GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/102, 461, 682, 977, 981, 982) No. lu Hayvanların Haklarının Korunması ile Hayvanlara Eziyet ve Kötü Muamelelerin Önlenmesi İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:44
Tarih:16.01.2020

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller ve televizyonları başında bizi izleyen değerli halkımız; hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Evet, yasalar önemli ama yasalardan daha önemlisi galiba zihniyetler. Bizim hayvanları koruma noktasında sağlam ve köklü bir zihniyet değişikliğine ihtiyacımız var. Aslında temel mesele şu: Biz insan olarak kendimizi bu ekosistemde, bu dünyada nerede konumlandırıyoruz? Eğer diğer canlıların de en az bizim kadar eşit yaşama hakkına sahip oldukları kanısında değilsek, eğer insan merkezli bir dünya tasavvuruna sahipsek, eğer her şeyin bizim için olduğunu ve her şey üzerinde sonsuz tasarruf hakkına sahip olduğumuzu düşünürsek değerli vekiller, hayvan hakları ilanihaye karşılanamaz, hayvan haklarına ilişkin yasal düzenlemeler yapılsa da zihniyet değişikliği söz konusu olmaz ama eğer insan dışındaki bütün canlıları da bizimle eşit yaşama hakkına sahip canlılar gibi görürsek yani aslında demokratik bir ilişki tesis edersek işte o zaman hayvan haklarını tanımak ve hayvan hakları noktasında ivedi adımlar atmak mümkün olur.

Bakın "egolojik" bir toplum içerisindeyiz. İnsanı her şeyin tepesinde gören; istediğini asan, istediğini kesen; hayvan üzerinde ve doğa üzerinde her türlü tasarrufa sahip olan bir toplumsal form içerisinde yaşıyoruz ne yazık ki. Şu gördüğünüz grafik doğrultusunda düşünüldüğünde buradan hayvan haklarına ilişkin doğru dürüst bir düzenlemenin çıkması ya da bunun uygulanabilmesi mümkün değil. İnsanın, erkek formunda aynı zamanda, en tepede olduğu ve hiyerarşik bir biçimde yukarıdan aşağıya bütün canlıların dizildiği bir "egolojik" toplum. "Egolojik" toplumdan ekolojik topluma geçmenin zamanı gelmiştir değerli vekiller.

Ekolojik toplum, insanı diğer canlılar gibi dünyada yaşam hakkına sahip olan, herkesin hakkını gözeten ve bu anlamda dünya merkezli, insan merkezli bir dünya tasavvuruna sahip olmayan toplum demektir.

Ekolojik toplum, aynı zamanda hayvan haklarının iadesi noktasında hayvanlara gereken değerin gösterilmesi, bir bütün olarak doğanın korunması noktasında dönüşmemiz gereken zihniyettir. İşte, yasalar değil, esasen zihniyet değişikliğidir önemli olan derken buradan buraya geçişi kastediyorum. Buraya geçtiğimiz koşullarda ancak ve ancak hayvan haklarına riayet eden bir toplumsal yaşamı hep beraber kurabiliriz.

Değerli arkadaşlar, egolojik toplum, kibirdir, her şeyin üstünde kendini görmektir, diğerlerinin hak ve hukukunu nazarıitibara almamak demektir. Oysa insan niye bu kadar kibirli, niye egolarına bu kadar bağlı? Size bir şey söyleyeyim: Yüzde 16 oranında lahanaya benzediğinizi genetik olarak biliyor musunuz? Yüzde 98 oranında da şempanzeye benziyorsunuz arkadaşlar. Hâl böyleyken insanın kendisini bütün canlıların üzerinde görerek -deyim yerindeyse- onlara işkence çektirmesi bir defa felsefi olarak kabul etmememiz gereken bir şeydir, reddetmemiz gereken bir şeydir.

1500'lü yıllardan bu yana 780'den fazla hayvan türü dünyadan yok oldu değerli arkadaşlar ve insanın dünyada arzıendam ettiği zamandan bu zamana kadar da bütün hayvanların yüzde 83'ü insan sebepli bir biçimde ortadan kalkmış durumda. İnsanı buradan çekip çıkarsak dünyanın kendisini onarması için biliyor musunuz 5 ila 7 milyon yıl arasında bir zamana ihtiyaç var, en azından bilim insanları böyle söylüyorlar.

