| Konu: | Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 104 |
| Tarih: | 24.06.2020 |
HDP GRUBU ADINA ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üçüncü yargı paketi olarak Meclise sunulan Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım.
Öncelikle "yargıda reform" diye topluma yansıtılan bu değişiklikler neler getirdi, nelere yol açıyor bununla başlamak istiyorum. Reform, en yakın anlamıyla daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, düzeltme, ıslahat demektir. Yargıda yapılan bunca düzeltme, topluma, halklara, çalışana, gazeteciye, siyasi tutsaklara, KHK'yle işten atılanlara ve nihayetinde bu ülkede bir düzeltme, bir yenilik getirdi mi ona bakmamız gerekiyor. Türkiye'nin hukuk tablosu ortada, iktidarın hukuk alanına yapmış olduğu müdahalenin ne boyutta olduğunu bu kürsüde defalarca dile getirdik ve dile getirmeye devam ediyoruz. Hukuk devleti ilkesi, özgürlükçü, çoğulcu, çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğünün yaşama geçirildiği, yönetimde keyfîliğin önlendiği, devletin hukuka bağlı olduğu, yargının bağımsız niteliğiyle siyasal baskı ve karışmalardan etkilenmeden çalıştığı, hukuk kurallarının herkese eşit uygulandığı, hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı, bireylere hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistemi ifade etmektedir. En yakın bir tarihteki hukuksuzluklara baktığımız zaman, değerli arkadaşlar, milletvekili Leyla Güven, Musa Farisoğulları ve Enis Berberoğlu'nun isimlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurulunda okunmasıyla birlikte milletvekilliklerinin düşürülmesini, yargılanmaları devam ettiği için Anayasa ihlali olarak değerlendirmek mümkündür. Yargıtaydan sonra Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmış, karar beklenmeden vekillikleri düşürülmüştür. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat için Anayasa Mahkemesine başvurusu şartı mevcuttur. Anayasa Mahkemesi yolu artık iç hukukta zorunlu hâle gelmiştir. Yargıtay, Danıştay tarafından verilen nihai kararlara karşı Anayasa Mahkemesi başvurusunun sonucunu beklemek kesinlik kazanmıştır. Tam da bu noktada vekilliklerin düşürülmüş olması Anayasa'nın çiğnenmesi anlamını taşımaktadır. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Demirtaş hakkında verilen ihlal kararlarının uygulanmaması Anayasa'yı tanımamaktır Osman Kavala örneğinde olduğu gibi. Avukatlar tahliye ediliyor, Selçuk Kozağaçlı'yı başka bir mahkeme yeniden tutukluyor ve mahkeme heyeti dağıtılıyor; Anayasa'nın 138'inci maddesi bu kararlarla çiğneniyor ve ihlal ediliyor.
Sayın milletvekilleri, hukuk devletinin zerresinden bahsetmek gün itibarıyla mümkün değildir. Hukukun üstünlüğüne dayanan devlet anlayışı ortadan kalkmıştır, hukuki güvence kalmamıştır, düşünce özgürlüğü rafa kaldırılmıştır, basın özgürlüğü kalmamıştır, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı rafa kaldırılmıştır.
Cezasızlık hâli devam etmektedir. Bakın, Suruç katliamı, Roboski, Madımak, Musa Anter cinayeti, Ankara Gar patlaması, sokakta vatandaşa yapılan işkenceler, infazlar, kadın cinayetleri, cinsel istismarlar ve daha birçok olayda davalar, soruşturmalar devam ediyor, ya hiç yapılamıyor ya da derinleştirilemiyor. Yargının gelmiş olduğu hâl bu şekilde ne yazık ki. Yargıya güven duygusu yüzde 20'lerde. Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 120 ülke içinde Türkiye maalesef 107'nci sırada. Hâkim karar verirken bir kulağı sarayda, bir gözü kolluk gücünde; işte, Türkiye'nin yargı tablosunu bu şekilde özetleyebiliriz.
