| Konu: | Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 4 |
| Tarih: | 13.10.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 228 sıra sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde görüşlerimizi ifade etmek üzere İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım, hepinizi saygıyla selamlarım.
Öncelikle bugün 13 Ekim, Ankara'nın başkent oluşunun 97'nci yılı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, değerli silah arkadaşlarını ve bütün millî mücadele kahramanlarını rahmetle, minnetle anıyorum.
Tabii, yine bir torba kanunla karşı karşıyayız. Torba kanunun ne kadar kötü bir kanun yapma şekli olduğunu anlatmaya çalışsak burada yirmi dakika yetmeyecektir. Zaten birçok insanın da bildiği gibi, daha önce biz de ifade ettik. O yüzden bu konulara girmeyeceğim.
Şimdi, bu kanun teklifi neler getiriyor? İlk 5 maddesi 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nda yapılan değişikliklerle ilgili. Onların detaylarına bir miktar gireceğim için o kısmı şimdi geçiyorum.
6'ncı maddesinde, tıp fakültesi kurmak isteyen vakıf üniversitelerinin 200 yatak kapasiteli hastane kurmaları zorunluluğunu getiriyor. Başka şartlar da getiriliyor, başka zorunluluklar da getiriliyor. Biz de İYİ PARTİ Grubu olarak bunu olumlu karşılıyoruz ancak geçmişte açılıp bu şartları taşımayan tıp fakültelerine ilişkin bir şey söylemiyor bu kanun teklifi, onu da bir eksiklik olarak mütalaa ediyoruz.
Şimdi, kanun teklifinin 7'nci ve 8'inci maddeleri, Cumhurbaşkanlığında İdari İşler Başkanlığında "Cumhurbaşkanlığı Raportörlüğü" diye bir kariyer meslek grubu oluşturuyor. Bir defa öncelikle bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmeden önce, biliyorsunuz, Başbakanlık vardı, bu sistem değişikliğiyle birlikte Başbakanlıktaki bütün uzmanlar kurumlara gelişigüzel bir şekilde dağıtıldı, oradaki kurumsal hafıza yok edildi. Şimdi de geliyoruz diyoruz ki: Cumhurbaşkanlığında kariyer işlerini görecek kariyer bir meslek grubu oluşturalım. Komisyonda sorduk, tam sayı veremediler ancak Başbakanlık uzmanlarının sadece beşte 1'inin bugün Cumhurbaşkanlığında çalıştığını söylüyorlar, diğerlerinin başka kurumlara gelişigüzel bir şekilde dağıtıldığı ifade edildi. Tabii, bir defa bu yanlış bir şeydi.
Şimdi, tabii bir ihtiyaç var, bir kariyer meslek grubunun oluşturulması burada yanlış olmayabilir ancak bunu yaparken de çok dikkatli olmak lazım. Bir defa kanun teklifinin maddesi çok geniş bir yetki veriyor. Burada görev ve yetkiler konusunun belirlenmesi lazım.
Onun dışında, sayıyla ilgili bir sınırın kanun teklifinde olması tabii beklenmez ancak hiçbir şekilde kanun teklifinin lafzında yok ama ruhundan da bir şey anlayamıyoruz, burada çok fazla sayıda olma riski var.
Bir de normal, standart memurlar tarafından yapılacak işler vardır, kariyer meslek erbabı tarafından yapılacak işler vardır, o netliği burada göremediğimizi ifade etmek isterim.
2012 yılının başında çıkan 666 sayılı KHK'yle uzmanlıkların içini boşaltmayı bu AK PARTİ Hükûmeti başardı, onu söyleyeyim çünkü uzmanlık geleneğinin en eski olduğu bir kurumda yıllarca uzman olarak çalışmış birisi olarak söylüyorum bunu. Orada sayıları 300'ü, 500'ü bulan bir defada alınan uzman yardımcıları, uzmanlar yaşadı bu ülke. Dolayısıyla bunlar ne düz memurdu ne uzman olabildiler, hiçbir şey olamadan bu çocukları biz heba ettik. Aynı şeyin burada yapılmaması lazım. Eğer Başbakanlıktaki o kurumsal hafıza buraya taşınmış olsaydı belki bu riskle daha az karşı karşıya olacaktık ancak şu anda ciddi bir şekilde böyle bir riskin olduğunu ifade etmem gerekiyor.
