GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:40
Tarih:14.12.2012

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ekonomi Bakanlığı bütçesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 2013 yılı bütçesinin Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmesinden itibaren çeşitli zeminlerde ve bu zeminde Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe hakkında görüşlerimizi açıklamaya ve kamuoyunu aydınlatmaya çalışmaya devam ediyoruz. Ben bugün bu konuşmamda bütçenin dayandığı ekonominin durumu üzerinde durmak istiyorum.

Önce tabloya bir bakmak gerekir, bu tabloyu ortaya koymak gerekir diye düşünüyorum. Çok kısa olarak, on yıl içinde Türkiye'nin borç tablolarına bir bakalım. Toplam dış borçlar 123 milyar dolardan 323 milyar dolara çıkmış, 2,5 katına ulaşmış. Toplam iç borçlar 155 milyar Türk lirasından 395 milyar Türk lirasına çıkmış, 2,5 katının biraz da üzerine ulaşmış. Türkiye'nin iç-dış toplam borcu 216 milyar dolardan 544 milyar dolara çıkmış, yine 2,5 katın biraz üzerinde gerçekleşmiş. Özel sektör dış borçları 43 milyar dolardan 212 milyar dolara yani 5 katına yakın bir artış göstermiş. Cari açık 1923-2002 arasında yani seksen yılda 42 milyar dolar iken 2002-2012 arasında yani AKP iktidarının on yılında 335 milyar dolar olmuş. Seksen yılda 42, on yılda 335 milyar dolar bugün itibarıyla, son ay itibarıyla. Yani bu zaman farkına rağmen 8 katı bir artış meydana gelmiş.

Tüketici borçları, 2002'deki 6,7 milyar Türk liralık seviyesinden, 2012'de 284 milyar liraya çıkmış. Bu, hane halkı borcunun yüzde 4'lerden yüzde 48'in üzerine çıkması anlamına gelmektedir. Ekonominin altına sokulduğu ilave 328 milyar dolarlık borç yüküne, dünyada 1'incilik kazanan cari açıklara ve vatandaşın bu kadar borçlandırılmasına rağmen 2011 yılında yüzde 8,5 olan büyüme oranı, içinde bulunduğumuz 3'üncü çeyrekte yüzde 1,6'ya kadar düşmüştür. Bunu mevsim ve takvim etkisinden arındırdığımız zaman yüzde 0,2 gibi bir seviyeye ulaşılıyor ki bu Türkiye'de büyüme oranının durma noktasına geldiğini gösteriyor. Herkes bilmektedir ki Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde yüzde 2'ler civarındaki büyüme oranı, birkaç çeyrek devam ederse bu resesyon anlamına gelmektedir, resesyonun işareti olmaktadır.

Önceden "Cari açıkla büyüyoruz." deniliyordu şimdi cari açıkla da büyünülemediği ortaya çıkmıştır. Büyüme neden düştü, ona bakacak olursak: Bir sebep, dış pazarların daralmasıdır, iktidar bunu sık sık söylemektedir ama esas önemli sebeplerden bir tanesi iç tüketim artışının durmasıdır. Vatandaşın geliri yok, tasarrufu yok, harcama gücü yok çünkü hane halkına bugünkü, yarınki gelirleri dünden harcattırılmış oldu. "Ekonomi tekrar nasıl harekete geçecek?" diye herkes düşünüyor, Hükûmet de düşünüyor ama Hükûmetin açıklaması fevkalade dikkat çekicidir. Hükûmetin açıklaması Sayın Maliye Bakanının ağzından gelmiştir. Sayın Bakan diyor ki: "Bu konuda, büyümeyi tekrar canlandırmak için bankaların sağlam yapısına ve vatandaşın borçlanma potansiyeline güveniyoruz." Yani vatandaşın tekrar borçlandırılmasıyla işin yoluna gireceği, yoluna sokulacağı söylenebiliyor. "Üretim artacak, hane halkı gelirleri düzelecek, tüketici kendi gelirini harcayacak." denilmiyor dikkat ettiğiniz gibi. Dolayısıyla, hem gelinen, düşülen, içine girilen durgunluk noktası tehlikelidir hem de Hükûmetin yaptığı açıklama hiçbir ümit vermemektedir.

Hane halkının borç durumuna baktığımız zaman, Türkiye'de hane halkının tasarruflarının yüzde 12 olduğu söyleniyor. Halbuki bu yüzde 12,2 oranıyla 2007'nin rakamıydı. 2011 yılında Türkiye hane halkı ortalama tasarrufu yüzde 7,5'a düşmüştür. Bu demektir ki hane halkının harcanabilir geliri ile hane halkının tüketimi birbirine yaklaşmıştır, yüzde 92,5'unu tüketmek zorundadır. Böyle bir ortamda hane halkının harcamalarına güvenerek büyümenin canlanamayacağını kabul etmemiz, görmemiz, bilmemiz lazım.