Peki, bu paket bir reform ise bütün bu olumsuzluklara, hukuksuzluklara bir çare oldu mu? Kesinlikle belirtmek isteriz ki çare değil ve bir çare getirmedi. Bu reformlardan kimler nemalanıyor? Bu değişikliklerden sadece elit bir kesim, sadece imtiyazlı bir kesim faydalanıyor. Ayrıca, yenilik, ıslahat da içermediği kesin bir şekilde ortada. Toplumun, meslek gruplarının ve emekçilerin adalet talebi karşılandı mı? Bu asla karşılanmadı.
Peki, ortada ne var? Değerli arkadaşlar, Türkiye'de siyasallaşan ve tarafsızlığını yitiren bir yargı varken kimse mahkemelerden bağımsız kararlar almasını beklemesin ve beklemek de mümkün değil. Her şeyden önce yargı bağımsızlığına, kuvvetler ayrılığına ve hukukun üstünlüğüne saygı duyan bir cumhurbaşkanına ve kuvvetler ayrılığına ihtiyaç vardır, bunu burada belirtmek gerekiyor. Erdoğan'ın yargı bağımsızlığıyla ve hukukun üstünlüğüyle çelişen açıklamalarını kronolojik olarak belirtmek gerekirse: 2008 yılındaki Ergenekon davasındaki tavrı ve 2014 yılındaki Twitter'a erişim yasağının kaldırılmasına ilişkin olan Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara karşı olan tavır, 2014 yılında Galataport hakkında Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararının tanınmamış olması, Haziran 2017 tarihinde adalet yürüyüşünü gerçekleştiren Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanının yapmış olduğu bu eyleme karşı olan tavır ve 7 Kasım 2018 tarihinde, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleştirilecek olan yerel seçimlerle ilgili "Bu seçimlerde, teröre bulaşmış olanlar sandıktan çıkarsa anında gereğini yapıp kayyum tayinleriyle yolumuza devam edeceğiz." şeklindeki beyanları ve 15 Aralık 2018'de gazeteci Fatih Portakal'ı hedef alan konuşmaları, 23 Aralık 2018 tarihinde sanatçı Metin Akpınar'a ilişkin olan tavrı ve kendisi hakkında başlatılan soruşturma, 21 Eylül 2019 eski Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş'ın tutuklanması üzerine "Sonuna kadar bu işin takipçisiyiz, takipçisi olacağız, bunları bırakamayız." şeklindeki müdahaleler. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere yargıya yürütme makamı tarafından sık sık müdahale edildiği Türkiye'nin başka bir gerçeği değerli arkadaşlar.
İşte tam da bu noktada darbelere karşı ülkede artık olmayan bir adaletin sağlanması için, emekçinin derdine derman olabilmek için, toplumsal barışı tesis etmek için, Kürt sorununun demokratik yollarla çözümü için ve bütün bu sorunların çözüm noktası olarak demokratik bir anayasa yapımı için Hakkâri'den, Edirne'den yollara çıktık ve çıkmaya devam edeceğiz. Büyük manipülasyonlara rağmen barışçıl ve demokratik hakkımız olan yürüyüş hakkımızı kullandık. Anayasal olan ve tamamen rafa kaldırılan toplantı, gösteri ve yürüyüş hakkının kullanılmasının demokratik toplum inşası için zorunlu olduğunu hatırlatmak için yollara düştük ve bu yollarda olmaya yine devam edeceğiz.
Kayyumlardan kaynaklı yargının yürümediğini ve ne yazık ki kanun hükmündeki kararnamelerle işlerinden atılan kişilerin hâlâ hukuk önünde çare bulamadığını çok net bir şekilde biliyoruz.
