| Konu: | Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 110 |
| Tarih: | 09.07.2020 |
ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi Müslümanların ilk hicreti Habeşistan'a olmuştur. Niçin Sasani'ye, o dönemde var olan Bizans'a, Hîre'ye, Gassani'ye değil de Habeşistan'a? Sebebini Hazreti Peygamber grubun lideri Osman bin Affan'a şöyle açıklıyor: "Habeşistan'a hicret edeceksiniz çünkü orada adil bir melik var, adil bir melik var." Gördüğünüz gibi Hazreti Peygamber için adalet her şeyin önünde geliyor.
Şimdi, bu hicret olayı eğer günümüzde yaşanmış olsaydı, bizzat Adalet Bakanının ifadesine göre, yargıya ve adalete güvenin yüzde 20'lere indiği bir dönemde herhâlde Türkiye alt sıralarda olacaktı, belki de listede hiç olmayacaktı.
Arkadaşlar, ne yazık ki bugün Türkiye'de adaletin 2 önemli bacağı yani yargı ve iddia bacakları siyasallaştırılmış ve iktidarın güdümlü organları hâline çevrilmiştir. Bugünlere nasıl geldiğimizi kısaca hatırlatmak istiyorum: Kanaatimce Türk yargı sistemi için en karanlık gün 2016 yılının Şubat ayının 28'inci günüdür. O gün ne olmuştu hatırlıyor musunuz? 2 gazeteciyle ilgili AYM kararını eleştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle söylemişti: "AYM bu şekilde bir karar vermiş olabilir, ben Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı kabul etmek durumunda değilim; verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum."
SALİH CORA (Trabzon) - "Uymuyorum." demedi "Saygı duymuyorum." dedi.
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Bu sözler yargı bağımsızlığına inanmayan, kendisini yargının üstünde gören bir insanın sözleridir arkadaşlar. Bu sözler, bürokrasinin ve halkın yargıya bakışını olumsuz yönde etkilemiştir, kötü bir örnek olmuştur. Bu sözler, yargıyı kontrol altına alma, şahsına ve partisine bağımlı hâle getirme arayışını yansıtmaktadır. Nitekim 2017 referandumu sonrasında AYM yeniden dizayn edilmiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu Cumhurbaşkanının şahsına bağlı bir organ hâline dönüştürülmüştür. FETÖ'cülerden boşalan hâkimlik ve savcılık makamları, düşürülen puanlarla ve mülakatlarla, AKP üyesi olan, AKP kadrolarında görev yapan hukukçu arkadaşlarla doldurulmuştur. Sonuç olarak yargı büyük ölçüde AKP'lileştirilmiştir. Cumhurbaşkanının mahkemece tahliye edilen bir şahısla ilgili olarak söylediği sözler bunun açık kanıtıdır. Şöyle diyor: "Yargı camiamız için çok üzücü bir durum olmuştur. Ve ilginç olan şey şu: Tabii, talimatlarını da verdik bunun." Yargıya talimat verdiğini bizzat kendisi ifade ediyor arkadaşlar. Başka bir deyişle, yargı artık siyasetten talimat alan bir konuma indirgenmiş durumdadır.
Türkiye'de FETÖ ve PKK adına casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanan ve yine AKP Genel Başkanının "Bu fakir bu görevde olduğu müddetçe o teröristi alamazsın." dediği Rahip Brunson olayını hepiniz hatırlıyorsunuz. Başlangıçta "Türkiye bir hukuk devletidir, Türk yargısı bağımsızdır." efelenmelerini de hatırlıyorsunuz. Dostum Trump "Ya gönderirsin ya da yaptırımları başlatırım." deyince yelkenler suya inmiş ve adam bir gecede Mehter Marşı'yla ve özel uçakla ülkesine geri gönderilmiştir. Aynı olay Alman gazeteci Deniz Yücel için yaşandı arkadaşlar ve onu da Merkel istedi, Cumhurbaşkanı emretti ve yargı, adamı sözde ev hapsi kılıfıyla serbest bıraktı, aynı gece özel uçakla geri döndü.
Şimdi, yaşandığı dönemde bu olayları, iktidarın basiretsiz dış politikası olarak değerlendirdik arkadaşlar. Doğrudur, iktidarın basiretsiz dış politikası sonucudur. Fakat arkadaşlar, başka bir yönü daha vardır; o da şu: Türk yargısının fiilen iflas ettiği, emir komuta zincirinin bir halkası hâline dönüştüğünü gösteren belgedir.
Osman Kavala ve Ahmet Altan olaylarını hatırlayın. Adamların siyasi görüşüne katılmayabilirsiniz ama hukuki sürecin nasıl işlediği önemli. Yargı adamları serbest bırakıyor, AKP Genel Başkanı "Ya, böyle de olmaz ki. Bu adamlar nasıl serbest bırakılır?" havasında bir şeyler söylüyor, ertesi gün yargı hemen gerekeni yapıyor, yeni suçlamalar icat edip adamları hapiste tutmaya devam ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Söylenecek çok şeyler var arkadaşlar ama zamanımız kısıtlı. Fakat bir şeyi daha söylemekte yarar var.
1215 yılında İngiltere Kralı Yurtsuz John ile aristokratlar arasında imzalanan Magna Carta'yı hatırlarsınız. Magna Carta'nın 39'uncu maddesinde bir cümle var, sadece cümlenin başlangıcını okuyacağım: "Özgür kişiler ülke kanunlarına göre yasal bir biçimde yargılanıp hüküm giymeden tutuklanamayacak." Dikkat edin. Ama bugün ülkede, Türkiye'de suçu belli olmadan tutuklanan insanlar var arkadaşlar, iddianamesi yazılmaksızın bir buçuk yıl tutuklu kalan insanlar var, yazmadığı haber nedeniyle tutuklanan gazeteciler var. Gördüğünüz gibi yargı sistemimiz 1215'in gerisine dönmüş.
Şu anda tartıştığımız yasa teklifine gelince. İktidar, baroları bölerek yandaş barolar oluşturmak istiyor. Bunu hepimiz biliyoruz zaten. Böylece adaletin üçüncü ayağı da yozlaştırılacak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Bitiriyorum.
BAŞKAN - Hocam, bir dakika uzattım, uzatmıyorum başka.
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Peki.
Böylece biz, bağımsız yargı, demokrasi, kuvvetler ayrılığı gibi kavramlara veda edeceğiz, şahsım yargısına ve şahsım devletine hoş geldin diyeceğiz. Bu noktaya geliyoruz.
Evet, arkadaşlar, son söz, iki senelik tecrübede bu sözde Türk tipi başkanlık sisteminin Türkiye'yi geleceğe taşıyamayacağı anlaşılmıştır. Bu kerameti kendinden menkul tek adam sisteminden bir an önce kurtulmamız gerekiyor.
Çözüm, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüştür diyor; hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)