GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:43
Tarih:15.01.2020

CHP GRUBU ADINA YUNUS EMRE (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Tabii, uluslararası anlaşmalar, sözleşmeler üzerine görüşmeler yapıyoruz. Bu kapsamda, bu, bir şekilde Türkiye'de dış politikayı tartışmaya vesile oluyor. Tabii, biz gündelik alışkanlığımızla genelde "Türk dış politikası" diyoruz ancak bugün karşı karşıya bulunduğumuz şeye "Türk dış politikası" demek oldukça güç çünkü bu sözcükleri aslında tek tek düşündüğümüzde yani "Türk dış politikası" derken başındaki "Türk" ifadesinde bu politikanın Türkiye'nin menfaatleri için yapılıyor olması, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözetiyor olması, Türkiye'deki farklı görüşlerden, farklı anlayışlardan insanların buna katkı sunabiliyor olması ve bir kurumsal işleyişle yürütülüyor olması beklentisi vardır ancak bundan çok uzak durumdayız. Yine, aynı şekilde "Türk dış politikası" derken dış politika, dış meseleler aslında işin merkezinde olmalıdır ama karşı karşıya bulunduğumuz durumda dış politika, iç politika için, iç politikada destek sağlayabilmek için, saray iktidarının sürdürülebilmesini, ömrünü uzatabilmeyi sağlayabilmek için araçsallaştırılmıştır. Türkiye'de "dış politika" diye bir şey yok, bunu görmemiz lazım, bütün hadise "İç politikada AK PARTİ'ye bir destek sağlayabilmek mümkün müdür?" bununla ilgili.

Değerli arkadaşlar, yine, orta yerde bir politika yok, hedefler yok, ilkeler yok; diplomasi kullanılmıyor, diplomatlar devre dışı. Yani Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu bu yalnızlık manzarası, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu bu yakıcı sorunlar aslında az önce anlattığım bu şeyle ilgili. İtiraf edelim, bir Türk dış politikası yok orta yerde ama Türkiye'de bir zamanlar gerçekten bir Türk dış politikası vardı. Bu politikanın en önemli mimarı cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, bu kürsüde 1928 yılında Cumhurbaşkanı olarak Meclisin yasama yılını açarken aslında temel ilkenin ne olduğunu, Türk dış politikasının özünün ne olduğunu ifade etmişti. Bakın, şöyle diyor: "Esaslı ıslahat ve inkişafat içinde bulunan bir memleketin hem kendisinde hem de muhitlerinde sulh ve huzuru cidden arzu etmesinden daha kolay izah olunabilecek bir keyfiyet olamaz." Yani siz ülkenizde ciddi bir reform, yenilenme yapmak istiyorsanız, ülkenizde ciddi bir gelişmenin olmasını istiyorsanız içeride huzurunuzun olması lazım, içeride bir barış ikliminin olması lazım; dışarıda kendi komşularınızla, çevre ülkelerle barış içerisinde, huzur içerisinde olmanız lazım. Bunu sağlayamazsanız gelişmeyi de yapamazsınız, reform da gerçekleştiremezsiniz; Atatürk bunu bu kürsüden söylüyor.

Değerli arkadaşlarım, Atatürk'ün burada muradı nedir? Türkiye'nin karşı karşıya olduğu büyük zorlukların farkında; ülkemiz bu zorlukların birçoğuyla aslında bugün de karşı karşıya, Türkiye'mize kurulan tuzakların birçoğu bugün de aslında yürürlükte. Ve bu yaklaşımdan uzaklaştığımız için içeride ve dışarıda barışın, huzurun peşinde olmaktan uzaklaştığımız için bu sorunlarla karşı karşıyayız.