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun ihlal edildiğini daha dün barolara yapılan muameleyle hep birlikte gördük ve demokratik hakkını kullanan barolar engellendi ve âdeta açlıkla terbiye edilmeye çalışıldı. Türkiye'de hangi gösteriye izin veriliyor diye sormak gerekirse 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu çekirdek anayasal bir haktır, hiçbir surette müdahaleye maruz kalamaz diye belirtmek istiyoruz. Ancak bu, her seferinde bu konuda demokratik toplumun ve sivil toplum örgütlerinin talepleri bir bahaneyle engelleniyor. 2911 sayılı Yasa'nın uygulanmaması yönünde, mevcut olan iktidar, elinden gelen bütün çabayı sarf etmektedir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de bu baskıyı uygulayan iktidar mıdır değil midir, bunu net bir şekilde bütün halkımız biliyor ve bütün sivil toplum örgütlerine, halkın bütün kesimlerine bu yöndeki uygulamaları net bir şekilde gözler önüne seriliyor.
Anayasa'nın 34'üncü maddesine göre herkesin, önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir değerli arkadaşlar.
AKP Hükûmeti, son dönemlerde, 81 ilde 2911 sayılı Kanun, Anayasa'nın 34'üncü maddesi ve uluslararası sözleşmelerin uygulanması önünde çok ciddi engeller ortaya koymaktadır ve özellikle partimizin bu demokratik hakkını kullanmaya yönelik olan tavrını çok ciddi bir şekilde engellemeye çalışmaktadır. Bu şekilde bizim partililerimiz, siyasi çalışma yapan arkadaşlarımız gözaltına alınmakta ve sokakta açık bir şekilde işkenceye maruz kalmaktadırlar.
Anayasa'nın 135'inci maddesi yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını ifade etmektedir. Hükûmetin mevcut uygulamalarının Anayasa'ya aykırılık teşkil ettiği de açık bir gerçektir. Yargı enkaz hâlindeyken, bütün bu uygulamalara dur diyecek tek mekanizmayken işlemez ve tarafsızlığını yitirmiş hâldedir. Yenilik diye getirilen bu düzenlemeler ise toplumu kandırmaktan, oyalamaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Bu nedenle, bu bir reform veya ıslahat değildir; bunun mevcut iktidarın giderayak mensuplarına, sermayedarlarına bir armağandan başka bir düzenleme de olmayacağı açıktır değerli arkadaşlar.
Sayın milletvekilleri, bütün bunlara rağmen huzurdaki değişiklikler de yargının sorunlarına çare olmayacak, bu düzenleme milyonlarca ağacın kesilmesine ne yazık ki neden olacaktır. (2/2735) esas numaralı Teklif'le Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile 61 kanun maddesinde değişiklik öngörülmektedir. Evrensel hukuk normlarını çiğneyen bir anlayış söz konusudur bu değişikliklerde. Evrensel hukuk ilkelerinin ihlali olan torba yasa yöntemi AKP tarafından 2010 yılından bu yana sistematik olarak da kullanılmaktadır. Bilindiği üzere, AKP iktidarından önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde sadece 1 adet torba yasa getirilmiştir. AKP iktidarının ilk döneminde 2 ayrı torba yasa Meclise gelirken 2010 yılından sonra ise bu sayı hızla artarak 2011 yılında 35'e çıkmıştır. Torba yasa sayısındaki artışla AKP'nin demokratik politikalarının giderek şiddetlenen bir seyir izlemesi durumu artık rastlantı değildir. Torba yasalar, AKP'nin gittikçe otoriterleşen yönetiminin yasama alanındaki somut çıkarlarıdır. Ülkede her alanda yaşanan otoriterleşme ve tekelleşme yasama alanında da yaşanmakta, yasama süreci teknik bir formata dönüştürülmektedir. Toplumsal etkileşim ve müzakere kanalları ne Meclis içinde ne de dışında STK'lere ve meslek örgütlerine yönelik işletilmektedir; bu da Parlamentonun işlevsizleşmesi ve itibar kaybetmesine neden olmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarsızlaştırılması süreci son hızla devam etmektedir. Sarayda hazırlanan torba yasalar, kanun teklifinin altında imzası olan milletvekilleri tarafından önce komisyonlara, ardından da virgülüne dokunulmadan Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna sunulmaktadır. Sadece teknik prosedür yerine getirilerek bu vesileyle idari onay ofisi hâline getirilen Meclise yasama sürecinde bir araç rolü biçilmektedir. Yeni sistemle birlikte torba yasalarla götürülen yasama süreci, Meclisten uzak tutulmaktadır. Yasama sürecinde Meclisi devre dışı bırakan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, torba yasa hükûmet sistemine dönüşmüş durumdadır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte yasamanın tek formatı hâline getirilmiş olan torba yasalar, yasama kurnazlığını ve keyfîliğini de ifade etmektedir.
