| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 17.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2013 yılı Merkezi Bütçe Tasarısı'nın 6'ncı maddesi üzerinde Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
2013 yılı bütçesini bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, topluma hiçbir yaşamsal alanda özgür yurttaş olma sevincini sunmuyor çünkü böylesi bir sunum gerçek sosyal demokrat bir anlayışla ancak olanaklıdır. Sosyal devlet düzeninde, ekonomik refahla birlikte siyasal haklar da tüm baskılardan uzak, herkes için eşit, halkın özgür iradesini yansıtacak bir şekilde olmalıdır. Ne yazık ki tekçi bir siyasetin ürünü olan bu bütçe, özlem duyulan yaşam düzeyini ve özgür iradeyi yansıtmaktan oldukça uzaktır. Gerek insan hakları gerekse temel yurttaşlık hakları arasında yer alan kimlik, dil ve kültür haklarının iç ve evrensel hukuk normlarıyla korunması doğal bir hak ve demokrasinin gereğidir ama Türkiye'de gerici sistem, demokratikleşmenin bu doğallığını kavrayamamıştır. Onun için, AKP Hükûmeti ve daha önceki iktidarlar, yurttaşlık ve birey olma bilincini siyasi, ekonomik ve bireysel çıkarlar uğruna tebaa anlayışıyla biçimlendirmektedir. Bu güçler, hukuk ve demokrasiyi tanımadan hukuksuzluklarını gizlemek için ülkenin ortak değerler limanına sığınarak "devlete sadakat" adına militan vatandaşlıkla var olan devlet anlayışını sergiliyorlar. Bu bağlamda, askerî ve yargısal yetkiler de bir tehdit olarak günlük hukuksuzluklardandır. Temel anlayış bu olunca, doğal sonucu olarak da 2013 bütçesi de Türkiye'nin temel sorunlarına çözüm olmaktan oldukça uzak kalıyor.
İşsizlik, yoksulluk, bölgeler arası gelir ve gelişmişlik farkları ile eğitim ve sağlık sorunları her geçen gün daha da artıyor ve artmaktadır. Hükûmetin ifade ettiği rakamlar gerçekleri yansıtmadığı gibi pembe tablolar çizmekten öteye de geçmiyor. Hükûmet, dar gelirli yurttaşlara, çiftçiye, emekçiye ve memura gerekli önemi vermemiş, devletin güvenliği ve savunmasını temel almıştır.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'deki adaletsizlik, eşitsizlik ve antidemokratik uygulamalar sistemin derinliğinde saklıdır. İster "doğu ve güneydoğu" deyin, ister "Kürt coğrafyası" deyin, isterseniz başka bir isim takın -doğrusu da budur- uygulamalar hiç değişmiyor. Bölgeler arası derin adaletsizlik ise asırlık ayrıcalığın ürünüdür. Bu bölgelerde gerçek işsizlik oranı, emin olun, yüzde 50 dolaylarındadır. Yıllardır bilinçli politikalar neticesinde ekonomik alanda da geri bırakılan bölgede, otuz yıldır devam eden şiddet ve çatışmalı ortamda, yoksulluk ve işsizlik her geçen gün daha da derinleşmiştir. Bölge halkı için en büyük geçim kaynaklarının başında gelen hayvancılık ve tarım, zorla köy boşaltmaları ve yayla yasakları nedeniyle neredeyse bitme noktasına gelmiştir.
En korkunç tablo ise halkın üretim ilişkilerinden koparılmış olmasıdır çünkü bununla bölge insansızlaştırılmak istenmekte, yurttaş ise köy koruculuğuna, yeşil karta, kömüre muhtaç edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkının en çok hissedildiği diğer bir konu ise eğitim ve sağlık alanıdır. Kürtlerin yaşadığı bölgeler, sağlık ve eğitim alanında en çok ihmal edilen bölgelerdendir. Hâlâ birçok il ve ilçedeki hastaneler ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Tıbbi donanımlı hastaneler, uzman doktor ve sağlık personeli yetersiz kalmakta, bunun neticesinde bölgedeki halkın sağlık sorunları gittikçe büyümektedir.
İnsani yaşam endeksinin en önemli ölçüsü olan eğitim durumu da bölge açısından ayrı bir paradokstur. Yine, çok sayıda köyde eğitim ve öğretim, imam ve korucuların eğitmenliğinde yapılmaya çalışılmaktadır.
Eğitimin başat sorunu ana dil eğitimidir. Onun inkârı ise insan haklarının, hukukun ve beşeriyetin inkârıdır çünkü bilimsel bir gerçek olarak bireyin ana dili, onun 12 yaşına kadar dünyayı algılayabileceği ve tanıyabileceği yegâne düşünsel aracıdır. Bu yüzden, Kürt halkının ana dilde eğitim hakkı meşrudur ve en temel insan haklarından birisidir.
Ana dil özgürlüğü, istikrarlı bir ülke yönetiminin, toplumsal barışın, onurlu yaşamın ve modern hukukun temel güvencelerindendir. Bakınız, Türkiye'nin tüm cezaevlerinde yüzlerce tutuklu ve hükümlü, ana dilde eğitim, ana dilde savunma hakkı ve Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için altmış sekiz gün bedenlerini ölüme yatırdılar. Açlık grevi sona erdi, kuşkusuz çok onurlu ve saygın bir direniş sergilediler ancak bu gerçek vardır ki talepleri hâlâ ortadadır ve karşılanmamıştır. Onların talepleri bizim de talebimizdir, bir bütün olarak Kürt halkının talebidir. Bu talepleri biz de bir kez daha yineliyoruz. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit hâlâ devam ediyor; bu beş yüz dokuzuncu günündedir ve avukatlarıyla görüştürülmemektedir.