Peki, niye böyle? Çünkü aslında sermaye düzeni, doğadan sürekli alan, doğaya bir şey katmayan, sürekli doğayı kirleten bir niteliğe sahip. Bakın, eğer Çinliler, Çin halkı ABD'li halk gibi tüketmeye kalksa tam 6 tane daha dünyaya ihtiyacımız var. Fakat buna rağmen bir büyüme merakı burada da çok fazla kullanılıyor; buna rağmen mülkiyetin sınırsızlığı, daha fazla mülk edinme fikri insanı esir almış durumda. Değerli arkadaşlar, nereye kadar büyüyebilirsiniz; dünyanın sınırları belirli, rezervler belirli, doğanın kaldırabileceği yük belirli? İşte, sermaye düzeninin yani kapitalizmin, bu kadar dizginsiz bir biçimde doğayı insan için bir hâle getirirken yok ettiği şeylerin başında hayvanlar geliyor ve ne yazık ki hayvanların hukuku geliyor.

Develerden bahsedildi. E kardeşim, muhtemelen ormanı yakan develer değildir değil mi? Ekolojik krizin sebebi de develer değil ama her zaman olduğu gibi, insanın, özellikle kâr hırsına sahip olan insanın doğayı getirdiği yerin ceremesini ne yazık ki hayvanlar çekiyor. "Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser." derler. Gerçekten, sistemin doğa üzerindeki bu tasallutu hayvanların büyük kitleler hâlinde yok olmasına sebep oluyor. Kendi ülkemiz üzerine bile konuşsak 60'larda, 70'lerde var olan pek çok endemik türün neslinin artık ne yazık ki tükendiğini söyleyebiliriz.

Bu Komisyon raporu başarılı bir rapordur, emeği geçen bütün arkadaşlara teşekkür etmek istiyorum ancak "Zaten uygulanmayacak buradan neşet edecek yasa, bu sebeple çok da önemli değil." fikrine bağlı kalınarak bu kadar ciddi bir uzlaşmanın olduğunu da düşünmek istemiyorum doğrusunu isterseniz. Evet, anlaşılan konular önemlidir ve anlamlıdır, evet, bizi bir adım daha ileriye taşımaktadır ancak -ki birazdan şerhlerimiz de var, onlardan da bahsedeceğim- bunların mutlaka ve mutlaka uygulanması gerekir. Önce zihniyet değişikliği, ardından gelen yasal değişiklikle birlikte yapılması gereken şey, esas olarak, ortak bir yasa olmalıdır.

Değerli arkadaşlar, bizim iki açıdan şerhimiz var. Bunlardan bir tanesi, ülkemizde yaşanan faytonlar meselesi. Özellikle Ada'yla müsemma olan bu konu kanayan yara niteliğinde. Raporda turistik amaçla, daha doğrusu tarihî değer taşıdığı için belirli alanlarda, kısa mesafelerde faytonculuğun devam edebileceğine ilişkin bir ibare var. Biz Halkların Demokratik Partisi olarak, faytonculuğun Ada'da ya da başka yerlerde tamamen kaldırılmasından yanayız. Hayvanlara işkence çektirilerek kültür yaşatılmaz değerli arkadaşlar. Ayrıca, atlar çok önemli bir ruam hastalığı rezervuarı hâlindedir. Ada'nın tümü deyim yerindeyse rezervuar hâline dönmüş durumdadır. Ruam hastalığı -içimizde hekimler var, bilirler- son derece tehlikeli bir hastalıktır. Bu nedenle, biz, HDP olarak fayton taşımacılığının tamamen kaldırılmasını talep ediyoruz.