Şimdi, eski alışkanlıklar... Bir şeyi değiştiriyoruz fakat alışkanlıklarını değiştirmeme huyumuz olduğu için küçük bir şey olarak burada yine aynısı var. Efendim, diyorlar ki "Hizmetine ihtiyaç bulunmayan Cumhurbaşkanlığı raportörleri başka kurumlara gönderilir." "Niye yapıyorsunuz bunu?" dediğimizde "Bu geçmişte de vardı." diyorlar. Ya geçmişte vardı da geçmişte böyle bir kariyer meslek yoktu. Kariyer meslek erbabını siz başka kurumlara gönderemezsiniz. Bu insanlara bir güvence vermek durumundasınız. Yani yeri geldiğinde dik durabilmeleri lazım. "Ben sizi alıyorum Tapu ve Kadastroya gönderiyorum, şu kuruma gönderiyorum." dediğiniz zaman orada hiç kimse dik duramaz. O yüzden bu yapılan şey yanlıştır. Bu yanlışlığı biz orada ifade ettik ancak tabii bunlar dikkate alınmadı.
Şimdi, bir de şu riski görüyorum ve bunu da ifade etmek istiyorum. Cumhurbaşkanlığı kontrolsüz bir şekilde büyümektedir. Yani bu her yönüyle; personel olarak, bina olarak, efendim, düzenlemeler olarak büyümektedir. Bu yanlışlığı da burada ifade etmek istiyorum.
Bu konuyla ilgili son olarak... 666 sayılı KHK'yle yine çok doğru olmayan bir şekilde bütün uzmanlıklara eşit maaş verilmişti. Şimdi, madem onu yaptık, bugün Cumhurbaşkanlığı raportörlüğünde çok daha yüksek bir maaş öngörüyoruz, bunu da sormak gerekiyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı raportörlüğü ihdas edilmesini bir zaruret olarak olumlu karşılamakla birlikte dediğimiz bu eksiklikleri ifade etmek isterim.
9 ve 10'uncu maddelerde bu GSM operatörleriyle ilgili düzenlemeler var. Burada GSM operatörlerine kesilen cezaların silinmesi konusunu yanlış buluyoruz ve bu maddeyi desteklemiyoruz. Ayrıca bu vesileyle Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu başta olmak üzere düzenleyici ve denetleyici kurumların bugün kuruluş amaçlarına uygun şekilde, uygun tarzda ve o misyona uygun şekilde hareket etmediklerini üzülerek ifade etmem gerekiyor. Bunu BDDK'de çok görüyoruz, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunda da var, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunda da var, bunların düzeltilmesi lazım.
12'nci madde, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlemesi Hakkında Kanun'la ilgili. Onu biraz daha detaylı açıklayacağım için şimdi geçiyorum.
