GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:46
Tarih:20.12.2012

CHP GRUBU ADINA AYDIN AĞAN AYAYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda sıralara baktığımda sıralarda bir eksiklik görüyorum. Bu eksiklik sayısal eksiklik değildir. Bu eksiklik demokrasi eksikliğidir. Bu eksiklik aynı zamanda halkın iradesinin yüce Mecliste tescil edilmemesinin eksikliğidir. Şu anda bu sıralarda 8 milletvekili arkadaşımızın bulunması gerekir. 8 milletvekili eksik olarak 2013 yılı bütçesini görüyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)

Mehmet Haberal denilince, yoldan geçtiğinizde 10 kişiye sorun, "Mehmet Haberal necidir?" derseniz, "Mehmet Haberal, insanların hayatını kurtaran, günde on sekiz saat böbrek nakli yapan dünyaca ünlü bir operatör, bir cerrahtır." derler. "Mustafa Balbay kimdir?" derseniz, Mustafa Balbay için de "Dünyanın en dürüst, en çalışkan, en namuslu gazetecisiydi." derler. Şimdi bunların ve bunlarla beraber, Milliyetçi Hareket Partisinde ve Barış ve Demokrasi Partisinde bulunan diğer milletvekillerinin de bugün burada bulunmaları gerekirdi. Burada bulunmamaları büyük bir eksiklik, bir demokrasi eksikliğidir. Bir an önce o milletvekili arkadaşlarımızın da aramızda olmasını yürekten diliyorum ve Cumhuriyet Halk Partisinin 133 milletvekili -başta Genel Başkanımız olmak üzere- şu anda Silivri Cezaevine, onlara selamlarımızı, sevgilerimizi iletiyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) 

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin vatandaşlara heyecan ve umut vermesi gerekir. Ancak, görüyoruz ki, bu bütçe görüşmelerinde bırakınız vatandaşa heyecan ve umut vermeyi, bizler bile heyecan duymamaktayız. Eskiden bütçe görüşmeleri yapılırken o zaman televizyonlar yoktu, herkes transistörlü radyolarda köyünde, evinde, bahçesinde kulaklarını radyoya verir ve bütçe görüşmelerini o şekilde takip ederdi. Ancak, AKP sayesinde artık bütçe görüşmeleri izlenilmez oldu, umut vermez oldu, heyecan vermez oldu; bu da bir AKP klasiğidir.

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen sükûneti muhafaza edelim, Sayın Hatibi dinleyelim lütfen.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - AKP döneminde bütçe görüşmelerinin profili ve heyecanı her geçen yıl düşmektedir.

BAŞKAN - Sayın Ayaydın bir dakika.

Özellikle arka sırada oturan arkadaşlarımız, eğer konuşma ihtiyacınız varsa, lütfen kuliste bu ihtiyacı gideriverin. Hatibi saygıyla dinleyelim lütfen.

Buyurun Sayın Ayaydın.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Bütçe görüşmeleri sıradanlaştı ve anlamını yitirdi. Sayısal çoğunluğuna güvenen AKP, yasaların Mecliste görüşülmesini artık yalnızca bir şekil şartı olarak görüyor. Bu nedenle, halkın da bütçeye olan ilgisi ve inancı tamamen yok oldu, nasıl yok olmasın ki?

Bütçe görüşmelerinin başında Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Hükûmete tam 13 soru sordu ama Sayın Genel Başkanımızın sorduğu o sorulara Hükûmetten tek bir cevap gelmedi, gelemez.

AKP iktidarı, halkın bizlere verdiği en önemli emanet olan bütçe hakkını dikkate almıyor. AKP Hükûmeti bu yıl da Orta Vadeli Program'ı yine geç yayımlayarak kanun hükmünde kararnameyle kendi değiştirdiği bütçe hazırlama takvimine uymamış, hukuku, kuralları, teamülleri, kanunu hiçe saymaya devam etmektedir. 5018 sayılı Kanun'a neden uymuyorsunuz? Madem uymayacaktınız bu kanunu neden çıkardınız? Ve bu kanun hükmünde kararname değişikliğini neden yaptınız? Siz kanunlara uymazsanız vatandaşların kanuna uymasını nasıl beklersiniz? Böyle bir şey olur mu?

Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu kurum ve kuruluşlarını Sayıştay denetler. 2011 yılı Genel Uygunluk Bildirimi dışında Sayıştayın Meclise sunması zorunlu olan Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu, Faaliyet Genel Değerlendirme Raporu ve Mali İstatistikleri Değerlendirme Raporu Meclise gelmemiştir. Gerekçesi, Sayıştay Kanunu'nda yapılan değişiklikmiş!