1927 yılından bu yana uygulanan ve köklü bir içtihatla günümüze kadar sirayet eden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, AKP Hükûmeti tarafından 1 Ekim 2011 yılında kapsamlı bir değişikliğe uğratılmıştır. Bu kanun, ilk uygulama tarihinden itibaren içinde çelişik hükümler barındırmasından dolayı kısmi değişikliklere uğramıştır. Bazı maddeleri ise Anayasa'ya aykırılıkları nedeniyle kanundan çıkarılmıştır. Bu kanuna eklenen bölge adliye mahkemeleri de yargılama açısından ciddi sorunları ortaya çıkaran başka bir yol hâline getirilmiştir. Yargıtay öncesi kanun yolu olarak öngörülen bu mekanizma, âdeta, dosyaları arada bir rafta bekletme aracına dönüştürülmüştür. Davaların karara bağlanma süreci, temyiz aşaması da gözetildiğinde âdeta bu süreci 2 kat daha uzatmıştır. Bu husus, makul sürede karar verme ve hakkın tecelli etmesini sağlama ilkesini ihlal eder hâle gelmiştir.
Bu teklif bir torba, halk arasındaki tanımıyla çorba bir tekliftir. Anayasa'ya bağlılık, demokratik ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşır bir yanı da ne yazık ki yoktur. Bu torbanın içerisine HMK, İcra ve İflas Kanunu, Kadastro Kanunu, Sigortacılık Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve Sınai Mülkiyet Kanunu hakkında çeşitli düzenlemeler getirilmektedir. İşte, tam da bu nokta AKP Hükûmetinin ülkeye, kanuna ve Meclise bakış açısını yansıtmaktadır. Bu düzenlemenin yenilik doğuran bir yönü de ne yazık ki yoktur. Türkiye'deki tüm temel yasalar bir kez daha yapboz tahtasına dönüştürülmüştür. Bu temel yasaların çoğu da temel kanun değişikliğiyle AKP hükûmetleri döneminde gerçekleştirilmiştir. Halkların, toplumun iradesini yansıtmayan bu yasaların hepsi uygulanamaz hâldedir.
Evrensel hukuk ilkeleri çerçevesinde bu teklife baktığımız zaman, yine mevcut olan Anayasa'yı bir tarafa bıraktığımız ve teknik alanda da kanun yapma tekniğine de aykırı olan bir kanun teklifiyle karşı karşıya olduğumuz açık bir durumdur. Elbette, yargı paketi olarak, bir reform olarak kamuoyuna sunulan bu ikinci pakette gerçek anlamda meslek kuruluşlarının, gerçek anlamda hukuk profesörlerinin ve kürsülerinin bu konudaki görüşleri, bu konudaki eleştirileri ve katkılarının olmadığı bilinen bir gerçektir. Türkiye'de yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle yasama organının ne denli devre dışı bırakıldığının, yasama organının yasa yapma tekniğinden ne denli uzaklaştığının başka bir versiyonunu da biz bu kanun teklifinde görüyoruz. Yine, bir torba yasayla maalesef bu halk karşı karşıya.
Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifiyle, meydana getirilen bu kanun teklifiyle şu anda görüştüğümüz yasada bizim özellikle İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ve mevcut olan meri yasalara aykırı olduğunu düşündüğümüz bazı hükümler mevcuttur.
