| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 14.04.2020 |
CHP GRUBU ADINA YILDIRIM KAYA (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bizleri televizyonları başında izleyen sevgili vatandaşlarımız; hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Olağanüstü günlerden geçiyoruz. Birçoğunuz evlerinizde sanki yarı açık cezaevindeymiş gibi yaşam sürdürüyorsunuz. Tüm dünyayı tehdit eden coronavirüs salgınında hayatını kaybeden bini aşan yurttaşımız oldu, dünyada binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlerce insan da tedavi görmekte.
Öncelikle, Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Profesör Doktor Haydar Baş'a ve hayatını kaybeden tüm insanlığa başsağlığı diliyorum. Ayrıca Ataşehir Belediye Meclis üyemiz, 27 yaşındaki pırıl pırıl genç arkadaşımız Uğurcan Demir bu virüsten hayatını kaybetti. Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına ve tüm camiamıza başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, "YÖK'ü kaldıracağız ve demokrasiyi Türkiye'ye hâkim kılacağız." diye iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi. YÖK'ü kaldırma iddiasıyla parti programına aldığı, seçim bildirgelerine aldığı bir anlayıştan, on sekiz yıl sonra geldiğimiz nokta, bırakın YÖK'ü kaldırmayı, YÖK'ün mevcut hâlinden de geriye dönük gerçekten telafisi mümkün olmayan düzenlemeler yapılmakta.
Bakın, 8 Nisanda Komisyona bu yasa teklifi geldi, 10 Nisanda Komisyon görüştü. Komisyon üyeleri kendi içerisinde dahi ayrıntılı bir değerlendirme yapma fırsatı bulamadılar. Bırakın Komisyon üyelerini, üniversiteleri ilgilendiren bir konuda üniversitelerle, sendikalarla, ilgili kuruluşlarla görüş alışverişinde bulunulması bile mümkün olmayan bir süreci yaşıyoruz, Komisyonda bunu dile getirdik. Komisyonda kanun teklifini getiren arkadaşlarımız ve YÖK temsilcileri, özellikle Anayasa'nın iptal ettiği maddeden kaynaklı bunun bu süreçte geçmesi gerektiğini söylediler, bunu da anlayışla karşıladık ama şöyle bir yolu, yöntemi hep birlikte değerlendirmemiz gerekiyor: Gerçekten akılcı, bilime dayalı, demokrasinin gereği olan -A partisi ya da B partisi, hiç fark etmez- doğru getirilen önerilerin Komisyon tarafından kabul edilmesi ya da kabul edilmiyorsa Genel Kurul tarafından bunların kabul edilmesi gerekir. Eğer bir fikrî birlik yaratacaksak, bilimde bize aydındık yolu gösterecek üniversitelerin durumunu konuşacaksak burada "dediğim dedik" anlayışından vazgeçmemiz lazım. Birlikte tartışmamız, süreci birlikte ilerletmemiz gerekiyor.
12 Eylülle hesaplaşmak, 12 Eylül yasalarıyla, 12 Eylülün hukuksal dayatmalarıyla hesaplaşmaktır. Bugüne kadar, on sekiz yıldır, 12 Eylülle hesaplaşmayı önüne koymuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi, ne yazık ki 12 Eylülle hesaplaşmayı bir türlü aklına getirmiyor. 12 Eylülün ürünü olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nu bile üniversitelere şamil kılmaya kalkmak, gerçekten 12 Eylülle hesaplaşmayı akıldan bile geçirmemektir.
Şöyle düşünün, bu coronavirüs hayatımıza tebelleş oldu. Biz bununla ilgili bir mücadeleyi bilimle yürütmek zorunda değil miyiz? Bilimi nerede açığa çıkaracağız? Üniversitelerde. Peki, üniversitelerimiz bilim yuvası olmaktan uzaklaşmışsa biz bunu nasıl hayata geçireceğiz? Bizim, üniversitelere, bilim insanlarına, araştırma yapacak insanlara ihtiyacımız var. Bunlar, özgür düşündükleri müddetçe, ekonomik koşulları uygun hâle getirildiği sürece ancak mümkündür. Eğer bunu yapamıyorsanız, siz, bilimsel bir çalışmayı yapamadığınız sürece, coronavirüsle ya da benzeri vakalarla akılla, bilimle ve özgür düşünceyle birlikte mücadele etme şansınızı kaybedersiniz.
