| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 40 |
| Tarih: | 21.12.2019 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konunun özüne girmeden bir hususu vurgulamak isterim. Rahatsızlık duyduğum için bu hususu vurgulamak istiyorum. Biraz evvel, Milletvekilimiz Aydın Adnan Sezgin konuşurken bu mikrofonlar otomatik olarak kapandı ve Cumhuriyet Halk Partisi sıralarından bir arkadaşımız "Niye sözü kesiliyor?" gibi bir yankı verdi. Ben, üzülerek söylüyorum Sayın Başkanım. Sayın Başkan "Burada elektrik harcanıyor." dedi. Yani bu mikrofonlarda elektrik harcanıyor. Ben altmış sene evvel ilkokula giderken bize başka bir şey öğretiliyordu. En ucuz elektrik, en ucuz enerji tasarruf edilendir.
AHMET AKIN (Balıkesir) - Aynen öyle.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Bunun da yolu boşa yanan ampulleri söndürmekten geçer.(İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bostancı dün yaptığı konuşmada "Bildiklerimizi paylaşmaya çalışıyoruz." ifadelerini kullandı. Biz de bunu yapıyoruz ve emin olun, bunu sizden daha çok yapmak durumundayız. Bunun temel sebebi de muhalefetin ve bu meyanda İYİ PARTİ'nin sizin sahibi olduğunuz ve kontrol ettiğiniz medya kaynaklarına erişiminin bulunmamasıdır. İşte, bu nedenledir ki biz her fırsatı, sosyal medyayı ve tabii ki Türkiye Büyük Millet Meclisi Televizyonunu da bildiklerimizi halkla paylaşmak için yoğun bir şekilde kullanmaya çalışıyoruz. Bu paylaşımların bir hedef kitlesi de sizler ve özellikle iktidar partisidir. Zira pek çok defa, söylediklerimiz karşısında "Bunu da nereden çıkardınız?" türünden bilgi eksikliği temelinde gündeme getirdiğiniz sorulara muhatap oluyoruz. Bu sorulara verdiğim cevaplara aldığım yankı ise zaman zaman beni şaşırtıyor. Burada şöyle bir sorun olduğu kanaatindeyiz: Siz resmim bütününü göremiyorsunuz yani vatandaşlarımızın bir kısmının yoğun olarak aynı televizyon kanallarını, aynı gazeteleri okumalarından kaynaklanan sebeplerle, resmin bütünündeki netliği oluşturamadığınızdan, bizim size söylediklerimiz "Hayırdır inşallah!" dedirtiyor size.
Bugün de söylediklerim karşısında bazıları da şaşkınlık ifade edecekler, bundan eminim. Nitekim, bunun bir örneğini biz geçen hafta bu "KOC" meselesi üzerinden yani "Kürt kurtuluş güçleri" üzerinden söylediğimizde, Sayın Çavuşoğlu "Tercüme hatasıdır." dedi, geçiştirdi. Şimdi söyleyeceklerim acaba ne hatasıdır, ona siz karar vereceksiniz.