Bakın, bir örnek daha vereceğim; Türkiye'de Türk dış politikası varken işler nasıl oluyordu, buna bir örnek: Ocak 1923'te Atatürk İzmit'te basın mensuplarına beyanatta bulunuyor. Hatırlatmak istiyorum, bakın, Kurtuluş Savaşı daha yeni bitmiş, İzmir'in kurtuluşunun üzerinden daha birkaç ay geçmiş. Bu şartlar içerisinde Atatürk diyor ki: "Yeni Türkiye devleti, temellerini süngüyle değil, süngünün dahi istinat ettiği iktisadiyatla kuracaktır. Yeni Türk devleti, cihangir bir devlet olmayacaktır fakat yeni Türk devleti bir devleti iktisadiye olacaktır." Değerli arkadaşlar, yani "cihangir bir devlet" diye tarif ettiği, çevresinde, etrafında, dünyanın belli bölgesinde hâkimiyet kurmaya çalışan bir devlet olmayacaktır yeni Türkiye devleti, bir ekonomi devleti olacaktır diyor; kendi insanına, kendi yurttaşlarına iyi bir hayat sunabilmek bu devletin temel gayesi olacaktır. Bakın, devletin kurucusu, Türk dış politikasının temel hedefini de böyle anlatmış. Tekrar etmek istiyorum "Bu devletin temeli süngü değildir." diyor "Çünkü süngü bile temelinde ekonomiyle ilgilidir." diyor. Biz bugün çok kapsamlı bir ekonomik krizle karşı karşıyayız; bugün ülkemizde genç işsizliği almış başını gitmiş, hayat pahalılığı almış başını gitmiş. Bu şartlar altında, kendi sorunlarımıza odaklanmak yerine, kendi içimizde bir huzur iklimi yaratmak yerine, dünyanın her tarafındaki sorunların -taraf olarak- üzerine atlıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bakın, 20'nci yüzyılın en uzun savaşı İran-Irak Savaşı'dır, sekiz yıl sürmüştür, yüz binlerce insan ölmüştür, bizim iki komşumuz arasındadır ve Türkiye o savaşta, o çatışmada tarafsız kalmayı başarmıştır, becermiştir. İkinci Dünya Savaşı'nda bizim bütün çevremizde -biliyorsunuz, İran işgal edilmiştir, Yunanistan işgal edilmiştir, Bulgaristan işgal edilmiştir- büyük bir ateş Türkiye'nin etrafını sarmıştır ama Türkiye bütün bu çatışmaların dışında kalmayı başarmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bir örnekle açıklamak istiyorum. Biliyorsunuz, Türkiye'ye büyük bir basınç uygulanmıştır Türkiye'yi bu çatışmanın tarafı yapabilmek için. İngiliz Başbakanı Churchill, Türkiye'ye gelmiştir, Adana'ya; Yenice Tren İstasyonu'nda özel görüşmeler yapılmıştır. Türkiye'yi savaşa sokabilmek için, İnönü'nün Kahire'ye gitmesi için hem Amerikan Başkanı Roosevelt hem Churchill aynı zamanda, ikisi birden uçak göndermiştir. Kahire'ye gider İnönü. Bu görüşmede çok önemli bir anıyı -yanımda da getirdim- İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden kendi anılarında anlatıyor, diyor ki: "Görüşmeleri gerçekleştirdik, bitti ve görüşmelerin sonunda İnönü'yü havalimanından uğurlayacağız, Kahire'den havalimanına gidiyoruz. İnönü Churchill'e yakınlık gösterdi." Ve arkasından uğurluyorlar İnönü'yü. İnönü uçağına binmiş, Anthony Eden ve Churchill arabayla Kahire şehir merkezine dönüyorlar. Churchill diyor ki: "Gördün mü, İsmet beni öptü." Tekrar ediyorum, Churchill diyor ki kendi Dışişleri Bakanına: "Gördün mü, İsmet beni öptü." Dışişleri Bakanı da diyor ki: "On beş saat süren çok çetin müzakerelerden sonra elde ettiğimiz tek kazanç bu oldu, İsmet'in seni öpmesi oldu. On beş saatlik çetin müzakerelerin İngiltere için tek kazancı bu oldu, bu kadar da mutlu olmana gerek yok." (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin bir zamanlar Türk dış politikası varken işler böyle olurdu. Bundan uzaklaştığımız için bu durumla karşı karşıyayız. Bakın, bir siyasi anlayışınız olabilir, kendinizi Orta Doğu'daki belli siyasi akımlara yakın hissedebilirsiniz ama bizim, Türkiye'nin çok önemli bir tarihsel birikimi var, deneyimi var; buna gözlerinizi kapatmayın.