Üniversitelere bakıyoruz, üniversitelerde -biraz önce de söyledim- 12 Eylül yasası ve onun hukuku her şeyin üzerinde işliyor. Demokles'in kılıcı gibi tepemizde sallanan bir anlayış var. 12 Eylülde bile, 12 Eylülden sonra bile, YÖK'te, üniversitelerde, üniversite öğretim üyeleri arasından rektörü seçme hakkı vardı; 3 kişi seçer, 3 kişi içerisinden de Cumhurbaşkanı birini atardı. Şimdi, siz bunu da ortadan kaldırdınız, yok ettiniz. Yaptığınıza bir bakın, ya Adalet ve Kalkınma Partisi il başkanlığı yapmış olacaksınız, ya ilçe başkanlığı yapmış olacaksınız, ya milletvekilliği yapmış olacaksınız ya da milletvekili aday adayı olacaksınız daha sonra da üniversiteye rektör olarak atanacaksınız. Biz bu dönemde bu uygulamalara çok sık rastlıyoruz. Eğer bu uygulamaları devre dışı bırakmazsak demokrasiden, bilimden ve demokrasi anlayışından bahsetmemiz mümkün değildir.
Getirilen yasa teklifi ne 1982 darbesiyle getirilen antidemokratik hükümleri ne Anayasa'ya aykırı hükümleri kaldırıyor ne de bilimsel özerklik ilkelerine aykırı hükümleri değiştiriyor. Değiştirdiği ve olumlu değişiklikler yok mu bu yasada? Var, olumlu değişiklikler var. Vakıf üniversiteleri kuruldu. Vakıf üniversitelerinin malını vakfetmekten gelen anlayış gereği öğrencilere, yüzde 15'ine burs, tam bursluluk hakkı tanıdı. Teklifi getiren arkadaşların önerisi yüzde 15 idi, Komisyonda biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bunun yüzde 25 olarak geçmesini istedik ama Komisyonda Milliyetçi Hareket Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi üyeleri tarafından reddedildi ama buna rağmen yüzde 15'lik bursluluk olayı çok doğru ve yapılması gereken bir işti.
Vakıf üniversiteleri özellikle riskli bir süreç yaşadığından, özel okulların risk yaşadığı süreçte, Doğa Kolejinde yaşanan ve öğretmenin, öğrencinin, öğrenci velisinin başına gelenin vakıf üniversitelerinde de öğrencinin, öğretim üyesinin ve üniversiteyi işletenlerin başına gelmemesi için bir güvence olması gerekiyordu; kanun teklifini getiren arkadaşlarımız gelirinin yüzde 2'sini kamu bankasına yatırma zorunluluğunu, teminat olarak yatırma zorunluluğunu getirdi. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu konuda da bu oranın yüzde 5 olmasını istedik ama bu teklifimiz de reddedildi.
Biz özellikle, 12 Eylül hukukuyla ve demokrasiye aykırı olan kanun hükmünde kararnameyle, bir tek kişinin imzasıyla 6 bin öğretim üyesinin ihraç edildiği bir sürecin doğru olmadığını, bu sürecin mutlaka YÖK tarafından gündeme getirilmesini defaatle söyledik. Ama ne yazık ki öyle bir süreç yaşadık ki coronavirüsle ilgili çalışma yapan bir akademisyen ihraç edildi. Bu akademisyen "Göreve döndürülmesem bile akademik kariyerimle bu konuda yapmış olduğum çalışmayla katkı sunmak istiyorum, destek olmak istiyorum." dediğinde bile "Hadi oradan!" dendi. Biz, eğer bilimin ışığında bu coronavirüsle mücadelenin önünü açacak bir yaklaşımı bize sağlayanlar varsa bunlara kapımızı açmalıyız.
