GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:103
Tarih:23.06.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilmiş olan askerî darbe ve ardından hukukun askıya alınarak yapay mahkemelerle, güdümlü mahkemelerle kararlar verilmesi o dönemde dönemin Türk siyasetine, henüz otuz yedi yıllık geçmişi olan cumhuriyete ve gelişmekte olan Türk demokrasisine çok ciddi, büyük zararlar vermiştir; milletimizin sosyal yapısında büyük kırılmalara yol açmıştır ve günümüze kadar devam eden etkilere sahiptir. Bu darbenin bir diğer sonucu da -burada birkaç kez söylendi- kendinden sonra gelişecek darbelere zemin teşkil etmesi, bir darbeler geleneği ortaya çıkarması ve diğer darbeler için bir ana rolü oynamasıdır.

1990 yılında, rahmetli Özal döneminde çıkarılan bir yasayla Millî Birlik Komitesi güdümündeki Yüksek Adalet Divanının verdiği kararlar sonucunda idam edilen Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun itibarları iade edilmiştir ve anıt mezara cenazeleri nakledilmiştir.

Bugün yüce Mecliste darbe mağdurlarının maddi ve manevi zararlarının tazmini ve güdümlü mahkemeler tarafından verilen kararların ilgası yönünde bir yasa çıkarıyoruz. Böylece altmış yıl gecikmeli de olsa yüce Meclis kendi şahsında millet iradesine yönelik tasallutun, vahşi saldırının bir cevabını da vermiş olmaktadır. Bu yasal düzenleme ayrıca darbelerin ve darbecilerin kesinlikle millet vicdanında affedilmeyeceklerini ve ne yaparlarsa yapsınlar aklanmayacaklarını da göstermesi bakımından önemlidir. Bu yasa çalışması nedeniyle yüce Meclisi kutlamak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; darbelerle ilgili ortak bir nokta var: Bütün darbecilerin ve darbelerin yaptığı ilk iş, hukuk devleti normlarını yok etmek, Anayasa'yı askıya almak ve yargıya hâkim olmak. Şimdi, ilginç bir durumla karşı karşıyayız: Bunca darbelerle karşı karşıya kalmış olmasına rağmen, Türk siyaseti, kuvvetler ayrılığı prensibi zemininde demokratik bir Anayasa ve gerçek anlamda bağımsız bir yargının var olduğu bir hukuk devletini yaratma başarısını, becerisini gösterememiştir. Gerçekten, bu, biz siyasetçiler adına utanç verici bir durumdur ve üzülmemiz gereken, üzerinde düşünmemiz gereken bir durumdur.

Şimdi, olayı sadece darbe yapanlar açısından ve ondan sonra ortaya çıkan iklim açısından düşündüğünüzde burada bugün konuşulan şeyler konuşulur. Ama olayın başka bir boyutu da var: Bugün, ülkemizde, iktidara ya da Türk demokrasisine, Türk ulusuna karşı girişilen hain FETÖ darbe girişiminden sonra bunu Allah'ın bir lütfu olarak niteleyip krizi fırsata çeviren bir iktidarla da karşı karşıyayız ve bu olay bana göre bir değerlendirmeyi hak ediyor. Düşünün, bu olaydan yani hain FETÖ darbe girişiminden hemen sonra ilan edilen OHAL, hepiniz biliyorsunuz, hafızalarımızda, üç ay için ilan edilen OHAL -olağanüstü hâl- neredeyse iki yıl devam etmiştir.

Şimdi, burada, ilginç bir gelişme var değerli arkadaşlar: Dünya tarihinde var mıdır, dünya uluslarında böyle bir şeyle karşılaşılmış mıdır, bilmiyorum ama OHAL şartlarının devam ettiği bir dönemde bu ülkede yönetim rejimini yani parlamenter rejimi başkanlık rejimine dönüştürecek, dönüştürülmesine imkân sağlayacak referandum yapılmıştır ve yine, olağanüstü hâlin devam ettiği bir dönemde bu ülkede genel seçimler yapılmıştır. Şimdi, hepimiz biliriz, herkes bilir "olağanüstü hâl" demek her şeyin iktidarın avantajına çalıştığı bir siyasal ortam demektir. Böyle bir ortamda bunlar yapılmıştır ve maalesef, maalesef o dönemde gündeme getirilen başkanlık rejimi bugün giderek bir tek adam rejimi hâline dönüşüyor ve AKP iktidarının ilk dönemlerinde kendine bağlanan ümitleri maalesef yerle yeksan etmiş durumda.

