| Konu: | Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 60 |
| Tarih: | 25.02.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi'nin geneli üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Önemli ve geç kalınmış bir kanun teklifini görüşmeye başladık. Birazdan Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi'yle ilgili değerlendirme yapacağım ama daha önce ülkemizin güvenliği konusunda da bir iki cümle konuşmak istiyorum.
Ordumuz İdlib'de. Neden İdlib'deyiz? Suriye rejimi nedeniyle zarar görmüş sivillerin göç dalgasına engel olmak, sınırımızda güvenli bir bölge inşa ederek o insanları oraya yerleştirmek ve asıl önemlisi, ülkemizin sınır güvenliğini korumak için. Güvenliği, sözde güven duyduğumuz ülkelerle iş birliği içerisinde sağlamaya çalışıyoruz; sözde iş birliği yaptığımız Rusya... İdlib'den hemen her gün şehit haberleri geliyor. İdlib, Türkiye açısından güvenli bir bölge midir? Sadece bugün yaptığı açıklama bile Rusya'nın İdlib konusundaki samimiyetinin göstergesi. Sayın Cumhurbaşkanı 5 Mart tarihinde 4'lü bir zirve gündemi belirleyedursun, Kremlin "Şu anda 4'lü bir Suriye zirvesi üzerinde çalışmıyoruz." diyor.
İdlib güvenli değil Sayın Erdoğan, İdlib'de iş birliği yaptıkların da!
Sayın Cumhurbaşkanına soruyorlar: "İdlib'de insani dram var. 300 bin Suriyeli Türkiye sınırına doğru ilerliyor. Fakat Rusya'yla Libya meselesinde farklı görüşte olmamız İdlib'deki bu insani dramı tetiklemiş olabilir mi?" Sayın Cumhurbaşkanı cevap veriyor: "İdlib'de veya Suriye'de bizim Rusya'yla olan mutabakatımız ve gayretlerimiz, müşterek gayretlerimiz çok daha farklı. Libya'da özellikle Sayın Putin'le yaptığımız mutabakatta biz burada asla sivil öldürülmesine fırsat vermeyeceğiz ama ne yazık ki rejim burada sivil katliamını devam ettiriyor."
Sputnik Haber Ajansına göre Libya'da 16 şehidimiz var, Sputnik, Rusya'nın haber kanalı. Sayın Cumhurbaşkanına göre ise Libya'da birkaç tane şehit var ve şehitler tepesi hiç boş kalmayacak. Bugün yaptığı açıklamaya göre ise 2 şehidimiz var.
Diyeceğimiz o ki, Libya da güvenli değil Sayın Erdoğan, Libya'da iş birliği yaptıkların da!
Sayın Cumhurbaşkanına soruyoruz: Libya'da ne olduğunu neden öğrenemiyoruz? Bakınız, çukur o kadar derin ki, bu bilgiyi veren gazetecilerin internet üzerinde kayıtlı bütün hesapları yasa dışı bir şekilde ele geçiriliyor. Libya şehidiyle ilgili verdikleri bilgiler siliniyor, özel şifreleri, dosyaları arşivleniyor ve yazarların kendi hesaplarına erişimleri bile engelleniyor. Gazetecilerin görevi, kamuoyunu bilgilendirmektir, Hükûmetin ülke güvenliğini tehlikeye atan dış politikadaki yanlışlarının üstünü kapatmak değildir.
Siz her yanlışınızda arkanızda duran yandaşlarınızın sayesinde kandırılabilirsiniz, kanabilirsiniz. Ama bu ülkede şehide "Birkaç tane." dediğinizde alkışlamayacak, değersiz ve ruhsuz tavrınızı kutsamayacak gerçek gazeteciler de var ve bu gazetecilerin de, iftira atmamak kaydıyla yazdığı haberlerin, kişisel verilerinin, düşüncelerinin güvencesini sağlamak görevi de sizindir.
