| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 12.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nda yer alan Adalet Bakanlığının bütçesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz aldım. Bu vesileyle sayın Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, adalet, demokratik ülkelerde her şeyin üstündedir. Toplumun huzuru ve güveni için adaletin etkin bir biçimde işlemesi gerekir. Demokratik hukuk devletlerinde adalet, bağımsız, tarafsız, adil yargıyla sağlanır. Bağımsız, tarafsız, adil bir yargı ve hukukun üstünlüğü, demokratik toplumların olmazsa olmaz koşuludur. Özellikle Türkiye gibi çok kimlikli, çok inançlı, çok kültürlü ülkelerde huzur ve güvenliğin sağlanabilmesi için tarafsız, bağımsız, herkesin güvenini kazanmış, adil bir yargı sisteminin oluşturulması en temel ihtiyaçtır. Ne yazık ki ülkemizde henüz böyle bir yargı sisteminden bahsetmemiz mümkün gözükmüyor. Kanaatimce, bir ülkede yargının bağımsız olup olmadığının en belirgin göstergesi, kanıtı ve delili, o ülkede birincil görevi devleti ve kurulu düzeni vatandaşa karşı koruyan özel mahkemelerin olup olmadığıdır. Bunu ölçüt olarak alıp bir değerlendirme yaparsak Türkiye'de yargının değil bugün, cumhuriyetin kuruluşundan beri tarafsız ve bağımsız olmadığını, yargılamaların adil yapılmadığını çok açık bir biçimde, en çıplak haliyle görebiliriz. Bu ülkede cumhuriyetin kuruluşundan itibaren istiklal mahkemeleriyle başlatılan özel mahkemeler, süreç içerisinde zaman zaman isim değişikliğine uğramışsalar da özde bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar hep var olmuşlardır.
İstiklal mahkemelerine müteakip kurulan Yassıada Mahkemesi, sıkıyönetim mahkemeleri, devlet güvenlik mahkemeleri, özel görevli ağır ceza mahkemeleri ve şu an için de özel yetkili bölge mahkemeleri ülkemizde peş peşe varlık gösteren özel mahkemelerdir. Bu mahkemelerin görevi, kutsal sayılan devleti ve devletin kurulu düzenini vatandaşına karşı korumaktır. Bu mahkemelerin görevi, resmî devlet ideolojisine ters düşenleri yargılayıp cezalandırmaktır. Bu mahkemelerin görevi devlet kaynaklı zulme ve haksızlığa karşı direnenleri yargılayıp hapse atmaktır. Bu mahkemeler bu ülkede ne yapmıştır? Hemen söyleyeyim: En başta demokrasimize zarar vermişlerdir, tahrip etmişlerdir, adil yargılanma hakkını bertaraf etmişlerdir, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmışlardır, yurttaşın mahkemelere olan güvenini kaybetmesine yol açmışlardır, bu mahkemeler düşünce ve ifade özgürlüğünün cellatları olmuşlardır. Bu mahkemeler başka ne yapmıştır? Bu mahkemeler Şeyh Said'i, Seyit Rıza'yı, İskilipli Atıf Hoca'yı ipe göndermişlerdir. Bu mahkemeler bu ülkenin başbakan ve bakanlarını cellatlara teslim etmişlerdir. Bu mahkemeler Deniz Gezmiş'i, Yusuf Aslan'ı, Hüseyin İnan'ı, Erdal Eren'i ve nice güzel insanı darağacına göndermişlerdir. Bu mahkemeler 1982 faşist darbesinin lideri Kenan Evren'in "Sağdan birini, soldan birini asın." emrini anında yerine getirmişlerdir. Bu mahkemeler, değerli arkadaşlar, özet olarak Türkiye'ye kaybettiren mahkemelerdir.
Cumhuriyet tarihi boyunca bu mahkemelerden bir türlü kurtulamayan ülkemizde yargının bağımsız olduğunu, tarafsız olduğunu, adil yargılama yapıldığını nasıl söyleyebiliriz? Kim bunu diyebilir? Vicdan sahibi hangi hukukçu bunu söyler?
Kabul edelim ki yargı bağımsızlığı konusunda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği kararlarla tescilli bir ülkeyiz. Özel mahkemeler ortadan kaldırılmadıkça yargı bağımsızlığı asla ve katiyen olmaz. Sayın Bakan, yargının bağımsızlığından yanaysanız, bu mahkemelerin ismini değiştirmek yerine bu mahkemeleri ortadan kaldıracak bir düzenlemeyi Parlamentoya getirin. Yargı bağımsızlığından yana olan bir iktidar, öncelikle bu özel mahkemeleri ortadan kaldırmalıdır.
Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana işbaşına gelen hükûmetlerde birçok şahsiyet Adalet Bakanı olarak görev yapmıştır. Bunlardan olumlu icraatları olanları insanlarımız minnetle yâd etmiş, yâd etmektedir. Yanlış icraat sahiplerini de insanlarımız asla unutmamışlardır.
"Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır, hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler." diyen meşhur ırkçı Adalet Bakanını halklarımız unutmadı.
Faili meçhul cinayetlerin günübirlik pervasızca işlendiği dönemde bin operasyon yaptığını gururlanarak söyleyen Adalet Bakanını halklarımız asla unutmayacaktır.
Gardiyanların çivili kalaslarla Diyarbakır Cezaevinde 10 tutukluyu darp ederek öldürmeleri karşısında kılını dahi kıpırdatmayan Adalet Bakanı ile 20 cezaevinde birden aynı anda düzenlenen ve ironi yaparcasına "Hayata dönüş" adı verilen operasyonların sonucunda 32 tutuklu ve hükümlünün ölümüne yol açan operasyonların emrini veren, arkasından da çıkıp yüzü kızarmadan haklılığını savunan Adalet Bakanını halklarımız unutmayacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bugün için Adalet Bakanlığı makamında her ne kadar bu zihniyetin devamcısı olanlar yok ise de, geçmişte yaşanan olumsuzluklardan ne yazık ki iyi dersler çıkarmadığınız da bir gerçekliktir. Bugün için de haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diz boyudur.
Değerli milletvekilleri, şu an 10 bini aşkın Kürt siyasetçisi cezaevlerinde tutsak durumundadır. Siyasi iktidarın yönlendirmesiyle "KCK" adı altında yürütülen, Kürt halkını demokratik siyasal zeminin dışına itmeye çalışan operasyonlar sonucunda 6 milletvekilimiz, 4 eş genel başkan yardımcımız, 6 merkez yürütme kurulu üyemiz, 57 parti meclisi üyemiz, 34 belediye başkanımız, 212 belediye meclisi ve il genel meclisi üyemiz, yüzlerce il ve ilçe başkan ve yöneticilerimiz ile üyelerimiz bu dönemde tutuklanmışlardır.
AKP iktidarı döneminde 500'e yakın öğrenci parasız eğitim, harçların kaldırılması gibi demokratik talepler için düzenledikleri hak arama eylemlerinde slogan attı, pankart açtı, puşi bağladı diye tutuklanıp cezaevine konulmuşlardır.
Bu ülkede ilk defa AKP Hükûmeti döneminde onlarca avukat mesleki görevlerini ifa ettikleri için topluca tutuklanmışlardır. Gazeteciler, bilim adamları, AKP iktidarının hışmına uğramış, cezaevine konulmuşlardır.
Değerli milletvekilleri, İnsan Hakları Derneğinin hazırladığı Çocuk Ölümleri Raporu'na göre, 1988 yılından günümüze kadar gerek güvenlik güçleri tarafından gerek askerî patlayıcılar gerekse de çatışmalı süreçten dolayı çeşitli şekillerde hayatını kaybeden çocuk sayısı 561'dir. Bunlardan 181'i AKP'nin on yıllık iktidarı döneminde hayatını kaybetmiştir.
4 Ağustos 2012 tarihinde polisin sıktığı gaz bombası sonucu yaşamını yitiren on bir yaşındaki Mazlum Akay, 6 Ağustos 2012'de Muş'un Kızılağaç beldesinde bulduğu bir cismin elinde patlaması sonucu ölen sekiz yaşındaki Seray Yavuz ve 7 Ağustos 2012 günü Van'ın Çaldıran ilçesinde, İran sınırında askerler tarafından kurşunlanarak öldürülen Vesim Zengin yaşamını yitiren son çocuklardan birkaçıdır.
Bu ölümler kadar vahim olan bir başka şey de daha on iki yaşındayken başına ve bedenine sıkılan 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz başta olmak üzere bu çocukların katillerinin hiçbirisinin ceza almamasıdır.
Yine başta Pozantı olmak üzere birçok cezaevinde devletin koruması altında olan çocuklar tecavüze uğramış, işkence ve kötü muameleye maruz kalmışlardır. Değerli milletvekilleri, adalete olan inanç dibe vurmuştur.