Kanun hükmünde kararnameyle ihraç edilenlerin önemli bir kısmı da bu ülkede barış istediği için ihraç edilen barış akademisyenleridir. Tek suçları "Savaş olmasın, insanlar ölmesin, barış olsun." demek. İhraç olan bazı arkadaşlarımız şu anda Parlamentoda milletvekili. Arkada oturuyor bir arkadaşımız, ihraç edildi, milletvekili; İbrahim Kaboğlu burada yok, milletvekili. Bunlar dünyaca tanınmış, dünyadaki üniversitelerde ders veren ve bu ders verdikleri öğrencileriyle dünyada kıvanç duyan hocalar. Bu insanları kapıya koyduğumuzda Türkiye ne kazandı, insanlık ne kazandı ve ne kaybettik? Kaybettiğimiz çok şey var ama kazandığımız bir hiç. Dolayısıyla bu tartıştığımız süreçte barış akademisyenlerinin Anayasa Mahkemesinin kararına rağmen göreve döndürülmemesi gerçekten içler acısı. Göreve döndürülen akademisyen yok mu? Var. OHAL Komisyonu tarafından göreve iadesi istenenler var ama bir şartla: "Ankara, İstanbul, İzmir'deki üniversitelere dönemezsin. Onun dışındaki üniversitelerden 3 tercih yapacaksın. O tercihlerinden birine seni gönderirim." Peki, kazandı mı? Kazandı. Suçsuzluğu ispat edildi mi? Edildi. Göreve dönecek mi? Dönecek. Konya'daki bir üniversitede, Necmettin Erbakan Üniversitesinde ders vermesiyle Gazi Üniversitesinde ders vermesi arasında ne fark var?
12 Eylül öncesi benim başıma bir iş geldi. Gözaltına alındım, sorgudayım. Emniyetteki sorgucu, bir yandan işkence yapıyor bir yandan da soruyor -birbirleriyle de tartışıyorlar gözlerim bağlı- diyor ki: "Sor bakalım nerede öğretmenmiş." Sivas'ın Divriği ilçesinin Bahtiyar köyünde öğretmenim. "Kaç öğrencin var?" 11. "Komiserim çok iyi, 11 öğrencili değil de 100 öğrencili yerde olsaydı -Allah vermesin- 100 öğrenciyi zehirleyecekti, dolayısıyla 11 öğrencili yerde olması iyidir." diyor. Bir öğrenci ile bin öğrenci arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla siz akademisyeni göreve iade ediyorsanız yapacağınız iş, daha önce görevden aldığınız üniversiteye dönmesidir. Onun da bir onuru, onun da bir yaşam şekli var.
Değerli arkadaşlar, biraz önce Halkların Demokratik Partisinden Sayın Milletvekilimiz Mehmet Bey'de söyledi. 35 yaş sınırı Anayasa'nın eşitlik ilkesine aykırı. Anayasa eğer bu aykırılıklarla ilgili bize yeniden bir yasa yapma zorunluluğu getirmişse aykırı olduğunu bile bile bir iş yapmayalım. Birçok akademisyen 35 yaş iyidir diyor ama önemli bir kesim de bu 35 yaş sınırının "eşitlik" ilkesine aykırı olacağını söylüyor. Bu konuda Komisyonda tekliflerimizi yaptık, reddedildi. Umarım Genel Kurul bu konuda ortak bir yol bulur.