Eğer bir haber ülke güvenliğini tehdit ediyorsa yapılacak işlem bellidir: Yasal süreç işler, dava açarsınız, yayın yasağı koyarsınız, habere erişim yasağı getirirsiniz. Basın Kanunu ve Türk Ceza Kanunu bu konuda size fazlasıyla yetki veriyor. Ancak, Libya'da yaptığınız yanlışın sonuçlarına şehit analarının gizlice katlanmasını istemenizi haber yapmak, ülke güvenliğini tehdit etmek değildir. Sizin yaptığınız yanlışlar sonucu şehit olan askerlerimiz, sizin üstünü kapatmak zorunda olduğunuz, hesap veremeyeceğiniz sırrınız olabilir ama bu ne şehit anasının sırrıdır ne de Türkiye Cumhuriyeti'nin. Gazetecilerin yaptığı olsa olsa hırsınızın vatana verdiği ve vereceği zararlar konusunda vatandaşı uyarmaktır. Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. "Muhalefetin söylemleri beni ilgilendirmiyor. Beni muhalefet mi yargılayacak?" diyorsunuz ya, sakladığınız, korktuğunuz her şey bir gün ortaya çıkacak, işte o zaman sizi milletin kendisi sandıkta yargılayacak. Tarihçilerimiz, AK PARTİ'si hükûmetlerinin yanlışlarla dolu dış politikasını ibret olsun diye elbet bir gün yazacaktır.
Değerli milletvekilleri, gelelim ürün güvenliği konusuna. Ürün güvenliği deyince nedense aklıma Uğur Dündar gelir, hani kafasında bonesi, ayağında galoşu, elinde mikrofonuyla gıda imalathanelerine baskın düzenler, ifşaatta bulunurdu. Vatandaşın bütçesi günü kurtarmak üzerine. O yüzden, ne yazık ki etin kilosu bu kadar pahalıyken, ucuz sucuk, salam, sosis marketlerde, yanında ayranla birlikte tavuk döner 4-5 liraya lokantalarda satılırken Uğur Dündar'ı hatırlamamak elde değil. Eğer bu imalathaneler halka hizmet adına, zararına bu fiyatlardan satış yapıyorsa diyecek bir şey yok ama işin böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Tarım Bakanlığı zaman zaman tağşiş listesi yayınlıyor. Metropoller başta olmak üzere ülkenin her yerinde sucuktan kebaba onlarca ürün çeşidinde at, eşek, domuz eti, baldan yağa kadar çeşitli ürünlerde de içeriğine uygun olmayan madde tespit ediliyor. Son dört yılda vatandaşa yiyecek adı altında zehir yediren 3 bine yakın firma açıklandı. 2020 yılının daha 2'nci ayı bitmedi 300'ün üzerinde firma deşifre edildi. İşin en ilginç tarafı ise, listede yer alan ürünlerden bazılarının 2019, bazılarının 2018, bazılarının 2017, hatta bazılarının da 2014 tarihinde üretilmiş olmaları. Bakanlık altı sene önce üretilmiş, piyasaya sürülmüş ve parti numarası verilmiş bir üründe uygunsuzluk tespitini nedense 2020 yılında kamuoyuna açıklıyor. Gıda güvenliği standartlarına göre piyasadan toplanarak imha edilmesi gereken bu ürünlerin akıbeti belli değil. Piyasadan toplatılmış mıdır yoksa Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nde olduğu gibi, ellerindeki ürün eriyene kadar izin mi verilmiştir tartışılır.
Yurt dışına ihraç edilen meyve ve sebzeler için gümrük evraklarına eklenmesi gereken pestisit ve kimyasal kalıntı olmadığına dair analiz raporu var. Bu raporlar Tarım Bakanlığına bağlı analiz laboratuvarlarınca resmî olarak düzenleniyor. Buna rağmen, Rusya, defalarca, domates başta olmak üzere, birçok ihraç tarımsal ürünü ülkemize iade etti. Tabii, iade dönemleri dönemsel olarak tartışmalı olsa da, iade edilen kimyasal kalıntılı ürünler bizim vatandaşlarımızın sofralarında afiyetle tüketildi. Tabii, afiyet olup olmadığı artan kanser vakalarından ortaya çıkıyor.
