| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 14.04.2020 |
YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülke gündemi ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini bir türlü birbirine tutturamayan AK PARTİ'si, vatandaşla dalga geçercesine akademisyenlerin disiplin cezalarını, yeni açılacak vakıf üniversitelerini, açık öğretim fakültesi öğrencilerinin kayıt parası yatırmazlarsa öğrenimlerine devam edemeyeceğini, öğretmenlerin tatil süresini Genel Kurulun gündemine getirdi. "Yazık!" diyorum "El insaf!" diyorum "Pes!" diyorum. Ülke can ve mal derdine düşmüşken akademisyenlerin disiplin cezalarını düzenlemek için toplanmak, hem bilim adamlarımız hem vatandaşlarımız için ayıptır, yazıktır. Eğer üniversitelerimizle ilgili konu bu kadar acilse o zaman işe "Kendi üniversitelerimizin kalitesini nasıl artırabiliriz, akademisyenlerin sorunlarını nasıl çözebiliriz?" kısmından başlamalıydınız. 129'u devlet, 78'i vakıf olmak üzere toplam 207 üniversitemizde yaklaşık 8 milyona yakın yükseköğrenim öğrencisi öğrenim görmektedir. Eğitim, her toplumun en millî meselesidir. Geleceğimizin temeli ancak ve ancak çağdaş, akılcı ve bilimi esas alan bir eğitim sistemiyle atılabilir. Bu nedenle, dünyanın neresinde olursa olsun aklı başında her hükûmet önceliği eğitime verir. Eğitimde kalite ve öncelik üniversite binası yapmak ya da üniversite sayısını artırmak değildir. Üniversite sayısı ya da üniversitede eğitim alan öğrenci sayısının fazla olmasının gelişmişlik düzeyiyle bağlantılı olduğu göreceli bir kavramdır. Eğer ülkeniz yükseköğrenimde yaptığı atılımlarla, bilim adına başarılarıyla, mezun diplomalarının uluslararası alanda geçerliliğiyle anılıyorsa işte o zaman üniversite sayınızın ve mezun sayınızın fazla olması da bir başarı sayılabilir ancak dünya sıralamasında ilk 100'e bile giremeyen üniversitelere sahipseniz şapkanızı önünüze koymanın vakti gelmiştir.
Kanun teklifinin 4'üncü maddesiyle araştırma görevliliği başvurusu için 35 yaşı doldurmamak şartı öngörülmektedir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'na göre araştırma görevlileri, yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim elemanlarıdır. Görüştüğümüz kanun teklifi araştırma görevlileri için yeni bir hüküm mü getiriyor? Hayır. Yönetmelikte uygulanan bu yaş sınırı, Danıştayın "Kanunda yer alması gereken bir konu yönetmelikle düzenlenemez." iptal kararı üzerine yasalar hiyerarşisine uygun hâle getiriliyor. Peki, madem bu konu gündeme geldi, araştırma görevlilerinin özlük haklarının iyileştirilmesi hiç akla gelmiyor mu? Ne yazık ki bu sorunun cevabı da "Hayır." Yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim elemanları olan araştırma görevlileri ne yazık ki akademik camiada en çok mobbinge maruz kalan personeldir. Görev tanımları nedeniyle yetkili organlarca verilen diğer görevleri yapmak zorunda olan bu personel, akademik kariyerlerinin devamı açısından, üzerlerindeki her türlü baskıya karşı sessiz ve savunmasız kalmaktadır.
Üniversitelerimizde, araştırma görevlileri üzerinde bir anket yapılmıştır. Araştırma görevlilerinin verdikleri cevaplar çok ilginçtir. Örneklerimi oluşturan araştırma görevlilerinin yüzde 20,2'si kendisini araştırma görevlisi statüsünde burslu bir öğrenci olarak, yüzde 20,9'u devlet memuru olarak, yüzde 22,7'si bilim insanı olarak, yüzde 16'sı danışman hocanın yardımcı elemanı olarak, yüzde 20,2'si ise farklı şekillerde tanımlamaktır. İşte, çalışma koşullarını açıkça ifade edebilme cesaretini gösteren araştırma görevlilerinin cevapları da şu şekildedir: "Arada bir yerde tanımlıyorum." "paralı asker" "esir" "mevsimlik işçi" "devamlı baskıya maruz kalan bir memur" "ana bilim dalının işçisi" "üniversite hademesinden hâllice" "ayak işlerine bakan biri" "bağımlı bir araştırmacı"
Araştırma görevlilerinin verdikleri cevaplardan anlaşılacağı üzere, sorunları ortadadır. Bu yetmezmiş gibi, yeni bir düzenleme, akademik merdivenin en alt basamağındaki bu personeli de, diğer akademisyenlerde olduğu gibi -tırnak içinde- disiplin sopasıyla terbiye etmeye çalışmaktır. Zati inisiyatifle disiplinsiz görülen öğretim üyesinin itiraz adresi olarak ise üniversitenin disiplin kurulu gösterilmektedir. Hükûmetin yeni kanun hükmünde kararnameleri gereği, rektörünü kendi seçemeyen, dekanını atayamayan, dekanını atayamadığı gibi -liyakat ve ehliyet dikkate alınmadan- iktidar tarafından atanan dekanı da bölümle hiç ilgisi olmayan yöneticiler olan, senatosunu oluşturamayan, kadro açamayan, adrese teslim akademik kadrolar oluşturan sözde özerk üniversitelerimizin, siyasallaşmış yönetimlerden oluşan yapısı altında itiraz başvurularının ne kadar tarafsızca değerlendirileceğini takdirlerinize sunuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Ve son söz olarak diyorum ki en büyük yatırım insana yapılan yatırımdır, insana yapacağınız yatırım ise eğitimden geçer. Ne yeni üniversite açılmasına karşıyız ne de üniversitede okuyan öğrenci sayımızın artmasına. Ancak akademik yapıları yetersiz, sadece iş arayan genç sayısını birkaç yıl daha ötelemek, işsizler ordusunun içinde göstermemek dışında bir işlevi olmayan, hatır-gönül-ihya üçlemesine hizmet etmeye yarayan üniversitelere de üniversiteleri arka bahçesi hâline getirmeye niyetli düşünce sahiplerine de karşıyız. Üniversitelerimiz bilim yuvası olmalıdır, sizin otoriterlik denemelerinizin laboratuvarı değil.
Saygılar. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)