Evet, 2012 yılında 6353 sayılı Kanun ile Sayıştay Kanunu'nda değişiklik yapıldı ama bu değişiklik yapılırken Sayıştay Kanunu hiçe sayıldı. Sayıştayın görüşü alınmaksızın, tepeden inme bir şekilde denetim işlevsizleştirildi. Üstelik bu değişikliğin 2011 yılı için düzenlenecek olan raporlarla da ilgisi bulunmamaktadır.

Kendisi hukuki olmayan bir değişiklik bahane edilerek 2011 yılı kesin hesabını görüşmek meşru ve doğru bir davranış değildir.

Kurumların 2011 faaliyetlerini, giderlerini, ödeneklerin ne kadarını nasıl ve nerede kullandıklarını bilmeden, hangi hesapları neye göre oyluyorsunuz? Bunu anlamak mümkün değildir.

Daha da vahimi ise, komisyon aşamasında bizlerin, kurul aşamasında da başta Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu'nun, tüm muhalefetin bu konuda dile getirdiği onca tespit ve eleştirilerine Hükûmet tarafından ne yazık ki tek bir yanıt verilememiştir. Dönemin AKP Kayseri Milletvekili ve şu anki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sayın Sadık Yakut bakınız ne diyor; tarih 4 Aralık 2001: "Yasama organı, yürütme organının mali işlemlerini bağımsız, tarafsız ve uzman bir kuruluş olan Sayıştay eliyle denetlemektedir. Devlet harcamalarını Sayıştay denetiminden kaçırmayı amaçlayan düzenleme ve uygulamalardan kaçınılması gerektiği inancındayız." Kim diyor bunu? AKP'nin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Sadık Yakut. Sadık Yakut Beyi kutluyorum. Onun bu söylediklerinin hepsinin altına imzamı atarım ve şu anda da biz muhalefetin talepleri de bu sözlerin yerine gelmesidir.

Yine, 6085 sayılı Sayıştay Kanunu'nu teklif olarak 1 Şubat 2010 tarihinde Meclise sunan AKP grup başkan vekilleri Sayın Nurettin Canikli, Sayın Mustafa Elitaş, Sayın Ayşe Nur Bahçekapılı ve şu anki Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ ve Gençlik ve Spor Bakanı Sayın Suat Kılıç bakınız teklif gerekçelerinde ne diyor: "Sayıştayın asli görevlerinden olan, adına denetim yaptığı Türkiye Büyük Millet Meclisine rapor verme, gereği gibi yerine getirilememektedir. Teklif ile Sayıştay hazırladığı raporları zamanında ve belli bir prosedür dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna sunabilecektir." Doğru söylemişler, biz de bunu istiyoruz.

Peki, kanunu değiştirdiniz, bu raporların Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmesini sağladınız mı? Asla, çünkü AKP'nin söyledikleriyle yaptıkları birbirinden farklıdır.

AKP Grup Başkan Vekili ve bakanların tüm bu ifadelerine aynen katılıyorum, kendilerini de kutluyorum, ancak bu sözlerine de sahip çıkarak Sayıştay raporlarının peşine düşmeye de davet ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada söz konusu ettiğimiz husus, bizim veya sizin paralarınızla ilgili değildir, halkın paralarının nasıl kullanıldığıdır. Tüm bu çabalarımız, AKP'nin kendi parasını değil, dilinden hiç eksik etmediği, tüyü bitmemiş yetimin ve halkın parasının nereye harcandığının ortaya çıkması içindir. Lafa gelince "halk" diyeceksiniz, ama halkın parasının nereye harcandığını sorunca da bunun hesabını vermeyeceksiniz, hem de hesabı soran muhalefet partilerine kızacaksınız. Bu ne biçim anlayıştır Allah aşkına? Unutmayalım ki bu yetkiler de, bu paralar da bizlere halkımızın verdiği kutsal emanetlerdir, bu emaneti doğru ve dürüst kullanmak iktidar olarak sizin, nasıl kullanıldığını denetlemek de muhalefet olarak bizim boynumuzun borcudur.

Gelelim bütçenin içerik ve esaslarına. 2013 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı Orta Vadeli Program baz alınarak hazırlanmıştır. Evet, bu program Hükûmetin bir yol haritasıdır, ancak korkarım ki Hükûmet önünü pek görememektedir.

Bütçe görüşmeleri sürecinde AKP temsilcileri ekonomideki sözde başarıyı anlatırken, ekonomide hedef ve öngörülerin tuttuğunu söylediler. Şimdi size, sadece kağıt üzerinde kalan, sözde gerçekçi ve sözde isabetli hedeflere bir-iki örnek vermek istiyorum: Yüzde 4 olarak öngörülen 2012 büyümesi, yüzde 3,2 olarak revize edildi, üstelik bu oranın yakalanması bile zor. Bu mudur tutulan hedef?

