| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 8/10/2019 tarihli ve 1232 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1323) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 06.10.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aziz milletimizi ve Genel Kurulumuzu saygıyla selamlarım.
27'nci Dönem Dördüncü Yasama Yılının Meclisimize, milletimize, demokrasimize hayırlı olmasını, olumlu katkılar sağlamasını dilerim.
Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekâtlar kapsamında Silahlı Kuvvetlerimizin yurt dışında görevlendirilmesi için gönderilen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde İYİ PARTİ adına söz aldım.
Dünya barışını koruma adına bir dünya devleti olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin Birleşmiş Milletler barış güçlerine katkıda bulunmasını olumlu karşılıyoruz. Bugüne kadar görev yaptığı Somali'de, Bosna Hersek'te, Kosova'da, Afganistan'da, Irak'ta ve içinde bulunduğu diğer barış güçlerinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin üstün başarıyla verdikleri hizmetleri büyük bir gururla takip ediyoruz. Allah ordumuza, devletimize, milletimize zeval vermesin; Cenab-ı Hak ebet müddet yaşayacak devletimizin ordusunu daim kılsın.
Öncelikle, Anayasa'mızın 92'nci maddesine göre, Silahlı Kuvvetlerimizin yabancı ülkelere gönderilmesinde izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisindedir. Diğer bir ifadeyle bu sorumluluk hepimizdedir.
Tezkerede belirtildiği üzere; hudut, şümul, miktar ve zaman bir kişinin yetkisine bırakılmamalı, bu hususlar da Meclisimizce takdir ve tespit edilmeli. Sonuç itibarıyla, Meclisimizin ve milletimizin iradesini her kim olursa olsun bir kişiye teslim ediyoruz. Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde -Allah korusun- Cumhurbaşkanı rahatsızlansa, hizmet yapamaz duruma gelse yerine vekâlet edecek kişinin de milletimizin seçmediği, bilmediği, denetimsiz, atamayla gelmiş biri olacağını unutmayalım. Bu tezkere vasıtasıyla parlamenter sistem önemini bir kez daha hem bizlere hem de milletimize hatırlatıyor. Her türlü kritik kararın hem istişare ederek hem de milletin fikirlerini de işin içine katarak parlamenter sistem içerisinde alınması gerekiyor. Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde Cumhurbaşkanı, her kim olursa olsun, yanlış bir sistemi doğru biçimde çalıştıramaz.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında Afrika Kıtası'nda Sahra Altındaki Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde bulunan Silahlı Kuvvetlerimizin görev süresinin uzatılmasını görüşüyoruz. Biliyoruz ki Afrika Kıtası oldukça zengin yer altı kaynaklarına sahip, aynı zamanda kıtada yaşayanların yüksek refah seviyesinde yaşayabileceği bir potansiyel de bulunmakta ancak kıta yıllar boyunca sömürüldüğü için kıtanın sahip olduğu doğal kaynaklar Afrikalılar tarafından kullanılamadı, bu yüzden Afrika ülkeleri hak ettikleri standarda ulaşamadılar. Çoğu Afrika ülkesinin sınırları sömürgeci devletler tarafından masa başında pazarlıklarla belirlendi. Maalesef, bu durum, Afrika'da süren iç savaş, iç çatışmalara ve sınır savaşlarına sebep oluyor. Böylesine bir ortam da Afrika'daki açlığı ve yoksulluğu artırıyor.