Hadi yemekten kaçış yok ama üzerimize giydiğimiz kıyafetlerdeki kanserojen etkili boyalar ve ağır metal içeren maddelerden nasıl kaçacağız? Tekstil ürünlerinde kullanılan, ter yoluyla vücuda nüfuz eden kanserojen etkili boya ve kimyasallar tüketicilerin sağlığını doğrudan tehdit ediyor. Azo boyar maddesi Türkiye'de 1995 yılından beri Gümrük Birliği Anlaşması'yla yasaklanmıştır. Peki, özellikle üzerinde Çin, Hindistan, Tayvan üretimi yazan ithal ürünlerde bu denetim sağlanabilmiş midir -yine soruyorum- iç piyasada bu yasaklı maddenin kullanımının denetimi sağlanabilmiş midir?
En çok da çocuklarımız risk altında. Çocuk ürünleri olarak adlandırılan yelpaze çok geniş. Çocuk tekstili, çocuk ayakkabısı, yürüteçler, mama sandalyeleri, karyolalar, oyuncaklar, kırtasiye malzemeleri ve birçok ürün. En fazla rastlanılan kimyasal risk, özellikle aksesuar ve bebek giysisi grubunda görülüyor. Bebek giysilerinde, nikel, kurşun ve kadmiyum gibi maddeler var ve nikel alerjen bir madde, daha da ilerisi kanserojen bir madde. Özellikle çocuk oyuncaklarında Çin menşeli kanserojen, sağlığa uygun olmayan, güvenli olmayan ürün piyasada dolaşıyor. Çocuklarımıza oyuncak alırken bin kere düşünüyoruz. Ancak burada asıl sorun ne biliyor musunuz? Nikel ve diğer kimyasalların hiçbiri gözle tespit edilemiyor ve doğal olarak vatandaşımız, içinde kanserojen de olsa, alerjen de olsa bu ürünleri kullanıyor. Nedeni ise çok basit çünkü daha ucuz.
Avrupa Birliği üyesi ülkelere ihraç varsa denetim bir şekilde yapılabiliyor çünkü Avrupa Birliği üyesi ülkeler diyor ki: "Bizim vatandaşımızın canı, sağlığı önemli; paramız da var, pahalı da olsa alırız." Bizim ülkemizde öyle mi? Vatandaş da biliyor, giydiği de sağlıksız, yediği de. İki tercihi var: Ya aç kalacak ya da sağlıksız doyacak. Birincisi imkânsız, aç yaşanmıyor. Açlık sınırı 2.219 lira, yoksulluk sınırı 7.229 lira, asgari ücret 2.324 lira. Rakamlar ortadayken ne yapıyor vatandaş? Artık, gıda ve ürün güvenliğini arka plana atıp bir ürün ne kadar ucuz olursa o kadar makbul deyip karnını doyurabiliyor.
Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği'nde bir değişikliğe gidildi. Bu değişiklik, gıda güvenliği konusunda Bakanlığın vatandaşın sağlığına gösterdiği duyarsız yaklaşımın yayınlanmış resmî belgesidir. Yönetmelik değişikliğine göre Tarım Bakanlığı aroma vericilerle bal ve pekmez üretimini yasakladı ancak üreticilere stokladıkları sahte ürünleri eritmeleri için yıl sonuna kadar satış izni verdi. Gerçekten merak ediyorum, sahte ballar sağlığa zararlı ise neden bugüne kadar üretimine izin verildi? Sahte ballar zararlı ise 31 Mart 2020 tarihine kadar bu malların satışına neden izin veriliyor? 2020 sonuna kadar bu ballar vatandaşın sağlığına zarar vermeyecekse neden 2021 tarihinden itibaren zararlı sayılıyor? Anlaşılan, birileri bugüne kadar kollanmış, bir yıl daha kollanıyor. Tarım Bakanlığı taklit ve tağşiş edilmiş gıdalarla ilgili "Kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye düşürecek şekilde bozulmuş, değiştirilmiş gıdalar." ifadesini kullanıyor, hem yasaklıyor hem izin veriyor. Yorumu size bırakıyorum.
