GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 100'üncu yıl dönümünün ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın kutlanması, günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:88
Tarih:23.04.2020

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MEHMET NACİ BOSTANCI (Ankara) - Sayın Başkan, sayın genel başkanlar, değerli milletvekilleri, aziz milletimiz; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 100 yaşında; nice asırlar millet iradesinin tecelli ettiği yasama kudreti olarak yoluna devam edecek inşallah. Bu vesileyle 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nızı, cümlemizin bayramını kutluyorum, hayırlı olsun.

Yüzyılın muhasebesini İbni Haldun'un dediği gibi, hikâyeci değil, siyasetçi tarihçilikle yapmak ve gelecek için ders çıkarmak gerekir. Meclisin açılmasına ulaşan o uzun yüzyıl, o 19'uncu Yüzyıl modernleşme girişimleri, imparatorluğu yeniden ihya etme çabalarıyla geçmiştir. Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük, devleti ve toplumu ayakta tutmak için atılan payanda direkleridir. Milliyetçiliğin çağırdığı ulus devletler ve kitlelerin siyasetin asli faili hâline gelme süreçleri sadece Osmanlı'yı değil, Habsburglar, Romanovlar ya da Bismarck'ın kudret kazandırdığı Kaiser'in Almanyası dâhil tüm imparatorlukları tüketmiştir.

Birinci Dünya Harbi'nde yedi cephede orduları savaşan Osmanlı, Mondros'la yolun sonuna gelmiştir. Doğu cephesindeki 15'inci Kolordu hariç orduları dağıtılmış, ekonomik olarak tükenmiş, mağluplar hanesine adı yazılarak "veyl mağluplara" (vae victis) muamelesine maruz bırakılmıştır. Nitekim elde avuçta kalan topraklar Yunanlılar, İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler tarafından işgale başlanmıştır. 15 Mayısta İzmir'in işgali ise milletin yüreğindeki yarayı ateşli bir öfkeye çevirmiştir. Bu tablo karşısında 3 mukabele tarzı vardır. Birincisi: Her ne olursa olsun statükoyu ve saltanatı koruma kabul edilemez yaklaşımı. İkincisi: Kendini yönetme ehliyeti yok sayılan ülkelere efendi tayin etme şeklindeki alçaltıcı yaklaşım. Üçüncüsü ise merkeze milletin varlığını ve istiklalini koyan, hasımların merhametine değil, milletin baş koymuş mücadelesine inanan yaklaşım. Üçüncüsü Kuvayımilliye'dir. Hemen belirtelim ki ülkemizin üzerinde bulunduğu muhataralı coğrafyada Kuvayımilliye anlayışı bugün de geçerlidir ve son dönemde yaşadığımız gelişmeler karşısında milletimizin kaderi ve geleceği için bu ruh ve iradenin önemi, siyasetteki karşılığı tüm açıklığıyla ortadadır.

İstiklal Savaşı'nda ülkenin hâli dönemin tanıklıklarında anlatılır. Sovyet Diplomat Frunze, Anadolu'yu tüm fukaralığı ve yoksunluğuyla dile getirir; topraktan evler, kıt tarım üretimi, mazıları inleyen kağnılar, yolun izin olmadığı, âdeta hayalet ülkeye dönüşmüş hasta ve yorgun Anadolu. Halide Edip hatıralarında en temel gıda maddesini sık sık zikreder: "Ekmek ve peynir" Yakup Kadri, Panorama'da; Tarık Buğra, Küçük Ağa ve Firavun İmanı'nda; Attilâ İlhan, Dersaadet'te Sabah Ezanları'nda; Kemal Tahir, Kurt Kanunu ve Yol Ayrımı'nda; Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam'da; Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı Destanı'nda; Falih Rıfkı, Çankaya'da ve çeşitli kaynaklarda dönemin sahneleri çizilir.

Zor zamanlarda milleti bir araya getirmek, o kudreti çelikten bir yumruğa dönüştürmek, şüphelerin, endişelerin çalkantısında sapasağlam bir irade olarak durmak ve başkalarına da inanç taşımak, dışarıdakiler kadar içerideki engellemeleri de aşarak bağımsız, onurlu bir ülkenin temellerini atmak için mutlaka güçlü bir lider gerekir. Millet bağrından o lideri çıkarmıştır ve adı hepimizin bildiği gibi Mustafa Kemal'dir.

Birçok cephede zaferler kazanmış bir komutan, prestijli bir önder olarak Mustafa Kemal, 19 Mayısta çıktığı Samsun'da Kuvayımilliye iradesinin ateşini yakmıştır. Vatanın bağrına saplanmış işgal hançerini çıkartıp istiklali ve onuru için mücadele etmek karar ve azmindekiler; Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Rauf Orbay, Bekir Sami ve daha niceleri onun liderliğinde bir araya gelmişler; Havza, Amasya, Erzurum, Sivas Kongreleri sonrası bu mücadelenin kalbi olarak 23 Nisan 1920'de Meclisi açmışlardır. Sakarya, 30 Ağustos zaferi, Misakımillî'nin gerçekleştirilmesi, nihayet Meclisin açılmasının üç buçuk yıl sonrasında 29 Ekimde cumhuriyetin ilanı; bunlar yüz yıllık tarihimizin başlangıç köşe taşlarıdır.