27 Aralık 2011 tarihinde Roboski'de yaşanan katliamın üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen, katliamı yapan ve katliam emrini veren sorumlu kişiler hakkında henüz açılmış bir dava dahi yoktur. Katledilen insanların yakınları feryat figan ediyor, onların sesini duyan yok. Katliam arifesinde, soruşturma dosyasının Ankara'nın dehlizlerinde kaybolmasına izin vermeyeceklerini söyleyen Sayın Başbakan söylediğini unutmuş durumdadır. Sayın Başbakanın suskunluğu Hükûmetin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Türkiye kamuoyu bilmelidir ki bu katliamın birinci dereceden sorumlusu şu anki Hükûmettir ve Hükûmetin başındaki Başbakandır. Ama herkes de bilmeli ki Barış ve Demokrasi Partisi katliamdan sorumlu olanlar hesap verene kadar bu işin peşini bırakmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, tanık olduğum ve beni hukukçu olarak rahatsız eden iki olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bulunduğu Urfa Cezaevinden Adana Kürkçüler Cezaevine nakledilen Urfa Milletvekilimiz Sayın İbrahim Ayhan'ı Adalet Bakanlığının özel izniyle Adana Kürkçüler Cezaevinde ziyaret etmiştim. Cezaevine gittiğimde, Cezaevi Müdürü, İbrahim Ayhan'la açık görüş yaptırmayacaklarını, kapalı görüş yapabileceğimizi söyledi. Nedenini sorduğumda da, Urfa Cezaevinde kendisine verilen disiplin cezasından kaynaklandığını ifade etti. Zorunlu olarak Sayın İbrahim Ayhan'la kapalı görüş yaptık. Sayın İbrahim Ayhan milletvekilidir, milletvekili seçildiği andan itibaren milletvekilliği dokunulmazlığına sahiptir. Dokunulmazlığı kaldırılmadıkça mahkemeler dahi milletvekiline ceza verme yetkisine sahip değilken, cezaevi idaresi rahatlıkla dokunulmazlığı bulunan milletvekiline disiplin cezası verebilmektedir. Bu bir hukuk tanımazlıktır. Cezaevleri idarelerinin hükümlü ve tutuklulara yönelik nasıl bir hukuksuz davranış içerisinde olduklarının da açık kanıtıdır.
Yine, değerli milletvekilleri, Adana 8'inci Ağır Ceza Mahkemesinde izleyici olarak katıldığım bir davada 8 tutuklu sanığın yargılanması yapılıyor idi. Söz isteyen sanık mahkeme başkanının söz vermesi üzerine savunma yaparken söylediği sözler mahkeme başkanının hoşuna gitmediği için mahkeme başkanı bağırarak "Atın bunu dışarıya." demiş, askerler sanığı almaya yeltenince askerlere hitaben bu kez mahkeme reisi "Durun! Yaz kızım: Sanıkların tutukluluk hâllerinin devamına, duruşmanın filan tarihe bırakılmasına karar verilmiştir, alın götürün." diyerek duruşmayı sonuçlandırmıştır. Böyle bir yargılamaya otuz yıllık meslek yaşamım boyunca ilk defa tanık oldum. Bir mahkeme reisi, duymak istemediği sözleri söylediği için sanığı susturabiliyor, diğer sanıkların hiç birine söz hakkı tanımıyor, tutukluluğun devamı konusunda Cumhuriyet Savcısının talebini almıyor, vereceği karar konusunda heyetteki diğer iki yargıcın kararını almaya ihtiyaç duymuyor, tüm usul yasalarını çiğneyerek son derece keyfî karar verebiliyor ve bu hâkim ne yazık ki herhangi bir soruşturmaya uğramadan görevini hâlâ sürdürebilmektedir.
Değerli milletvekilleri, komisyonlardan geçip Genel Kurulun gündemine getirilen Ceza Usul Yasası ile Ceza İnfaz Yasasında Değişiklik Öngören Kanun Tasarısı bütçe görüşmelerinden önce Genel Kurulda ele alınıp görüşülecek iken AKP Grubu tarafından verilen önergeyle bütçe görüşmelerinin sonuna bırakılmıştır. Tasarı, bir yıldan az cezası kalan hükümlülerin denetimli serbestlik yoluyla bırakılmalarını öngördüğünden, özellikle açık cezaevlerinde bulunan hükümlüleri beklenti içerisine koymuştur. Bu beklentinin cezaevlerinde huzursuzluğa dönüşmesine imkân vermemek amacıyla tasarının bütçe görüşmelerinin akabinde önümüzdeki yıla bırakılmadan Genel Kurulda görüşülmesinin uygun olacağı düşüncesindeyim.
Değerli milletvekilleri -son bir, süre kalmadığı için- avukat arkadaşlarımın, meslektaşlarımın bir arzusu var, onu sayın Genel Kurulla paylaşmak istiyorum.
Avukatlar yurt dışına normal pasaportla gitmek durumunda oldukları için her seferinde vize almak durumundalar. 3'üncü sınıf memurlara tanınan yeşil pasaport verme hakkının?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MURAT BOZLAK (Devamla) - ?avukatlara da tanınmasını diliyor, 2013 yılı Adalet Bakanlığı bütçesinin barışa, hukukun üstünlüğüne, adalete hizmet etmesi dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.
MURAT BOZLAK (Adana) - Sayın Başkan, özür dilerim, bir düzeltme yapmak istiyorum: 3'üncü sınıf memur diye belirleme yapmışım, 3'üncü derece memur şeklinde düzeltilmesini talep ediyorum.
BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.