Bakın, yine, bu kürsüde, 1965'te, 1'inci Demirel Hükûmetinin programı okunurken rahmetli Demirel şöyle söylüyor: "Bir ittifak ve ideolojiye bağlı olmak başka bir ittifaka veya ideolojiye mensup olan veya bugün ekseriyeti teşkil eden tarafsız memleketlerle münasebetlerin geliştirilmesine mani değildir." Yani şunu söylemek istiyor: "Biz NATO'nun üyesiyiz, biz Adalet Partisi olarak serbest piyasa ekonomisinin taraftarıyız ama komşumuz olan ve komünist bloğun başında olan Sovyet Rusya'yla çatışmamıza gerek yok, iş birliği içerisinde olabiliriz."

Değerli arkadaşlarım, hatırlıyorsunuz, o yıllarda en kapsamlı sanayileşme programları birçok şehrimizde, İskenderun'da, birçok yerde Rusların finansmanıyla yapıldı. Yani Türkiye, soğuk savaşın o şartları arasında, o şartlar içerisinde rahmetli Demirel'in hükûmet programında okuduğu bu perspektifle bunu başardı. Bugün, sizler Orta Doğu'da belli kimseleri, belli bir ideolojiyi kendinize yakın hissedebilirsiniz ama bu, gerçeklere karşı gözünüzü karartmamalı; Mısır'da, Suriye'de, başka yerlerde karşılaşılan durum karşısında gözlerinizi karartmamalı.

Hatırlatmak istiyorum -bunları bu Mecliste çok tartıştık- rahmetli Erbakan Başbakan olduğunda yaptığı ilk geziler Mısır ve Libya'ya, 2 ülkeye de gitti. O tarihlerde de bu ülkelerdeki siyasi İslamcı politikacılara baskılar vardı, soruşturmalar vardı, hapiste insanlar vardı ama Erbakan oraya giderken bunu Türkiye'nin menfaatlerinin önünde görmedi; Türkiye'nin menfaatleri onlarla da görüşmeyi gerektiriyorsa Mübarek'le de Kaddafi'yle de gitti görüştü. Bugün de bu anlayışta olmak gerekir. Kendi ideolojik kafesinizden sıyrılın, çıkın değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin çıkarları neyi gerektiriyorsa, Türkiye'nin ihtiyaçları neyse, Türkiye'nin menfaatleri neyse onun peşinde olalım.

Son bir noktayı dikkatlerinize sunmak istiyorum. Kurumsal işleyişten bahsetmiştim, Türkiye'de bu kurumsal işleyişin terk edildiği bir dönemi yaşadığımız için başımız dertten kurtulmuyor demiştim. Bakın, Türkiye'de bir devlet geleneği vardı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YUNUS EMRE (Devamla) - Çok kısa bir süre içinde tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın.

YUNUS EMRE (Devamla) - Perşembe günü Cumhurbaşkanına Başbakan, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, Dışişleri Bakanı ayrı ayrı giderdi; yine, aynı şekilde, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, bunlar ikili görüşmeler yapardı ve bütün bu görüşmeler çerçevesinde, cuma günü MİT Müsteşarının, Genelkurmay 2'nci Başkanının ve Dışişleri Bakanlığı Müsteşarının yaptığı bir ortak toplantıda icra ve operasyonlarla ilgili gerekli kararlar alınır, uygulamalar yapılırdı. Bütün bunlar Türkiye'de terk edildi; bunların hiçbiri yok artık, bunların hiçbir yok. Bütün süreçlerin şahsileştiği, kişisel yakınlığın öne çıktığı, dış politikada kurumsal işleyişin terk edildiği bir durumla karşı karşıyayız; buradan çıkmamız gerekiyor arkadaşlar. Bunu sadece biz CHP'nin meselesi olarak görmüyoruz.

Ve biz birçok konuda, Orta Doğu'da da eleştirilerimizin arkasından önerilerimizi de söyledik ve bu önerilere çok kızdınız ama aynı şeyleri Putin söyleyince yapmak durumunda kaldınız, masaya oturdunuz. Biz söylerken bize çok kızdınız, Putin söylerken masaya oturdunuz; bunu da hatırlatmak istiyorum.

Tekrar teşekkür ediyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)