İkinci mesele ise hayvan deneylerine ilişkin sorunlar. Burada, "Bilimsel sebeple olursa yapılabilir de başka sebeple olursa yapılamaz." gibi ibarelerin anlamlı olmadığı kanısındayız. Şundan dolayı: Vallahi, kimse "Ben, keyif için kobayları doğruyorum, köpeklerin koroner damarlarını bağlayıp nasıl öldüklerine bakıyorum." falan demiyor, herkes bilimsel bir sebeple bunu yapıyor ama dünyanın başka yerlerinde uygun modeller var yani hayvan deneylerini aratmayacak uygun modeller var. Bu sebeple, biz, HDP olarak aynı zamanda hayvan deneylerinin de azaltılmasını değil tam anlamıyla ortadan kaldırılmasını savunuyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada öneri olarak özellikle şunun altını çizmek isterim: Hayvanların yaşam hakları mutlaka ve mutlaka Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın teminatı altına alınmak zorundadır. Anayasa'da hayvan tanımı yapılmalıdır, Anayasa'ya "Devlet doğal hayatı ve hayvanların yaşam haklarını korumakla mükelleftir." diye bir madde eklenmelidir. Bu çerçevede zaten hayvan hakları kanunu çıkartılacak, buradaki tartışmalar yasaya dercolacak. Bunun olumlu bir gidişat olduğunu düşünüyorum.

Mevzuatta sahipli/sahipsiz hayvan ayrımı kaldırılmalıdır. Sahipli hayvanlar kadar sahipsiz hayvanların da hakkı hukuku vardır. Ayrıyeten, çiftlik hayvanı, şehir hayvanı, yaban hayvanı gibi oluşturulmuş olan kategorik farklılıklara şehirde bizimle birlikte yaşayan yaban hayvanları kategorisinin de eklenmesi gerekir. Ama şurası çok önemli: TCK'de mutlaka "hayvanlara karşı işlenen suçlar" bölümü yer almalıdır. Hayvana yönelik gerçekleşen öldürme, zalimce davranış, cinsel şiddet, işkence, hayvan dövüştürme, bir hayvanın neslinin yok edilmesi gibi fiillere mutlaka hapis cezası getirilmelidir ve getirilen hapis cezası da asla ve asla, yok, hükmün açıklanmasının geri bıraktırılması, yok, mahkemede uygun tavrı görüldüğü için bilmem ne olması, seçenek yaptırımlara yönelinmesi ya da hapis cezasının ertelenmesi gibi bir niteliğe sahip olmamalıdır. Hâkim tarafından takdirî indirim yapılmamalıdır. Bu mesele çok önemli ve çok temel bir meseledir değerli arkadaşlar.

Yine, hayvana şiddet eğer Tarım ve Orman Bakanlığının görevlileri ya da belediyelerin görevlileri tarafından yapılmış ise -ki bunların vazifesidir hayvanların korunması- burada işlenen cürüm nitelikli olarak kabul edilerek bu doğrultuda cezalandırılmaları sağlanmalıdır. Yine, özel koruma alanlarında hayvanlara eğer şiddet uygulanıyorsa bu da nitelikli bir suç kapsamında değerlendirilmelidir.

Ayrıca, değerli arkadaşlar, evcil egzotik hayvanların üretimi, ticareti yasaklanmalıdır. Köpek, kedi, kuş, hamster, ve sair hayvanların bu hayvan satış merkezlerinden mutlaka ve mutlaka kurtarılması, "pet shop"lardan kurtarılması bir zorunluluktur.

Hayvanları Koruma Kanunu'ndan doğan görevlerini yerine getirmeyen veya eksik yerine getiren belediye tüzel kişiliklerine idari yaptırımlar uygulanmalı ve ihlali gerçekleştiren kişiye de bu yaptırımlar rücu edilmelidir.

Mevcut yasada bir 6'ncı madde var; bu çok önemlidir, hem hayvan hakları savunucularının hem de bizim kırmızı çizgimizdir, o da şudur: Bakımevlerinde rehabilitasyon sürecini tamamlayan ve yuvalandırılamayan hayvanlar alındıkları yere tekrar geri bırakılmalıdır. Onların toplama kamplarına tıkıştırılmasına ya da daha önceki yıllarda konuşulduğu gibi, okul, hastane, park, ibadethane gibi insanların yoğun olduğu yerlere bırakılamayacağına ilişkin ibareyi kabul etmek mümkün değildir. Hayvanlar nerede yaşıyorlarsa orada yaşamaya devam etmelidirler.

Yine apartmanlarda evcil hayvan besleme engelleri ortadan kaldırılmalıdır. Hayvanlarını terk eden insanlara en az 10 bin lira idari para cezası kesilmelidir.

Mobil kısırlaştırma merkezleri yasaklanmalıdır.