Peki, Silahlı Kuvvetlerimiz, kahraman Mehmetçiklerimiz nasıl bir yerde görev yapmakta? Mali Cumhuriyeti'nde 1968'den itibaren 4 kez darbe gerçekleşti. Geçtiğimiz aylarda Mali'de yapılan Parlamento seçimleri sonuçlarında hile yapıldığı yolundaki iddialar şiddetli tartışmalara yol açtı; bunu izleyen protesto gösterileri ve muhalefet liderinin tutuklanması ülkeyi ciddi bir kaosun içine sürükledi. Seçim sonuçlarıyla oynamakla suçlanan Mali Anayasa Mahkemesinin feshedilmesi ve mahkemeye yeni üyeler atanması bile sokak gösterilerinin şiddetini azaltmadı. Darbeciler son olarak 18 Ağustos günü yönetime el koyarak Mali Cumhurbaşkanı ve Başbakanını tutukladılar. Ülkemiz Mali'de yapılan darbeyi derin endişe ve üzüntüyle karşıladığını, tutuklu üst düzey yetkililerin serbest bırakılmaları ve ülkede anayasal düzene bir an önce geri dönülmesi yönündeki güçlü beklentisini bir açıklamayla duyurdu. Ancak bu açıklama darbecilerin yeterli bir şekilde kınanmadığı yönünde dünya kamuoyunca yorumlanırken, geçtiğimiz eylül ayında Sayın Dışişleri Bakanının Mali'ye resmî bir ziyarette bulunması ülkemizin dış politikasını tartışılır hâle getirdi. Açıkçası Mali'de darbecilerle bu kadar çabuk iletişime geçen Sayın Dışişleri Bakanımızın hassasiyetinin sebebini merak ediyoruz. Öte yandan, AK PARTİ iktidarının özellikle Mısır'daki darbe karşısında gösterdiği sert tepki ve darbeyi "millî iradenin gasbı" olarak tanımlaması ister istemez Mali'deki darbeye verilen tepkiyle karşılaştırma yapılmasına neden oluyor. Mali'de eğer ulusal çıkarlar sebebiyle hareket ediliyorsa, ülke menfaatlerimiz söz konusu ediliyorsa her koşulda gerçekçi bir zeminde hareket edilebilmeli, aynı tavır ve tutum başka ülkeler karşısında da vakit kaybetmeksizin sergilenebilmelidir. Mali'ye gösterilen bu hassasiyetin ülkemizin hayati menfaatlerinde büyük önem taşıyan Mısır'a karşı gösterilmemiş olmasını hangi kelimelerle ifade edeceğimi bilemiyorum. Mısır'ı dışlamanın pek çok farklı bölgelerdeki menfaatlerimize ters düştüğünü bilmemek acemilikten fazlasıdır. "Akdeniz'de Mısır'ı dışlamayın." diye yıllardır ifade ediyoruz. Bize "Siz ne anlarsınız." deniliyordu. Ne oldu şimdi? İşler sarpa sarınca ve maalesef dış politikada haklıyken haksız duruma düşme maharetini AK PARTİ yine gösterince Mısır akla geldi. Libya'da yanlış hesap yapmadan önce Mısır'la elimiz çok daha güçlüyken görüşebilmeliydik.
Biz, İYİ PARTİ olarak ideolojilerden, ön yargılardan uzak, insani ölçülerden ayrılmadan Türkiye'nin menfaati için dış politikanın yapılması gerektiğini savunuyoruz. Mısır'la olan ilişkilerin orada bir darbeci olduğu için kurulmadığının söylenmesi artık hiç inandırıcı gelmiyor. Öyle ki Mısır'la ilişkilerin son derece kötü yönetilmesi, yok seviyesine indirilmesi ve hatta sabote edilmesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin yüksek menfaatlerine büyük zararlar verdi. Haklı olduğumuz Doğu Akdeniz konusundaki zorlanmalarımızın sebebi yanlış Mısır politikamızla da bağlantılıdır. Ayrıca İsrail'le olan ilişkilerimizin de bu seviye gelmesi ne Türkiye'ye fayda sağladı ne de işin kötüsü uğruna ilişkileri heba ettiğimiz Filistin'e fayda sağladı. Dış politikada mesele, kapıları açık bırakmak ve görüşmeleri sürdürülebilir hâlde tutabilmektir; bir akıl işi olan siyasetin, dış politikanın icabı budur. Küskünlüklerle ve fırsatçı politikalarla ne iç siyaset olur ne de dış siyaset.
Libya politikamızı "Birleşmiş Milletlerin tanıdığı iktidarı destekliyoruz." savı üzerine bina ederken yine "Birleşmiş Milletlerin tanıdığı iktidarı Suriye'de tanımıyoruz." sözüyle iktidardan düşürme çabaları içinde bulunulması uluslararası camiada sözümüzün yere düşmesine neden oluyor, sözümüzün geçerliliğini olumsuz etkiliyor. Burada Suriye'deki tavrımızı sorgulamaktan ziyade dış politika belirleyicilerimizin söylemlerinin tutarsızlığını ortaya koymak için bu detayı dikkatlerinize sunuyorum. Çok açık olarak ifade etmeliyim ki dış politikada tezlerinizi ortaya koyarken bir yaptığınız ile diğer bir yaptığınız ile çelişmemesi lazım. "Libya'da Birleşmiş Milletlerin tanıdığı hükûmeti destekliyorum, o yüzden haklıyım." derseniz size "Peki Suriye'de haksız mısın o zaman?" diye sorarlar. Bu ifademi "Suriye'de veya Libya'da yanlış yapıyorsunuz, doğru yapmıyorsunuz." demek olarak anlamayın lütfen. Dış politikada AK PARTİ tezlerinin ne kadar özensiz ve analitik düşünceden uzak olduğunu anlatmaya çalışıyorum. Usulün, söylemlerin tutarsızlığını sadece İYİ PARTİ olarak biz görmüyoruz, maalesef yabancı kamuoyu da görüyor. Dış politika ciddiyetle yapılır. Öngörüsüz, ciddiyetsiz, bilgiden uzak iç politika için yapılan dış politikayla bu kadar oluyor. Uzun bir süredir iç politika için dış politika yapılıyor.
