayıda konuyla iştigal edelim, dış işleri mensupları olarak bu konulardan başka konulara kesinlikle el atmayalım. Bu bir politika ve uzun zamandır da Türkiye'de uygulanan bir politikaydı ama bugün Türkiye başka bir şey uyguluyor ve başka bir politika uyguluyor.
BEDRİ YAŞAR (Samsun) - Hangisi doğru?
VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Dış politikadaki gelişmeleri izlemek yerine, artık sorunların çözümünde mutlaka danışılan, kararlarda rol alan ve oyun kurucu rolündeki bir Türkiye sahnede güçlü bir şekilde yerini almış bulunuyor.
Suriye'de gerçekleştirilen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekâtları sonucunda ülkemizin güneyinde bir terör koridoru oluşturulması planları nasıl akamete uğratıldıysa Libya'yla varılan bu son 2 mutabakat bu çerçevede çok büyük önemi haizdir ve önümüzdeki yıllarda atılan tüm bu adımların değeri daha da net olarak anlaşılacaktır.
Libya'yla imzaladığımız, Akdeniz'de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin Mutabakat Muhtırası'nın aralık ayı başında yüce Meclisimizde büyük bir destekle onaylanmasıyla bu konuda birlikte hareket etme irademizi tüm dünyaya duyurduk. Varılan bu tarihî nitelikteki ve son derece önemli mutabakatla Doğu Akdeniz'de ülkemizin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ve Libya'nın mevcudiyetini ve egemenlik haklarını görmezden gelenlerin planlarını da akamete uğrattık.
Köklü tarihî, kültürel ve akrabalık bağlarımız Libya'yla derin ilişkiler geliştirmemize imkân sağlamıştır. Libya'nın gönlümüzde ayrı bir yeri vardır. Onay süreci tamamlanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası'yla artık denizden de komşu olduğumuz Libya'da güvenlik ve istikrar sağlanacak -bu ülkeyle siyasi ilişkilerimizi daha da geliştirmeye yarayacağının ötesinde- bölgede sağlanacak istikrarda -demin bahsettiğim- bütün bu kurulması planlanan yeni düzenin ve yeni oyunun bizim arzu etmediğimiz şekilde gerçekleşmesinin önüne âdeta bir set çekecektir. Libya'yla güvenlik ve askerî iş birliğimizi geliştirme amacına matuf bu muhtıra da Libyalı kardeşlerimizin uzun yıllardır hasretini çektiği kalıcı barış ve istikrara kavuşması için meşru Hükûmet tarafından yürütülen çabaların aslında desteklenmesi amacıyla atılmış çok önemli bir adımdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Libya'da 2011 yılından bu yana yaşanan ihtilafa son verilmesi amacıyla Birleşmiş Milletler öncülüğünde yürütülen geçiş sürecini desteklemektedir. Esasen, Libya'daki sürecin başından bu yana da ülkemiz her zaman Libya halkının ve halkı temsil eden meşru aktörlerin yanında yer almıştır. 2011 yılındaki Libya'daki Geçiş Konseyini ve 2012'de seçimle iktidara gelen Millî Genel Kongreyi de bu amaçla destekledik. 2014 yılında çatışmaların sona erdirilmesi için Libya'da tüm taraflara çağrıda bulunmamız da bu anlayışımızın bir tezahürüdür.
Hatırlayacağınız üzere, 2014'ün sonunda Birleşmiş Milletlerin kolaylaştırıcılığında başlayan müzakerelerde de tüm taraflara müzakerelere katılma çağrısında bulunduk. Günümüzde bu müzakereler sonunda oluşturulan ve Fas'ın Süheyrat şehrinde 2015 yılında imzalanan Libya Siyasi Anlaşması'nın ardından Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararıyla oluşturulan Başkanlık Konseyi ve Libya'daki geçiş sürecini yönetmesi için yetkilendirilen Sayın Fayez Saraç Başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle ilişkilerimizi yakın iş birliği içinde yürütmekteyiz. Ne var ki, Libya Siyasi Anlaşması'nın imzalanması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Ulusal Mutabakat Hükûmetini tek meşru yapı olarak tanımasının ardından Libya'daki sorunlar sona ermemiştir. Libya Temsilciler Meclisi üyeleri arasında görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır, üyelerin bir kısmı Tobruk'ta, diğer bir kısmı da Trablus'ta toplanmaktadır.