Bu arada, hazır, konu gıda güvenliği konusuna gelmişken dile getirmemiz gereken bir başka konu da şu: İşsiz, atanamayan gıda mühendisleri üç yıldır atama bekliyorlar. Sadece gıda mühendisleri değil, su ürünleri mühendisleri, ziraat mühendisleri de atama bekliyor. Kötü haber: Tarım Bakanımız "Kısa vadede personel alımına dair bir müjdemiz yok." diyor.
Değerli milletvekilleri, bu örnekleri veriyorum çünkü arkasında bizim de durduğumuz, önem verdiğimiz bir kanun teklifini görüşüyoruz. Eksikliklerine rağmen bu kanun teklifinin kanunlaşması gerekiyor, geç bile kalınmış. Ama kanunu çıkarmak kadar, çıkan kanunun uygulanması da asıl önem arz eden konu.
5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu'muz var, 2010 tarihli. Kanun, gıda güvenliğini de kontrolünü de denetimini de düzenliyor. Sonuç ne? Sonuç, sadece 2020 Ocak ayında 300 firmanın afişe edilmesi. Ceza yazıyorsunuz, firma "A" adıyla üretim yapıyorsa iki gün sonra "B" adıyla üretime başlıyor, merdiven altında yapılan üretim yan binanın merdiven altına taşınıyor.
Tekraren altını çiziyorum: Ürün güvenliği, insan sağlığı, can ve mal güvenliği açısından hayati öneme sahip bir konudur. Bu nedenle, denetimi kamu gücü tarafından önemle takibe muhtaçtır. Ayrıca, mevcut olan bir kanunumuz daha var: 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun. Şu an Mecliste, bu kanunu bir sene sonra yürürlükten kaldıracak bir teklifi görüşüyoruz. 4703 sayılı Kanun, ürün güvenliği, piyasa gözetimi ve denetimiyle ilgili hükümler içerse de günümüzün ihtiyaçları konusunda yeniden dizayn edilmesi gerekiyor, doğrudur. Ama neden 2020'de? Bugüne kadar güvenli ürünler tüketiyorduk da birdenbire ürünün kalitesi mi bozuldu? Hayır. Türkiye'nin Gümrük Birliği Anlaşması'yla taraf olmasıyla beraber Türkiye pazarlarının Avrupa Birliği pazarı olarak kabul edilmesi nedeniyle, Avrupa Birliği mevzuatında yapılan değişikliklere Türkiye mevzuatının uyumlu olması zorunludur. Aslında, yapılan bu düzenleme, Avrupa Birliği mevzuatına uyumu içeren bir düzenlemedir.