Yine "yasaklı ve tehlikeli ırklar" söylemi koruma kapsamına aykırıdır ve tümden kaldırılmalıdır. Yasaklı ve tehlikeli ırk yoktur, yasaklı ve tehlikeli insanlar vardır. İnsanlar, hayvanları kötü koşullarda yaşatmak suretiyle onlara "yasaklı ve tehlikeli ırk" yaftasını yapıştırmaktadır. Ruh hastası olan aslında onların sahibidir, bu sebeple rehabilite edilmesi gereken de onlardır.

Hobi olarak yaban hayvanı bulundurmak yasaklanmalıdır.

Av ve avcılık turizmi yasaklanmalıdır. Değerli arkadaşlar, buradan kazanacağımız para, para değil gerçekten. Bakın, endemik türler yok oluyor. Her sene yayımlanan sirkülerde "Şu hayvanın, bu hayvanın avı serbesttir." deniyor. Şimdi de trekking yapıyoruz, o hayvanlar dahi artık görülmemeye başladı. Çok kısa süre sonra çocuklar ancak bunların resmini görecekler.

Yine hayvanat bahçeleri yasaklanmalı, mevcut hayvanat bahçeleri yaban hayatı kurtarma ve rehabilitasyon merkezleri hâline dönüştürülmelidir. En son ne zaman hayvanat bahçesine gittiniz bilmiyorum ama hayvanat bahçeleri birer Nazi toplama kampına dönmüş durumda ne yazık ki.

Yine çok önemli bir mesele -bakın, Parlamentoda da ciddi kulis yapıldığını biliyorum bu konuda- hayvanlı kara ve su sirkleri yani yunus parkları yasaklanmalıdır, mevcut tesisler en fazla bir yıl içerisinde kapatılmalı, bu tesislerdeki hayvanlar koruma altına alınmalıdır. Bunların bilimsel, tıbbi hiçbir faydası yoktur. Kendi doğal ortamlarından zorla taşınarak kafes havuzlara hapsedilen bu hayvanlar, gerektiğinde şiddet uygulanmak suretiyle, gerektiğinde aç bırakılmak suretiyle terbiye edilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda yapılan kulis konusunda da lobi konusunda da herkesi uyarmak istiyorum. Çok önemli bir mesele.

Yine, hayvan dövüşlerinin yasaklanması, hayvan güreşlerinin yasaklanması gerekli. Canlı hayvan ticaretinin yasaklanması gerekli değerli arkadaşlar, canlı hayvan ticaretinin.

Hayvan deneylerinden bahsettim.

Gümrüklerde el konulan hayvanlar için özel koruma tedbirleri oluşturulmalı.

Yine, kürk satışı ve kürk üretimi yasaklanmalı. Kürk giymesin kimse. Hiç kimse bir diğerinin derisini kendisine elbise olarak giymek zorunda değil; böyle bir zorunluluğu, böyle bir yükümlülüğü yok. Giymeyin kardeşim! (HPD ve CHP sıralarından alkışlar)

Çocuklara doğa ve hayvan sevgisini aşılayacak eğitimler yapılmalıdır. Bir yasa teklifi verdik; ilk ve ortaöğretime tarım dersinin konulması noktasında zorunlu dersler eklenmelidir. İl Hayvanları Koruma Kurulları görev ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Şu havai fişek faciasına artık son verilmeli. Düğünlerde, kutlamalarda atılan havai fişeklerle binlerce kuş ölüyor arkadaşlar. Bunun yasaklanması lazım.

Tarımsal alanlarda yaşayan hayvanların yaşamını desteklemek için başta zehirli tohum ve gübre olmak üzere bunların kısıtlanması son derece önemli.

Ve gelelim ekolojik yıkım getiren projelere; bu, Hükûmeti çok ilgilendiriyor. Yaban hayvanlarının yaşam ortamlarının işgal edilmesi, zorunlu göçe tabi tutulması demektir. Burada çok önemli şeyler var. Bakın, mesela, taslak raporda Kumburgaz'daki hayvanlar için 500 dekarlık bir gölet oluşturulmasından bahsediliyor. Arkadaşlar, yaptığınız üçüncü havalimanıyla orada binlerce dekarlık gölü yok ettiniz, şimdi yeniden "Göl yapalım." diyorsunuz. On iki bin yıllık bir gölü ki hayvanların da faydalandığı bir gölü yok ettiniz. Kaz Dağları'ndaki orman katliamı ortada. Ağaç dikmekle orman yapılmaz; orman ekolojik bir bütündür, börtüsü böceği, kurbağası tavşanı, kurdu tosbağasıyla beraber ekolojik bir bütündür. Orman, ağaçların toplamından çok daha fazla bir şeydir.

