GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Afrika Kalkınma Bankası Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:71
Tarih:19.03.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle bugün şehit düşen Mehmetçiklerimizi rahmetle anıyorum. Keza, coronavirüs salgını başladığından bu yana hayatını kaybeden vatandaşlarımıza da Allah'tan rahmet diliyorum. Enfekte olmuş durumdaki hastalarımıza acil şifalar diliyorum. Sağlık personelimize teşekkürlerimi sunuyorum. Bundan böyle Covid-19 tartışmalarında kimsenin kimseyi hain ilan etmemesini temenni ediyorum.

Afrika Kalkınma Bankası Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi üzerinde İYİ PARTİ adına söz aldım.

Afrika Kalkınma Bankasının sermayesi yüzde 125 oranında artırılmıştır. İktidar ise sermayesi yüzde 125 oranında artırılan bankadaki ülkemizin sermaye iştirak taahhüdünü yüzde 752 oranında arttırmak istemektedir. Herhâlde ehem ile mühim yine karıştırılıyor. Bu kadar derdimiz varken ve ekonomik darboğaz içindeyken bunun için uygun vakit bugün müdür? Bu kadar mı aceledir bu konu?

Ülkemiz uzun bir süredir ciddi bir ekonomik krizin içindedir. Sayın Cumhurbaşkanı, bu defa "Teğet geçecek." tarzındaki ifadeleri telaffuz edememektedir. Tüm dar gelirliler perişan hâldedir. Türkiye'de bir şey büyümektedir, o da yoksul kesim.

Öte yandan, dünyanın tahıl ambarı olması gereken ülkemizde tarımsal destekler aylarca hatta yıllarca bekletilmektedir, bölgem Aydın'ın çiftçisi bundan muzdariptir. Dünya standartlarının çok altında destek primleri belirlenmektedir. Çiftçiler borçlarını ödeyememekte; borçları nedeniyle elektrik dağıtım şirketleri tarafından sadece borçlu çiftçilerin değil, bütün köyün elektriği kesilmektedir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde, elektrik dağıtım şirketi tarafından çiftçilerin borçları nedeniyle bankadaki paralarına el konulduğuna dair şikâyetlere bölgedeki ziyaretlerimde bizzat şahit oldum. Her 4 gençten 1'i işsiz durumdadır, toplumda ekonomik krizin ve işsizliğin yarattığı buhran ağır şekilde derinleşmektedir. Bütün bunlara bir de coronavirüs nedeniyle alınan tedbirlerin ekonomi üzerinde yaratacağı etkiler ilave edildiğinde, ülkemizin Afrika Kalkınma Bankasında ağalık rolüne soyunacak bir hâlde olmadığı apaçık ortadadır. Afrika Kalkınma Bankasındaki sermaye payımızın arttırılmasının arkasında ne gibi bir ekonomik ya da diplomatik akıl olduğunu keşfedemiyorum. Ancak, şundan eminim: Bunun ne Afrika'daki çıkarlarımıza ne de vatandaşlarımızın refahına katkısı olacaktır. Bu durumda, bu sermaye artırımından kimlerin, nasıl bir nemalanmaya heves ve arzu duyduğu sorusu akıllara geliyor ister istemez. Ellerinizi milletin cebinden çekin artık.

Ülkemizi çok kritik bir süreç bekliyor. İçeride riski giderek artan coronavirüs tehlikesi, dışarıda riski giderek artan İdlib ve Libya tehlikeleri var. Diğer tehditlere değinmeyeceğim bile.

Coronavirüs riski artış seyrine devam ederken dün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan açıklamalar topluma hiçbir olumlu mesaj vermemiştir, bunların içinde vatandaş yoktur. Grup Başkan Vekilimiz de söyledi, dağ fare doğurmuştur. Açıklanan tedbirler, Sayın Cumhurbaşkanının belirttiği gibi, birkaç kişi ve kesimin neşesini canlandırmış olabilir ancak tedbirler ne geniş kesimlere, dar gelirlilere anlamlı bir katkı işaret ediyor ne de ekonomi için toparlanma, canlanma umudu veriyor, Covid-19'la mücadele için de bir şey vadetmiyor. Londra'da Imperial College'ın dünyaca ünlü uzmanlarının hazırladığı rapora göre, Birleşik Krallık ve ABD'de 2,5 milyon insanın ölebileceğinden söz ediliyor. Merkel krizi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki en ciddi kriz olarak tanımlıyor. Biz de ise krizi fırsata çevirmekten söz ediliyor. Hiçbir insani cümle, şefkati ima eden bir ifade yok Sayın Cumhurbaşkanının konuşmasında. Macron'un bu konudaki ulusa seslenişinin metnine bir bakın, ekonomi ve sağlık konusunda hemen uygulamaya koyduğu tedbirleri anlamaya çalışın. İmkândan değil, zihniyetten söz ediyorum. Diğer ülkeler milyarlarca doları, avroyu seferber ediyorlar; biz yapamıyoruz, zira kaynak yok; iktidar tüketti, kendisi de tükendi.

