GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Libya Devleti Ulusal Mutabakat Hükûmeti Arasında Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:21.12.2019

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Libya konusunun ve Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakatı'nın yeterince konuşulduğu varsayımından hareketle, ben izin verirseniz dış politikanın iki farklı konusuna değinmek isterim. Bir tanesi ABD yaptırımları. Biliyorsunuz, Amerikan Senatosu önceki gün bunları kabul etti, dün de Trump imzaladı. Bunun imzaladığı aslında bir yaptırım metni değil ama 2020 yılına ilişkin Amerika savunma bütçesinin içindeki türlü çeşitli paragraflar. Bunlardan 4 tanesi Türkiye'yi ilgilendiriyor. Birincisi, ABD 2020 yılı bütçesinin içine Türk Akımı Projesi'ne ait su altı boru döşeme çalışmalarında bulunan gemilere yönelik yaptırımlar öngörüyor. Sonunda bu Türk Akımı en çok bizim faydalanacağımız, tabii ki de yine Rusya'nın faydalanacağı... Dolayısıyla, bir taşla iki kuş, hem Türkiye'ye hem Rusya'ya bir yaptırım var.

İkincisi, Türkiye'ye satılmayacak F-35'lerin üreten şirketin elinde kalmaması için ABD Hava Kuvvetlerine satılması kararı alındı ve dün Savunma Bakanı Esper yaptığı bir açıklamayla "Türkiye S-400 almakla F-35 almamak konusundaki kararlılığını ortaya koydu." dedi. Dolayısıyla bu uçaklar da gitti.

Üçüncüsü, GKRY'ye yani Güney Kıbrıs Rum Yönetimine silah satış ambargosu koşullu olarak kaldırıldı. Yani kara para aklama dosyası vardı biliyorsunuz Rumların, artı Rus donanmasına sağladıkları lojistik destekler var. "Eğer bunlara devam ederseniz biz de size silah satmayız ama adam olursanız satarız." dediler. Dolayısıyla, karşımızdaki husumet cephesinin askerî donanımına katkıda bulunmak suretiyle Türkiye'ye dolaylı bir yaptırım uygulanmaktadır. Bunun da ötesinde, Yunanistan, Amerika Birleşik Devletleri'nden insansız hava araçları alma yoluna gidiyor.

Dördüncüsü, "S-400'lerden vazgeçilmesi kaydıyla Patriot satabiliriz." Bu bir uyarı, hâlâ "Vazgeçerseniz..." diyorlar. Dolayısıyla bunların hepsi gündemde. Bu yaptırımlardan memnuniyet duymak tabii ki mümkün değildir ama bir soruyu sormak durumundayız: Niye bu hâllere düşülmüş ve bu yaptırımlara düçar olunmuştur? Bu da cevabını maalesef bildiğimiz bir sorudur.

Türkiye'nin dış politikasının müzakere yeteneği erimiş, ekonomisi zayıf düşmüş, yumuşak gücü olması gereken lobicilik faaliyetleri harcanan milyonlara rağmen iflas etmiş, bir kuruş para harcanmadan yıllarca Türkiye'nin yanında durmuş ABD'deki Musevi cemaati, iktidarın eylem ve söylemleriyle devre dışı bırakılmıştır. 31 Mart yerel ve özellikle 23 Haziran İstanbul seçimleri sonrasında iktidar müzakere masasına oturduğunda muhataplarınca "topal ördek" olarak görülmeye başlanmıştır. "Nasıl çıkılacak bu kısır döngüden?" diye düşünen yoktur. Görüldüğü kadarıyla iktidar çatışmacı karakteriyle olası bir seçim perspektifinde yaptırımlardan hoşnut bile olmaktadır. Gündemdeki yaptırımlarda da yolun sonuna gelinmiş değildir.

Batı âleminin Noel ve yılbaşı tatiline girmesiyle ocak ayının ortasına kadar yeni bir yaptırım gelmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Ancak, ocak ayının ikinci yarısında ve şubat başında yeni dosyaların gündeme geleceğini de görmemek büyük bir hata olacaktır. Sonra şaşırmayın diye uyarıyoruz. Görüyoruz, dinliyoruz, okuyoruz, temaslar yürütüyoruz, konuşuyoruz ama neticede biz muhalefetiz. Elimizden gelenin azamisini yaptığımızdan da eminiz.

