GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:4
Tarih:13.10.2020

CHP GRUBU ADINA BÜLENT KUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sıra sayısı 228 olan Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi üzerinde söz aldım. Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün Ankara'nın başkent olmasının 97'nci yıl dönümü. Ankara'nın başkent olması demek, Anadolu'nun yönetime katılması demek, Anadolu'nun, yüzlerce yıldır İstanbul tarafından yönetilen Anadolu'nun yönetime katılması, kendisini yönetmesi demek, yönetimi ele alması demekti; diğer taraftan, Anadolu'nun gelişmesi ve kalkınması demek. Ankara'nın başkent olması Anadolu'nun kalkınması demek. Gerçi son yıllarda yatırımların çoğu maalesef İstanbul'a ve Marmara Bölgesi'ne yapılıyor, kamu-özel iş birliği projelerini de hesaplarsak yarıdan fazlası o taraflara yapılıyor, maalesef Anadolu ihmal ediliyor, Ankara ihmal ediliyor. Böyle bir durum da var. Bu 97'nci yılı kutluyorum ama bunu da hatırlatmak hepimizin görevidir diye düşünüyorum.

Yeni yasama yılımız da hayırlı olsun. Ben yeni yasama yılımızda ilk defa kürsüye çıkıyorum, hayırlı uğurlu olmasını diliyorum yasama yılımızın. Değerli arkadaşlar, hayırlı olmasını diliyorum ama yeni yasama usulleriyle ilgili büyük sıkıntılar olduğunu biliyorum, sizler de biliyorsunuz. Bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtiğimizden beri yasa yapma tekniği tamamen bir garabet hâline geldi. Ben hafta sonu İstanbul'daydım, bir sendikanın genel kuruluna katıldım, TOLEYİS sendikasının genel kuruluna katıldım. Maalesef sendikaların, sivil toplum kuruluşlarının, meslek kuruluşlarının Türkiye Büyük Millet Meclisinden, Parlamentodan, millet iradesinin tecelli etmesi gerektiği bu yerden bir beklentileri yok. Nasıl olsun? Ben de onlara anlattım, nasıl olsun? Şimdi düşünebiliyor musunuz, bir sivil toplum kuruluşunun toplantısına katılıyorsunuz, vatandaşın olduğu bir yerde toplantıya katılıyorsunuz, size sorunlarını anlatıyorlar, sıkıntılarını anlatıyorlar; o sorunları, sıkıntıları, bir milletvekili olarak sizin alıp bu tarafta, Mecliste, arkadaşlarınıza ve yürütme erkine aktarmanız lazım. Yürütme erkinin yani özellikle bakanların bizi dinleyip kanun yapılması sırasında ya da kanun yapılması değil de denetlenmesi sırasında bizim verdiğimiz notları dikkate alması lazım. Kanun yapılırken de hep beraber tartışmamız, görüşmemiz lazım ama yürütme erki, yeni Anayasa'ya göre, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine göre Meclise gelmiyor ki, bakanlar gelmiyor ki konuşalım, görüşelim, tartışalım. Yok böyle bir şey. Yani bir Parlamentodan beklenen en önemli husus yürütme erki ile yasama erkinin bir araya gelmesi, kanun yapması, yasa yapması ve yasama organının yürütme erkini denetlemesi; 2 tane fonksiyon. Bunu yapabilecek durumda değil Parlamentomuz, Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni dönemde bunu yapabilecek durumda değil. Gerçekten bunu utanarak anlatıyorum. Bunları anlattım ben de sendikanın genel kurulunda: "Sizden aldığımız bilgileri aktaracağımız bir bakan yok Mecliste." Bakanlar sadece bütçe yapmak için geliyorlar, bütçe sırasında; başka hiçbir şekilde Mecliste yoklar -ne denetim için ne kanun yapmak için- aktarma imkânı da yok.