Burada birer cümleyle geçtiğimiz konuların tarihteki yeri için kaynaklara iyi bakmak gerekir. Şunu unutmayalım: Ancak tarihi bilmeyenler, onun hakkında kestirme hükümlere sahip olurlar ve boş bir kafanın cüretkârlığındaki dolu bir ağızla konuşmakta beis görmezler. Mustafa Kemal, Meclisin açılmasını cumhuriyetle tamamlarken onu da "Cumhuriyet fazilettir." diye tanımlar ve fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerden bahsederek gelecek kuşaklara yön gösterir. "Cumhuriyet fazilettir." çünkü reşit insanların, karar ve irade sahibi vatandaşların rejimidir. Bunu sözden hayatın gerçekliğine dönüştürmek işi ülkenin kalkınması, gelişmesi, modernleşmesinde kayıtlıdır.

Cumhuriyet kurulduğunda 13,5 milyon nüfus varken bugün 83 milyondur. Halkın yüzde 90'ının üzerinde bir kesim köyde yaşarken bugün çok daha fazlası şehirlerdedir. Okullaşma oranlarından tutun, üretim, tüketim değerlerine kadar her kriterde cumhuriyet büyük başarılar sağlamış ve temelini oluşturan o reşit insanların varlığını sosyal ve ekonomik şartlar bakımından garanti altına almıştır.

Yüz yıllık bu birikimin ardında sayısız insan vardır. Cumhuriyetin banisi Atatürk'ten başlayarak önemli roller üstlenmiş, başbakanlık, devlet başkanlığı yapmış, kamu kadar özelde üstlendiği görevlerle toplumun önünü açmış, eğitimine, zenginliğine katkı sağlamış, tarlasını ekmiş, binalarını yapmış, fabrikalarında çalışmış, gelecek kuşakları yetiştirmek için ceketlerini satmış, gerektiğinde uzaktaki okullara çocuklarını sırtlarında taşımış herkesi saygı ve minnetle anıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Tüm bu süreç içinde elbette demokrasinin gereği siyasi tartışmalar olacaktır. "Millet iradesi" dediğimiz hepsinin toplamıdır. Halefler, seleflerin rakibi olsalar da gerçekte karakterleri ve konumları gereği ortaklarıdır çünkü politik konumların toplamdaki anlamları ortak paydayı sağlamaktır. Ancak siyasetin rekabet kadar uzlaşma karakteri de demokrasiler için önemlidir. Uzlaşmasız rekabet, demokrasilerin ortak kadere halel getiren karanlık yanlarını açığa çıkarır. Buna karşı dikkatli olmak tüm siyasetlerin en temel görevidir. Demokratik zemini hassasiyetle muhafaza etme ortaklığımızın sigortasıdır. Her türlü şiddet ve terör, demokrasinin en büyük düşmanıdır. Özgürlüğün, fikir namusunun yanında olanların mutlaka en baş görevlerinden birisi, demokrasinin üzerindeki terör ve şiddet hayaletine açıkça tavır almaktır.

Yüz yıllık Meclis tarihinin on sekiz yılında AK PARTİ olarak, demokrasimize, cumhuriyetimize, toplumumuza, her bir insanımıza daha iyi bir hayat, daha iyi bir dünya sunma yolunda çalıştık, emek verdik. Yapılanları takdir için bilmek yetmiyor, aynı zamanda hakkaniyetli olmak gerekiyor. Her adımda ülkemizin tarihî birikimini gözlemlerken aynı zamanda gelecekte üstümüze düşen onurlu görevlerin muhasebesini yaptık, bir gözümüz geçmişte, diğeri gelecekte oldu. En temel ilkemiz her zaman kusurlarımızı azaltmak, meziyetlerimizi artırmaktır. Elbette dün eleştirildik, yarın da eleştirileceğiz. Ülkemizin toplam çıkarları adına yapılan her eleştirinin başımızın üstünde yeri, mikro çıkarların aracı kılınmış eleştirilerinin de aklımızda bir karşılığı ve kıymeti var.

