GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Arjantin Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığı ile Vergiden Kaçınmaya Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:43
Tarih:15.01.2020

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Çeşitli uluslararası anlaşmaları görüşüyoruz ve bu anlaşmaların belirli bir kısmında mutabık olduğumuz konular var fakat itiraz ettiğimiz sözleşmeler de var. Ben bunlardan kısaca bahsetmek istiyorum. Bir defa, Gine'yle yapılacak olan bu anlaşma ya da Gine'yle ilgili sözleşme hususunda birkaç şey söylemek istiyorum.

Gine'de tanıdık bir devlet başkanı var, orada bir tek adam iktidarda ve Alpha Conde 2010 yılından beri ülkeyi yönetiyor. Özellikle 2010 yılından sonra Gine'de yapılan protestolarda, Alpha Conde liderliğinde, çok sayıda insan yaşamını yitirmiş veya yaralanmıştır. 2013'te yapılacak seçim öncesinde, seçimlerde şeffaflık talebinde bulunan protestoculara güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 9 sivil öldürülmüş, yüzlerce kişi de yaralanmıştır. Bu çatışma, ayrıca, ülkenin en büyük iki etnik grubu olan Fulani ve Malinke halkları arasında bir çatışmaya dönüşmesine de neden olmuştur. Gine'de yasalara göre, bir kişi yani bir devlet başkanı üst üste en fazla 2 defa seçilebiliyor ancak Alpha Conde bunu yeterli bulmamış ve 2020 yılında yapılacak seçimlerde 3'üncü kez aday olmak için yasa değişikliğine gitmeye çalışıyor. Fakat geçtiğimiz yılın ekim ayında, halk bunu protesto etmek için sokaklara çıktı ve yine, devlet başkanının kolluk kuvvetlerine verdiği talimatla, onlarca kişi yaşamını yitirdi ve yaralandı, çatışmalarda ayrıca 100'e yakın kişi de gözaltına alındı.

Uluslararası hak temelli örgütlerin yayımladıkları raporlarda Gine devletinin halkına karşı kullandığı şiddete yer verilmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, hükûmetin 2018 Temmuzundan beri fiilî olarak tüm gösterileri yasaklayarak muhalefeti engellemeye çalıştığını ve bu sebeple, Birleşmiş Milletlerin, 2020 yılında yapılacak seçimlerde Gine Hükûmetinden temel hakları koruma güvencesi istemesi gerektiğini dile getirmiştir. Uluslararası Af Örgütünün 2017-2018 Gine Hak İhlalleri Raporu'nda ise hükûmetin muhalif gazetecileri ve aktivistleri keyfî bir şekilde tutuklayarak işkence uyguladığı raporlanmıştır.

İfade özgürlüğü ihlallerinin yoğun bir şekilde yaşandığı Gine'nin yüzde 85'i Müslüman, geri kalan nüfusunun çoğunluğu Hristiyan olmak üzere çok farklı inançsal temsiliyetlerden, kişilerden oluşmaktadır.

Yine, Gine hakkında birçok hak temelli örgütün hazırladığı raporlarda yer alan ihlallerden biri de kadına yönelik şiddettir. Dünyada kadın sünnetinin en yoğun yaşandığı ülke olan Gine'de kadınların neredeyse yüzde 95'i bu uygulamaya zorla tabi tutulmaktadır. Bu şiddet sadece Müslüman kadınlara yönelik değil, orada bulunan bütün inançsal kesimlerdeki kadınlara yönelik uygulanıyor.