Şimdi, bütün dünyada kanunlar yürütme erkinin, yönetenlerin ihtiyaç belirlemesiyle söz konusu olur. İhtiyacı onlar belirlerler, Parlamento da yasa yapar ama bizim güçler ayrılığı ilkesi varmış, nasıl bir anlayış varsa, yürütme erki Parlamentoya gelemiyor, böyle bir irtibatımız yok dolayısıyla ve yasa yapamıyoruz. Yani böyle bir yasama usulü olmaz. Geçtiğimiz iki yıl içerisinde de Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle maalesef çok çok başarısız yasalar yaptık. Gerektiği kadar anlatamadık, denetim hemen hemen hiç yapamadık. Dediğim gibi, bakanlar gelemiyorlar, geldiklerinde de sadece bütçe için geliyorlar, sadece bütçe için yılda bir kere geliyorlar, o kadar. Onun dışında yok.

Şu da var: Ha, gelseler ne olacak? Gelseler bakanlar siyasi iradeye sahipler mi? Seçimle gelmedikleri için siyasi iradeye de sahip değiller. Anayasa bu dönem şöyle diyor... Geçmişte diyordu ki Anayasa: Bakanlar başında bulundukları bakanlıkların iş ve işlemlerinden sorumludurlar, yetkilidirler yani aynı zamanda. Artık öyle bir yetkileri yok, bakanların öyle bir yetkisi yok. Yürütme erki tek bir kişiden oluşuyor, sadece Cumhurbaşkanı seçimle gelmiş, sadece seçimle gelen tek bir kişi yürütme erkinde, Cumhurbaşkanı. Bakanlar aslında genel sekreter pozisyonunda, eski müsteşarların yetkisi yok onlarda, hiçbir şekilde sorumlulukları da yok. Zaten Meclise karşı da sorumlu değiller, Türkiye Büyük Millet Meclisine de sorumlu değiller, halka karşı da sorumlulukları yok, sadece Cumhurbaşkanına sorumlular. Dolayısıyla buraya da hesap vermiyorlar. Bütçe için de güven oylaması yapmıyoruz. Böyle anormal bir sistem. Ondan sonra da gidiyoruz sivil toplum kuruluşlarına, halka, halkın derdini dinleyeceğiz, aktaracağız burada yürütme erkine, ona göre kanun yapacağız ya da yolsuzlukları soruşturacağız. Yok böyle bir ortam maalesef. Böyle bir yasama ve denetim yapan dünyada başka bir parlamento yok. Bu Parlamento gibi, bu kadar yetkisiz olan, işlevi olmayan başka bir parlamento yok arkadaşlar. Ankara ve İstanbul Büyükşehir Meclisleri şu anda halkı daha fazla cezbediyor, oraları izlemek; orada daha iyi sonuçlar alınıyor, daha realist, daha gerçekçi tartışmalar yapılıyor orada. Buradan daha iyi durumda Ankara ve İstanbul Büyükşehir ya da diğer büyükşehirlerin meclisleri. Ne kadar izleniyor biliyorsunuz, internet üzerinden yayın yapıyorlar. Bizim, yayın yapılması da yasak, buradaki bütün faaliyetler, konuşmalar neredeyse gizlenmeye çalışılıyor, komisyonlarda öyle. Yaptığımız işin de bir anlamı yok, sonucu yok. Böyle bir Parlamento ve yasama süreci olmaz.