Geçtiğimiz son sekiz aya baktığımız da ise, Libya gündemini meşgul eden başlıca konu, ülkenin doğusunu gayrimeşru şekilde hâkimiyeti altında bulunduran, kendinden menkul, Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter'e bağlı unsurların Trablus'taki meşru hükûmeti devirmeye yönelik çabalarıdır. Gerçekten geçmişi son derece şaibeli noktalarla dolu olan bu Hafter, çözüm çabaları devam ederken ve Libyalılar arasında geniş bir mutabakatın sağlanması amacıyla Birleşmiş Milletler gözetiminde Ulusal Kongre toplanması hazırlıkları ileri bir aşamaya varmışken ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin Libya'da bulunduğu sırada Trablus'a yönelik saldırıları başlatmıştır. Aslında sadece bu bile Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasına ve Libya'da millî iradenin tecelli etmesine mâni olmayı hedeflediğinin en güzel göstergesidir.
Başta Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bazı ülkeler tarafından desteklenen Hafter'e bağlı unsurlar aylardır sivil, kadın, çocuk ayrımı gözetmeksizin yerleşim yerlerini, mülteci barınma merkezlerini, hastaneleri, fabrikaları, havalimanlarını hedef almaktadır ve Hafter'in saldırıları nedeniyle yüz binlerce kişi insani yardıma muhtaç hâle gelmiştir; keza on binlerce kişi ülkeyi terk etmek zorunda kalmış, yüzlerce kişi hayatını kaybetmiş ve yaralanmıştır. Nisan ayından bu yana Trablus'ta yaşanan çatışmalarda Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 1.100 kişi hayatını kaybetmiştir, bunların 106'sı sivildir ve 286'sı sivil olmak üzere 5.558 kişi yaralanmıştır. Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre de çatışmalardan ötürü yerlerinden edilmiş kişi sayısı 119.925 olarak kaydedilmiştir. Trablus'un güneydoğusundaki Tacura ilçesinde bulunan göçmen kampı hava saldırısıyla bombalanmış, 600'ü aşkın düzensiz göçmenin barındığı bu kampta 53 kişi hayatını kaybetmiş, 130 kişi yaralanmıştır.
Bunları niçin söylüyorum? Bütün bu durum hem Libya hem komşuları için, aslında tüm bölge için ciddi bir tehdittir ve dünyadaki terör örgütleri Afganistan'da yer bulamadıkları zaman başka ülkelere gelmişlerdir, Suriye'ye gelmişlerdir, Irak'a gelmişlerdir, yine, bir boşluk bulduklarında Libya'ya da gelmişlerdir. E, bugün, Libya'da, Libya'nın özellikle güney bölgelerinde, başta DEAŞ terör örgütü olmak üzere, çok kapsamlı etkinlikler, faaliyetler ve insan kıyımı yaşanan olaylar bulunmaktadır. Bütün bunlar Hafter'e bağlı güçler ile Ulusal Mutabakat Hükûmeti arasındaki bir çatışma ortamından âdeta güç bulmaktadır. Dolayısıyla Türkiye olarak bizim burada yapmak istediğimiz, Birleşmiş Milletler ve bütün uluslararası camia tarafından tanınmış olan Ulusal Mutabakat Hükûmetine her türlü eğitim, yardım, bilgi aktarımı sayesinde orada bunlarla mücadele edebilecek güçleri oluşturmalarına yardımcı olmak ve bu sayede de Libya'nın istikrara ve barışa kavuşmasını ve terörün veyahut da Hafter tipi güçlerin dünya sahnesinde yer almasını önleyecek bir noktaya gelmesidir.
Demin burada bahsedildi, Hafter petrolü kontrol ediyor. "Çöl" dediğiniz o bölgeler aslında önemli bölgelerdir ama netice olarak biz bütün bu güce sahip Hafter'in yerine Trablus'a sıkışmış Ulusal Mutabakat Hükûmetini neden destekliyoruz? Aslında, bu, tabii, cevaplanması gereken bir soru çünkü haritaya bakıp haritada kırmızı alanları Hafter'e ayırıp "Ne kadar çok kırmızı alan var." yeşil alanları Ulusal Mutabakat Hükûmetine ayırıp "Ne kadar az yeşil alan var." diyerek bu sorunu anlamak imkânına sahip değiliz. Libya'da kilometrekare başına 4 kişi düşer ama Trablus'ta kilometrekare başına 25 bin kişi düşer. Dolayısıyla, "Trablus Libya'dır, Libya da Trablus'tur." denildiği zaman olayı daha yakından görme imkânına sahip oluruz. Dolayısıyla, Trablus ne kadar, uluslararası toplumun, Birleşmiş Milletlerin tanıdığı bir Ulusal Mutabakat Hükûmetinin elinde kalırsa o kadar, bölgede, Libya'da istikrar ve huzur devam edebilir.
