| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 8/10/2019 tarihli ve 1232 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1323) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 06.10.2020 |
YUNUS EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sözlerimin başında, uluslararası hukuku hiçe sayarak Azerbaycan topraklarını işgal altında tutan Ermenistan'ın Azerbaycan'da sivil halka yönelik saldırılarını bir kez daha kınıyorum. Bu bir savaş suçudur. Şehit kardeşlerimize rahmet diliyorum. Tüm kalbimizle Azerbaycan halkının yanında olduğumuzu yinelemek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bugün ve yarın Genel Kurulumuz tezkereler üzerine görüşecek. Çok kapsamlı bir sorunun, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu demokrasiden uzaklaşma sorununun ve tabii, dış politikada Meclisin etkisinin, kapasitesinin gerilemesi sorununun aslında bir küçük örneğini bu tezkerelerle ilgili tartışmalarda da yaşıyoruz. Şöyle ki, Türk dış politikasının karar alma sürecinde, uygulama sürecinde çok temel bir soruyu sormamız gerekiyor: Bu alandaki, dış politika alanındaki devlet organlarının hakları nedir, yetkileri nelerdir, birbirleri karşısındaki durumu nedir? Bu konu aslında özünde yürütmenin ve yasamanın dış politikadaki görevleriyle, yetkileriyle ilgili bir durumdur ve bu alanda birazdan açıklayacağım şeylerin sonucunu aslında en başta söylemek istiyorum, o da şu: Ne yazık ki kurallara dayalı bir işleyiş yok ve ne yazık ki kurumsallaşmadan uzak bir işleyişle karşı karşıyayız.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakın, bazı örneklerle bu tezkere olayının, karşı karşıya bulunduğumuz tezkere olayının aslında Meclisin gücünün gerilemesinin, Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşmasıyla neden ilgili olduğunu ben size açıklamak istiyorum. Bakın, bu Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti tezkeresi elimde. Bundan önce bu tezkereler Meclise gelirken, biliyorsunuz, Başbakanlık üzerinden geliyordu ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarıyla geliyordu. Şimdi, bütün tezkereler Sayın Cumhurbaşkanının imzasıyla geliyor. Bir defa, bir heyetin, bir kurulun kararı olmaktan uzaklaşılan ve bir tek kişinin, bir tek kişinin kararıyla bu işleyişin başlatıldığı bir dönemi yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, çok önemli bir konu şu: Bu, adı üzerinde bir Meclis kararı ve Anayasa Mahkemesi 1990'da aldığı bir karar gereği, Meclisin kararlarıyla ilgili bir yargısal denetim yapmıyor. Yani "Meclis İçtüzüğü ve milletvekilliğinin düşürülmesi işlemleri dışında Meclis kararlarına ben bakmam." diyor Anayasa Mahkemesi. Bu bizim için şu sebeple önemli, Meclisin bu kararları çok ciddiye alması gerekiyor çünkü yargı yolu kapalı olan kararlar alıyoruz arkadaşlar. Yani bu tezkere kararlarının, tezkerelerin, bu Meclis kararlarının böylesine çok önemli bir durumu var. Bunu şunun için söylüyorum; parlamenter sistemdeki uygulamaların ne yazık ki işinize gelenlerini sanki parlamenter sistem varmış gibi koruyorsunuz, başkanlık sistemine geçişin birçok demokratik ülkede örneğindeki gerekliliklerini yerine getirmiyorsunuz. Bakın, bütün tezkerelerde şöyle bir ifade var, deniliyor ki: "Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere Silahlı Kuvvetlerin gönderilmesi." Değerli arkadaşlar, bütün tezkerelerde bu ifade var. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde böyle bir yetki verilmez arkadaşlar. Hiçbir demokratik ülkede devlet başkanına hudut, şümul, miktar ve zaman kendi takdirine bırakılmak üzere bir yetki verilmez; bu ancak otoriter bir yönetim altında olur, bir demokratik ülkede böyle bir şeyle karşılaşmazsınız.
Değerli arkadaşlarım, bu meseleleri çok farklı platformlarda ele almak gerekir. Bakın, 13 farklı ülkede Türk askeri var hâlihazırda. Bizim Türkiye olarak bu askerlerimizi göndermekteki amacımız nedir ve bunları tekrar bir yıl sonra burada tartışırken acaba bu amaçlarımızın ne kadarına ulaştık? Emin olun, ne bu tezkere metinlerinde ne iktidar sözcülerinin burada yaptığı konuşmalarda bu konuyla ilgili en ufak bir açıklama yok, en ufak bir açıklama yok.