Sonuç olarak, tek adam rejiminin ve iktidarı bırakmama hastalığının ne olduğunu çok iyi bilen bir ülke olarak, Gine'de halkın yüksek itirazlarına rağmen iktidarda kalmaya ısrar eden devlet başkanıyla yapılan askerî anlaşmaların ne Gine halklarının yararına ne de o ülkenin demokratik gelişimine faydası olacağına inanıyoruz. Bu sebeple, kendi halkına karşı gerçek mermi kullanmakta tereddüt etmeyen bu Gine Hükûmetiyle askerî anlaşmayı da uygun görmediğimizi ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu hususu belirttikten sonra, İstanbul Milletvekili olarak İstanbul'da yapılmaya çalışılan Kanal İstanbul Projesi'yle ilgili de birkaç şey söylemek istiyorum. Bir kere şunu biliyoruz: Demokratik ülkelerde bu tür projeler, böyle "Siz ne derseniz deyin biz bunu yapacağız." gibi bir inatla, bir hırsla, bir nefretle, bir öfkeyle ifade edilmez. Hükûmet, iktidar eğer bu projenin doğruluğuna inanıyorsa ya da herhangi bir projenin doğruluğuna inanıyorsa bu projenin gerekçelerini, neden gerekli olduğunu, nasıl faydalı olduğunu detaylıca, üslubuna, adabına, devlet yönetiminin getirdiği sorumluluğa uygun bir şekilde açıklar ve buradan halkı ikna etmeye çalışır ve muhalefetin sunmuş olduğu birtakım itirazları da buradan boşa çıkarmaya çalışır ya da bu konudaki itirazların yersizliği üzerinden halkı ikna etmeye çalışır, insanları ikna etmeye çalışır. Fakat bizde nasıl oluyor bu? Tam da işte, dediğimiz o güç zehirlenmesinin, iktidarı tekelinde bulundurmanın, devletin bütün aygıtlarını kendi elinde toplamanın getirdiği bir durumla "Ben yaparım. Siz ne derseniz deyin biz bunu gerçekleştireceğiz." şeklinde bir siyasetle ortaya konuluyor. Bu, şunu gösteriyor: Aslında, AKP iktidarı, mevcut iktidar bir kutuplaştırma ve kamplaştırma siyaseti üzerinden kendisini var edebiliyor dolayısıyla halkı özellikle belirli konularda kutuplaştırmayı, kamplaştırmayı, belirli kesimlere ayırmayı kendi iktidarının devamı açısından elzem olarak görüyor. Şimdi, biliyoruz ki bir taraftan AKP iktidarı, savundukları, aslında tam olarak oturdu, değişti denilen sistem de artık yürümez hâlde yani yeni olmasına rağmen yürümez hâlde ve bu sistemin de bu şekilde devam etmesinin, iktidarın da bu şekilde devam etmesinin olanakları gözükmüyor normal koşullarda. Buradan kaynaklı olarak, özellikle kendilerinin besledikleri kimi inşaat şirketlerinin ki özellikle o 5'li bir çete var -biliyorsunuz, halka da zaman zaman küfreden, hakaret eden söylemleri basına yansıyan- bu çetenin, bu yandaşların ve onların beslediği kimi toplumsal kesimlerin ya da yandaşların, vakıfların, derneklerin desteklenmesi gerekiyor ki bu pasta gösterilerek bu bir arada tutma siyaseti yürüyebilsin. Aksi takdirde, şu anda bu iktidarı normal koşullarda sürdürebilmenin imkânı olmadığını kendileri de görüyorlar. Bu anlamıyla, bir rant siyaseti üzerinden Kanal İstanbul Projesi ele alınıyor. Tabii, buraya yönelik bizlerin, çevre örgütlerinin, ekoloji örgütlerinin, ekonomistlerin itirazları var ve bu itirazlar öyle yabana atılır şekilde itirazlar değildir ve mutlaka bunların kayda değer bir şekilde değerlendirilmesi ve bu anlamda projenin ele alınması gerekiyor. Bunlardan bir kısmını özetlemeye çalışayım.