Ayrıca, Libya'da petrol üretim tesislerinin önemli bir bölümünün Hafter'in elinde olması çok fazla da bir şey ifade etmemektedir çünkü petrol ihracatı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde Trablus'ta bulunan ulusal petrol şirketi tarafından yönetilmektedir ve elde edilen gelir de Libya Merkez Bankasında toplanmaktadır. Hafter bunu değiştirebilmek için çok büyük çaba sarf etmiş ama başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere muhtelif ülkeler tarafından bu çabaları engellenmiştir.
Biz, Türkiye olarak, başından beri, Libya'daki sorunun askerî bir çözümünün mümkün olmadığını ve mevcut sorunların ancak Birleşmiş Milletler himayesinde Libyalı tüm kesimlerin katılımıyla ve bizzat Libyalılar tarafından yürütülecek bir siyasi süreçle kalıcı bir çözüme kavuşabileceğini savunageldik. Uluslararası camiaya da Libya'daki tüm muhataplarımıza da bu yönde mesajlar verdik ve vermeye de devam edeceğiz.
Biz, başından itibaren savaşı değil, diplomatik çabaları destekledik, bu çabalara aktif olarak katıldık ve destek sağladık.
Son olarak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu vesilesiyle New York'ta toplanan Güvenlik Konseyine, sürekli üye 5 üyenin ve onun dışında da Türkiye ve gerekli ülkelerin katıldığı, İtalya, Almanya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Afrika Birliği temsilcilerinin katıldığı, "P5 artı 5" diye tabir edilen konferansa katıldık. Bunun akabinde de Almanya'nın girişimiyle, Libya'da kalıcı bir ateşkes sağlanması ve siyasi sürece geri dönülmesi için, Birleşmiş Milletler himayesinde, Libyalılar arasında yürütülecek görüşmeler için -uygun zemine ulaştırmak amacıyla- Berlin'de başlatılan sürecin de aktif bir üyesi olarak görev alıyoruz. Bu diplomatik çabalar, Berlin süreci şayet olumlu sonuçlanabilirse, başından beri sergilediğimiz bu yapıcı tutum ve ülkede ateşkesin bir an önce sağlanması, bir anlamda gerçekten Türkiye'nin önemli katkılarının da bir tezahürü olacaktır. Berlin toplantıları şayet başarıya ulaşırsa, Berlin süreci Libya'yla ilgili önemli bir noktaya gelirse, ateşkes, siyasi sürece dönüş, güvenlik reformu, ekonomik reformlar gibi konular da bu şekilde ele alınacaktır.
