| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 18.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA SIRRI SÜREYYA ÖNDER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bugün Meclisteki yerinde olmayan, onun yerine cezaevi ranzalarını işgal eden, haksız yere, bir yoldaşımız adına konuşacağım.
(Hatip tarafından kürsü önüne Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Ayhan'ın fotoğrafı konuldu)
"Benim adım İbrahim Ayhan. Barış ve Demokrasi Partisi Urfa Milletvekiliyim. 69 yılında Siverek'te doğdum. Ziraat mühendisi oldum Yüzüncü Yıl Üniversitesinde. Daha sonra, 97-2007 yılları arasında Urfa EĞİTİM-SEN Şube Başkanlığını yürüttüm. Fiilen öğretmenlik yapıyordum. Bu arada Kastamonu'ya sürgüne gönderildim. Daha sonra -Başbakan diyor ya `Niye cezaevindekileri aday gösterdiniz?' diye- 2007 yılında da Urfa adayıydım. Bin küsur oyum devlet ve koruculuk sistemi tarafından gasbedildi, sadece bin küsur oyla milletvekilliğimiz elimizden alındı. Eğer milletvekili olmasaydım, seçilmeseydim, şu anda dışarıdaydım çünkü benim dosyamda delil diye sunulan şeylere `delil' diyebilmek için hukuktan çok habersiz olmak gerekir. Urfa Cezaevine atıldım. Urfa Cezaevinde, oradaki elverişsiz koşulları protesto eden mahkûm çocukların isyanı üzerine çıkan yangında 13 tanesi hayatını kaybetti. Seçilmiş bir milletvekili olarak bir gece apar topar -tabiri caizse- terliğimizi giymeye fırsat bulamadan Adana Cezaevine sürgün edildim. Adana Cezaevinde 2 kez kalp enfarktüsü geçirdim. Milletvekili yoldaşlarımızın gayretiyle, kamuoyunun baskısıyla Diyarbakır Cezaevine gönderildim. Şu anda sizlere Diyarbakır zindanından sesleniyorum.
Bir Urfa anekdotu anlatmak istiyorum size. Hep bizler suçlanıyoruz. En küçük bir sürçmemiz, en küçük bir sıkıntımız büyütülerek dağ şekline getiriliyor. Devletin bu mütehakkim, baskıcı, zulmeden yönüne hiç kimse ağzını açıp bir şey söylemiyor. Buna dair bir Urfa anekdotunu paylaşmak istiyorum sizlerle: Urfalının birisi hastalanmış, Ankara'ya getirmişler Urfa'da yeterli sağlık şeyi olmadığı için. Bir kadın profesör, asistanlarıyla beraber "vizit" yaparken Urfalının başucuna gelmiş, klinik tabloyu asistanlarına özetliyormuş. "Bakın, işte, beniz soluk, nefesi hırıltılı, gözler çökmüş, avurtlar çökmüş, rengi kaçmış, işte, derisi büzüşmüş falan." demiş. Urfalı, şöyle bir yarım gözünü açmış güçlükle, bu tabloyu özetleyen hocaya bakmış ve şu sözler dökülmüş ağzından: "Zannedersin kendisi, Türkân Şoray." demiş. Şimdi, devlet, bizim topraklarımızda hiç de Türkân Şoray güzelliğinde değil. Bize muhalefet edenler, bu hak arama mücadelesinde buldukları, itibarsızlaştırma amaçlı kullandıkları en küçük detayları bile hep büyüterek gündemleştirirken, devlete dönüp devletin o baskıcı, zulmedici, yok sayıcı yönüne bir tek laf etmiyorlar.
Bir garabetin de içindeyiz. Milletvekili özlük hakları, bütün Meclisin duyarlı yaklaşımı sonucu bize tanınmışken, milletvekilliği görevini ifa etmemiz, türlü çeşitli gerekçelerle engelleniyor. Bizim durumumuza, tutuklu vekillerin, tutsak vekillerin durumuna dair yapılan kanuni düzenlemeyi Sayın Meclis Başkanı, `Yargının, yasa koyucunun ne kastettiğini, iradesini anlaması lazım.' diye, dünya hukuk tarihinde görülmemiş bir tavırla, bu yasanın neye hizmet etmesi gerektiğini bu ülkenin yargıçlarına anlatmaya çalışıyor. Buna rağmen bizler, bir halkın seçilmiş iradesi olarak, temsilcileri olarak hâlen cezaevlerinde tutulmaya devam ediliyoruz.
Biz burada yalnız başımıza değiliz. BDP'nin sivil siyaset alanında faaliyet gösteren bütün seçilmişleri -özellikle yerel bazda- ve aktif olarak yer alan bütün unsurları, `KCK' adı altında cezaevlerine sokulmaktadırlar. Hükûmetin şöyle bir yaklaşımı vardı: `Silahla mücadele, onun siyasi uzantılarıyla müzakere.' diyordu. Hayatın tüm alanlarında olduğu gibi, bu lafı da tamponundan anladılar; sivil siyasetle mücadele ediyorlar, silahlı unsurlarla müzakereyi tercih ediyorlar. Ne kadar barışçıl, sivil siyaset alanında rol üstlenen, sorumluluk alan insan varsa hepsini cezaevine tıkıştırıyorlar.
Son olarak, gelecekte filmlere konu olacak bir trajikomik KCK yargılama rezaletinden bahsetmek istiyorum. Malumunuz, BDP Siyaset Akademisi uzun yıllar dinlenmiş, bu dinlenmeler tab edilmiş. Burada anlatılanlar Kuantum fiziğinden, Big Bang'e, evrim teorisinden güncel felsefi kavramlara dair tonla şey. Savcı bunu olduğu gibi iddianameye koymuş fakat bu mahkemenin yargıcı bunu dinlemeye tahammül edememiş.
Felsefe -bir hayli zaman oldu- önce seçmeli ders konumuna indirildi, sonra oradan da uzaklaştırıldı. `Ne, niçin, nasıl' sorularına hayatı anlamak anlamında cevap veren bir disiplin olan felsefe okullardan uzaklaştırılınca felsefi bir metni dinlemeye mahkemedeki hukukçular tahammül gösteremediler. Aradıkları da o değil ki. 50 sayfa atlatmış yargıç, 50 sayfa sonra avukatların itirazı üzerine bir 4 sayfa dinleyince `Bu bana çok ağır geldi.' demiş, duruşmayı tatil etmiş.
Şimdi, buradan tutsak bütün vekil arkadaşlarım adına söylüyorum: Bu yargılamalar, bu hukuksuzluklar, bu usulsüzlükler, bu zulümler sadece size değil; size, sizin tırşıkçılarınıza, sizin çanak yalayıcılarınıza, sizin evlatlarınıza ileride çok ağır gelecek. İnsan içine çıkamayacaksanız, filmlerin, romanların konusu olacaksanız, şebek yerine konulacaksınız, zararın neresinden dönerseniz kârdır.
Burada, tutsak vekiller konusunda dayanışma gösteren, belli bir duyarlılığın sahibi olan bütün milletvekili arkadaşlarımı ve yoldaşlarımı saygıyla selamlıyorum."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SIRRI SÜREYYA ÖNDER (Devamla) - "Barış, esenlik dolu bir Türkiye diliyorum." (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.