Değerli arkadaşlarım, çok temel bir şeyden bahsediyoruz. Mehmetçik'i, bizim ülkemizin gencecik yurttaşlarını farklı farklı ülkelere gönderiyoruz. Bu yurttaşlarımız, Mehmetçikler bizler için çok değerli. İki satırlık bir yazıyla hududunu, şümulünü Cumhurbaşkanının keyfine bırakarak bunu yapıyor olmak hiçbir demokratik ülkede olamaz arkadaşlar. Ayrıca şunu da hatırlatmam gerekli: Dış politikada Meclisin etkisinin, gücünün geçerli olabilmesi, Meclisin bu alandaki komisyonlarının çok etkin şekilde çalışmasıyla olur. Tabii, İç Tüzük'te "Meclis kararlarını komisyonda değerlendirmek" diye bir gereklilik yok ama ben buraya gelmeden önce inceledim, birçok ülkede bu türden gelenekler var; Meclisin ilgili komisyonları, diyelim ki Millî Savunma Komisyonu, Dışişleri Komisyonu -işte bizde bulunan- Avrupa Birliği Uyum Komisyonu gibi komisyonlar aslında birtakım karma komisyonlar oluşturabilirler, bunları masaya yatırabilirler, ilgili asker kişileri, sivil görevlileri davet edebilirler, yabancı misyonlardan insanları bu konuyla ilgili davet edebilirler. Tekrar ifade etmek istiyorum: 13 farklı ülkede askerimiz var; cumhuriyet tarihi içerisinde hiçbir dönemde şu dönemde olduğu kadar yurt dışında bu kadar fazla ülkede asker bulunmadı, hiçbir dönemde şu dönemde olduğu kadar yurt dışında bu kadar fazla sayıda Mehmetçik bulunmadı. Böyle bir durumla karşı karşıyayız ve bunu etkin bir şekilde değerlendirmiyoruz. Tekrar ifade etmek istiyorum: Meclis olarak yargı denetimi olmayan bir karar alıyoruz -çok temel, önemli bir karar- ama bunu incelemiyoruz, bununla ilgili ciddi tartışmalar yapmak yerine, parti taraftarlığı çerçevesinde burada birtakım nutuklar atılıyor bize ve birtakım pembe tablolar çiziliyor Türkiye'nin dış politikasına ilişkin ama ne yazık ki gerçeklik bundan çok uzak değerli arkadaşlar.
Ayrıca şunu da hatırlatmam gerekli: Bakın, madem başkanlık sistemini örnek alıyorsunuz, başkanlık sisteminin en iyi bilinen örneklerinden birinde, ABD'de 1986'da çıkan bir kanun var "Goldwater Nichols Yasası" dedikleri bir kanun var. Şimdi, bu kanuna göre Amerikan yönetimi topluma ve Meclise bir belge sunuyor, ulusal güvenlik strateji belgesi. Değerli arkadaşlarım, bu belgeye göre o ülkenin ulusal hedefleri nedir, bunlara hangi amaçlarla, hangi araçlarla erişmek durumundadır bunlar şeffaf bir şekilde toplumsal, siyasal tartışmaya açılıyor. Bunlar Türkiye'de yok arkadaşlar. Bir zamanlar tabii "kırmızı kitap" diye bilinen "Millî Güvenlik Siyaset Belgesi" diye bir belgeden bahsedilirdi, tabii o da kamuoyunun tartışmasına kapalı, gizli bir metinden bahsediyoruz, bugün var mı yok mu onu bilmiyoruz ama biz demokrasiyi savunuyorsak, çağdaş normları savunuyorsak, çağdaş normları savunuyorsak eğer, bu Meclisin, iktidarın yürüttüğü dış politikanın hedeflerinin ne olduğunu etkin bir şekilde burada tartışabiliyor olması gerekiyor. Bunun olmadığı bir ortamda şöyle bir durumla karşı karşıya kalıyoruz: Bir gün bir ülke Türkiye'nin en yakın müttefiki, en yakın dostu gibi sunuluyor; birkaç gün sonra aynı ülke Türkiye'nin en önemli karşıtı, düşmanı hâline geliyor. Ne yazık ki -benden önceki konuşmacılar da hatırlattılar- Suriye'de 34 canımız şehit ediliyor, arkasından, bunu yaptığı düşünülen ülkeye bizim Hükûmet temsilcilerimiz birkaç gün sonra koşa koşa gidiyorlar ve orada kapıda uzun süre bekletiliyorlar arkadaşlar. Bugün, bizim televizyon kanalları her akşam Paşinyan'ın Putin'le olan telefon görüşmesini veriyor, Paşinyan'ı telefonda azarlayıp kapattığı bir telefon görüşmesi. Allah aşkına, bundan ne farkı var bizim buradan Moskova'ya giden Hükûmet yetkililerinin karşılaştığı muamelenin? Ben bunu sormak istiyorum, ne farkı var? Ve biz Meclis olarak bunların hesabını soramadığımız için, Türkiye'de dış politikada Meclisin bir etkisi olamadığı için, ne de bütçe tartışmalarında bunlar gündeme gelebildiği için -tekrar ifade etmek istiyorum arkadaşlar- biz bu yetkiyi, Cumhurbaşkanının imzasıyla gelen bu tezkereye bu yetkiyi hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanının takdirine bırakarak veriyoruz. Tekrar hatırlatmak istiyorum: Bu bir kurulun, bir heyetin, Bakanlar Kurulunun önerisi değil, Cumhurbaşkanının önerisi.