Şimdi, bütün bunlar böyleyken değerli arkadaşlar, Meclisin açıldığı gün, 1 Ekimde bir yasa teklifi geldi değerli arkadaşlarımızdan, 19 milletvekili arkadaşımızın bir yasa teklifi geldi. Çok üzüldüm çünkü önemli bazı değişiklikler var, önemli konular içeriyor ama normalde, hani bir kriz dönemi yaşıyoruz, ekonomik kriz dönemi yaşıyoruz, Meclise gelen ilk yasa teklifinin vatandaşın sıkıntılarıyla ilgili, ekonomik krizle ilgili olması gerekir değil mi? Öyle bir şey yok. Maddeler arasında, ekonomik krizin derlenip toparlanmasına, çözüme ilişkin hiçbir şey yok; vatandaşın derdiyle, sorunuyla ilgili hiçbir şey yok; acil, birinci gün gelen teklifte hiçbir şey yok. Ama şöyle bir şey var: Tam tersi olması gerekirken, mali saydamlığın artması gerekirken, mali bilgileri, rakamları yok etmeye yönelik bir teklif getirilmiş.

Şimdi, değerli arkadaşlar 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu 2003 yılında çıktı. Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu, bizim kamu mali mevzuatının anayasasıdır. Ona göre, bütün genel bütçeli kuruluşlar, özel bütçeli kuruluşlar, denetleme ve düzenleme kuruluşları, mahallî idareler, belediyeler ve sosyal güvenlik kuruluşları buna tabidir, buna tabi olarak mali mevzuatlarını uygularlar. Çok önemlidir, anayasa gibidir, bunların anayasasıdır. 1927'de çıkan bir kanun söz konusuydu, Muhasebei Umumiye Kanunu -1050 sayılı- meşhur bir kanun, 1927'de çıktı, 2003'e kadar o uygulandı. Çok önemlidir mali mevzuat. Ondan sonra, bilgisayarlı, daha modern, çağdaş bir sisteme geçtik; 5018 geldi. Onu daha tam oturtmadan, tam oturmamıştı çünkü mesela performans esaslı bütçe var, performans esaslı bütçeyle ilgili olarak Sayıştay raporlarında önemli ölçüde tenkitler var. Kamu kurumlarının yarısı uygulayamıyor performans esaslı bütçeyi; sıkıntılar var, uygulayamıyorlar. Şimdi, burada getirilen bir düzenlemeyle, efendim, biz performans esaslı program bütçeye geçiyormuşuz. Ya "performans esaslı program bütçe" nedir? Hocalara soruyorsunuz, ya biz bilemedik diye akademisyenlere soruyorsunuz, "Yok böyle bir şey." diyorlar yani "performans esaslı program bütçe" diye bir şey yok ama bakın, burada getirilmiş. Bu tamamen uydurma bir şey yani literatürde bile olmayan bir tip bu.

Şimdi, dünyada da bütçelerle ilgili olarak farklı sınıflandırmalar vardır. Bütün dünyada bütçeler birbirine benzesin diye bir sınıflandırma var, kategorize edilmiş, "COFOG" ya da "ESA 2010" diye yeni sistemler var, bunlara göre düzenleniyor. Bakıyorsunuz "performans esaslı program bütçe" diye bir bütçe çeşidi yok. Bu, tamamen, kafaları karıştırmak için getirilmiş, adı böyle konulmuş bir şey. Ne olduğunu anlamak mümkün değil. Sonra da şöyle bir şey var değerli arkadaşlar: Şimdi, bütçe deyince bir tek rakamdan bahsetmiyoruz. Mesela Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi ne kadar? 200 milyar lira olsun. Millî Eğitim Bakanlığının genel müdürlüklerini alt alta yazarsanız kurumlar bazında 200 milyar lirayı tutması lazım bütçesinin. Kurumlar bazında, ilköğretim genel müdürlüğü, Ortaöğretim Genel Müdürlüğü, özel okullar genel müdürlüğü falan toplam 200 milyar. Bu, kurumsal bazda bir sınıflandırmadır ama kurumsal bazda Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi size çok şey ifade etmeyebilir. Bir de bunu ekonomik bazda görmek lazım yani ekonomik bazda derken ne kadar yatırım var Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinde, ne kadar cari harcama var, ne kadar transfer harcaması var, ne kadar personel harcaması var? Bunları görmek için de bir ekonomik sınıflandırma yapılır. Burada da Millî Eğitim Bakanlığının bütçesindeki ekonomik rakamları görürsünüz. Biraz önce söylediğim, yatırım, transfer ve cari harcama vesaire. Bu da onları gösterir.