Türkiye'de hane halkı borçlarının bir başka sarsıcı tarafı fakir kesimlerinin borçlarının çok yüksek olması. Nüfusun daha fakir olan yüzde 60'lık bölümünün hane halkı borçları yüksek, 4'üncü yüzde 20'lik kısım olan yüzde 80'e kadar olan kısımda bir derece, yüzde 80'den sonrasında da borç yok denecek kadar az veya yok diyebiliriz. Bu durumda Türk toplumunun sağlık yapısının, ruh yapısının bozulmakta olduğunu görüyoruz. Sadece Sakarya'dan örnek vermek istiyorum ama ülkenin genelinde durum daha da vahimdir. Önceden 2 icra dairesi bulunan Sakarya'da 2006 yılından sonra icra dairesi sayısı 3'e katlanarak 6'ya ulaşmıştır. 860 bin nüfuslu ilde 130 bin icralık dosya vardır. Neredeyse her haneye bir icralık dosya düşmektedir. Diğer taraftan, maalesef, 2012 yılından bugüne kadar 66 ihtilaf sonucunda çıkan saldırılarda 24 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 64 vatandaşımız yaralanmıştır. Bu gidişin sorumlusu elbette Hükûmettir çünkü sayılar her gün artmaktadır ama ne sebeplerini ortadan kaldırmak ne de sonuçlarını hafifletmek açısından bir çalışma yapılmamaktadır. Hükûmet bu borçları az görüyor, artırmaya çalışıyor ve teşvik ediyor ama gerekçesi gelişmiş ülkelerdeki hane halkı borçlarının millî gelire oranının çok daha yüksek olmasıdır. Gelişmiş ülkelerde hane halkı borçları büyük oranda yatırım için yapılıyor, Türkiye'de hane halkı borçları yani vatandaşın borçlanması hayatını idame ettirmek için, âdeta yaşayabilmek içindir; bunu birbirinden ayırmak lazım diye düşünürüz. Bu noktaya nasıl gelindi? Şimdi buna temas etmek istiyorum Değerli milletvekilleri. Bu noktaya 335 milyar dolar cari açık vermek suretiyle gelindi. Bu iktidardan önce Türkiye'de seksen yılda yıllık cari açık yarım milyar civarında iken, 525 milyonluk rakamlarla ifade edilirken bu iktidar döneminde yılda 35,5 milyar dolara çıktı ortalama. Yarım milyar dolardı çünkü 2002'de de sadece 626 milyon dolar olmuştu Türkiye'nin cari açığı.

Ekonominin en basit kuralı tüketim talebinin üretimi artırmasıdır. Artan üretim, gelirleri artıracağından hem tasarruf imkânı ortaya çıkar hem de tüketim talebi yeniden artar. Artan bu ilave talep, ortaya çıkan bu tasarrufların yatırıma dönüşmesiyle karşılanır ve ekonomi hem büyür hem gelişir. Burası çok önemlidir, işin kritik noktası da aşağı yukarı sistem içerisinde budur sayın milletvekilleri: Bu iktidar talebin üretime dönüşmesi sürecinin önüne set çekmiş ve talebi yabancı ülkelerin üretimlerine yönlendirmiştir. İthalata dayalı büyüme politikalarının özü budur, aslı budur. Yani suyun akışı zoraki olarak değiştirilmiş, Türkiye ekonomisi çoraklaştırılmıştır. Ekonominin kurallarına, eşyanın tabiatına müdahale edilmiş, sonuçta ürettiğimiz, üretmediğimiz her şeyi ithal etmekle, ekonominin üretim sisteminde yapısal bozukluklara sebep olma durumu ortaya çıkmıştır.

Bu açıdan bir örnek vermek isterim: Şimdi, 2002 yılında üretimin yüzde 5,1'i ihracatın da yüzde 6,2'si yüksek teknoloji ürünlerine dayanır iken bu miktar üretimde 3,5'a, ihracatta 2,8'e düşmüş. 2002'de orta altı teknolojiyle üretilen ürünlerin üretim içindeki payı yüzde 26'dan yüzde 30 küsura çıkmış, ihracatta ise yüzde 22 küsurdan 36 küsura çıkmış yani yüzde 50 artmış.