13'üncü maddede de geçmişte yapılan bir hatadan kısmen dönülüyor. Biliyorsunuz, 2012 yılında çıkartılan bir kanunla Büyükşehir Belediyesi Yasası'nda değişiklikler yapılmıştı ve orada köy tüzel kişiliği kaldırılmıştı. Köy tüzel kişiliğinin kaldırılması yanı sıra köyde yaşam pahalı hâle getirilmişti; işte, köye emlak vergisi konulmuştu, su parası konulmuştu, bina inşaat harcı... Çok affedersiniz, ahır yapsanız bile orada bir ruhsat almanız gerekiyordu ve bu bir masraf demekti. Bunlar geçmişte çok söylendi. Ama daha da önemlisi, köylerin elinden meralar alınmıştı. Yani hayvancılık için son derece zararlı olan bir şey daha yapılmıştı. Şimdi burada bu düzenlemeyle emlak vergisi muafiyeti getiriliyor, bina inşaat harcı muafiyeti getiriliyor ve içme ve kullanma suyu bedellerinde de indirim uygulanacak. Bunları olumlu karşılıyoruz, bunları destekliyoruz ancak yapılanları yetersiz buluyoruz. İki talebimiz var burada: Bir; köy tüzel kişiliklerini iade edin. Bu köye yeni bir isim bulundu "kırsal mahalle" diye. Böyle bir şey yok, yani bizim idari yapımızda böyle bir şey yok, bunlardan vazgeçin. Köy tüzel kişilikleri iade edilsin, köy köy gibi yaşansın ve köy meraları da çiftçilerimize, köylülerimize iade edilsin.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bu kanun teklifinin -tekrar biraz başa dönüyorum- 1'inci ve 5'inci maddeleri 5018 sayılı Kanun'u değiştiriyor demiştik. Burada şu yapılmaya çalışılıyor: "Program bütçe sistemine geçeceğiz." deniliyor. Onuncu Kalkınma Planı'nda -onun teknik koordinasyonunu yürütmüş bir eski teknisyen olarak- On Birinci Kalkınma Planı'nda orta vadeli programlarında bu bir ihtiyaç olarak söylendi, evet. İhtiyaç neydi? Hükûmet bir yandan bir politika seti öngörüyor, örneğin "Ekonomide verimliliği arttıracağım." diyor ama diğer taraftan bütçe yapılıyor, bu politika setiyle bütçe arasındaki ilişki kopuk olduğu için, birbirleriyle konuşmadığı için yani hükûmetin çok önemsediği konularda bile bir parasallaştırma yapılamama durumu var. Yapılmış olup olmadığını da tam göremiyorduk. Bu bir ihtiyaçtır, bir değişiklik yapılması gerekiyordu. Burada bu değişikliğin yapılış tarzına ilişkin ciddi itirazımız var, onu ifade etmek istiyorum. Şimdi yapılmaya çalışılan şey, burada yapılan kurgu iddia edildiği gibi program bütçe sistemine geçişi öngörmüyor, tam tersine bütçenin mevcut kod yapısını da bozacak düzenlemeler getiriliyor burada.
Şimdi, tabii, buraya gelmeden önce azıcık bütçe sisteminin çok kısa bir tarihine bakmak lazım. Türkiye'de 1973 yılında aslında bugün konuştuğumuz program bütçe sistemine geçildi fakat hiçbir zaman... Tabii Türkiye'nin hastalığıdır, geçmişte de vardı, bugün daha fazla var bu hastalık, sistem diye bir şeyleri değiştiriyoruz fakat alışkanlıklarımızı değiştirmiyoruz. 73'te geçildi, kaldırıldığı 2004 yılına kadar otuz bir yılda program bütçe sistemi aslında hiç uygulanmadı Türkiye'de. Sonra analitik bütçe sistemine geçildi, bugün buradan da "Tekrar program bütçe sistemine geçeceğiz." deniliyor. Gayreti olumlu görüyoruz fakat yapılacak olan düzenleme, buradaki kurgu kesinlikle bir program bütçe sistemi değildir. Bu yönüyle de temel olarak buraya itiraz ediyoruz.
Uluslararası standartta bir analitik bütçe sistemi var. Analitik bütçe sistemi aslında bir sistem de değil. Yani bu konu çok teknik ama vaktimi burayla harcamak istemiyorum, biraz maliye politikasına yoğunlaşacağım. O yüzden, çok detaya girmeyeceğim, muhalefet şerhimizde bunları detaylı bir şekilde ifade ettik. Ama yine de analitik bütçe sisteminin, özellikle fonksiyonel sınıflandırılmasının kaldırılması çok ciddi bir zafiyet oluşturacak sistemde. Bir defa GFS kurallarına uygun ve uluslararası bir standarttır fonksiyonel sınıflandırma. Bunu kaldırdığınız zaman hem geçmişle bağlantı kopacak hem de bugün görebildiğimiz yani program bütçe sistemi bazında olmasa bile bugün görebildiğimiz bir kısım, izleyebildiğimiz bir kısım harcamaları artık izleyemeyecek hâle geleceğiz. O yüzden, fonksiyonel sınıflandırmanın kaldırılmasını son derece yanlış olarak görüyoruz. Dolayısıyla, program bütçe sisteminin de fonksiyonel sınıflandırmayı ikame edecek bir şey olarak görülmesi de temel olarak çok hatalı bir şeydir, bu yanlıştan dönülmesi gerekir diye düşünüyoruz.