Özellikle, Karadeniz'in soğuk ve tatlı suyu ile Akdeniz'in Marmara'ya, oradan da Karadeniz'e varan sıcak ve tuzlu suyunun birleşmiş olması, denizlerin tuz, su ve yaşam dengesini altüst edeceğini söylüyor bilim insanları. Marmara Denizi'nin alt sularındaki oksijen tükenirken alt tabakadaki hidrojen sülfür yoğunluğu uçacak yani bütün İstanbul'u çürük yumurta gibi bir kokuya terk etme ihtimalinin yüksekliğinden bahsediyor bilim insanları. Yer altı su depolarının açık kanallardan gelen deniz suyuyla dolma ihtimalinin yüksekliğinden bahsediyorlar. Karadeniz'e kıyısı olan bütün ülkelerin de doğasını etkileyecek bir etkileşim olacağı ifade ediliyor.

Projeyle yaklaşık 20 bin futbol sahası büyüklüğünde doğal ormanın yok edilmesi söz konusu olacaktır. Orman bildiğiniz gibi bir ekosistemdir ve ağaç dikmekle orman oluşmuyor, bu ekosistem bütünlüğü içerisinde bunu sağlayamıyorsunuz.

Proje, kentte ve bölgede geri dönüşümü imkânsız ekolojik hasarlara sebebiyet verecek.

Proje, kentin üst ölçekli planına sonradan işlenmiştir ve plan ana kararlarıyla çelişmektedir.

Proje güzergâhında 3 aktif fay hattı bulunmakta, deprem ve tsunami riski içermektedir.

Projeyle tüm nüfusta istihdam dengesi altüst olacaktır.

Kanal nedeniyle heyelan, toprak kaymaları ve sıvılaşma tehlikesi yüksektir.

Geçimini tarımdan, hayvancılıktan sağlayan yöre halkı yaşam güvencesini kaybedecektir; çoğunun topraklarına kamulaştırma, el konma nedeniyle bu insanlar bu topraklarda işçi olarak çalışmak durumunda kalacaklar. Kendilerini istihdam ettikleri hâlde şu anda ülkenin tarımına, hayvancılığına katkı sundukları hâlde, bunların hepsi birer işçiye dönüşecek ki birçok yörede, bölgede, projede biz bunlara tanık olduk.

Kanalın yapım, işletim maliyeti ve geri ödeme süresindeki dengesizlikler nedeniyle telafisi imkânsız sorunlar doğuracağı gözüküyor arkadaşlar.

Bu anlamıyla, bu itirazların dikkate alınması ve bunlar üzerinden bu projenin mutlaka ve mutlaka tümüyle iptal edilmesi gerektiği elzemdir değerli arkadaşlar.

Son olarak şunu söyleyeyim; bu kürsüye her çıktığımda ifade ettiğim konulardan bir tanesidir: Arkadaşlar, Diyarbakır Cemevi'nin elektriği hâlâ kesik. Bu kürsüde çokça kardeşlik lafları dinledik, kardeşlik edebiyatları dinledik ancak bir ibadethanenin elektriğinin kesik olması, oradaki inançsal hizmetlerin, cenaze hizmetlerinin yürütülememesine neden olmaktadır. Hâlen bu sorun çözülebilmiş değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına rağmen, Danıştayın vermiş olduğu kararlara rağmen bu sorun çözülememiştir. Ve yine seçim bölgemde, İstanbul Esenyurt'ta Erenler Eğitim Kültür Vakfı Cemevi'nde de benzer sorunla karşı karşıya kalmak üzereler çünkü kazanılan davaya rağmen, orada hâlâ elektrik faturası kesilmeye devam ediliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayınız sözlerinizi.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

Mahkeme kararları gösteriliyor, buna rağmen kimse mahkeme kararlarını tanımıyor ve bu uygulama bu şekilde sürüyor.

Yani tekraren ifade edeyim: Bu kürsülerden, bulunduğumuz alanlardan lafla, sözle kardeşlik edebiyatı yapmak yerine, bunların gereğini yerine getirmemiz gerekiyor. Bu kürsülerden çokça kardeşlik edebiyatı yapanlardan, "Alevi kardeşlerimiz" diyenlerden bunun gereğini yerine getirmesini talep ediyor ve bekliyoruz.

Teşekkür ederim. ( HDP sıralarından alkışlar)