GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:97
Tarih:10.06.2020

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlar; güvenlik ve özgürlük, demokratik ülkelerin arasında denge kurmak zorunda oldukları iki büyük unsurdur. Özgürlük dengesini ve güvenlik dengesini kuramayan ülkelerde demokratik yapıdan uzaklaşılır ve o ülke artık otokrasi hâline gelir. Otokrasinin bir anlamı da artık, korku imparatorluğu içerisinde kişilerin anayasadan doğan hak ve özgürlüklerini ortaya koyamadıkları, anayasal hak ve özgürlüklerini ortaya koydukları zaman cezaevi yollarına giden baskı ve sindirme politikalarının etkili olduğu bir devlet biçimi olmasıdır.

Güvenlik uygulamaları artırılarak özgürlükleri koruyabilir miyiz ya da özgürlüklerimizi genişleterek güvenliğimizi sağlayabilir miyiz? Dengeyi nerede sağlayacağız? Bu dengeyi şurada sağlayabiliriz: Denge denetlemenin var olduğu, tek kişinin karar vermediği, belirli grupların ötekileştirilmediği ve toplumsal, kitlesel eylemlere, özgürlüklere izin verildiği demokratik ülkelerde bunu sağlayabiliriz.

Bakınız arkadaşlar, ülkemizde açık ve net, parti devleti anlayışı var. Biraz önceki tartışmada Sayın AKP Grup Başkan Vekili "Söylenenler Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı söylenmiştir." diyor. Artık özdeşleşmiş, demokrasi bir tarafta, özgürlükler bir tarafta, burada yapılan tüm eleştirileri, AKP'nin yapmış olduğu icraatlara karşı eleştirileri tam anlamıyla devlet iç güdüsüyle kendi sahipleniyor; parti devleti anlayışı. Parti devleti anlayışı, 2017'deki referandumdan sonra 2018'de -iki sene önce- yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi denilen bu anlayış, tam anlamıyla kararların tek kişi tarafından verildiği ve bakanlık hiyerarşisinin bir kenara itildiği, sarayda bir hiyerarşinin oluştuğu, Hukuk Politikaları Kurulu, Kültür Kurulu, Eğitim Kurulu, turizm kurulu adı altında, sarayda belirlenen yasa teklifleriyle bakanlık bürokrasisinin bir kenara atıldığı, bakanların bile yapılacak işlerden haberinin olmadığı bir sistem. Bir bakıyorsunuz, sabah sokağa çıkma yasağı kararı veriliyor; bir bakıyorsunuz, on saat sonra "Sokağa çıkma yasağını ben kaldırdım." diyebiliyor. Yukarıdaki iktidar her şeyi biliyor, sağlığı biliyor, hukuku biliyor, kültürü biliyor, eğitimi biliyor, danışmadan biliyor ve yasama yok, kuvvetler ayrılığı yok. Kuvvetler ayrılığı olmayınca yasama etkisiz hâlde, yürütme tam anlamıyla bütün kuvvetleri toplamış durumda. Bu durumda ne oluyor? Güvenlik kuvvetlerini artırmakla işsizliği, güvenlik kuvvetlerini artırmakla toplumsal muhalefeti susturma yoluna gidiliyor. 250 bin polis var, 190 bin jandarma var. Bu memlekette güvenlik politikalarını artırıp 21 bin bekçiyi getirmenin ve memlekette milletin tenceresi kaynamazken milletin talepleri varken iş, aş, işsizlik sorunu, varken aciliyet olarak bu yasa teklifini getirmenin amacı, acaba, işsizliği ve ekonomik buhranı bu tür güvenlik tedbirleriyle önlemek mi diye düşünüyorum. Hakkımız var bunu düşünmeye. Neden hakkımız var? Tavşanlı halkı, kapatıldığı hâlde deneme çalışmaları yapan termik santrale karşı isyan edip "Biz kül istemiyoruz, kirlilik istemiyoruz." diye eylem yapıyor. Tavşanlı Kaymakamının dün, basın açıklaması yaptığı zaman "Ben oraya jandarma yığarım. Ben oraya sosyal mesafeden ceza yazarım." diyebileceği kadar güvenlikçi politikalar!

Aydın'da Kuyucular'da, Beyköy'de yasaya aykırı yapılan jeotermale karşı çıkıp da orada eylem yapan köylü kadınlara -teyzelerimiz, analarımız- sosyal mesafe koyamadıklarından dolayı 3.150 lira ceza yazılan bir Türkiye burası arkadaşlar.

Aynı günlerde, sokağa çıkma yasağı varken o Vali Yardımcısı, JES'lerden sorumlu Vali Yardımcısı Didim'de, JES'cilerle beraber, sokağa çıkma yasağı kapsamına giren insanlarla beraber, yata binip geziye çıkıyor ama o köylülere 3.150 lira sosyal mesafe cezası yazılıyor, Tavşanlı'da yazılıyor, Aydın'da yazılıyor; güvenlikçi politikalarla yazılıyor. Bu ne demektir? Demokrasiden uzaklaşılan ülkelerde olur. Denge, denetleme olmaz. Ne olur? Parlamenter olmaz. Parlamenter rejimde konuşanlara parlamenter denir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Devamla) - Dün ne oldu arkadaşlar burada? Cumhuriyet Halk Partisi olarak oy kullanma hakkımızı yavaşlatarak burada milletvekilliği antidemokratik olarak düşürülen, Anayasa ihlal edilerek milletvekilliği düşürülen bir milletvekilimize destek olmak amacıyla yaptığımız eyleme karşı ne yaptılar? AKP Grubu ne yaptı? Komisyon, vermiş olduğumuz önergelere "Uyarız, katılıyoruz." diyerek bizim konuşma hakkımızı engelledi. İşte bu da yasama hakkını, bizim, parlamenterlerin yasama hakkını engelleyen bir olay. Yürütme her şeyi biliyor, yasama yok, yargı yok, yargı bağımsızlığı yok, yargı tarafsızlığı yok. Hâkimlere, savcılara talimat veriliyor, ondan sonra çıkıp da "Vicdanlarınıza göre karar verin." diyor. Kim diyor? Sayın AKP devlet başkanı diyor, parti devletinin başındaki diyor. Hangi savcı, hâkim vicdanına göre karar verecek? Kavala'yı üç yıldan beri vicdana göre karar verip de mi tahliye ettirmiyorsunuz? Barışları onun için mi tahliye ettirmiyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, devletin dini adalettir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

SÜLEYMAN BÜLBÜL (Devamla) - Toparlıyorum.

Değerli arkadaşlar, hukuk bir gün herkese yarar. Hiç unutmam, 2011'de, 2013'te Silivri davalarına giren o Silivri davalarında bulunan hâkim ve savcılar şu anda ya kaçak ya da cezaevinde. Hiç unutmam, Silivri mahkemelerinde söylenmiş olan bir söz vardı: Ey hâkim bey, yattığın zaman, yastığa başını koyduğun zaman rahat uyuyabiliyor musun? Bunların hesabı, yargısı, yargının hesabı, demokrasiye, özgürlüklere karşı yapılan ihlallerin hesapları bir gün sorulur ve sorulacaktır arkadaşlar.(CHP sıralarından alkışlar)