Tabii, bu düzenleme kabul edilirse, on altı yıllık bir emek vardı, belli bir noktaya getirilmiş bir şey vardı, o heba olacak, onu söylemem lazım. Bütün ödenekleri anlamsız bir şekilde dağıtılacak burada öngörülen şeyle yani "Bütün bütçe ödeneklerini bütün programlara dağıtacağım." diyor. Hâlbuki bizim program bütçe sisteminden kastettiğimiz bu değil. Yani biz teknisyenler -bu işte 2000 yılının başından itibaren çalışan birisi olarak söylüyorum- hiçbir zaman bunu murat etmedik. Yani burada az sayıda program olsun ve bu programlara biz bu ödenekleri tahsis edelim, odak kaybı olmasın. Yani diyelim ki Onuncu Kalkınma Planı'nda 25 tane öncelikli dönüşüm programı set edilmişti, 25 değil de belki 30 tane olur, 50 tane olur, 60 tane olur ama bunu geçmez, buralara gerçekten ne kadar ödenek veriliyor, bunların görünmesi lazım. Yoksa, elimizdeki mevcut bütün personelin, bütün mal ve hizmetlerin, şu kullandığımız bütün kâğıtların bile "Birazını o programa yaz, birazını bu programa yaz." şeklinde bir anlayış yapılacak burada ve ödeneğin tamamını programlara dağıtma gibi bir yanlışa gidilecek. Bu olağanüstü bir iş yükü çıkaracak kurumlara, kurumlar bunu asla düzgün bir şekilde yapamayacak. Şu Meclis çalışmasını düşünün, buraya mutlaka bir program uydurmak zorundasınız Meclis için, en az iki üç tane program uyduracaksınız ve yaptığımız bütün harcamaların -kullanılan suları bile- bir kısmını o programa, bir kısmını bu programa yazacaksınız. Ne yapmış oluyoruz? Hiçbir şey. Hâlbuki arzu edilen husus bu değil, bu yanlıştan dönülmesi lazım. Bugüne kadar biz Plan ve Bütçe Komisyonunda döndürmeyi başaramadık. İnşallah Genel Kurul bunu başarır diye düşünüyorum.
Burada çok söylenecek şey var ancak çok fazla zaman kaybı olmasın diye bunları da geçmek istiyorum.
Ya, hiç olmazsa böyle bir şey yapıyorsanız bir pilot uygulama yapılır. Bir pilot bile yok ve on gün kala -az önce ifade edildi, on gün bile kalmadı- birkaç gün kala kanun çıktığında bir sistemi değiştireceksiniz ve birkaç gün içerisinde kurumlara da alın bu sisteme göre iş yapın diyeceğiz. Ha, bu şöyle yapıldıysa, birtakım çağrılar önceden yapıldı, o zaman bu da Meclise saygısızlıktır. Mecliste kanun çıkmadan bütün kurumları bu kanun çıkacakmış gibi çalıştırmak Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılmış en büyük saygısızlıktır. Bunu mutlaka kim olursa olsun buradan kınamak durumundadır.
Peki, böyle bir şey yapıyorsunuz, bu bir izleme gerektirecek. Efendim, merkezi bir birim tarafından bunun izlenmesi lazım, değerlendirilmesi lazım, buna ilişkin bir görevlendirme yapılması lazım. Böyle bir şey de yapılmamış. Cumhurbaşkanlığının bünyesinde bir görevlendirme madem yapacaksınız -yani yapılmasın ama- o zaman böyle bir izleme ve değerlendirme biriminin oluşturulması lazım.
