| Konu: | Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 104 |
| Tarih: | 24.06.2020 |
HDP GRUBU ADINA ZÜLEYHA GÜLÜM (İstanbul) - Merhabalar.
Evet, yine bir torba yasayla karşı karşıyayız. Maalesef, artık uzun bir zamandır yasalar torba yasa şeklinde geliyor ve bu şekilde de geçiyor, hiçbir değişiklik olmadan. Yasalar öyle bir hâle geldi ki ne hâkimlerin ne avukatların, hangi yasa ne zaman, nasıl değişti, nasıl uygulanacak, bunları takip etmesi bile imkânsız hâle geldi. Bu açıdan, bu yasa tekniğinden gerçekten bir an önce vazgeçmek gerekiyor çünkü uygulayıcıların bunu anlamasına, bilmesine ve uygulamasına ihtimal yok; belki de anlaşılmasın diye yapıyorsunuz, onu da bilemiyorum.
Şimdi, Abdullah Vekilimiz aslında bizim eleştirilerimizi genel olarak aktardı ama ben özellikle bu yasadaki zorunlu ara buluculuk dava şartına değinmek istiyorum. Bunu daha önce de iş hukukunda getirmiştiniz. İş hukukundaki sonuçlarını hatırlatmak gerekiyor, iş hukukundaki sonuçları şudur: Güçlünün güçsüzü ezdiği, haklı olanın haksız çıktığı ve güçlünün iktidarını, yani sermayenin iktidarını sürdürdüğü bir sürece doğru yol aldı. Buradan yola çıkarak, umardık ki tüketici haklarına en azından bunu getirmeseydiniz çünkü tüketici haklarında da şirket ve tüketici karşı karşıya geliyor, burada güçlü olan şirket olduğu için de avukatıyla, tüm mekanizmalarla hazır bulunduğu için de maalesef burada tüketicilerin aleyhine kararlar verilmeye başlanacak.
İş hukukunda nasıl olduğunu size bir örnekle anlatayım. Bir işçi ara buluculuk görüşmesinden çıkıp imzaladığı bir metnin ne olduğunu bile anlamadan, imzaladığı bir metni avukata danışmaya gidiyor, avukat diyor ki: "Geçmiş ola, bütün haklarınızdan vazgeçmişsiniz; böyle bir sözleşmeyi, ara buluculuk sözleşmesini imzalamışsınız." Farkında bile değil, çünkü siz güçlü ile güçsüzü eşit koşullardaymış gibi karşı karşıya getiriyorsunuz, buradan da diyorsunuz ki: Hadi bakalım, anlaşın. Zorunlu avukatlık da yok, avukattan yararlanma hakkı da tanımıyorsunuz. Dolayısıyla, aslında iş hukukunda gerçekleşen hikâyenin kendisi tüketici haklarında da olacak ve sonuçta kaybeden tüketiciler olacak. Sadece bu da yetmeyecek, uzlaşma olmaması durumunda da yine yargılama süreci uzayacak, yıllara varan süreçlerle insanlar haklarını elde edemeyecekleri için aslında yargıya başvurmaktan da vazgeçecekler, ki sizin zaten uzun bir zamandır uyguladığınız yöntem, yargıya başvurulmasın, başka yollarla çözülebiliyorsa çözülsün. Özellikle şu lafınız çok belirleyici: Ucuz yöntemle çözmek. Kabul edilebilir bir yöntem gerçekten değil.
Toplama baktığımızda, ara ara açıklamalarınızdan da görüyoruz -yasalara uymanın çok da gerekli olmadığını söyleyen açıklamalarınız da var-zaten kararları da şöyle değerlendiriyorsunuz: "İktidarımızın işine yarayan kararsa iyi, işine yaramıyorsa bu karar kötü karar." Hatta bunu biraz daha ileriye götürüyorsunuz -son hâkim ve savcıların atamalarında da gördük- sizin istemediğiniz kararları veren hâkimleri ya soruşturmanın konusu hâline getiriyorsunuz ya sürgün ediyorsunuz ya da görevden alıyorsunuz; ne uluslararası sözleşme ne Anayasa tanıyorsunuz; hiçbir hak, hukuk tanıdığınız yok.
Aslında, bu sıralarda oturan siz AKP vekillerinin de sanırım bu konularda pek bir hükmü yok. AKP'li bir vekil İstanbul Sözleşmesi'nin onaylanması sırasında şunu söylüyor: "Neye el kaldırdığımızı, içeriğini bilmiyorduk; o nedenle İstanbul Sözleşmesi'ne 'Evet.' dedik." Bunu diyerek de aslında buradaki gerçekliği başka nedenle de olsa açıkça ifade etmiş oluyor.