Şimdi, burada, dünyayı sık dolaşmakla, çok gayret etmekle, pazarları çeşitlendirmekle ihracatı artırmaya çalıştığını ifade eden Sayın Bakanı ve Türkiye'nin Mehmetçikleri saydığımız ihracatçılarımızı tebrik ediyoruz, takdir ediyoruz ama gelin görün ki, bütün bu dünyayı bu kadar turlamak suretiyle yaptıkları, harcı alem malların satışına uğraşmaktır. Hâlbuki, Türkiye'de düze çıkışın, katma değeri yüksek ürünlerin üretimi ve ihracatıyla olduğunu biliyor, söylüyor ve her zaman tartışıyoruz. O bakımdan, Türkiye'de, sanayinin yapısında düzelme şöyle dursun, geriye gidiş hızlanmıştır, artmıştır, bunun çaresine bakmak gerekiyor. O bakımdan, şu bilinmelidir ki: Dünyada var olabilmek için, dünya pazarlarında yer tutabilmek için, kendi pazarlarınızı rekabet altında koruyabilmek için yeni ürün üretilmeli. Ancak, yeni ürünler, yeni teknolojiler ve yeni bilgilerle üretilir; bu sarmalı oluşturmadığınız ve geliştirmediğiniz sürece Türkiye'de buradan çıkış yolu yoktur. Bunu Bakan Bey de bilmekte, Bakanlık da bilmektedir ki, sık sık üretim yapısını dile getirmekte ve bu anlamda şikâyette bulunmaktadırlar.

Sayın milletvekilleri, sürenin sınırlı olması dolayısıyla son birkaç noktaya temas etmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi, anlayamadığımız bir iki hususun açıklığa kavuşturulmasıdır.

Bunlardan biri şu değerli milletvekilleri: Türkiye'de 2011 yılında yüzde 8,5 büyüme vardı, 9,8 işsizlik vardı. Büyüme 3 çeyrekte 2,6'ya düştü, işsizlik de 8,8'e düştü; hem büyümenin hızlı düştüğü hem de işsizliğin düştüğü bir ortam pek görülmüş değil. Bu iktidar döneminde bu nasıl oldu bunun sebebinin açıklanmasında büyük fayda olduğunu düşünüyoruz.

Bir başka nokta, Sayın Başbakan da bu kürsüde, bütçenin açılış konuşmasında dile getirmiş oldu; bu da, Türkiye'de kişi başı millî gelir hesabı meselesidir.  Değerli milletvekilleri, burada bir yanılma var, yanıltma var, yanlış kullanma var.

Şimdi, bu iktidar döneminde ortalama büyümenin yüzde 5 olduğunu iktidar kendisi de söylüyor, biz de kabul ediyoruz; Türkiye'de bütün kaynaklar ve bütün çalışmalar bunu gösteriyor. On yılda yüzde 5'ten büyüme yüzde 50 büyüme yapar; kümülatif olursa, biraz daha olduğu için, biraz daha üzerinde alabilirsiniz. O zaman, nasıl oluyor da "2002 yılında millî gelir 3.492 idi, biz bunu 10.873'e çıkarttık." diyorsunuz? Yüzde 50 civarında büyüme, 3'e katlanan bir millî gelir. Yüzde 205, büyüme cinsinden bir rakam? Bu nasıl oluyor? Bunun cevabını yine Kalkınma Bakanlığı, aynı sütunun yanındaki sütunlarda ilan ediyor 1988 yılı sabit fiyatlarıyla. Bu sabit ve gerçek fiyatlara göre 2002 yılında Türkiye'de fert başına gelir 4.225 dolar bugün için 2012 sonu için 6.089 dolar yani sadece yüzde 43 artmış. Evet, "Biz yüzde 50'nin üzerinde kabul edebiliriz." dedik, nüfus artışını da alırsanız fert başına gelir sadece yüzde 43 artmış. Nasıl oluyor da sabah akşam 3'e katladık biz bunu diye milletin karşısına çıkılıyor, bu kullanılıyor? Kullanan kullanır, bizim bunu önleme veya bir şey yapma  imkânımız yok. Ama bu şunu gösteriyor: Bu en yetkili ağızlardan her vesileyle ekonomiyle ilgili olanlar tarafından da sık sık kullanıldığı zaman Türkiye'de, ekonomide bir şeylerin iyi gitmediği?

ALİM IŞIK (Kütahya) - Sayın Bakan kullanmıyor ama değil mi Hocam? "3 katına çıkardık." demiyor.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - ?ve böyle rakam oynaklılarına sığınması gerektiği hususu ortaya çıkıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - Süremiz bitti. Efendim ben hepinize teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.