Askerî iş birliğiyle ilgili olan mutabakat pek çok sakıncalı unsurlar içermektedir. Daha önce Libya Siyasi Anlaşması'nda iki taraf olarak masaya oturtulan güçlerden biri olan Hafter'in birliklerine bu anlaşmayla "terörist gruplar" yakıştırması yapılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Suriye'de bir başka ülkenin iç işlerine karışmanın sonuçlarıyla hâlâ uğraşırken yeni bir hatayı da Libya üzerinden yapmak üzeredir. Suriye'de sınır güvenliği tehdidinden hareketle müdahale edildiğini söylemek mümkün olsa da Libya'da yapılan Mutabakat Muhtırası sonrasında, Libya çöllerinde canı pahasına çarpışacak Mehmetçik'e âdeta davetiye çıkarılması beklenmektedir. Bunun sorumluluğu kime ait olacaktır? Her ne kadar Dışişleri Bakanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı tarafından "Mutabakat kapsamında Libya'ya muharip asker bir güç gönderilmeyecek." denilmiş olsa dahi "Dışişleri Bakanlığı memuru" dediğimiz o mahlukat bunu böyle okumaz: "Muharip asker göndermeyeceğiz." demek, "Muharip sivil göndereceğiz." demektir. Ona biraz önce arkadaşlarımız da değindiler. Buna mukabil Cumhurbaşkanımız daha da cesur davranıyor, Libya'dan talep gelirse asker ve askerî araç desteği gönderilebileceğini söylüyor. Bunun, Libya'ya uygulanan ambargo üzerindeki sonuçlarına da değindi; daha fazla uzatmamak için oraya girmiyorum. Oysa, Türk ordusunu yurt dışında görevlendirebilecek tek güç, gücünü tamamen milletten alan ve milletin temsilcilerinden oluşan Türkiye Büyük Millet Meclisidir; bunu yok sayıp, ülke içinde kaybedilen itibarı yeniden sağlamak adına politik maceralara yönelmek büyük riskleri üstlenmek olacaktır.
İzin verirseniz, söz konusu Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi'nin dört sakat tarafına değinmek istiyorum; bir tanesi teknik açıdan. Kanun teklifi olarak bu dağıtıldı bize. Anlaşma kaç sayfa? Anlaşma 40 sayfa. Burada ne kadar var? 11 sayfa var. 18 sayfa olan Arapça nerede? Yok. Burada Arapça bilen Komisyon üyeleri var, İngilizce bilen Komisyon üyeleri de var. Arapçası 18 sayfa, İngilizcesi 11 sayfa. Ama sonunda, biz onayladığımız zaman şu önümüzdeki 11 sayfayı onaylamayacağız, 40 sayfayı onaylayacağız. Bunun üstünde -bu sayfaları açarsanız- anlaşmanın altında 3 tane mühür var, bu mühürler ilkokul kitaplarındaki kenar süsü değil; burada Savunma Bakanlığının mührü var, Dışişleri Bakanlığının mührü var, Cumhurbaşkanlığının mührü var. Yani, buraya bu mühürleri basanlar bu metinlerin uygunluğunu tasdik etti ve bunu sizin huzurunuza getirdi. Biraz evvel Sayın Çeviköz buna değindi, maalesef oraya dönmek durumundayım.
Bu anlaşmanın içine bakarsanız şöyle bir ifade yazıyor: "Güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahıslar." Ben şimdi soruyorum, bunu tasdik edenler bana lütfen bunun karşılığını, "güvenlik kuruluşları mensubu sivil şahıslar" ifadesini anlaşmanın Arapça ve İngilizcesinde göstersinler. Yok. Yani, şunu mu bekleyeceğiz şimdi biz? Sayın Cumhurbaşkanının önüne gidecek, Sayın Cumhurbaşkanı bunu size geri gönderecek; bunu mu bekleyeceğiz? "Niye?" diyecek Sayın Cumhurbaşkanı; "Bu anlaşmalar birbirini tutmuyor kardeşim, bunu nasıl onayladınız Mecliste de bana gönderdiniz?" demeyecek mi Cumhurbaşkanı? Cumhurbaşkanı diyecek herhâlde. Peki, siz onaylayacak mısınız bunu, aynı "KOC" örneğinde olduğu gibi? Niye Türkçesinde var da öbürlerinde yok? Bunu kim yazdı, birisi kaçamak olarak mı ekledi bu cümleyi buraya? Biraz evvel "SADAT" denildi, "SADAT" değil sakat. Üstelik şöyle bir şey var: "Bu üç metin de eşit şekilde geçerlidir." yazıyor anlaşmanın sonunda. Başka bir şey daha yazıyor, "Uyuşmazlık hâlinde İngilizcesi geçerlidir." diyor. İngilizcesi ne bu ifadenin? Yok. Yine mi yeni bir şey öğrendiniz ben söyleyince? Eğer biliyorsanız bunu, niye buraya sevk ettiniz? Komisyondan nasıl geçti bu? Alın götürün Komisyona geri.