2001 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen 4703 sayılı Kanun, ürün güvenliğine uygun değerlendirme faaliyetlerinin usul ve esaslarını, kimin, neyi, nasıl denetleyeceğini belirten kanundur ve tamamen Avrupa Birliğinin ilgili mevzuatı göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Fakat 2010 yılında Avrupa Birliği mevzuatında değişimlerin meydana gelmesi, ürünlerin geri çağrılması ve ürünlerin izlenebilirliği başta olmak üzere e-ticaret gibi konularda Avrupa Birliği mevzuatının değişmesi üzerine, 2013 yılında bir revizyon taslağı Bakanlıkça oluşturulmuş, oluşturulan taslağın Başbakanlığa gönderilmesi 2015 yılını bulmuştur. 2015 Kasımında yapılan genel seçim nedeniyle taslak Meclise gelememiş, yeni bir revizyona tabi tutularak 2018 yılında Sanayi Komisyonuna gelmiş, Komisyon raporunu hazırlamasına rağmen bu sefer de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi değişikliği nedeniyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelememiş ve kadük kalmıştır. 2013 yılında başlayan ürün güvenliği ve denetimiyle ilgili düzenlemelerin insan, can ve mal sağlığı açısından önemi ortadayken 3 yasama dönemi ardından Meclise ancak getirilebilmiştir; dikkatinizi çekiyorum kendi vatandaşımız güvenli ürün kullansın diye değil, Avrupa Birliği istediği için.
Hangi zorunluluk altında olursa olsun, bu kanunun yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Bu konuyu bir daha hatırlatıyorum, hemfikiriz ama yanlış gördüğümüz hususları ortaya koymak, vatandaşımızın hem sağlığı hem de güvenli alışveriş yapabilmesi için görevimiz.
Bir kere, ilgili yasa teklifinin Avrupa Birliği mevzuatına uyumu düzenlemek üzere hazırlandığı hem kanun teklifinin gerekçesinde hem de Komisyon toplantısında sıkça dile getirildi. Ancak aynı mahiyetteki kanun teklifi 2018 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda da görüşülmesine rağmen, 2020 yılında Komisyona getirilen teklifle ilgili olarak Avrupa Birliği Uyum Komisyonuna bilgi verilmediği gibi, görüşülmesine de açılmamıştır. Sanayi Komisyonunda biz bu kanun teklifini 29 Ocakta görüştük, neredeyse bir ay önce. Bir ay sonra Genel Kurula gelecek bir kanun teklifi, doğrudan alakalı olduğu hâlde Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun incelemesinden neden kaçırılır?
AK PARTİ'sinin kanun teklifi gerekçelerini kim hazırlıyorsa kendilerini tebrik etmek lazım. Kanun tekliflerinin reklamını o kadar güzel yapıyorlar ki gerekçede reklamı yapılan konuları nedense madde metinlerinde göremiyoruz. Mesela, kanun teklifinin genel gerekçesinde "E-ticarette piyasa gözetimi ve denetimi, ürün sorumluluğu tazminatı gibi hususların da düzenlenmesi gerekliliği doğmuştur." ibaresi yer almasına rağmen, hazırlanan teklifte e-ticaretle ilgili bir düzenlenme bulunmaması bunun göstergesidir; kanun teklifinin eksik ve günümüz şartlarından uzak hazırlandığının ayrıca bir göstergesidir.
E-ticaret, dijitalleşen dünyada ekonominin itici güçlerinden birini oluşturuyor. Kanun teklifinin görüşüldüğü Komisyonun adı Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu. Ancak, kanun teklifinin komisyon görüşmeleri sırasında gerekçede yazması nedeniyle dile getirdiğimiz öneriler "Bu kanunun konusu değil." denilerek dikkate alınmamıştır. Bir malın imalatı, dağıtımı, ihracatı, ithalatı konuşulurken alışverişin riske en açık trend pazarı e-ticaretin boşlukta bırakılması kabul edilir gibi değildir.
Bu konuya en güncel, corona virüsünden bir örnek vermek istiyorum. Bu arada, bugün Tahran'dan Esenboğa'ya acil iniş yapan bir uçakla ülkemiz de virüs tehdidiyle tanıştı. Dünyanın her yanında salgına karşı korunma ürünlerine rağbet arttı ve fırsatçılar bu korkudan yararlanmaya çalıştı. Bakıyorsunuz, birçok internet sitesinde, virüse karşı insanlara güç verdiği belirtilen ürünler "Dünya Sağlık Örgütü onaylı" uydurmasıyla satılmaya başlandı. Sahte olan ve insanları kandırma amacı güden bu ürünler dünyanın en büyük e-ticaret firması Amazon'da da oldukça rağbet gördü. Amazon'da kendi ürünlerini satan mağaza sahipleri bu tür ürünlerle ilgili oldukça gelir elde etti.