Değerli milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında görev yapmakta olduğu başka bir sorunlu yer de Orta Afrika Cumhuriyeti. Burada birçok darbe gerçekleştirildiğini biliyoruz. Son olarak kendilerini "Seleka" olarak adlandıran milislerin aralık 2012'de Orta Afrika Cumhuriyeti Hükûmet güçlerine karşı yoğunlaştırdıkları silahlı saldırılarla tırmanan kriz, Ocak 2013'te imzalanan anlaşmaya rağmen devam etmişti. Seleka milisleri Mart 2013 tarihinde başkente ilerlemiş, bunun üzerine Cumhurbaşkanı ülkeyi terk etmiş ve Seleka lideri askerî darbeyle 24 Mart 2013 tarihinde kendini devlet başkanı ilan etmişti. Darbenin ardından ülkede güvenlik uzun yıllar boyunca tesis edilemedi. Ardından 2016 yılında Orta Afrika Cumhuriyeti'nde gerçekleştirilen seçimler sonucunda Cumhurbaşkanı ve Başbakan görevlerine başladılar. Ancak günümüzde ülkenin farklı şehirlerinde halk Hristiyan ve Müslüman mahalleler olarak bölünmüş durumda. Ülkedeki din ve kabile farkı çatışmalara neden oluyor. Bununla birlikte, son olarak, hükûmet ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki 14 silahlı grubun katılmasıyla Şubat 2019 tarihinde bir barış anlaşması imzalandı. Umudumuz hem Orta Afrika Cumhuriyeti'nde hem de tüm Afrika Kıtası'nda barışın sağlanması ve istikrarın bir an önce tesis edilmesi. Ülkemiz hem Kuzey Afrika ülkeleri hem de Sahra Altı Afrika ülkelerine karşı çok boyutlu bir dış politika tabii ki izlemeli. Ayrıca, Türkiye, yüz elli yıllık parlamenter tecrübesini, demokratik kazanımlarını, cumhuriyet değerlerini, ekonomi tecrübesini tüm Afrika Kıtası'na aktarabilecek değerli bir ülkedir.
Sayın milletvekilleri, Karabağ'da yaşanan Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının Türkiye'yle ilgisiz olduğunu düşünemeyiz. Ege'de ve Doğu Akdeniz'de ülkemizin yaşadığı problemler çerçevesinde Karabağ üzerinden de ülkemize yeni bir cephe açılmaya çalışıldığının altını çizmek isterim. Ülkemizin çevrelenmekte olduğundan endişe etmekteyim. Bu çerçevede çok dikkatli olmamız gerektiğini, bunun bir Ermenistan-Azerbaycan meselesi olarak gözükürken bir anda Türkiye-Rusya meselesi olabilme tuzağına düşmememiz gerektiğini ifade etmek isterim. Karabağ bir Türk yurdudur, Azerbaycan tezlerinde son derece haklıdır. Birleşmiş Milletlerin tanıdığı sınırlar da Azerbaycan toprağıdır. Haklıyken ve güçlüyken, diğer bölgelerde olduğu gibi, bu konumun kaybedilmemesi gerekir. Azerbaycan'dan daha fazla ses çıkararak sanki biz işin içindeymişiz gibi bir intiba vermenin gereği olmadığını vurgulamak isterim. Azerbaycan'ı da zor durumda bırakmayalım. "Tek millet iki devlet" olarak tarif ettiğimiz Türkiye- Azerbaycan kardeşliğini her ne kadar bizler İYİ PARTİ olarak bir dış mesele olarak görmesek de Azerbaycanlı kardeşlerimizin ve bizim çok hayati davamızı, AK PARTİ'nin çıkmazda olduğu iç politikada bir araç olarak kullanmasına izin veremeyiz. Şu ana kadar, Azerbaycan'ı Türkiye Cumhuriyeti devletimizin ve Hükûmetin verdiği desteğin tamamıyla arkasındayız. Hamdolsun görüyoruz ki Azerbaycan'ın Ermenistan karşısında çok büyük bir askerî üstünlüğü var. İnanıyorum ki bu üstünlük devam edecek ve Karabağ geri alınacaktır ve masaya oturulacaktır. Fakat sahadaki üstünlüğün masada da aynı şekilde tecelli etmediği zamanları da biliyoruz. Sahadaki üstünlüğün yanında uluslararası ilişkiler vasıtasıyla dostların ve lehte düşünen devletlerin sayısının çoğaltılması lazım geliyor ki masada kazanan taraf da Azerbaycan olsun. Türkiye'nin rolü asıl buradadır. Sanki biz konunun bir numaralı parçasıymışız gibi tavır geliştirerek ve yine bu konuyu iç politikaya malzeme yaparak Azerbaycan'ın pozisyonunu sıkıntıya sokmayalım. AK PARTİ iç siyasetteki sıkıntılı durumunu toparlayabilme fırsatı olarak görerek çok haklı olan Azerbaycan davasını lütfen heba etmesin.