İkinci konu olarak Montrö'ye değineyim. Bu hafta yaptığım konuşmada Montrö'nün "m"sine de "x"ine de sakın ha dokunmayın dedim. İlave ettim, gökten değil Moskova'dan taş yağar dedim. Montrö imzalandığında Karadeniz'de 4 ülke bulunmaktaydı; Türkiye, Sovyetler Birliği, Bulgaristan ve Romanya ama 3 tanesi -Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Romanya- Varşova Paktı'ndaydı, bir de Türkiye vardı. Yani NATO'nun ucu Türkiye, öbür tarafta Varşova Paktı. Aradan geçen zaman içinde Varşova Paktı zaten çöktü, Bulgaristan ve Romanya NATO ülkesi oldu ama Karadeniz bugün geçmiştekinden çok daha sorunlu bir coğrafya hâline geldi. Bugün Moldova'daki Transdinyester meselesi, Gürcistan'daki Abhazya ve Osetya meseleleri, Ukrayna'daki Kırım ve Donbass meseleleriyle Karadeniz bilinenden daha da dalgalı hâle geldi. Böyle bir ortamda Türkiye'nin güvenliği açısından Montrö Boğazlar Sözleşmesi her zamankinden daha da önemli bir duruma geldi. Ulusal güvenliğimizin ve egemenliğimizin kelimesine dahi dokunulmaması gereken bir başka tapu hâline geldi.

Ben bu hafta Sayın Çavuşoğlu'na bu Montrö, sonuçları ve Kanal İstanbul'la irtibatlı olarak 9 tane soru yönelttim, ümidim bunları cevaplayabilmesidir. Cevaplar cevaplamaz, o ayrı mesele ama sadece benim sorduğum soruları alıp Sayın Cumhurbaşkanına koşup gitse şunu demesi lazım: "Sayın Cumhurbaşkanım, bundan sonra sakın ha 'Montrö' kelimesini ağzınıza almayın." Bunun bu kadar hassas bir yönü olduğunu ihtiyaten tekrarlamak istiyorum.

İzin verirseniz, dün Sayın İlhan Kesici'nin rahmetli Unakıtan'dan aktararak verdiği öpme metaforundan devam edeceğim. Varşova Paktı ne zaman çöktü, biliyor musunuz? Varşova Paktı'nın çöküşüne giden yol 7 Ekim 1989 tarihinde olmuştur. 7 Ekim 1989 tarihi, Doğu Almanya'nın kuruluşunun 40'ıncı yıldönümüdür. Gorbaçov, Doğu Almanya'ya gitti, Honecker'i öptü. Öyle sizin benim bildiğiniz gibi öpmedi, dudaklarından öptü. Onun adı "sosyalist kardeşlik öpücüğü"dür ama bu, ölüm öpücüğü oldu. Sonra ne yaptı Gorbaçov? Sırayla herkesi öptü, hepsini öptü; bir tanesini öpemedi. Sona kalan dona kaldı, onu da Romen halkı öptü. Ondan yadigâr geriye bir saray kaldı. Bugün gidin Bükreş'e, orada muhteşem bir saray duruyor, o tarihten yadigâr. Bunu niye anlatıyorum? Rahmetli Unakıtan'ın hikâyesi anlatılırken bize dediler ki: "Batılılar iki defa öpüyor." Batılılar iki defa öper, Ruslar üç defa öper. Metafor değil bu, gidin bir Rus'un elini sıkın, öperken üç defa öper sizi. Bunu niye söylüyorum? Başka bir sebepten dolayı geçmişte, hatırlarsınız, burada metafor olarak söylediğim, ayıyla yatağa girilmez, ayıyla öpüşülmez de. Niye bunu söylüyorum? Bu Libya meselesiyle ilgili asker gidiyor, gitmiyor tartışmasını yaparken Putin'den bir ses geldi, duydunuz veya duymadıysanız benden duyun, "Sakın ha, 8 Ocağa kadar, ben senle görüşünceye kadar kılını kıpırdatmayacaksın." dedi. "Kılını kıpırdatmayacaksın." Kelimeler bu değil ama mesaj bu. Niye? Biraz evvel söylediğim sebeplerle 8 Ocağa kadar herkes uyuyor, tatilde. Putin'e dokunmayın, sakın ha. Dolayısıyla böyle tehlikeli sularda hele Montrö'yle oynaşmanın sonucunu ben tarif ettim. Bunu sizin için söylemiyorum, Türkiye Cumhuriyeti için söylüyorum, bu devlet için söylüyorum.

Sözlerimi birkaç selamlamayla bitireyim. Bir defa hepinizi selamlarım. Bu yılın son konuşmasını yapıyorum ben huzurunuzda. Dolayısıyla 2020 yılının ülkemiz, vatandaşlarımız, komşularımız ve bölgemiz için huzur ve refahlı olmasını dilerim, bir. İki, ayrıca 2020 yılının iyileştirilmiş, güçlendirilmiş ve kuvvetler ayrılığına dayalı, yeni bir demokratik düzene geçmemize de el vermesi en samimi dileğimdir.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)