GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:57
Tarih:18.02.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Parlamentomuzun kıymetli mensupları; Sayın Mustafa Savaş Bey'in ve 88 arkadaşının Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu ve Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen kanun teklifini görüşmek, İYİ PARTİ Grubu adına birinci bölüm hakkında değerlendirmeler yapmak üzere huzurunuzda bulunmaktayım.

Öncelikle belirtmek gerekir ki 40 maddelik kanun teklifinin önemli bir kısmını olumlu bulmaktayız. Gerçekten, banka komisyonlarının düşürülmesi gibi, piyasa bozucu eylemlerin düzenlenmesi gibi Basel Kriterleri bazındaki düzenlemelere olumlu bakmaktayız. Komisyonda bunlara da olumlu oy verdik ancak ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden itibaren herhangi bir düzenleme olmadığı için kanun yapma şeklimizde bütünüyle bunları ayırmak mümkün olmuyor. Dolayısıyla, esasında, kanun yapma kalitemizin düşüklüğü, millî iradenin de kanun yaparken doğru ve sağlıklı yansımasını engellemiştir ve engellemektedir. Bu konuda da maalesef, özellikle ittifak mensubu partiler başta olmak üzere, İç Tüzük'le ilgili herhangi bir düzenleme yapma gayreti de ortada yoktur.

Ekonomide temel sorun yapısal tıkanmadır; yapısal tıkanmanın, tabii ki, ekonomiyi de içine alan, hukuk başta olmak üzere temel konularda âdeta Türkiye'yi aşağıya çeken bir süreç içerisine sokmasıdır. Hukukun üstünlüğü -daha önceki konuşmalarımızda da belirtmiştik- kalkınmanın bismillahıdır ve hukukun üstünlüğü olmadan hiçbir ülkede hiçbir ekonomik konu etkin olarak çalıştırılamaz. Hukukun üstünlüğü, özgürlük alanlarının geliştirilmesi ve ifade özgürlüğü bunların başında gelmektedir. Bu nedenle, baktığımızda, aslında ekonomide güveni sağlamak için yapılması gereken basit adımlar vardır.

Bakın, çok basit bir örnek vermek istiyorum: OECD içerisinde en yüksek risk primi olan ülke Türkiye'dir. Dünya eski dünya değildir ama Türkiye maalesef eski Türkiye'dir. CDS'i 100'ün üzerinde olan 2 ülke var; biri 167'yle Güney Afrika, diğeri 300'ün biraz altıyla Türkiye. Bu ne demek? Bu, şu demek: Türkiye, bu nedenle bugün yüzde 5'in üzerinde bir faizle yurt dışından borç almaktadır ve Türkiye'nin 460 milyar lirayı aşan bir dış borcu vardır. Dolayısıyla, bu faizler üzerinden Türkiye, 2020 yılında 30 milyar dolar ve üzeri faiz ödeyecektir. Eğer Türkiye, basit, Türkiye'de güveni sağlayıcı adımlar atarsa, sigorta primi düşeceği gibi, faizi de minimum 2 puan düşecektir; çok basit adımlarla. Bu ne demek? Bu da 10 milyar dolar; bugün için, Türk lirasıyla, 60 milyar Türk lirası demektir. 60 milyar Türk lirasının yapabilirliği çok yüksektir, çok yüksektir. Bütün Kanal İstanbul için konuşulan para 120 milyardır, "200-300 milyar" diyenler de var ama özellikle yürütme organının sunduğu rakam bu civarlardadır. Bu nedenle, Türkiye'nin yapması gereken şey, bu düzenlemelerin de, bu kanun teklifinin de etkin bir sonuca ulaşması için, güvenin sağlanacağı bir Türkiye'dir. Çok basit; bugün, sadece ekonomi yönetimi değişse, güvenilir bir kadro gelse, inanın, çok basit olarak, faizlerin ve CDS'in düşeceğinden emin olun; güvenilir bir kadronun gelmesiyle. Zaten, yürütme falan değiştiğinde, tabii, Türkiye'nin atmosferi çok değişecektir şüphesiz.