Fransa'nın tarih boyunca başvurduğu girişimlerinin bir benzerine daha tanık oluyoruz. Birinci Dünya Savaşı öncesinde oluşan şartların benzerlerini maalesef tekrar yaşıyoruz. Buraya geliş sürecinde AK PARTİ Hükûmetinin hatalarından da bahsedilmesi gerekiyor. Ekonomide para politikaları parayla idare edilmez. Sözünüze duyulan itimatla, itibarınızla, güven sağlamanızla birçok sorun çözülür. Bu bakımdan para politikaları Merkez Bankasının ve siyasi otoritenin sözüyle yönetilir. Paradan büyük sermaye itibardır. Sadece parayla değil aslında itibarla piyasalar şekillenir. Bugün, para politikalarının doğru bir biçimde yönetilememesindeki benzer nedenleri diplomaside de görüyoruz. Dış politika sözün her geçersiz kaldığı noktada askerî güç gösterisiyle yönetilemez. Yanlış yönetilen dış politikada sözün geçerliliğinin kalmamasından dolayı her seferinde düşmana korku salan, özellikle caydırıcılığıyla nam salmış Türk ordusunu devreye sokup test ettirmek büyük riskler barındırıyor.
Dış politika bir ülkenin ön savunma hattıdır, güvenliğidir, ekonomik coğrafyaya hükmetme yeteneğidir, güçtür. Siyasetin ve ülkenin verdiği sözün güveniyle dış politika ve uluslararası ilişkiler yönetilir. Günümüzde AK PARTİ iktidarı yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin artık tutarlı bir dış politikası bulunmuyor maalesef. Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinin sadece liderler üzerinden yürütme stratejisinin sonuçsuz kaldığı artık görülmeli. Bırakın küresel anlamda oyuncu olan ülkeleri, komşularımızla bile ilişkilerimiz kalmadı. Vakit kaybetmeksizin ülkeler arası kişisel ilişkileri terkedip Türkiye Cumhuriyeti devletinin Osmanlı Devleti zamanından beri sahip olduğu tecrübe ve birikimle işletilen kurumsal diplomasiye geri dönmeliyiz.
Değerli milletvekilleri, AB'yle ilişkilerin düzeltilme çabalarını tabii ki olumlu karşılıyoruz. Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizin yakınlaşmasından taraftarız. Ancak ilişki düzelmesi taviz vererek olmaz. Doğu Akdeniz'deki, Ege'deki Yunanistan'ın şımarıklığına taviz vermeden tezlerimizin kabulüyle ilişkilerimiz rayına oturtulmalı. Avrupa Birliğinin Doğu Akdeniz'in bir parçası olarak kendini kabul ettirme çabalarına karşıyız. Avrupa Birliği Doğu Akdeniz'in bir parçası değildir. Avrupa Birliği Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ı ve Güney Kıbrıs'ı kullanarak kendisini işin içine sokmaya çalışıyor. Böyle bir oyuna gelinmemesi gerekir. Yunanistan her seferinde Türkiye'den taviz almak için uğraşıyor, bunda da kendisinden çok diğer devletlerin, kurumların desteğine güveniyor. Yunanistan'la her yumuşama döneminde dost oluyoruz zannedilirken tavizler veriliyor. Örneğin, kıta sahanlığı, FIR hattı, hava sahası gibi. Doğu Akdeniz'de sergilenen duruşun karşılığında Kıbrıs'ta taviz vermeyelim tekrar. "Her ne pahasına olursa olsun müzakere edelim." ya da "Ön şartsız müzakere edelim." ne demek? "Ön şartsız müzakere" demek ucu açık tavizler demek. Doğu Akdeniz'de bir müzakere yapılacaksa diğer ülkelerle birlikte yapılmalı. Sadece Yunanistan'la müzakere yapılmamalı. Avrupa Birliğinin amacı bizi Kıbrıs'tan uzaklaştırmak ve Doğu Akdeniz'deki hâkimiyeti kurmak.
