| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 12.12.2012 |
MHP GRUBU ADINA SÜMER ORAL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine Müsteşarlığı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu 2013 yılı bütçe tasarıları üzerine Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Küresel ekonominin kırılgan yapısı devam ediyor, gelişmiş ülkelerde yaşanan düşük büyüme ve yükselen işsizlik oranı da aynen sürüyor. IMF değerlendirmelerine göre, küresel büyüme oranı 2012 ve 2013 yıllarında kriz öncesi dönemin yüzde 5-5,5'lar seviyesinin hayli altında, yüzde 3-3,5'lar düzeyinde seyredecek. Amerika Birleşik Devletleri'nde ise normal potansiyelin altında, yüzde 2 veya çok az üstünde bir büyüme oranı bekleniyor. Euro bölgesindeki bankacılık sektörü ile kamu maliyesi arasındaki karşılıklı olumsuz etkilenmenin önü ise henüz alınamadı. Euro bölgesini en azından orta vadede düşük büyüme oranlı bir dönemin beklediğinde hiç şüphe yok. Bu arada, uygulanan istikrar tedbirleri bağlamında önemli bir uyarı da euro bölgesinde gözlerden kaçmıyor: "İstikrar önlemlerini alırken aman dikkat, büyümeyi tamamen öldürmeyelim."
Bütün bunlar gösteriyor ki zor bir yılın hatta 2012'ye kıyasla daha karmaşık bir yılın bütçesini tartışıyoruz. Geride bırakmakta olduğumuz 2012 yılı da esasen bütçe hedeflerinde ciddi sapmaların yaşandığı bir yıl oldu. Yıl içinde gerçekleştirilen ek vergi tedbirlerine ve bir defaya mahsus gelir kaynaklarına müracaat edilmiş olmasına rağmen 2012 yılı bütçe açığının yüzde 54 oranında bir sapma ile 21,1 milyar yerine 33,5 milyar Türk lirasına çıkacağı anlaşılıyor. Yıl içi şayet bu tedbirlere gidilmemiş olsa idi bütçe açığı o kadar daha büyük olacaktı. Büyüme hedefinde yüzde 25'lik bir sapma var. Son açıklanan, bu yılın 3'üncü çeyreği büyümesi dikkate alınırsa bu sapmanın daha da artacağı anlaşılıyor. Enflasyon öngörüsünde ise yüzde 35 oranında bir sapma ortaya çıkmıştır. Beklenti ile gerçekleşenler arasındaki farkın kaynağında 2012'nin normal bir yıl gibi değerlendirilmiş olmasının payı büyük. Temenni etmemekle birlikte, 2013 yılı bütçesinde de benzer bir tablo ile karşılaşma ihtimali çok büyüktür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güçlü ekonomiler sağlam kamu maliyesine sahip ekonomilerdir. Kamu kesimi finansmanında sağlıklı yapının kalıcı olması yapısal düzenlemelerin sürekli olmasına bağlıdır. Geride bıraktığımız on yılda bu alanda yani yapısal düzenlemelerde gereken duyarlılığın gösterildiğini ne yazık ki ileri sürmek mümkün değil. Son zamanlarda bazı girişimler olsa da hayli gecikmelidir ve yeterli düzeyde değildir. Özellikle 2008 yılı öncesi bu açıdan kaçırılmış bir dönem olmuştur. Bugün itibarıyla, gelir ayağı son derece sağlıktan uzak bir vergi sistemine dayalı, gider ayağı ise esnekliğini büyük ölçüde yitirmiş, katı bir nitelik kazanmış bütçe yapısı ile karşı karşıyayız.
Vergi gelirlerimiz içinde dolaylı vergilerin payı on yılda yüzde 65'lerden yüzde 69'lar düzeyine çıkmış, bu tablo gelir adaletini daha da bozmuş ve reel ekonominin dengelerini de zedeler hâle gelmiştir. Zamanın Maliye Bakanı 2003 yılı bütçesini sunarken 2002 yılındaki yüzde 65 oranının yüksek olduğunu, bunun mutlaka aşağıya çekileceğini belirtmişti. Oysa geçen on yılda aşağıya düşmeyi bırakın, oran 4 puan daha artmıştır.
Sonuç itibarıyla, devletin giderleriyle gelirleri arasındaki zaman ve mekân farklılığını giderecek olan Hazine Müsteşarlığının da işi bir hayli zor hâle gelmiştir. Ülkemiz ekonomisinin temel yapısal sorunlarının başında gelen iç tasarruf yetersizliği ve cari işlemler dengesindeki yüksek düzeydeki açık önemini artırarak devam etmekte. İç tasarruf oranı 2002 yılında yüzde 20'ler seviyesinde iken bugün -yani 2012 yılında- yüzde 14'ler düzeyine gerilemiş, cari işlemler açığı ise 2011 yılında gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 10'lar düzeyine çıkmıştır. Bu oran, bildiğiniz gibi, dünyada en yüksek iki ülkenin açığıdır.