Yine, kuruyan göller, endüstriyel tarımın hayvanlara verdiği zarar, zehirler, baraj ve HES yapımları, madencilik, termik santraller... Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu? Rapor güzel ama olağan koşullarda, bu rapora imza atan zihniyetin -iktidar açısından konuşuyorum- aynı zamanda hayvanların toptan kırımına sebep olacak bu politikalara yönelmemesi beklenir ama gördüğümüz şey bu değil.

Yine, değerli arkadaşlar, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu uygulanmadığı ve kanunda eksik maddeler olduğu için, bunun tekrar bir düzenlenmesi lazım; yönetmelikler uygulanmıyor, bunun düzenlenmesi lazım. Bir de tabii, çıkarılan yönetmeliklerde bir tuhaflık var, bir ciddiyet sorunu var. Dün biz kısmen bunu tartıştık Tarım Komisyonunda. Şimdi, hayvanların kimliklendirilmesine ilişkin bir yönetmelik var, yönetmeliğin başlığı şu: "Köpek, Kedi ve Gelinciklerin Kimliklendirilmesine İlişkin Yönetmelik" Ben hayatımda kimlikli bir gelincik tanımadım, gelinciğin ne olduğunu biliyorum. Sonradan Bakanlığa sorduk, "Vallahi, biz de bilmiyoruz. Avrupa'dan bize ne geldiyse, biz onu çevirdik." dediler. Arkadaşlar, gelincik vahşi bir hayvan, biliniyor. Acaba, bir çeviri hatası mı var dedim, İngilizce metne baktım, "ferrets" İngilizcesi. "Ferrets" "dağ gelinciği" diye çevrilmiş; gelinciğe çok benzeyen bir hayvan olmakla birlikte kokarca ve porsukla akrabalığı olan bir başka hayvan. Bu hayvanın Türkiye'de alınması, satılması yasak. Türkiye'de üretilmeyen ve alınması, satılması yasak olan bir hayvan için, gelinciklerin kimliklendirilmesine ilişkin biz bir yönetmelik çıkarmışız. Biraz daha ciddiyete ihtiyaç olduğu kanısındayım değerli arkadaşlar. Bu mesele, gelinciklerin kimliklendirilmesi konusu koskoca Bakanlıkta, o kadar bürokratın olduğu, mevzuyu bilen o kadar insanın olduğu yerde hiç kimsenin dikkatini çekmedi mi Allah aşkına ya? Bir kişi çıkıp da "Ya, bu gelincikleri biz niye kimlik sahibi yapıyoruz? Gelinciklere çip mi takacağız?" diye hiç kimse sormadı mı? Komik bir durum gerçekten ya! Anlaşılması gerçekten son derece zor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Meseleye şuradan bakalım: Hayvan haklarını korumak, aynı zamanda, bir bütün olarak ekolojiyi korumakla mümkündür. O nedenle, örneğin, karbon salınımını düşürmek için ne türden bir projeniz var değerli iktidar? Her yere açtığınız termik santrallerle sera gazı emisyonunun giderek artmasını sağlarken, memlekette en fazla karbon geri alınımını sağlayan ormanları tahrip ederken ne türden bir doğal hayatın daha fazla sürebileceğini düşünüyorsunuz bilmiyorum. Yani atılan adım ile yaptıklarınızın arasındaki çelişkiyi ben gözler önüne sermek istiyorum.

Sözlerimi bitirirken şunu özellikle vurgulamak isterim: Ana hatlarıyla destek olduğumuz, desteklediğimiz bu çalışmadan, umut ediyorum ki "Hayvanları Koruma Kanunu" olarak iyi bir metin çıkar ve umut ediyorum ki yürütme bu işin arkasında olur, ciddi bir denetim mekanizması oluşturulur ve hep beraber iyi bir Hayvanları Koruma Kanunu çıkarmış oluruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın.

RIDVAN TURAN (Devamla) - İnsanları, halkımızı selamladım; sözlerimi, ülkemizdeki bütün hayvanlara, hayvan dostlarımıza da saygılarımı sunarak bitirmek istiyorum.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)