Bakın, değerli arkadaşlar, 28'inci maddede değişiklik öneren bu teklifin bazı sakıncalı yönleri söz konusudur. Kanunun mevcut hâliyle yalnızca genel ahlakın ve kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde yargılamanın gizli yürütülmesi mümkün iken sunulan teklifte yargılamayla ilgili kişilerin korunmaya değer üstün bir menfaatinin söz konusu olması durumunda da yargılamanın gizli yürütülmesine imkân sağlanmaktadır. Peki, bu ne demektir? Hâlihazırda muhalefet ve iktidar mensuplarının taraf olduğu soruşturma ve ceza davalarında yürütme erkinin güçlü bir hissedilirliği mevcut iken bu teklifle hukuk muhakemeleri yoluyla bazı belgelerin kamuoyunda tartışılması imkânını sağlayan düzenlemelerin hedef alındığı söylenebilir. Kişilerin korunmaya değer olan üstün menfaatinin zarar görmesinin söz konusu olması durumunda somut olayın ceza yargılaması dışında kalan yönleriyle ancak hukuk muhakemesine konu olabileceği gerçeği karşısında bu teklifin anılan siyasi gerekçelerle sunulduğu ve bu saikle düzenlendiğini belirtmek gerekir. Teklifte sunulan değişikliğin uygulama alanı bulabileceği davalarda kamuoyunu yakından ilgilendiren önemli bilgi ve belgelerin tartışılmasının önüne geçileceği endişesini taşımak demokratik ülkelerde gayet olağan bir durumdur. Kaldı ki mevcut madde metniyle ilgili ne üst yargı mercilerinde ne de doktrinde kayda değer bir tartışma yürütülmemiştir ve bu yönde ciddi bir halk oylamasına veya halka da gidilmiş değildir.
Değerli arkadaşlar, hukuk yargılama mantığı çerçevesinde bakıldığında hâkimin hükmün kurulduğu ana kadar görüşünü belirtmeme "ihsasırey yasağı" dediğimiz bir ilkeyle karşı karşıya olduğunu burada belirtmek istiyoruz fakat bu uygulamayla bu metinde ve bu teklifte getirilen başka bir maddede ise hâkimin reyini belirtme ve mevcut olan durumda kişiyi dava açmaya zorlama gibi bir ilkeyle biz karşı karşıyayız. Dolayısıyla ihsasırey ilkesinin de ihlal edilebileceği endişesini taşımaktayız. Gerekçede belirtilen kaygıların tam olarak giderilmesi ve vatandaşın dava açma aşamasında yüklü yargılama giderleriyle karşı karşıya kalma ihtimali söz konusudur.
Diğer bir husus ise bu kanun teklifinde yine getirilen, mevcut olan mahkeme kararının, tedbir kararlarının uygulanmaması durumunda, mahkeme tarafından, hukuk mahkemeleri tarafından verilebilecek olan bir disiplin hapsinden bahsediliyor.
Değerli arkadaşlar, ceza yargılama sistemi açısından baktığınız zaman, yine, doğal hâkim ilkesine aykırı olabilecek, kişinin hürriyetini doğrudan doğruya hedef alabilecek olan bu teklifin ve bu maddenin de yine, bütün detaylarıyla araştırma yapabilecek olan ceza davasından mahrum bırakılarak, hukuk mahkemesi tarafından bir hapsin verilmesi, bir kararın verilmesi ve hürriyeti bağlayıcı bir cezanın verilmesinin de yine, Anayasa'ya, uluslararası sözleşmeye aykırı olduğunu belirtmek istiyoruz.
Son olarak, şunu belirtmek istiyoruz değerli arkadaşlar: Bu kanun teklifinin yapılanmasının, mevcut olan bu kanun teklifinin bu Genel Kurula getirilmesinde ihtiyacı olan halkların, ihtiyacı olan emekçilerin, ihtiyacı olan işçinin, ihtiyacı olan sokaktaki vatandaşın bir talebi olmadığını ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın Sayın Koç.
ABDULLAH KOÇ (Devamla) - ...kesinlikle belirli bir kesimin ve belirli bir zümrenin istekleri doğrultusunda bu kanun teklifinin Meclise sunulduğunu belirtmek istiyorum ve bu nedenle eksik yönleriyle kabul etmediğimiz hususların olduğunu belirtmek istiyor, saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)