Demokrasimiz adına önemli bir hususun altını çizmek isterim. Demokrasiler için en büyük tehlike onun düşmanları değil, gerçek olamayacak kadar naif demokrasi tanımları ve buna temellenmiş hayalî eleştirilerdir. Öyle mükemmel demokrasiler öne sürülür ki onlar ancak tabiri caizse göklerde var olurlar ve asla yeryüzüne inmezler. O yüzden rekabet ve eleştirileri siyaset sanatının imkân zemininde yapmak, gerçeklikten asla kopmamak demokrasimize hassasiyet ve ihtimam göstermenin önemli bir ilkesidir.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişten sonra Cumhur İttifakı olarak durduğumuz yer, güçlü bir Meclis olarak yasama faaliyetlerinin ülke meselelerine çözüm istikametinde yürümesi, bunun tüm partilerin katkı ve katılımlarıyla gerçekleştirilmesidir. Yüz yıl önce milletimizin istiklal mücadelesinin kalbi olan Meclis 15 Temmuz hain darbesinde de bir kez daha direnişin ve darbecilere meydan okumanın asil adresi oldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bugün yasama faaliyetlerinin yegâne mekânıdır ve kudretini toplumun tüm iradesinin sürece nüfuz ettiği hayati vasfından almaktadır.

Önümüzde yeni bir yüzyıl uzanıyor. İletişim ve teknoloji alanındaki muazzam gelişmeler toplumsal ilişkileri, ülkelerin yapılarını, küresel düzeyde sermayenin ve emeğin akışını radikal bir şekilde dönüştürüyor. Siyasal toplumun imkânları, araçları, iktidar ve ideoloji ilişkileri yeni anlamlar kazanıyor. Vicdan, hakkaniyet, insanilik gibi değerler yeniden daha güçlü örgütlenmiş çıkar ağlarının karşısında kendini yükseltecek araçlara ve iş birliklerine daha fazla ihtiyaç duyuyor.

Geçmiş asırlarda köleciliğin, esir ticaretinin yükünü taşıyanlar, bugün, mültecilere karşı aynı mirasın sürdürücüsü olarak tarih sahnesine çıkıyorlar. Aydınlanma ve pozitivizmin modernleşmeye katkılarını iyi biliyoruz fakat sosyal Darwinizm, ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, büyük çıkar savaşları gibi tabiat karşısında efendi insan anlayışının istismarcı perspektifinin de ne tür felaketlere yol açtığını hep birlikte görüyoruz.

Ruhunu kaybetmiş bir dünyanın yaşaması mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bostancı.

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ MECLİS GRUBU BAŞKANI MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Başkalarının acısı, yoksulluğu, dramı üzerinden sırça köşkler oluşturanlar asla orada rahat oturamazlar. Dünya küçük ve herkesin kaderi, geçmiş hiçbir dönemde olmadığı kadar ortak.

Tarihin öğreticiliğinde geleceğe yürüyen Türkiye, kendi içindeki anlaşmazlıkları büyük ideallerle uzlaşmaya dönüştürme kapasitesine sahip bir ülkedir. Meclisin 100'üncü yılını kutladığımız şu günde, kader ortaklığımızı öne çıkartacak bir dil ve yaklaşım, dünyanın vicdanı ve aydınlık yüzü olmaya aday ülkemizin geleceğe selamı olacaktır.

Küresel ölçekteki bir salgın sürecinde bu töreni yapıyoruz. Ülkemiz, salgın sonrası dünya için hem içeride hazırlığı ve mücadelesi hem dışarıda küresel dayanışmaya verdiği destekle ön alıyor. İnsanoğlu bu salgını mutlaka yenecektir fakat bu dünyada, ancak tabiatla barışık bir şekilde yaşamanın mümkün olduğunu da bu acı dersle birlikte öğrenecektir.

100'üncü yıl dolayısıyla Sayın Meclis Başkanı, akşam 21.00'e, tüm ülkede İstiklal Marşı okuma çağrısında bulunmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ADALET VE KALKINMA PARTİSİ ADINA MECLİS GRUBU BAŞKANI MEHMET NACİ BOSTANCI (Devamla) - Bu güzel ülkemizin istiklali için her alanda güçlü olması gerektiği ilkesi doğrultusunda, ona liderlik yapan Sayın Genel Başkanımız ve Cumhurbaşkanımız, doğal olarak bu çağrıyı cevaplayacaktır. AK PARTİ olarak aynı doğrultuda, tam bir katılım göstereceğimizi beyan ederken, herkesi anılan saatte İstiklal Marşı söylemeye davet ettiğimizi de bildirmek isterim.

Salgın hastalığın gölgesinde gerçekleştirdiğimiz bu 100'üncü yıl özel oturumunda, Sayın Genel Başkanlarla birlikte cümle hazırunu ve aziz milletimizi bir kez daha saygıyla selamlarken, devletin yatılı okullarından geçmiş bir öğrenci ve AK PARTİ Grubu Başkanı olarak, hepimizin ortak değeri iki temel ilkeyi bir kez daha ifade ederek sözlerimi tamamlıyorum: Yaşasın cumhuriyetimiz! Yaşasın demokrasimiz!

Saygılarımla. (AK PARTİ, MHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)