Amazon, satışta bulunan ürünler konusunda, Avrupa için FFP2 ve FFP3 standartlarına, Amerika için ise N95 standardına uygunluğu konusunda Dünya Sağlık Örgütünün "Onayımız yok." açıklamasıyla harekete geçti ve sitelerinde corona virüsüne karşı önlem sahtekârlığına izin vermeyeceğini söyledi ama küçüklü büyüklü birçok alışveriş sitesinde hem de fahiş fiyatlarla satışlar devam ediyor. E-ticareti gündemimize almayacaksak nerede kaldı ürün güvenliği, nerede kaldı denetim?
Kanun teklifinin bazı maddeleri ileriki dönemlerde hukuki çelişkiler yaratabilecek durumdadır. Gelişen teknoloji, beraberinde yeni sorunları da yanında getirmekte ve mevcut hukuk kuralları içerisinde bu sorunlara çözüm bulmak güçleşmekte, bazen de imkânsız hâle gelmektedir. Güvenli olmayan ürünlerden doğan zararlar için sadece Borçlar Kanunu hükümleri yeterli olmadığı gibi, tüketicinin korunmasıyla ilgili hukuki düzenlemeler de yetersiz kalmaktadır.
Bir üreticinin, piyasaya, teknik düzenlemeye uygun olmayan ve/veya güvensiz ürün arz etmesi hâlinde, aynı fiilin birden çok hukuk kuralını ihlal etmesi ve sorumluluk türleriyle karşı karşıya kalması ihtimal dâhilindedir. Kanun teklifinde Borçlar Kanunu'na atıfta bulunulması, cezalandırma ve uyuşmazlıkların çözümü konusunda yetersiz kalacaktır.
Değerli milletvekilleri, bizim ülkemiz sözde "tekstil ülkesi" değil mi? Peki, o zaman, nerede üzerinde "Türk Malı" yazan ürünlerimiz? Üzerinde iddialı markaların etiketini taşıyan ürünlerde bile "Made in China" yazıyor. Şimdi, corona virüsü çıktı, bakalım bundan sonra üretimi nerede yaptıracaklar?
Biliyorsunuz, meşhur virüsle birlikte dünyada steril maske ihtiyacı patladı. Dünyada steril maske üretimi neredeyse Çin'in tekelindeydi, yüzde 70'i Çin'de üretiliyordu. Tekstil üreticisi ülkemizde ise bu konuda sadece 5 firma steril maske üretebiliyor ve üretici görünen 100'e yakın medikal firma içinden ne yazık ki 95'i ithalatçı ve bu malzemeyi Çin'den ithal ediyor.
Virüs İran sınırından kapımıza dayandı. Önlemini önceden almış birçok ülke vatandaşları için maske stokladı. Hatta, bizim ülkemizde üretim yapan firmaların elinde bile şu anda maske yok. Ama bizim hastanelerimizde, Sağlık Bakanlığımızda stok veya alım talimatı hâlen yok; yarın arasak da bulamayacağız, fiyatlar da fahiş olarak artacak.
Bazen krizleri fırsata çevirmek lazım. Ülkemizin tekstil alanındaki yatırımlarına sağlık tekstilini de eklesek iyi olmaz mı? Birçok firma bu konuda üretim yapmaya hazır. Altyapısını geliştirmek için teşvik ve desteğe ihtiyacı var. Özellikle seçim bölgem Denizli'de Denizlili tekstilciler Hükûmetten bu konuda müjdeli bir haber bekliyor. Bürokratik engelleri aşalım, bir an önce maskeyle ilgili önlemleri de üretimleri de artıralım diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)