Hukuki açıdan -söylediğim bu teknik meseleydi- Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin bir anlaşma yapması için mutlaka Meclisin onayı gerekir. Meclis yok, Meclis var ama orada değil, Hafter'in kontrolünde Meclis, Tobruk'ta. Dolayısıyla bunu geçiremiyorsunuz. Çakma bir onay sürecinden geçti bu anlaşma, Libya tarafında, çakma. Bunu orada Hükûmet onayladı, Hükûmetin onaylaması buna bir hukuki değer kazandırmıyor. Ulusal siyaset anlaşmasına uygun değil bu. Dolayısıyla sizin karşınızda her ne kadar meşru olduğu bilinen bir Hükûmet olsa da süreçler hatalı.
Askerî açıdan, metinde Libya'ya gönderileceği ifade olunan yeterli sayıdaki personel sayısını bana birisi söylesin. Nedir yeterli sayı? Meçhul. Başka bir ifade daha var, Türk Silahlı Kuvvetlerinden kimlerin ve hangi sayıda katılacağı meçhul olan tatbikatlardan bahsediyoruz. Yani Libya'yla müşterek tatbikatlar yapacağız. Buraya 50 kişi mi gidecek, 1.500 kişi mi gidecek? Buna kim karar verecek? Biraz evvel arkadaşlarımız değindiler "Bu acaba bir dolaylı tezkere midir?" diye. "Tatbikat yapıyoruz." diye çarşamba günü 1.500'ü yollarsanız sizin alnınız ak, "İş birliği protokolü çerçevesinde -veyahut- mutabakat muhtırası içerisinde bunu yapıyoruz." diyeceksiniz ama Mehmetçik arka kapıdan Libya'ya gitmiş olacak.
Siyasi açıdan, bir defa, bu anlaşmanın mavi vatanla uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur. Dolayısıyla, bunu savunanların, o dosyayı açmalarını biz yadırgıyoruz. Bu mutabakat muhtırası bizce akıbeti tehlikeye girmiş ve iç savaşın taraflarından biri olan Libya'daki Müslüman Kardeşler rejimine verilmek istenen ideolojik ve askerî desteğin kılıfından başka bir şey değildir. Aklımıza gelen bir soru da var: Türkiye Cumhuriyeti kendi siyasi pozisyonunu güçlendiren deniz yetki alanlarına ilişkin bir mutabakat muhtırasına imza atmış olsa da neden Libya'nın iç siyasi dengelerini doğrudan etkileyecek bir iş birliği anlaşmasına girmemiştir? Bu iki anlaşma arasında acaba bir ilintili koşullandırma var mıdır? Yani Libyalılar "Deniz yetki alanları için mutabakatı imzalarız ama siz de askerî iş birliği anlaşmasını imzalayıvereceksiniz." demişler midir? Üstelik bu anlaşmayla belki de -sözünü ettiğim, biraz evvel değindiğim- o ilintiden ötürü bir koşullandırma olduğu kanaatindeyim.
Buradaki en üzücü ve acı taraf şudur: Bize bu anlaşmalar millî bir politikanın ifadesi olarak getiriliyor. Hâlbuki bizim anladığımız millî politikalar, anlaşmaların onaylanması aşamasında gösterilmesi gereken bir dayanışma değildir. Bu anlaşmalar, bu tür anlaşmalar eğer millî nitelikliyse biz de tabii destekleriz ama bunun millîlik sıfatını edinebilmesi için, bunun oluşması açısından sizin muhalefetle görüşmüş olmanız lazım. Siz muhalefetle görüşmüyorsunuz, kendi bildiğinizi okuyorsunuz, ondan sonra buraya getirip masamızın üstüne koyduktan sonra "Bunun altını lütfen noter gibi tasdik edin." diyorsunuz. Bu bina noterlik değildir, biz de noter kâtibi değiliz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)