Aslında adınızda "adalet" var ama maalesef uygulamalarınızda adaleti göremiyoruz. Türkiye tarihinin en büyük hukuksuzluklarına, adaletsizliklerine imza atmış bir parti olarak tarihe geçtiniz. İktidarınız on sekiz yıldır devletin bütün kurumlarını âdeta bir parti şubesi hâline getirdi. Liyakati değil, sadakati önceleyen; insanları işleriyle, ekmekleriyle sınayan; "Hayır." diyene sopasını gösteren bir iktidarınız var. Gücünüzün yetmediği STK'leri, meslek örgütlerini yandaş medya ve maaşlı troller aracılığıyla hedef hâline getiriyorsunuz, düşmanlaştırıyorsunuz, olmadı bölmeye çalışarak tahakkümünüz altına almaya çalışıyorsunuz. İşte barolar tam da bu tahakküm derdinize karşı; adalet, demokrasi, insan hakları tanımazlığınıza karşı; herkesi sizin emir kulunuz hâline getirme, avukatları susturma isteğinize karşı bir yürüyüş gerçekleştirdi. "Muktedirlere itaat etmeyeceğiz; güçten değil, haktan yana olacağız. Baroları susturmak halkı susturmaktır." demek için yollara düştüler. Cevabınız; polis saldırısı, yerlerde sürükleme, aç susuz bırakma, yağmur altında saatlerce bekletme, gözaltı tehdidi oldu. Zira sizin lügatınızda hak aramak, özgürlük, demokrasi, adalet diye bir kavram zaten hiç olmadı. Sizin için, hak arayan herkes teröristti.
Biliyoruz, uzun süredir baro yönetimlerini bir türlü ele geçiremiyordunuz, itaat eden barolar ve avukatlar yaratamıyordunuz. Tüm baskılarınıza rağmen avukatlar direniyor, asla geri çekilmiyordu. Duruşma salonlarından yaka paça atsanız da cezaevlerine tıksanız da ezilenlerin yanında olmaya, sözünü söylemeye, demokratik haklarını kullanmaya devam ediyorlardı. İşte bu nedenledir ki bu saldırı dalgasını başlattınız. Buradan avukatların, baroların direnişini selamlayalım.
Şimdi, bu direnişlere AKP Grup Başkan Vekili diyor ki: "Yürümek ne? Daha düzgün bir davranış bekliyoruz. Eğer iletişim tarzınız yoksa yürümek değil, koşsanız da faydası yok." Demokratik bir eyleme yaklaşım biçiminiz bu. Peki, geçmişte ne diyordunuz? Eski Refah Partili Ahmet Yavuz birkaç sene önceki yazısında şunları söylüyor: 28 Şubatın ateşli günlerinde Refah Partisi kapatılma sürecindeyken parti kurmayları bir değerlendirme toplantısı alıyor. Bu baskılara ve gidişe karşı eylem planları tartışıyorsunuz, o sırada dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ayağa kalkıyor ve diyor ki: "Hocam, İstanbul'dan Ankara'ya yürüyelim, Boğaz'dan 1 milyon kişiyle geçelim. Bu adaletsizliği, hukuksuzluğu ve haksızlığı protesto edelim." Yani siz de yürümek istiyorsunuz. 28 Şubat sürecinde "Kalkın, yürüyelim." diyenler bugün aynı taleplerle yola çıkanları darbettiriyor. Yani şunu söylüyorsunuz: "Haksızlık bize yapılırsa yürümemiz makbul, size yapılınca değil."
Avukatların yaşadıkları birçok sorun dururken siz kendinize itaat eden barolar yaratmak için harekete geçtiniz. Avukatların mali imkânlarının güçlendirilmesini konuşmuyorsunuz, işçi avukatların sorunlarını konuşmuyorsunuz, avukatın delil toplama gücünün artırılmasını konuşmuyorsunuz, büyük şehre yığılan avukatların problemlerini konuşmuyorsunuz; yüzlerce avukatın ruhsatları gasbedildi, mesleklerini yapmaları engelleniyor, ruhsatı verilmeyen avukatları konuşmuyorsunuz. Avukatlar sırf avukatlık yaptıkları için gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Avukat Ebru Timtik yüz yetmiş dört gündür, Avukat Aytaç Ünsal yüz kırk üç gündür adil yargılanma talebiyle ölüm orucundalar. Hiçbir hukuki dayanak veya delil olmaksızın, yargılanan avukatlara, savunma hakları ihlal edilerek on yıllara varan cezalar verdi iktidarın güdümündeki bu yargı. Ebru ve Aytaç buna rağmen konuşulmuyor. Sizin derdiniz, kurduğunuz saltanatı, içinde bulunduğunuz şatafatlı hayatı devam ettirmek.