Onun haricinde finansal sınıflandırma vardır, o da kaynağın ne olduğunu gösterir; oradaki harcamalar genel bütçeden mi, fonlardan mı geliyor, kendi gelirleri mi var, özel gelirleri, bunları gösterir.

Bir de çok önemlidir, fonksiyonel sınıflandırma var. Fonksiyonel sınıflandırma da kamu harcamalarının niteliğini gösterir, birbirleriyle kıyaslanmasına imkân verir, başka ülkelerle de kıyaslanmasına imkân verir. Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi 200 milyar deyince bu sadece Türkiye'deki millî eğitime ayrılan, eğitime ayrılan harcamayı göstermez çünkü onun dışında da başka kurumlar vardır eğitim harcaması yapan; mesela YÖK vardır, mesela Diyanet İşlerinde eğitim harcaması yapılıyordur, mesela TÜBİTAK'ta eğitim harcaması yapılıyordur, onları da bunlara dâhil etmek gerekir eğitim harcaması olarak. Bu, fonksiyonel sınıflandırmadır yani Türkiye'deki analitik bütçe tekniğine göre 4 tür sınıflandırma vardır, bütçe rakamlarını bu 4 sınıflandırmayla da görmek, analiz etmek mümkündür. Bu şekilde gördüğünüz zaman da karşılaştırma imkânı söz konusu olur, hem geçmiş yıllara göre karşılaştırırsınız hem başka ülkelere göre hem de bütçenin kendi içerisinde karşılaştırılması mümkün olur, analiz edilmesi mümkün olur. Bu çok önemli bir konu.

Şimdi, fonksiyonel sınıflandırma kaldırılarak iş karmaşık hâle getiriliyor. Neden getiriliyor? Çünkü şehir hastaneleriyle ilgili harcamalar, yol, köprü geçişleriyle ilgili harcamalar, bilmem hangi kurumun harcaması kamuoyunda konuşuluyor, iktidarı rahatsız ediyor. Şimdi, böyle bir şeyi teklif etmek, buraya getirmek bile... Ya ben bunu düşünemiyorum inanın, inanın düşünemiyorum, iktidarın böyle bir şey yapmasını akıl almıyor. Değerli arkadaşları tenzih ederim, onların bildiği bir konu muhakkak ki değil, böyle bir niyetleri de yoktur. Bu, iktidardan gelen, çok açık bir şekilde kanun tasarısı olması gereken bir düzenleme ama iyi niyetli değil maalesef. Tam tersine, ülkelerin bütçeleri şeffaf olur, mali saydamlık sağlanır. Mali saydamlık sağlandığı zaman bütçe hakkı yerine gelmiş olur. Bütçe hakkının ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Bütçe hakkı yoksa demokrasi yoktur. Bütçe hakkı yoksa demokrasi yoktur. İnanın biz burada demokrasiyi yok ediyoruz, demokrasiyi yok ediyoruz, bu kadar önemli bir konu bu. Böyle bir yasama tekniğiyle sonuç olarak bu noktaya geliyorsak, bizim o büyükşehir meclislerinden daha iyi bir Meclis olduğumuzu söylemeye de hakkımız yok maalesef, maalesef.

Değerli arkadaşlar, teklif içerisinde -biraz sonra maddelere geçildiğinde göreceğiz- önemli maddeler de var. Bir iki maddeyi de destekliyoruz. Daha iyi tartışma imkânı olsaydı daha iyi bir düzenleme de yapardık. Ama bunlar arasında 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun var. Orada çok küçük bir düzenlemeyle şu yapılmış, bakın, 12'nci madde: "5 inci maddede düzenlenen net borç kullanımı tutarı 2020 için 1/1/2020 tarihinden geçerli olmak üzere, Bakan ve Cumhurbaşkanı tarafından artırılan net borç kullanım tutarının iki katı olarak uygulanır." Şimdi, bu, bir cümlelik bir kanun maddesi. Bu, aslında, bir bütçe içeriyor. 140 milyar lira olan 2020 yılındaki borçlanma ve bütçe açığını, 308 milyara çıkarıyor.