Benden önce söz almış bazı milletvekillerimizin Türkiye'nin Libya'daki çatışmalara taraf olacağı yönündeki iddialarını da gerçekten anlamakta zorluk çekiyorum. Türkiye, Libya'da meşru Hükûmete yönelik saldırılar karşısında meşru Hükûmetin yanındadır. Bunun "Çatışan taraflardan birinin yanında yer almak" şeklinde nitelendirilmesi gerçekten kabul edilmesi ve anlaşılması mümkün olmayan bir yorumlamadır. Ve bu son derece yanlış ve tehlikeli emsallere yol açabilecek bir değerlendirmedir. Libya'da -kalıcı barışın tek yolu- siyasi sürece geri dönülebilmesinin önündeki temel engel Hafter'in sürdürdüğü maksimalist yaklaşım ve saldırganlıktır. Biz, uluslararası camiaya mevcut durumun sürdürülemez olduğunu vurguluyoruz, bir an önce ateşkes sağlanabilmesi için Hafter'i cesaretlendirecek adımlardan uzak durulması gerektiğini telkin ediyoruz. Benden önce bu kürsüden söz alan çok değerli meslektaşlarımın, milletvekillerinin ifade ettiği şekilde de, Hafter'i Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak da cesaretlendirmekten kaçınmamız önem arz etmektedir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Suriye konusunda yaptığımız gibi, 500 bin Suriyelinin kanına girmiş, sözde, Suriye rejiminin başındaki Beşar Esad'la el sıkışma yarışına giren bazı milletvekillerimizin bu kez de gidip Hafter'le el sıkışma yarışına girmeleri gerçekten kabul edilemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sözlerimin sonuna gelmeden önce bir hususa daha burada değinmek istiyorum. Benden önce söz alan konuşmacılar arasında yıllarca Dışişleri Bakanlığı bünyesinde birlikte görev yaptığımız, politikalar ürettiğimiz, ülkemizin yararına gerçekten önemli çabalar sarf ettiğimiz arkadaşlarımız da var fakat benim daha önceki dönemlerde de -ben 4 dönemdir milletvekilliği yapıyorum- yine bu Mecliste birlikte görev yapmaktan onur duyduğum büyükelçilik yapmış meslektaşlarım bu kürsülerde hitap ettiler, bu Mecliste görev yaptılar fakat şöyle bir şeyi anlamakta güçlük çekiyorum: Aşağı yukarı AK PARTİ hükûmetleri zamanında büyükelçilik unvanını almış, müsteşar yardımcısı olmuş, çok önemli büyükelçiliklerimizde görev yapmış bu arkadaşlarımızın, ben hasbelkader, bulunduğum görevler itibarıyla bulundukları yerlerden gönderdikleri kriptoları da bizzat okumuş birisi olarak, o zaman, o görevler sırasında Hükûmetimizin dış politikalarını son derece destekleyen, hatta bu politikaları daha da ileriye götürmek için çaba sarf eden durumlarını gözlemledim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bunu her zaman söylüyorum, ben AK PARTİ hükûmetleri zamanında büyükelçi oldum, müsteşar yardımcısı oldum, müsteşar oldum, milletvekili oldum, Dışişleri Komisyonu Başkanı oldum, Bakan oldum. (CHP sıralarından gürültüler)
TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Maceracılığa 2012'den sonra başladınız da o yüzden.
BAŞKAN - Arkadaşlar, ben duyamıyorum, lütfen...
VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Benim buradan konuşurken, bunları söylerken bir sıkıntım yok ama bu çok değer verdiğim, aile dostu olduğum arkadaşlarımın çok büyük bir sıkıntı içinde olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü o zaman, daha görevdeyken başka şeyleri söyleyip emekli olduğunun ertesi günü gelip milletvekilliğinde "Bu iktidarın dış politikasını kınıyorum." (AK PARTİ sıralarından alkışlar) "Bu iktidar dış politikayı bilmiyor." "Bu iktidar dış politikasıyla ülkeyi felakete götürüyor." demeyi ben aslında hem izana sığdıramıyorum hem de bu arkadaşlar adına da üzüntü duyuyorum.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Sizden önceki Bakan ne yaptı?
BAŞKAN - Sayın Gürer, hoş geldin!
VOLKAN BOZKIR (Devamla) - Bu sözlerle birlikte sözlerimin sonunda şu hususları belirtmeyi arzu ediyorum. Gerçekten, bu anlaşmalarla birlikte Libya'da uluslararası meşruiyete sahip Hükûmetin ülkenin içerisinde bulunduğu güvenlik tehditleriyle başa çıkabilmesi için ihtiyaç duyduğu disiplinli ve kurumsallaşmış güvenlik güçlerine sahip olabilmesini teminen Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası'nın yüce Meclisimiz tarafından ivedilikle onaylanarak yürürlüğe girmesi önem taşımaktadır.
Konuşmamda yüce Meclisin dikkatine getirmeye çalıştığım hususlar çerçevesinde AK PARTİ Grubu olarak bu mutabakat muhtırasına destek veriyoruz ve olumlu oy kullanacağız. Yüce Meclisimizin değerli mensuplarının da ülkemizin Doğu Akdeniz'de ve Kuzey Afrika'daki çıkarlarının etkili bir şekilde korunması ve kollanması amacıyla her zaman gösterdikleri birlik ve dayanışmayı bugün bir kez daha ortaya koyacaklarına inanıyorum.
Bu temenniyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)