Kıbrıs'ta 1960 Garanti Anlaşması'ndan elde ettiğimiz hakları kaybedersek Doğu Akdeniz'de duruş sergileyemeyiz. 1960 Garanti Anlaşması'nın öncesine dönersek Kıbrıs'ta yine 650 askerimiz kalır. Bu antlaşmanın alt yapısını 1959'da Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla sağlayan merhum Başbakan Adnan Menderes ve merhum Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'yu rahmet ve minnetle yâd ediyorum.
Sözlerimin sonunda Kıbrıs'ta ve Doğu Akdeniz'de günümüzde yaşanan gelişmelerin başlangıcıyla ilgili bir hususu daha dikkatlerinize sunmak isterim. 2003 yılındaki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti seçimlerinde kendisini davaya adamış büyük devlet adamı merhum Rauf Denktaş'a karşı yapılan muhalefetin AK PARTİ tarafından nasıl desteklendiğini hatırlamanızı isterim. Yine bazı itiraf niteliğindeki yabancı belgelerden görüyoruz ki bu muhalefet AK PARTİ'yle birlikte dış güçler tarafından da desteklenmişti. Merhum Denktaş bir Türkiye ziyaretinde AK PARTİ yetkilileri tarafından "Git bunları memleketinde anlat!" sözlerine muhatap olabilmişti. Büyük mücahit Rauf Denktaş ve biz Türk milliyetçileri, vatanseverler, demokratlar rencide edildik. Kıbrıs davasına sadık Rauf Denktaş ve temsil ettiği görüş 2003 seçimlerinde AK PARTİ'nin desteklediği muhalefete mağlup edildikten sonra 2004'teki Annan Planı önümüze geldi. Büyük çabalarla Kıbrıslı kardeşlerimize "evet" oyu verdirilmeye çalışılan Annan Planı, Cenab-ı Allah'ın lütfuyla Rumlar tarafından kabul görmedi; o Annan Planı kabul görseydi bugün bile pamuk ipliğine bağlı, Merkel'in bir telefonuna bakan Doğu Akdeniz politikası savunulamaz olurdu. Bu vesileyle merhum Rauf Denktaş, merhum Fazıl Küçük ve davaya hizmet etmiş tüm kahramanlarımızı, şehitlerimizi rahmetle anıyorum.
Kıbrıs'ta yaşanan olaylara benzer bir biçimde 2009 yılında Ermenistan'la girilen gereksiz ilişkiler "tek millet iki devlet" diye tanımladığımız Azerbaycan'la olan ilişkilerimizi de sıfıra indiriyordu az daha.
2009 yılında Ermenistan'la imzalanan Zürih Protokolleri yine Cenab-ı Allah'ın lütfuyla Ermeni tarafınca yürürlüğe konmadı ve son olarak 1 Mart 2018 itibarıyla Ermenistan tarafından tek taraflı olarak iptal edildi.
Ermenistan'la futbol üzerinden bir diplomasi girişimi başlatıp bir sonuç alınacağını zannetmek aslında Ermeni meselesini hiç anlamamış olmak demektir. Böylesine çapsız bir girişimin sonuç vermeyeceğini bilmek için dışişleri uzmanı olmaya gerek yok. Ermeni mezalimini en yakından yaşamış memleketim Erzurum'un caddelerinden bir hemşehrimi çevirseniz, sorsanız o bile size bunları anlatırdı. Bu girişimi başlatarak protokollerin yürürlüğe girmesi için çalışılması Azerbaycan'ı sonsuza kadar kaybetme anlamına gelmekteydi aslında. İYİ PARTİ yönetimindeki bir Türkiye'nin tüm gücüyle, her zaman Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Azerbaycan'ın yanında olacağını, Türkiyemiz'in tüm dünyada başı dik bir şekilde politika yapacağını ifade eder, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)