Bu anlamda baktığımızda, bu kanun teklifiyle ilgili bazı hususlara itirazlarımız var. Mesela, teklifin 1'inci maddesinde önemli bir sıkıntı var; bu da özellikle bankacılara yönelik bir ifade yasağının getirilmiş olmasıdır. Artık bankacılar tehlikeyi işaret edecek bir açıklama yapma durumundan çıkacaklardır. Banka yöneticileri, üst düzey yöneticiler "Bu kanun değişikliğiyle, banka sermaye yeterlilik rasyoları düşer ve bankacılık sistemi zarar görür." deseler bu, onların ellerinden imza yetkilerinin alınması için yeterli olabilir. Konuşma ve görüşlerini ifade yasağı getiriliyor. Komisyonda Sayın Durmuş Yılmaz'ın belirttiği ve tutanaklara geçen bir durum var; bu nedenle, daha bu kanun çıkmadan, 11 özel banka yöneticisinin görevden aldırıldığını belirtti. İşte, bu tavır ve bu davranış, Türkiye'yi bir yere götürmeyecek davranıştır, aşağı çeken bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir başka itiraz ettiğimiz ve açık olmayan madde 4'üncü maddedir. Bu çok tartışılmıştır ve Komisyonda samimiyetle bu konuyu soranlar tatmin olmamıştır, bunun da sebebi şudur, bu madde şunu ifade etmektedir: Normal bankalar ile Varlık Fonundaki bankalar arasında bir ayrım söz konusu olmaktadır. Ve kanun maddesi metninin anlamlandırılmasında, bizim tarafımızdan anlamlandırılmasında ve bu konuda gerçekten çok uzun süre mali konularda bürokratlık yapmış ve bugün parlamenter olan birçok arkadaşımızın anlamlandırmasından şu sonuç çıkmaktadır: Varlık Fonundaki bankaların öz kaynaklarının yüzde 25'inden fazlasını bir gruba kredi olarak kullandıramaması istisna dışına çıkarılmaktadır. Bu, bir bankanın sınırsız olarak bir gruba kredi açması demektir ve bu süreç başka bir sıkıntıyı gündeme getirecektir. Daha önce "crowding out" dediğimiz... Bu gidişle, kamu finansmanındaki bu ciddi açıkla artık, bütün bankalar hazineyi finanse eden kurumlar hâline dönüşmektedirler. Bu, faizleri yukarıda tutacağı gibi, özel sektörün de bu finans yapısından kredi almasını engelleyecektir ve engellemeye başlamıştır. Bakın, 2001 krizinin temel nedenlerinden biri buydu ve 2001'de yapılan reformlar bunu çözümlemişti. Çok ciddi bir kriz maliyeti ödeyerek buradan çıktık, tekrar buraya doğru gelmekteyiz.

Bunun gibi itiraz ettiğimiz bazı konular var, önemli bir düzenleme var. Aslında, metin masum bir metin. Sermaye piyasasıyla, Sermaye Piyasası Kanunu'ndaki değişikliklerle proje finansmanı sistemi getirilmektedir. Bu, doğru bir düzenlemedir ve uygun bir düzenlemedir. Aslında, bütün metinler masumdur, kanun metinleri masumdur.

Derler ki: "Dünyanın en demokratik ve en özgürlükçü kanun metinleri Sovyet dönemi anayasasındadır." Ama bu metinler Stalin'i çok demokrat ve özgürlükçü bir lider yapmamıştır. Dolayısıyla uygulamalar önemlidir. Özellikle Kanal İstanbul finansmanı için düzenlendiği söylenen bu sistem üzerinden, Kanal İstanbul'un finansmanı konusunda bir uyarıcı aktarım yapmak istiyorum. Kanal İstanbul bir kamu projesi değildir. Kanal İstanbul'un ciddi bir ekonomik dışsallığı söz konusu değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - Çevresel faktörlerle itirazımız çok yüksektir. Bunları bir kenara koysak dahi, Kanal İstanbul'un hazineden, vergilerle nihai olarak finanse edilmesi son derece yanlıştır; bu, mega bir şehir projesidir.

Bu nedenle, Kanal İstanbul'a bu türlü bir projeyle finansman toplanarak geçiş garantili bir sistemle nihai ödemeyi hazineden vergilerle yaptığımız takdirde olacak olan şudur: Vergilerle, buradan gayrimenkul alıp rant sahibi olanların ceplerine ciddi bir kaynak aktarmış oluruz. "Rant ne kadardır?" derseniz, 800 milyar lira civarında olduğu hesap edilmektedir. 1 milyon 670 bin metrekare imar alanı söz konusu, 30 milyon metrekare alan el değiştirmiştir. Buradan siyasetçilerin arazi alımı bir ahlak meselesidir. Bu vesileyle çok net söylüyorum, Sayın Albayrak'ın arazi almış olması da bir ahlak meselesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Tatlıoğlu.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) - O nedenle, bunun finansal sistemi buradan ortaya çıkacak rant üzerinden olmalıdır, aksi takdirde büyük bir haksız kaynak aktarımı, zulme varacak bir kaynak aktarımına neden olur. Şehirleri ve Türkiye'yi dolaşıyoruz, 810 lira emekli maaşı aldığını söyleyen insanlarımız var, geçinemediği için intihar eden insanlarımız var. Böyle bir Türkiye'de bu kaynak aktarmasının son derece yanlış olduğunu yüce Parlamentonun huzurunda bir defa daha belirtmek istiyorum.

Efendim, hepinize saygılar sunarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)