Geldiğimiz noktada, insan hak ve özgürlükleri, yargı bağımsızlığı, bağımsız medya, söz ve ifade hürriyeti vesaire, bunlar neredeyse elli yıl geriye gitmiş durumda arkadaşlar. OHAL döneminde sadece o sözünü ettiğim uygulamalar yapılmıyor, çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle, sanki OHAL bittikten sonra da devam edebilecekmiş gibi bir zemin hazırlanıyor. Biliyorsunuz, Anayasa Mahkemesi, daha geçenlerde, o dönemde çıkarılmış kanun hükmünde kararnamelerin 3 tanesini iptal etti. Gerekçesi, normal dönemlerde uygulanamayacak düzenlemeler içermesiydi.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu düzenlemeler sonrasında, bugün, HSK -HSYK'ydi, HSK oldu, biliyorsunuz- artık tamamen Cumhurbaşkanına bağımlı, onun tarafından yönlendirilen bir organ hâline gelmiştir. Bugün, dünyada en önde gelen ülke hâline geldik tutuklu gazeteci sayısı açısından. İlginç olan nokta şu: Gazeteciler yazdıklarından dolayı değil, yazmadıklarından dolayı tutuklanıyor; böyle bir şey olmaz, dünya tarihinde böyle bir şey görülmemiş. Hatırlıyorum, FETÖ döneminde, bir gazeteci yazdığı kitap basılmadan önce tutuklanmıştı. Ama şimdi, yazmadığı şeyden tutuklanan gazetecilerle karşı karşıyayız.

Bütün devlet kurumları maalesef siyasallaştırılmış durumda ve -üzülerek söylüyorum bunu, böyle bir şeyin bu ülkeye yakışmadığını bilerek söylüyorum- Adalet ve Kalkınma Partisinin yan kuruluşları hâline gelmişler. Aynen tek parti döneminde olduğu gibi valiler Adalet ve Kalkınma Partisinin il başkanları gibi hareket etmektedirler, örnekleri var, girin Google'a göreceksiniz. Şimdi, o STK'lerin hepsi AKP'nin yan kuruluşu hâline gelmiş durumda ve AKP'ye yandaş, AKP politikalarını destekleyici nitelikte çalışmaları istenmektedir. Baro başkanlarının yürüyüşü işte iki gündür ülkeyi meşgul ediyor. Ya, ben merak ediyorum arkadaşlar; baro başkanlarına orada, Ankara'nın girişinde izin verseydiler, bu iktidar izin verseydi ne yapacaktı adamlar? Yapacakları şeyi söyleyeyim: 150 metre birlikte yürüyüp ondan sonra minibüslere veya araçlara binip Atatürk'ün Anıtkabir'ine gitmekti, bütün yapacakları buydu. Buna izin vermemenin siyasi mantığını ne anlamak mümkün ne anlatmak mümkün. Neredeyse ilkokul müsameresi gibi bir şey, mahalle oyunları oynayan arkadaşların, gençlerin arasındaki şeyler gibi. Gösteriş... Gösteriş... "Ben izin vermem. Ben izin vermem." İşte, "baskıcı yönetim" dediğimiz şey bu. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na aykırı olmadığı hâlde, şiddet içermediği hâlde, silah bulundurmadığı hâlde bu insanlar yürüyebilmeliler. Buna bile izin vermeyen bir iktidarla şu anda maalesef karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, hukuk kaynaklarında hukuk devletinin karşıtı polis devletidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın Sayın Andican.

ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Bir polis devletinin üç temel özelliği vardır arkadaşlar: İktidar, devletin selameti için, bütün yaptıklarını devletin selameti için yaptığını iddia eder. İktidar, karşısındaki muhalefeti parçalamak, onun aleyhinde her türlü kararı alıp uygulamak için de aynı gerekçeyi ileri sürer. İki: Kişilerin hak ve hürriyetlerini önemsemez, geri plana iter. Üç: Kendini yargıdan üstün görerek hiçbir şekilde denetlenemez bir konuma gelmeye çalışır, yargının denetiminden çıkmaya çalışır. Hatırlayın, hatırlayın, "AYM'nin bu kararlarına saygı duymuyorum, katılmıyorum, uygulamıyorum." diyen, "Bu adamı nasıl serbest bırakır mahkeme? Direktif verdim." diyerek yargıyı yönlendiren yöneticiler... Hatırlıyor musunuz? İşte, biraz önce söylediğim gibi, kendini yargıdan üstün görmek ve yargı denetimine tabi olmamak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamamlayın.

ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Buna nasıl "demokrasi" diyeceğiz? Buna nasıl "hukuk devleti" diyeceğiz? Buna ancak "polis devleti" diyebiliriz arkadaşlar, kimse kusura bakmasın, kimse kusura bakmasın.

Bugün, Türkiye artık "otokrasi" olarak tarif ediliyor, otokrasi. Türkiye buna layık mı? Demokrasi sıralamasında 137 ülke arasında 77'nci sırada Türkiye, yüz yıllık cumhuriyet geleneğine sahip bir ülke.

Son söz, bu, ne idiği belirsiz başkanlık sisteminden bir an önce kurtulmalıyız arkadaşlar.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - İki yıldır öğrenmedin mi hoca ya?

ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Maalesef.

Bir an önce "şahsım" rejiminden güçlendirilmiş parlamenter rejime dönüş yapmalıyız ve bu millet hak ettiği şekilde idare edilmeli diyorum.

Saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)