Burada çok kısa olarak orta vadeli program takvimiyle ilgili... Tabii, orta vadeli programa şimdi Sayın Maliye Bakanı "yeni" diyor. Buna hadi ilk yıl 2018'de "yeni" dedin, 2019'da bir daha "yeni" dedin, 2020'de bir daha "yeni" dedin. Yani "yeni yeni" deyince bir şey yeni olmuyor. On sekiz yıllık eski bir iktidarla nasıl bu kadar yeni iş yapılacak onu da anlamak çok fazla mümkün değil. O yüzden bir defa eğer hayırlı bir iş yapılacaksa orta vadeli programın takvimini... Bakın, 29 Eylülde açıklandı orta vadeli program. Orta vadeli program kavramı nasıl tanımlanır biliyor musunuz? Bütçe sürecini başlatan doküman olarak. 29 Eylülde yayımladığınız bir orta vadeli program nasıl bütçe sürecini başlatacak? Modern ülkelerde bütçe süreçleri ta mart, nisan aylarında başlar arkadaşlar. Bizim orijinal orta vadeli program 5018'in orijinalinde de bunun mayıs ayında başlaması öngörülüyordu. Bu geçmişten beri yapılan bir yanlışlık -tabii AK PARTİ hükûmetleri döneminde yapılan- ama bugünün meselesi de değil, orada haksızlık etmeyelim, bir on yıldır bu yanlış yapılıyor. O zaman da çok itiraz ettik. Bu bir ekonomik program değildir. Bu, bütçe sürecini başlatan bir programdır. Bu programı daha erkene alarak yapmamız lazım ki beklenen faydayı oluşturabilelim. Bir de suni olarak orta vadeli programla, orta vadeli mali plan arasında bir ayrım vardır. Geçmişte Planlama ve Maliye Bakanlığındaki ayrımdan kaynaklanan bir şeydi. Dolayısıyla artık bu suni ayrımın da giderilmesi lazım, bu birleştirmenin yapılması gerekir. Değerli arkadaşlar, dolayısıyla bu maddeye ilişkin görüşlerimiz bu şekilde.
Şimdi, 12'nci madde merkezî yönetim bütçe açığının finansman miktarının artırılması için 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'da bir değişiklik öngörüyor. Kanunun mevcut hâli şöyle: "Bütçede öngörülen açık kadar ancak net borçlanma yapılır." deniliyor. Bu yüzde 5 oranında bakana bir yetki veriyor. Hani açık küçük bir sapma olabilir, yüzde 5 üzerinde net borçlanabilir. Eskiden Bakanlar Kuruluydu, şimdi Cumhurbaşkanına da bir yüzde 5 ilave daha veriyor. Bunlar yetmedi, şimdi Sayın Maliye Bakanı... Tabii, her ne kadar kanun teklifini milletvekilleri verse de bunun Maliye Bakanlığından geldiğini biz biliyoruz. "Bu yetmedi, gelin bunu 2 katına kadar çıkartalım." diyorlar. Yani açık 139 milyar TL -normalde bunun kadar finansının olması lazım- kanun bunun 153 milyara kadar çıkmasını -küsuratlarını söylemiyorum- öngörürken şimdi önümüze getirilen bu kanun teklifiyle 306 milyar liraya kadar net borçlanma... Bakın, brütü çok yüksek zaten. Yani borçlanma, borç ödemenin netinde 306 milyara... O zaman hemen ilk soru şu: 139'a siz orta vadeli programda, daha doğrusu yeni yeni Yeni Ekonomi Programı'nda 239 olacak dediniz, niye 306 yetkisi alıyorsunuz? Orada samimi değil misiniz? 239'u da aşıp 306'ya kadar bir borçlanma mı olacak diye bir soru hemen akla geliyor. Bu hukuksuz bir şekilde şu anda yapılıyor. Şu anda borçlanma limitleri aşıldı. Tabii hukuksuz olacağına hiç olmazsa bunu bir kılıfa uydurmak da işin bir zarureti hâline geldi.