Dün, burada, şöyle cümleler kullandınız: "Biz halkın iradesiyle geldik, halkın iradesiyle gideriz." Peki, sizi halk seçti de Leyla Güven'i, Musa Farisoğulları'nı, Enis Berberoğlu'nu kim seçti? Onlara oy verenler sizin gözünüzde halk değil mi? Bu, halkın iradesini hiçe saymak değil mi?
Milletvekillerimizi düşürürken çeşitli bahaneler ileri sürüyorsunuz, "yargı" diyorsunuz. Bağımsız bir yargı olmadığını hepimiz biliyoruz ve üstelik de bu milletvekillerimizin düşürülmesine yol açan mahkemenin bütün üyelerinin, savcılarının, Emniyet aşamasındaki görevlilerin hepsinin FETÖ'den dolayı yargılanıp da içeri atıldığını siz de çok iyi biliyorsunuz ama buna rağmen, işinize geldiğinde yargı, işinize gelmediğinde yargının kararlarını kabul etmeyen bir iktidarsınız maalesef.
Yine, bu ünlü bağımsız yargınız, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'na yedi yıl önceki "tweet"leri nedeniyle dokuz yılın üstünde ceza verdi. Ne tesadüftür ki İstanbul seçiminin kaybedildiği gün verildi. Herhâlde sizin duyarlılığınız, iktidarın bu belli günlere takıntılı olma duyarlılığı mahkeme başkanında da varmış, o da bugüne denk getirerek böyle bir karar verdi.
Yine, Sara Kaya, belediye eş başkanlarımızdan Sara Kaya hakkında, siyaset yaptığı için on altı yıl hapis cezası verdi sizin bağımsız yargınız, güya bağımsız yargınız demek lazım.
İşte, siz, şimdi, buradan sürekli "bağımsız yargı" deyip duruyorsunuz ama gerçekler ortada. Bu ülkede ne bağımsız bir yargı var ne adalet var ne demokrasi var. Bunu sadece biz değil, bütün dünya biliyor. Güneş balçıkla sıvanmıyor, gerçekler açıkça ortada.
Son olarak şunu söylemek isterim: Halkların Demokratik Partisi olarak bir yürüyüş başlattık. Bu yürüyüş demokrasi için, özgürlükler için, adalet içindi, aslında bütün Türkiye toplumunun talepleri içindi, herkes içindi. Bu yürüyüşün coşkusunu, direnişini hep birlikte gördük, siz de bunu çok iyi gördünüz. Halkın nasıl talepleri var, bunu da çok iyi gözlemlemişsinizdir. Zira emniyet güçleriniz bizi çok yakından takip ediyordu, hatta sürekli, engelleme hattında önümüzde duruyorlardı. Dolayısıyla, aslında halkın taleplerinin ne olduğunu belki, bir kez daha Emniyete sorarsanız, onlar size daha yakından anlatırlar.
Diğer bir meselemiz, kadınlar olarak kadın kampanyamızla yürüyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlayın Sayın Gülüm.
ZÜLEYHA GÜLÜM (Devamla) - Bu dönemde, özellikle corona günlerinde erkek şiddetiyle baş başa bıraktığınız ayrımcı İnfaz Yasası'yla fail erkekleri eve göndererek ölmemize sebep olduğunuz, korumadığınız biz kadınlar için yürüyoruz. Boşanmak istediği erkek tarafından, yıllarca darbedilen ve defalarca koruma talep etmesine rağmen korunmayan, kanıyla katilin adını ve "Kurtuldum." diye yazan -dikkatinizi çekiyorum- "Ölerek kurtuldum." diyen bir kadın, Nurtaç Canan için yürüyoruz. İktidarınızın korumadığı için ölümü kurtuluş olarak gören kadınlar için yollardayız. "Kadın mücadelemiz her yerde." diyerek biz kadınlar, erkek devlet şiddetine, kadın cinayetlerine, çocuk istismarına, kayyum politikalarına karşı hep birlikte alanlardaydık, sokaklardaydık, mor konvoylarımızla yollardaydık. Sokakları, meydanları terk etmediğimiz gibi Mecliste de kadın-erkek eşitlik mücadelemiz sürecek ve bir gün, mutlaka, bu ülkeye demokrasiyi, özgürlükleri, kadın-erkek eşitliğini getireceğiz.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)