| Konu: | Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 68 |
| Tarih: | 12.03.2020 |
RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve ekran karşısında bizi izleyen halkımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Yine, bütün meselelerimizde olduğu gibi, zannediyorum coronavirüs hadisesinde de ifrat ile tefrit arasında kalmaya başladık. Kimileri açısından belki ağırlığından daha fazla önemli olarak sunulan, kimileri tarafındansa böyle vakayıadiyeden, gelip geçecek kısa dönemli bir mesele olarak ele alınıyor. Aslında biz hastalığın bir boyutunu görüyoruz yani kişiye ilişkin, tekil şahsa ilişkin, ölüme kadar varan bir boyutundan haberdarız ama bununla birlikte, bilmek gerekir ki art arda gelecek işsizler, işsizler ordusu, belki yüz binlerce insanın işsiz kalması, bunların yaratacağı toplumsal travmalar, bunun sonucunda ortaya çıkacak olan pek çok farklı bireysel ve toplumsal travmatik süreçle, yalnızca virüsün kişide sebep olduğu şeyle değil, onu çok daha aşan bir toplumsal problemle karşı karşıya kalma ihtimalimiz var. Bunu biraz daha, o açıdan, ciddi ele almakta fayda var diye düşünüyorum.
Bakanlık çalışıyor, bunun farkındayız. Ama o kadar önemli ki dün, biliyorsunuz, Dünya Sağlık Örgütü de "pandemi" olarak sundu problemi. Pandemi teşhisinin konulduğu yerde örneğin Sağlık Bakanlığının Türk Tabipleri Birliğini bir paydaş olarak görmemesi anlaşılabilir bir şey değil. Pandemi yani küresel düzeyde tehdit olan, küresel düzeyde ciddi bir risk söz konusu demek. Hâl böyleyken tabip odaları, özellikle Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Bakanlıktan defaatle randevu istemiş olmasına rağmen Bakanlık bir türlü görüşmüyor. Meseleye bu tarzda bakıldığında yani partizan bir zaviyeden bu mesele anlaşılmaya ya da yönetilmeye çalışıldığında emin olun ki çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Örneğin şunu anlamak mümkün değil: Okullar neden kapatılmaz? Askerî birliklerde neden bu meseleye ilişkin önlemler geliştirilmez? Cezaevleri, insanların pek çok stres faktörüyle iç içe yaşadığı, kötü beslendiği ve 250 bin kişilik olduğu hâlde 280 bin civarında tutsağın yaşadığı, 800 bebenin olduğu ortamlar; örneğin, bunlara ilişkin neden bir acil eylem planı yürürlüğe konulmaz? Bunları anlayabilmek mümkün değil değerli arkadaşlar. Dolayısıyla ben iktidarı ve Bakanlığı bu konuda tekrar uyarırken bu meselenin ciddiyetinin yeterince kavranabildiğini düşünmediğimi bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum. Allah sonumuzu hayır ede!
Şimdi, torba yasanın torbalığına ilişkin pek çok şey söylendi. Burada özellikle İşsizlik Sigortası Fonu'na dair bir girizgâh yapmanın çok anlamlı olacağı kanısındayım. Arkadaşlar, işçinin asgari ücretinden kesilen primlerle oluşturulan İşsizlik Sigortası Fonu'ndan işverene asgari ücret desteği olarak verilecek yani böylece işçi sınıfı 1 defa değil 2 defa sömürülmüş olacak. Bizim memlekette "Hamam suyuyla dost gönüllemek." diye bir laf var, iktidar hamam suyuyla dost gönüllüyor. İktidar eğer işverene bir asgari ücret desteğinde bulunacaksa mesela o havuzlarından bulunabilirler; değil mi? Örneğin sarayın giderlerinden, sarayın bütçesinden böyle bir destekte bulunabilirler ama zaten asgari ücret, adı üzerinde asgari ve bir yaşam standardı sunmayan bir ücret. Buna rağmen, buradan, oluşan fondan -ki bunlar işçilerin insanca yaşayabilmesi için, karınca kararınca destek olsun diye oluşturulmuş olan mekanizmalar- şimdi, tutup da işverene destekte bulunmak siyaseten hiç vicdani ve ahlaki değil değerli arkadaşlar. Yani aslında halk olarak sermayeye demiş oluyoruz ki: Ya, kurban olayım şu parayı al, sen bana bu parayı daha sonra maaş olarak, asgari ücret olarak geri ver. Arkadaşlar, burada etik açıdan çok önemli, çok temelli problemler var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Turan, tamamlıyoruz.
RIDVAN TURAN (Devamla) - Zaten iş gücü maliyetini düşürmek için elinizden geleni yaptınız. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun nasıl çalıştığını, sarı sendikaların bu işe nasıl teşne olduğunu ve sefalet ücretinin asgari ücret olarak sunulduğunu görüyoruz. Hâl böyleyken bir de bunun içerisinden işverene destekte bulunmak, açıkçası en alttakilere "Ölün kardeşim." demektir. Yani aşağıdan yukarıya -ilk konuşmamda ifade ettiğim şey tam da buydu- bir servet transferinin iktidar eliyle yapılan biçimidir ki bunu asla ve asla kabul etmek mümkün değildir değerli arkadaşlar; bu, korporatist bir zihniyettir. Burada, derin sınıfsal ayrımlar, derin sınıfsal çelişkiler vardır ama iktidar ve sermaye kendi çıkarına olan her şeyi memleketin çıkarına olarak gösterme eğilimindedir. Bu, İdlib savaşında da böyledir, krizin çözümünde de böyledir, iktidarın bütün politikalarında da böyledir.
Dolayısıyla biz bu konuda iktidarın atmış olduğu adımı kesinlikle yanlış bulduğumuzu bir kez daha ifade edip İşsizlik Sigortası Fonu'nun yağmalanmasına "evet" demeyeceğimizi tekrar belirtmek istiyoruz.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)