Değerli arkadaşlar, tabii, burası bütçe finansmanı, bütçe açığıyla ilgili bir finansman meselesini konuşuyorsak o zaman biraz kamu maliyesi yönüyle özellikle Yeni Ekonomi Programı'nı bir analiz etmemiz gerekiyor. Bu programın bir defa 2020 tahminleri hiçbir şekilde gerçekçi değil. Daha mürekkebi kurumadan hemen bu ülkenin kurumları yani Türkiye İstatistik Kurumunun, Ticaret Bakanlığının ve diğer kurumların açıkladığı veriler Yeni Ekonomi Programı'nın iki hafta içerisinde tamamen çöp olduğunu ortaya koydu. Nasıl diyeceksiniz? Bir: Bir defa kur. Bu programın, eylül sonu açıklandığına göre, ekim, kasım, aralık, üç ay için ortalama dolar kuru tahmini 7,50. Dolar kuru şu anda 7,92. Bu gerçekçi mi sizce? Daha kötüsü, bu programın 2021 yılı kur tahmini 7,68. Şu anda 7,92 yani bundan daha aşağıya gidecek diyoruz bir sene sonra. 2022, 7,88. Şu anda 2022'nin dahi üzerindeyiz. 2023 yılında 8,02. Bunu yakalamamıza yani 2023'ü yakalamamıza birkaç gün kaldı yani birkaç gün içerisinde Hazine ve Maliye Bakanını hep beraber alkışlayacağız "2023 kur hedefini bugünden tutturdunuz." diye tebrik edeceğiz. Tabii, Sayın Bakan diyor ki: "Biz kura bakmıyoruz." Kura bakmadığı hakikaten belli. Yani kura bakmış olsalar bu kur tahminlerini buraya koymazlardı. Bu ciddiyetten uzak bir programdır, tahmindir kur tahmini açısından.
TÜFE'ye bakıyorsunuz, dokuz aylık TÜFE 8,3. Yeni bir TÜFE geldi, hemen bir gün sonra geldi. Efendim, Yeni Ekonomi Programı'nda (YEP) "Yıl sonunda TÜFE 10,5 olacak." deniliyor. Olabilir mi? Bakıyorsunuz, geçen yıl kalan üç ayda -şimdi üç ayımız var ya- ne gelmiş? 3,2 gelmiş ama bu yılın kalan üç ayı için "2" öngörülüyor sadece. Enflasyonun geçen yılın altında olması için bir neden var mı diye bakıyorsunuz, hiçbir neden yok. Tam tersine bir kur şoku var; bu, önümüzdeki aylarda enflasyona yansıyacak. Artı, işte daha evvelsi gün yaptığımız, birkaç gün önce yaptığımız, daha enflasyona yansımayan bir elektrik zammı var. Diğer zamların da beraberinde geleceğini düşünürsek bu enflasyon hedefi hiçbir şekilde gerçekçi değil.
Dış ticaret açığı açısından bakıyorsunuz. 29 Eylülde YEP açıklandı, 2 Ekimde -üç gün sonra- Ticaret Bakanlığı dış ticaret verilerini açıkladı. YEP diyor ki 2020 yılı için... Dikkat ederseniz daha 2022'ye gelemiyoruz yani 2020, hemen önümüzdeki günler. Ciddiyetten çok uzak olduğu için... "2020 yılında Türkiye'nin dış ticaret açığı 38,1 milyar TL olacak." diyor. YEP 29'unda açıklandı, 29'unda bunu dedi. 2 Ekimde Ticaret Bakanlığı açıklama yaptı, dedi ki: "Türkiye'nin dokuz aylık dış ticaret açığı 37,9 milyar TL'dir." Sadece 0,2 milyar TL kaldı yıl sonu hedefini yakalamaya. Yani Yeni Ekonomi Programı diyor ki: "Kalan üç ayda Türkiye hiçbir şekilde dış ticaret açığı vermeyecek, toplamı sıfır olacak."
Şimdi o zaman sormak lazım: Bu olabilir mi? Olur, ülke çok ciddi bir kriz yaşarsa olabilir. Ben soruyorum: Acaba Hazine ve Maliye Bakanı ülkede ciddi bir kriz mi öngörüyor da bu rakamlar böyle kondu? Bu kadar ciddiyetsiz rakam konulmaması lazımdı.