Değerli arkadaşlarım, az önce ifade etmiştim; şeffaflık, hesap verilebilir olmak bizim için çok temel ilkeler ve mevcut işleyiş bundan uzak. İktidar son derece keyfî bir şekilde dış politika kararları alıyor, Meclis bunları etkisiz kılabilecek ya da bunları tartışmaya açabilecek bir işlem yapmıyor, yapamıyor. Şunu hatırlatmam gerekli: Değerli arkadaşlarım, sizin birçok defa gündeme getirdiğiniz başkanlık sisteminin demokratik örneklerinde böyle bir işleyiş yoktur. Az önce açıklamıştım, Meclis dış politikayla ilgili ayrı kanunlar çıkarır, ayrı komisyonlar oluşturur, önemli kritik atamalarda Meclisin ilgili kanadının, daha doğrusu ilgili komisyonun onayı aranır. Türkiye'de bunların hiçbiri yok değerli arkadaşlarım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayınız sözlerinizi.
YUNUS EMRE (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Türkiye'de ne yazık ki tamamen keyfî bir işleyişe dayalı bir dış politika uygulaması var ve ne yazık ki bunun değiştirilmesine ilişkin bizim girişimlerimizi de görmezden geliyorsunuz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak sadece sorunları açıklamakla yetinen bir parti değiliz, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu bu sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin önerilerimizi de ortaya koyuyoruz; bunlardan da istifade etmek yoluna gitmiyorsunuz. Temel olarak iktidarda bulunmanızı tahkim edecek, iktidarda olmanıza yardımcı olacak bir noktadan dış politikaya yaklaşıyorsunuz. Bölgedeki farklı milletlerin ve bizim milletimizin talepleri, ihtiyaçları, bölgede barış, huzur falan değil ne yazık ki dış politikanızdaki temel amaç. Temel amaç, Türkiye'deki iktidarın, Erdoğan iktidarının sürebilmesi ve bunun da sürebilmesi için Mecliste etkili bir şekilde bunların tartışılamaması gerekiyor, bunu yapıyorsunuz ne yazık ki. Ne yazık ki ben bunu defaatle bu kürsülerde açıkladım, defaatle bunu açıkladım ancak bir değişim imkânı da görülmüyor
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümlelerinizi almak için açıyorum.
YUNUS EMRE (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.
Tekrar ifade etmek istiyorum: Biz, tabii, Türkiye'yi bu karanlıktan çıkardığımızda, tekrar bir demokratik ortam başladığında, güçlendirilmiş parlamenter yönetime döndüğümüzde bunların hepsini değiştireceğiz.
Son bir örnek vererek kapatacağım: Bakın arkadaşlar, büyük güçlerin işine güçlü meclisler gelmez. Türkiye'de parlamenter sistem olmasaydı 1 Mart tezkeresi bu Meclisten geçerdi ve yüz binlerce Iraklı Müslüman'ın elinde ne yazık ki bizim ülkemizin de kanı olurdu.
BAŞKAN - Sayın Emre, selamlamayı yapalım lütfen.
YUNUS EMRE (Devamla) - Onu engelleyen, Türkiye'de o dönem bulunan parlamenter sistemin imkânlarıdır. (CHP sıralarından alkışlar)