Tali gibi gözüken ama çok anlamlı başka bir garabet şu: Bakın, Avrupa'da ve ABD'de tüm futbol ve diğer spor ligleri günler öncesinden ertelendi. Rusya'daki buz hokeyi müsabakaları dâhil, günler önce hatta haftalar önce... Bizde ise bıçağın kemiğe dayanması beklendi. Yine, en geç biz ertelemeye gittik; karar az önce alındı. İki hafta yayıncı kuruluşu, ihvancı Katarlı kardeşleri mi koruduk, ne yaptık iki hafta?

Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu risklerden diğeri ise dış politikadaki risklerdir. Libya'da durum giderek daha vahim bir hâl almaktadır. Libya'ya sözde ateşkes ve sükûnet getirecektik ama çatışmalar yoğunlaşıyor, ülkede her an yeni bir trajedi yaşanabilir; Türkiye de bu trajedinin baş aktörlerinden biri olmak üzeredir, ağır zarar da görebilir. Hafter, Trablus'u ağır tasallut altında tutuyor. Serrac Hükûmeti, ABD ve İngiltere'den talep ettiği askerî desteğe hiçbir karşılık alamadı, alamayacağı açık kaynaklarda bolca işleniyor. Türkiye, altından kalkamayacağı taahhütlerle cesaretlendirdiği Serrac Hükûmetini destekleyebilecek tüm imkânlara hâlihazırda sahip değildir. Bu da ülkedeki iç savaşın daha kritik bir hâle gelmesine ve krizin askerî olduğu kadar insani risklerinin de artmasına neden olmaktadır.

Suriye'de ise 5 Mart mutabakatı, sahadaki realiteyi kağıt üzerinde de teyit etmiş, Hükûmetin yeni söylemine göre, Suriye Arap Cumhuriyeti'nin Aralık 2019'dan bu yana kaydettiği ilerlemeyi, İdlib'in yeni gerçekliği olarak onaylamıştı. M4 Kara Yolu'nun etrafında bir güvenlik kalkanı oluşturulmuş ancak kara yolunun güneyi fiilen rejimin kontrolüne bırakılmıştı. Kontrolümüz dışında kalan askerî gözlem noktalarımızla ilgili herhangi bir düzenleme henüz ortada yoktu.

Maalesef, iktidar, ikazları dinlemiyor. Coronavirüs konusunda 30 Ocakta bir araştırma önergesi verdik, reddedildi. İdlib konusunda iki yıldan beri ikazlarımızı sürdürüyoruz, dinlenmedik. İktidar, anlamak için felaketi yaşamayı veya yaratmayı bekliyor hep. Oysa hükûmet etmek tercih yapmaktır, öngörebilmektir. Tercihler hep kötü, öngörü namevcut.

Bugün Rusya, ABD, Esad rejimi ve PKK/PYD-YPG, bölgedeki cihatçı silahlı grupların, hatta, adını daha net koyalım, terör örgütlerinin, İdlib'in kuzeybatısında, Türkiye sınırına çok yakın olan bölgede toplanmalarına razı görünmektedir. Oysa bu, ancak kısa vadeli bir çözüm olmalıdır. Uzun süredir dile getirdiğimiz ve artık giderek daha kaçınılmaz hâle gelen korkumuz bölgenin Peşaverleşmesidir. Peşaverleşmek nedir? Peşaver, Pakistan'ın Afganistan sınırında cihatçı terörizmin yuvası, kampı, bölgesi hâline gelmiş yöredir. İşte, öyle bir şey olursa o zaman Hatay'ımız ve diğer sınır illerimiz tehdit altına girecektir. İdlib, biraz önce söylediğim gibi, yıllardır yaptığımız ancak iktidara bir türlü dinletemediğimiz uyarılara rağmen Orta Doğu'nun Peşaver'i olma yolunda hızla ilerlemektedir.