Üstelik, bir devlet düşünün ki kendi hukukunu kendisi çiğniyor. Yasalarında yer alan hükmü bir şahıs hakkında uygulamıyor, kişiye göre hukuk sistemi icra ediyor.
Değerli milletvekilleri, ana dilde eğitim hakkı Kürt halkının olmazsa olmazıdır. Bu, uluslararası hukuk tarafından da güvence altına alınan doğal ve insani bir haktır. Bu, aynı zamanda Allah tarafından insanlara verilen bir haktır ve bir zenginliktir. Yasaklanması, hukuka, insanlığa aykırı olduğu kadar, İslam dinine göre de günahtır.
Bir diğer konu: Ana dilde savunma hakkı yasa tasarısında eksiktir, bu şekilde yasalaşması hâlinde hedeflenen yararı da sağlamayacaktır. Tasarının talepler doğrultusunda yeniden ele alınarak bir an önce, yani bütçeden hemen sonra yasalaşması kaçınılmaz olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, bir diğer önemli konu ise, bölgede mayınlara verilen canlar konusudur. Zira, bizzat kendi seçim bölgemde son beş altı ay içerisinde 10 kişi meydana gelen patlamalardan dolayı yaşamını yitirdi. Gün geçmiyor ki Kürt coğrafyasında mayın patlaması ya da arazide bulunan askerî mühimmatın patlaması sonucu çocuklar yaşamını yitirmesin ya da yaralanmasın. Özellikle askerî kışlaların yerleşim yerlerine yakın olduğu yerler ile Irak, İran, Suriye sınırlarına yakın bölgelerde bu tür olaylar çok sık yaşanmaktadır. Sadece Doğubeyazıt'ta son birkaç ay içerisinde 3 kez mayın patlaması hadisesi yaşandı, bu patlamalarda, çobanlık yapan 2'si çocuk 3 kişi yaşamını yitirdi, 6 kişi de yaralandı.
Bir diğer önemli konu ise, AKP Hükûmetinin cenazelere olan tahammülsüzlüğüdür. Ülkede otuz yıldır devam eden bir savaş var ve bu savaşta on binlerce insan yaşamını yitirmiş, sayı vermek istemiyorum doğrusu.
Kim olursa olsun, yaşanan bütün ölümlerden acı duymak, ızdırap duymak gerekir. Bunu böyle hissetmeyen insanlığından şüphe etmelidir. Bir gerçek var ki, o da hâlâ genç bedenlerin toprağa düştüğüdür. Ancak, böylesi bir acı durumda bile AKP, Kürt halkının acısını yaşamasına bile tahammül etmiyor. Gözü yaşlı anne ve babaların evlatlarına olan son sorumluluğunu yerine getirmesine izin vermiyor. Cenaze törenlerine, gaz bombalarıyla, panzerlerle, tazyikli suyla müdahale ediliyor. Hatta, mezar yerlerini bile seçmelerine izin verilmiyor. Daha da acısı ve insanlık dışı olanı ise, gerilla cenazelerine yapılan işkence ve hakaretlerdir. Bunu söylerken alınan arkadaşlarımız olur, ama şunu hemen hatırlatmakta yarar var: Cesetler öyle bir hâle getiriliyor ki yakınları bu cesetleri teşhis edemiyor, aylarca DNA testi sonuçlarını bekliyorlar. Bu nasıl bir düşmanlık duygusu, bu nasıl bir mezalimdir ki ölmüş insanların cesedine dahi en insanlık dışı uygulamalar yapılıyor. Unutmayalım ki bu halkın çocuklarına ve ölenlerine yapılan bu zulümler ve işkenceler her iki halk arasındaki duygusal kopuşu daha da arttırabilir. Yine, cenaze törenlerine katılanlar tehdit ediliyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar. Böylelikle, halk arasında korku ve panik yaratılmaya çalışılıyor, halkın kendi çocuklarını sahiplenmesi engellenmek isteniyor.
Ardahanlı İnan Kanmaz'ın Hacıali köyünde düzenlenen cenaze töreninde de aynı hukuksuzluklar ve insanlık dışı uygulamalar görüldü. Daha sonra da alınan görüntülerle, görüntülere takılan herkes gözaltına alındı. Aynı cenazede bir skandal daha yaşandı. Köyün resmî imamı, Diyanetten atanan köyün resmî imamı olmasına karşın, İnan Kanmaz'ın cenaze namazını kılmadı. Köyün tek imamı olmasına rağmen hem görevini ihmal etmiş aynı zamanda da İslam dininin gereğini yerine getirmemiş, günah işlemiştir. Bu din adamını, yaşamını yitirmiş bir kişinin etnik kimliği, dünya görüşü veya yasalar karşısında suçlu veya suçsuz olması, onu ilgilendirmiyor. Bir zorunluluk? Bu zorunluluk dinî, ahlaki ve yasal olduğu kadar insanidir de. Aynı şekilde, görevi olmasına karşın, bu imam daha sonra?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİL AKSOY (Devamla) - ?taziyeye de gitmemiştir. İmam, Allah'ın buyruğunu yerine getirmiyor ama albayın, alay komutanının emrini yerine getiriyor. Bunu belki ilk defa duyuyorsunuz ama bu mutlaka araştırılmalı ve insanlarımızın, Kürt halkının kendi evlatlarına sahip çıkması, cenazelerine sahip çıkması noktasında engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Türkiye'de ölümlerin, adaletsizlerin ve eşitsizliklerin bitmesi amacıyla hepinizi selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aksoy.