Ayrıca, disiplin cezaları konusu var. Benden önce konuşma yapan üç konuşmacı arkadaşım da bu konuya farklı boyutlarla değindiler. Demokrasi, özgürlük bilim yolunu açar. Eğer siz demokrasiyi askıya alırsanız, özgürlükleri askıya alırsanız bilim insanının üretiminin önüne geçmiş olursunuz. Üretimin önüne geçtiğinizde bu ülkeye katacağınız hiçbir şey yoktur. Getirilen 7, 8 ve 9'uncu maddelerde 25 çeşit suç tarif edilmiş. 657 sayılı Devlet Memurları Yasası buraya getirilmiş, daha sonra bu yetmemiş, buna ilaveler yapılmış. Bir öğretim üyesini disipline verdiniz, şu ya da bu gerekçeyle, o öğretim üyesinin cezalandırılma sürecinde o öğretim üyesinin üyesi olduğu sendika temsilcisi yok. Şimdi, sendikalar sadece devlete karşı üyelerinin haklarını savunan yapılar değildir, aynı zamanda üyelerini de otokontrol yönetimiyle toplumda ve de kendi alanında verimli olmasını örgütleyen bir yapıdır. Sendika temsilcileri fiilen disiplin kurullarında bugüne kadar yer alıyordu çünkü toplu sözleşmede bu hüküm var. Toplu sözleşmeyi kiminle yaptınız? MEMUR-SEN'le yaptınız. MEMUR-SEN'le yaptığınız toplu sözleşmede, o toplu sözleşme gereği disiplin kurulunda sendika temsilcisi fiilen bulunduruluyordu. Şimdi, yasayla bunu niye çıkartıyorsunuz? Fiilen yapılan işi yasal statüye kavuşturmak zorundayız. Yasal statüye kavuşturduğumuzda ne üniversite ne devlet ne de devleti yönetenler zarar görmez. Sendika temsilcilerinin olduğu her yerde hem çalışanlar hem üniversite hem de devlet fayda görür.
Değerli milletvekilleri, biz Komisyonda özellikle dün geçen af kanununa göre öğrencilerin de... Yaklaşık beş yıldır mağdur olan öğrenciler var. Bu öğrenciler kimisi parasını yatıramamış, kimisi sınavını kaçırmış, kimi gitmiş dağda çobanlık yapmış iki yıl devam edememiş ama bugün, tekrar üniversiteye devam etmek istiyor, bunun için de bir af beklentisi var. Bu af beklentisi içerisinde olan öğrenciler sadece Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna değil, tüm siyasi parti gruplarına ve tek tek milletvekillerine bu taleplerini aylardır dile getiriyorlar. Biz de bu konuda, bir ek madde teklifi yaptık ama ne yazık ki bu teklifimiz de Komisyon tarafından reddedildi. Hırlıyı hırsızı, soyluyu soysuzu, Tosuncuk'u affediyorsunuz, "Okumak istiyorum, üniversite diploması almak istiyorum, işsiz olacağımı bile bile bunu yapmak istiyorum." diyen öğrenciyi niye affetmiyoruz? Eğer gerçekten, dün çıkardığımız af yasasını adil, eşit, her şeyi kucaklayan bir yasa olarak görüyorsanız ki gördüğünüz için "evet" dediniz, biz görmediğimiz için "hayır" dedik, bugün gelin, gerçekten affa ihtiyacı olanlara bu yardım elini, bu destek elini uzatalım diyorum.
Değerli milletvekilleri, öğretmenlere esnek çalışma maddesi getiriliyor. Şimdi, öğretmenler bu dönemde çalışmadı zannediyoruz. Bir öğretmen, bir gazeteci gibidir, gazeteci 24 saat çalıştı kabul edilir. Gazeteciler evinde otururken de bir haberin kokusunu aldığında yatağından kalkar, gider ve haberi yapar. Şunu bilmenizi istiyorum -ben bir öğretmenim- öğretmen de gerçekten yatağında uyuyamaz eğer öğrencisi başarısızsa. Öğrencisinin başarılı olması için öğretmen her türlü çabayı sarf eder.