Cari açıkta da aynı şey var arkadaşlar. Cari açık da birkaç gün sonra açıklandı. Dün 4,6 miyar TL cari açık geldi -bu daha vahim tabii- ocak-ağustos toplamında da 26,5 milyar TL açık var. Yeni Ekonomi Programı'nda ne deniliyor? Daha iki hafta olmadı "24,4 milyar dolar." deniliyor. Yani şu anda Yeni Ekonomi Programı'ndaki yıl sonu cari açık hedefi 2,1 milyar dolar aşılmıştır. Bu da tutabilir mi? Tutabilir ama ne olursa tutar? Çok ciddi bir kriz yaşarsa Türkiye, evet, cari fazla verebilir çünkü ithalat yapılamaz; dolarınız yok. İhracat da kısmen yapılabilir derken bir cari fazla verebilirsiniz ama böyle bir ekonomik senaryo olmaz. Ben, hakikaten kelime bulamıyorum bu ciddiyetsizliği ifade etmek için. Dolayısıyla bu program, mürekkebi kurumadan... Maalesef, üzülüyoruz tabii, Türkiye'nin bir dokümanı. Yıllarca da bu dokümanın teknik koordinatörlüğünü yapmış bir kişi olarak söylüyorum: İnsan bu dokümanın bu kadar kötü hâle gelmesine üzülüyor.
Sayın Başkanım, ilavem olacak mı? Ona göre diğer konulara başlayacağım.
BAŞKAN - Diğer konulara girdiğimize göre konular uzadı.
ERHAN USTA (Devamla) - Peki, o zaman bir konuya değineyim, diğerlerini daha sonra konuşma imkânımız olsun, o zaman ifade edelim.
Yeni Ekonomi Programı milletin fakirleştiğinin belgesidir. "Nasıl?" diyeceksiniz. 2020 yılında, olmayacak dolar kuruna göre -çünkü dolar kuru daha fazla olsa kişi başı gelir düşecek- Sayın Bakan diyor ki: "Yıl sonunda, Türkiye'de kişi başı millî gelir ortalama olarak 8.381 dolar olacak." Bu rakama bir bakalım geriye doğru: Bu rakam 2007 yılında yakaladığımız 9.735 doların altında, bu rakam 2006 seviyesinde bir rakamdır. 2020, 2006, on dört yıl geriye gidiyor Türkiye. O yüzden on dört yıl öncesine giden bir Türkiye var ve bu anlamda diyoruz ki: Bu program Türkiye'nin fakirleştiğinin resmidir.
Şimdi, ciddi içsel tutarsızlıkları var bu programın. Bunların detaylarına girme imkânım olmayacak ama büyümeyle cari açık arasında, büyümeyle enflasyon arasında... Az önce bir kısmını ifade ettim, hakikaten bir teknisyen olarak meseleye baktığınızda, böyle bir program milletin önüne nasıl konulur diye feryat ediyorsunuz. Tabii bunu anlamak da mümkün çünkü bu program artık...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - İlave bir dakika daha alabilirsem Sayın Başkan...
BAŞKAN - O zaman, selamlıyoruz Sayın Usta.
ERHAN USTA (Devamla) - Tamam, bitireceğim.
BAŞKAN - Buyurun.
ERHAN USTA (Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Nasıl böyle olabilir diyorsunuz. Bakın, ben hep geçmişte söylüyordum -bir süredir kürsülerden uzak kaldık- kurumlar meselesini çok vurgulayan bir milletvekiliyim, teknisyen olarak da bunu söylüyorduk. Türkiye'de kurumlar bitti, kurum kalmadı Türkiye'de ve Türkiye'nin önündeki en büyük risk bu. Her şeyi düzeltebiliriz yeniden ancak bu kurumları ve kurum kültürlerini, bunları yeniden onarmak Türkiye'nin çok ciddi bir vaktini alacak. Şimdi ne yapılıyor biliyor musunuz? Orta vadeli program nasıl hazırlanıyor? Bunun metnini Sayın Bakanın birkaç danışmanı yazıyor, Maliye Bakanlığının haberi yok. Tabii onlar hesaplama kısmını çok fazla yapamadıkları için hesaplama için de Strateji ve Bütçe Başkanlığına gönderiliyor. Eğer burada bir yalanım varsa bütçe konuşmaları geldiğinde bizi ikaz etsinler, biz bunun detaylarını söyleyebiliriz. Yani, birbirinden kopuk. Metin yok ellerinde bunu hesaplarken, oradan bir hesap alınıyor, buradan bir şey. Sonra belli ki o hesaplardan müdahale ediliyor ve böyle tutarsızlıklar doğuyor.
O yüzden, ben her şeye rağmen bu kanunun milletimiz, memleketimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Bütün heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Çok teşekkür ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)