Değerli arkadaşlar, burası Türkiye Büyük Millet Meclisiyse, burası milletin iradesinin tecelli ettiği yer ise söyler misiniz bana neden 140 milyarlık borçlanma yetkisi 308 milyara çıkıyor, neden, bilen var mı? (CHP sıralarından alkışlar) Merak etmemiz gerekmez mi milletvekilleri olarak, neden bunu yapamadılar? Bütçe neden 140 milyar açık veriyorken, bu kadar açık veriyor, bu kadar borçlanma ihtiyacı içerisinde? Bütçe diye bir kanun varsa, bütçe kanunu varsa, bu kadar önemliyse, buraya gelip de bütçeyi sunanların bilgi vermesi lazım, şu şu sebeplerle bunu yapamadık, gerçekleşmedi, biz ek bütçe istiyoruz demeleri lazım. "Efendim, bu olmuş, geçen yıl da bunu yapmışız, Anayasa Mahkemesi de uygun görmüş." Uygun görebilir, bu, kanunlara uygun olabilir ama bu etik değil. Bir Meclissek, millet iradesi burada tecelli ediyorsa gelip burada bilgi verilmesi gerekirdi. Bu Meclise saygı duyuluyorsa, bu millete saygı duyuluyorsa bunun yapılması gerekirdi. Ne demek kanuna uygun? Sen bu kadar artış yapacaksın, 140'tan 308'e çıkaracaksın borcunu, bütçe açığını ama bilgi vermeyeceksin, bu kadarlık kısa bir kanunla geçiştireceksin. Böyle bir demokrasi olmaz ve bu, buradaki milletvekillerine ve bu millete gerçekten saygı göstermek demek değildir. Saygısızlıktır demek de istemiyorum, olumsuz da konuşmak istemiyorum ama maalesef böyle, değerli arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, baştan, görüşmelere geçmeden önce de bazı konularda Anayasa'ya aykırılık olduğunu anlattık, bunlar muhalefet şerhimizde ayrıntılı olarak da yer alıyor ama şimdi, Cumhurbaşkanlığı raportörlüğü madem kanun olarak getiriliyor, kadroların ne kadar olduğu, görev ve yetkisi vesairesi hiçbir şey yok; bunlar Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenecek. E, peki, buraya geldiğine göre, Meclise geldiğine göre, kaç kadro istendiği, kadro ihdası, görev ve yetkileri neden Meclis tarafından yapılmıyor? Yarısı burada yapılacak, yarısı Cumhurbaşkanlığında yapılacak. Böyle bir yasama usulü olur mu arkadaşlar, olur mu böyle bir yasama usulü? Bir kanunun yarısını burada yap, yarısını o tarafta yap; böyle bir şey olamaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayalım lütfen.

BÜLENT KUŞOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Zaten dünyada yasamanın yetkisini bölüştüğü başka hiçbir parlamento yok. Yani Cumhurbaşkanına ya da ülkelerini yöneten krallara yasama yetkisi veren başka bir ülke yok, başka bir parlamento yok. Ama bir kanunu da "Yarısı Meclis tarafından yapılacak, yarısı Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılacak." diye getirmek de dünyada görülmüş değildir herhâlde. Kanun yapıcıların, hukukçuların Türkiye örneğini, bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi örneğini herhâlde özel olarak incelemeleri gerekir.

Değerli arkadaşlarım, yeni yasama yılımız hayırlı olsun diyorum tekrar, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)