Şimdi, diyeceksiniz ki Millî Eğitim Bakanlığımız ne güzel iş yapıyor, uzaktan eğitim. Bu koşullarda yapılan uzaktan eğitim nedir biliyor musunuz? Günde 2 ders veriliyor, her ders yirmişer dakika, 2 dersin edeceği kırk dakika, beş günde iki yüz dakika. Peki, normal öğretimde neydi? Bir günde iki yüz dakika ders görüyordu. Sizin öğrencinin aldığı yirmi dakikalık uzaktan eğitimle bir yol alacağını düşündüğünüzü zannetmiyorum. Peki, ne oluyor biliyor musunuz? O yirmi dakikadan sonra öğretmen öğrenciyi arıyor, öğrencisiyle o derslerle ilgili konuşuyor, ödevlerini veriyor, bir gün sonra tekrar kontrol ediyor. Yani, öğretmen evde yatmıyor, öğretmen evde çocuğunun, öğrencisinin derdiyle ilgileniyor. Dolayısıyla siz, öğretmenin bu çalışmasını yok sayamazsınız.
Halk eğitimde kadrolu çalışanlar var, usta öğreticiler. Diyor ki: "Sen kurs başlatmadın, dolayısıyla sana ders ücreti vermiyorum." Kaç kişi biliyor musunuz? 2.800 kişi. Ya, el vicdan! 2.800 kişinin ders ücretini neden kesersiniz? Sözleşmeli öğretmenler, ücretli öğretmenler... Özellikle ücretli öğretmenlerin ücretleri önce ödenmedi, daha sonra Millî Eğitim Bakanı da bu konuda gerekli çabayı gösterdi, ücretler ödendi ama halk eğitimde çalışanların sorunu hâlâ devam ediyor.
Değerli milletvekilleri, biz öğretmenin kıymetini, öğretim üyesinin kıymetini bileceğiz çünkü bu ülkeye aydınlık yarınları getirecek olan bu kesimlerdir. Bu kesimlere sahip çıkmayı asla ihmal etmeyeceğiz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: 2 vakıf üniversitesi daha kuruluyor. 1'i Ankara'da kuruluyor, 35 bin metrekarelik bir alan, Bilkent içerisinde, hazine arazisi bu vakıf üniversitesine veriliyor. Bu vakıf üniversitesinin yarın ne yapacağını bilmiyoruz. 2 üniversite kuruluyor; 1'i sekiz yıldır eğitim devam ettiriyor, 1'inin eğitimle uzaktan yakından alakası yok. Biz bugüne kadar kurulan üniversitelerden mezun olanlara iş bulamazken yeni yeni vakıf üniversitelerinin kuruluyor olmasını çok anlamadık. Bu konuda, sizleri de bu konuyu sorgulamaya davet ediyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Devam edelim efendim.
YILDIRIM KAYA (Devamla) - Son olarak şunları söylemek isterim: Bizde maske var ama inanın, halkın büyük bir kesiminde maske yok, ulaşamıyorlar.
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan her hafta sarayda muhtarlarla toplantı yapıyordu. Daha sonra da dedi ki: "Bu dağıtımlar, yardımlar ve her türlü ilişki muhtarlar eliyle yapılacak." Muhtarların kapısı insanlarla dolu, kuyruklar var. Muhtarlar perişan, muhtarlar ne yapacağını bilmiyor. Sarayda toplantı yaptığınız muhtarları lütfen hatırlayın ve muhtarlara sahip çıkın. Eğer bu muhtarlara sahip çıkmazsanız, gerçekten, yaptığınız toplantıların hiçbirinin anlamı olmadığı bir kez daha görülüyor.
Biz, çocuklarımızın ve gençlerimizin tiyatroya gitmesini çok önemseriz. Bu coronavirüs nedeniyle çocuklarımız tiyatroya gidemiyor ama geçen hafta, hafta sonu bir tiyatro izledik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın efendim.
YILDIRIM KAYA (Devamla) - Bitiriyorum.
Bize tiyatro izleten, bize tiyatro izleme fırsatı veren Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu'ya teşekkür ediyorum! Hafta sonu bize bir tiyatro oyunu izlettiler, çocukları tiyatroya götürmekten biz de kurtulmuş olduk.
Hepinize saygılar sunuyor, hepinize başarılar diliyorum. (CHP sıralarından alkışlar)