Peşaverleşme, aslında "Peşaver sendromu" denen bir süreci de beraberinde getiriyor. Peşaver sendromu, cihatçı terör örgütlerini destekleyen, bunlara hamilik yapan devletlerin bir süre sonra bizzat bu örgütlerin hedefi hâline gelmesini ifade eden bir kavram. Kısacası, cihatçı örgütleri desteklemenin bumerang etkisi olduğu söylenebilir. Suriye'de rejimi devirmesi için destek verilen örgütler, bu hedeflerini gerçekleştiremediklerinde dönüp bizleri vurabilecektir ve bu tür olayların dünyada çok sayıda örneği mevcuttur. Astana süreci aslında bu durumu önlemek için önemli bir fırsattı; maalesef kötü müzakere edildi, boynumuz bükük şekilde uygulandı, yanlış politikalar bizi başkalarına tabi hâle getirdi. Soçi Mutabakatı, cihatçı terör örgütlerinin tasfiyesi için yeni bir fırsat penceresi açmıştı, bu da değerlendirilemedi. 5 Mart mutabakatı, Soçi Mutabakatı'nın bir uzantısı gibi görünse de aslında Rusya'nın ve yeniden -iktidarın tabiriyle- Suriye Arap Cumhuriyeti Hükûmetinin elini kuvvetlendirmiştir. Tabii ki çatışmanın yoğunluğunun düşmesini alkışlıyoruz ama Rusya ve Suriye rejimi, bölgede kendileri için lojistik ve stratejik açıdan hayati önem taşıyan M4 ve M5 Kara Yollarının güvenliğini ve kontrolünü temin etmiş durumdadır; M4'ün güneyindeki grupları da kuzeye iteceklerdir. Moskova toplantısında maalesef ve maalesef iktidar süklüm püklüm kalmıştı.

İran'a gelince şöyle: İran'ın, bölgedeki yeni düzende hâkim rol oynama iddialarının aşındığı gözüküyor. Bu durumda, İran'ın, bölgede yeniden etkili bir aktör hâline gelebilmek için, bölgedeki Şii örgütler aracılığıyla muhtelif provokasyonlara giderek 5 Mart mutabakatını da işlevsiz hâle getirmesi ihtimaller arasındadır. İran'a yakın milisler tarafından yapılabilecek provokasyonlara dikkat çekiyorum ve şu sorumu tekrarlıyorum: Madem İdlib için böyle bir mutabakata "evet" diyecektiniz, size masada daha önce önerildiği herkes tarafından bilinen benzer çözüm önerisini, hatta aynı çözüm önerisini niye kabul etmediniz? İdlib'de verdiğimiz şehitlere yanıyorum; onları rahmet ve saygıyla anıyorum.

Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Koordinasyon Ofisinin paylaştığı verilere göre, hâlen Suriye'de yaşamakta olan insanların 11 milyonu bir şekilde yardıma muhtaç durumdadır ve bunların 4,8 milyonu çocuktur. Ülkedeki hastanelerin durumu, sağlık hizmetleri fecidir. Doktorların birçoğu, Suriyeli doktorların yüzde 70'i ülkelerini terk etmişlerdir. Hastanelerin potansiyellerinin ancak yüzde 60'ını kullanabildiklerini herkes bilmektedir. Bu koşullar altında İdlib'deki nüfusun karşı karşıya olduğu coronavirüs salgını tehdidi de ciddi bir şekilde ele alınması gereken insani bir meseledir. Bölgedeki insanların salgın riskinden korunmasına yönelik tedbirlerin alınması için Türkiye tarafından herhangi bir girişim yapılmakta mıdır? Ayrıca, bölgeden Türkiye'ye doğru nüfus hareketliliğinin terör riski ve mülteci boyutlarına şimdi, bir de kamu sağlığına ilişkin riskler eklenmiştir.

İktidarın sicili her alanda kötüdür. Ekonomide krizi yönetemeyen iktidar, sağlıkta coronavirüs salgınını da tam olarak yönetememektedir. İktidar, aynı şekilde İdlib ve Libya'da da dış politikayı iyi yönetememiş, her iki sahada da giderek artan risklerin müsebbibi hâline gelmiştir. Bunun maliyetini, acısını Türkiye çekmektedir ve çekmeye devam edecektir.

Covid-19 hızla yayılırken biz, İdlib faciasına saplandık; bu bile akıl almaz bir yaklaşımdır, bir tercihtir. Velhasıl iktidarın bu ülkeyi yönetme ehliyetine sahip olmadığı her yaşanan olayda bir defa daha acı bir gerçek olarak yüzümüze çarpmaktadır. Tek adam rejimi, bu ülkeyi yönetemiyor. Coronavirüse karşı mücadeleyle birlikte önceliğimiz, bir an evvel iyileştirilmiş demokratik parlamenter sisteme geçiş olmalıdır.

Tüm fedakâr sağlık personelimize en içten şükran duygularımı sunuyorum. Bir daha söylüyorum: Önümüzdeki dönemde kimse, kimseyi hain ilan etmesin.

Genel Kurula saygılarımı sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)