Ayrıca, cari açığın finansman kalitesi de giderek bozuluyor. Doğrudan yatırım girişlerinde son yıllarda dikkat çeken gerilemeler söz konusu. 2003 ile 2012 arası 350 milyar dolar dış açıkla verilmiştir. 2003'ten önceki, 1923 ile 2003 arasındaki açıkla mukayese edecek olursak hakikaten korkutucu farkların ortaya çıktığını görmüş olacağız. 2013 yılında da dış denge açısından 200 milyar dolar civarında döviz ihtiyacı var. Mutlaka bu döviz bulunabilir, şüphesiz, faiz ve kur politikası aynen böyle devam etmek kaydıyla.
Üzerinde durmak istediğim diğer önemli bir konu da Türkiye'nin on yıllık AKP döneminde daha borçlu bir yapıya dönüşmüş olduğudur. Ülkenin toplam borçluluk oranı -kamu, artı, reel sektör, artı, hane halkı oran olarak ifade ediyorum, nominal olarak değil- 2002 yılında millî gelirin yüzde 107,1'iydi. Bugün yani 2012 yılında, Ağustos itibarıyla, bu oran yüzde 117,7 seviyesine çıkmıştır. Yani on yılda Türkiye yüzde 10,6 oranında daha borçlu hâle gelmiştir. Vatandaşımızı, halkımızı doğrudan ilgilendiren hane halkı borcu yani vatandaşın borcu ise, 2002'de millî gelirin yüzde 1,9'una tekabül ederken 2011'de yüzde 17,5'e ve 2012'de, Ağustos ayı sonu itibarıyla yüzde 18,5 seviyesine yükselmiştir. Açıkça görülüyor ki vatandaşlarımız reel olarak on yılda 10 kat daha borçlu duruma düşmüştür. Vatandaş, herhâlde, bu borcu tüketmek için alıyor, gelirinin yetmeyen kısmını borçla karşılamak için borca gidiyor. Demek büyüme, bu kesime fazlaca intikal etmemiş.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu vesileyle, sık sık gündeme getirilen birkaç konu üzerinde kısaca durmak istiyorum. Bunlardan biri, IMF'e olan borcun ödenmesi meselesi. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde, IMF'e ödenmekte olan borç yani bu on yılda ödenen borç, sadece daha önceki hükûmet zamanında alınmış bir borç da değildir. AKP hükûmetleri, 2003 ile 2008 yılları arasında, IMF'ten 13 milyar dolar borç almıştır. Ödenen borç, sadece 2002'de devralınan 22 milyarlık borç değil; ilaveten anapara olarak 13 milyar da borç ödenmiştir ama halka söylenen ise "Biz IMF'ten borç para almadık. Biz, bize devredileni ödedik." anlamına gelen ifadelerle dile getirilmektedir. Bunu da sizlerle paylaşmak isterim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, 21'inci asrın başında, 2000 yılında, bankacılık sektöründe sisteme girmiş olan önemli bir düzenleyici ve denetleyici kuruluştur. Aynı dönemde yani 2001 yılında, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının bağımsız bir statüye kavuşturulması, sistemin standardını yükseltmek amacıyla Bankalar Kanunu'nda yapılan köklü düzenlemeler sektörü güçlü bir yapıya dönüştürmüştür. Nitekim, ülkemiz bankacılık ve finans sektörünün 2008 küresel krizinden etkilenmemiş olmasında bu yeni yapının katkısı fevkalade büyük olmuştur.
Sermaye Piyasası Kurulu, geçtiğimiz hafta yeni kanununa kavuştu. Bu yeni düzenlemenin, İstanbul'un dünyanın önemli finans merkezlerinden biri hâline gelmesinin yolunu açması bizim için de büyük bir dilektir.
Bağımsız, düzenleyici ve denetleyici üst kuruluşlar, ülke ekonomilerinin rekabet gücünü artıran ve onlara global krizler karşısında mukavemet kazandıran çağdaş kurumlardır. Nasıl ki meydana gelen tabii bir depremden zarar görme o depremin meydana geldiği yani deprem üstünden ne kadar uzak olup olmadığına bağlı ise, burada da ona benzer bir durum var. O depremin tahribatını azaltmak için nasıl ki yapıları sağlamlaştırırsanız, finansal veya ekonomik depremlerde de yapılarınızı güçlendirmek durumundasınız. Eğer ekonomik yapılarınızı güçlü tutmazsanız finans krizinden ne kadar uzak olursanız olun etki altında kalırsınız. İşte, ekonomilerin gücünü artıranlar da bu yapılardır, bağımsız ve düzenleyici kurumlardır ama bunlara kendi statüleriyle sahip olmak gerekir.
Bu üst kuruluşlar, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, rekabet açısından ve küresel depremler yönünden, mali depremler yönünden fevkalade önemlidir ama bunların bağımsızlıkları, üzerinde titrememiz gereken durumlardır, bu kurumların da vazgeçilmez niteliğidir. Kurumların bu yapılarından da rahatsız olmamak lazım. İleri ülkelerde hep bunlar bu niteliktedir. Son dönemlerde bağımsızlık ilkesinin ciddi ölçüde zedelendiğini ortaya koyan örnekler görülüyor. Uzun yıllar sonrası sistemimize sağlanmış fevkalade önemli bu tür kazanımlarımızı aman ucuz biçimde yitirmeyelim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri tekrar saygıyla selamlıyor, bütçelerin de hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.