21 milyar olarak öngörülen 2012 yılı bütçe açığının 33,5 milyar Türk lirası olacağını Sayın Bakan bizzat kendisi açıkladı. Bu, yüzde 50'den de büyük bir sapmayı göstermektedir. Yoksa, "Tuttu." dediğiniz hedef bu sapmayla, bu mudur?

Yüzde 5,2 olarak öngörülen 2012 TÜFE, yüzde 7,4 olarak revize edildi, bunun da tutmayacağı daha şimdiden belli. Bu ne biçim hedef, bu ne biçim öngörü?

On yıldır ülkeyi tek başına idare eden bir ekonomi yönetiminin önünü daha iyi görmesi gerekmez mi? Bütçe Orta Vadeli Program'a göre hazırlandığına göre, neden Orta Vadeli Program'ı geç yapıyorsunuz? Madem geç yaptınız, bari gerçekçi yapın.

Gelelim yönetilemeyen ekonomimize. 2012 yılı Türkiye ekonomisi için pek iyi geçmemekte, Hükûmet tarafından çizilen o pembe tablolar yerini ülkenin acı gerçeklerine bırakmaktadır. AKP tarafından dikkate alınmayan tespit ve uyarılarımız maalesef bir bir gerçekleşmiş, ülke ekonomisi yine bocalamaya başlamıştır.

Esnaf kan ağlıyor, siftahsız kepenk kapatıyor. Sanayici şaşkın ve karamsar, tüccar perişan, memur ve işçi ay başını zor getiriyor. Kredi kartı borcunu ödemek için tefecinin POS makinesini neredeyse yasal hâle getirdi. Emekliler perişan, hâlleri içler acısı. Çiftçi artık yok. Ürettikleri ürünü satarken eline geçen para, aldığı mazotun ÖTV'sini bile karşılayamıyor. AKP iktidarı milyonlarca dolar değerindeki yat ve teknelere ÖTV'siz mazot verirken, sıkıntı içinde kıvranan bu çiftçinin traktörüne neden ÖTV'siz mazot vermez? Bunu anlamak mümkün değil.

Hayvancılıkla uğraşanlar sizlere ömür. Yıllarca hayvan ihracatı yapan ülkemiz, önce et, sonra da canlı hayvan ithal etmeye başladı. Anlayacağınız, Türkiye'de tarım ve hayvancılık öldü.

"Serbest meslek sahiplerinin durumu nasıl?" derseniz, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Borç batağındaki vatandaş icralık olmuş. Bu nedenle icra dairelerinin sayısı ha bire artıyor. Ekonomi iyiyse, on yılda neden 7 kez mali af çıkardınız? Bunun cevabını veriniz. Hâlinden memnun olan var mı? Olmaz olur mu, elbette var. Daha üç beş yıl öncesine kadar ismi cismi olmayan, vergi rekortmenleri listesinde asla isimleri geçmeyen, belki de vergi mükellefi bile olmayan ancak AKP iktidarında birden öne çıkan yeni ultra zenginler elbette hayatından memnun, hem de çok memnundurlar.

Peki, AKP'nin on yıllık iktidarında hiç mi olumlu bir uygulama yok? "Yok." desem haksızlık etmiş olurum. Elbette vardır. Mesela, yıllardır dünya kadar para ödediğimiz ilaçları artık çok daha ucuza alabiliyoruz, bu bir gerçek. Ana muhalefet partisi olarak Hükûmete ön yargılı değiliz. İyi yaptığına "iyi", kötü yaptığına "kötü" diyecek kadar da objektif değerlendirmesini biliyoruz. Ancak iktidar ve iktidarın arka bahçesi hâline gelen medya, zaten AKP iktidarının 1 yaptığını kamuoyuna 100 olarak yansıtıyor, yanlışları ise hiç görmüyor. Muhalefet olarak bizler de hiç olmazsa, Hükûmetin gündeme getirilemeyen yanlışlarını, eksikliklerini ve ülke ekonomisinin gerçek fotoğrafını bütçe görüşmeleri vasıtası ile kamuoyuna açıklayıp kayda geçirmek istiyoruz.

Türkiye ekonomisi 2012'nin 3'üncü çeyreğinde sadece yüzde 1,6 oranında büyüdü. Geçen yıl yüzde 8,2'ydi, yıl sonu yüzde 3'leri bulsak sevineceğiz. Sağlıksız ve sürdürülemeyecek olan büyüme de, bu yılki düşük büyüme de bizim açımızdan sürpriz olmamıştır.

Peki, bu zigzaglı tablonun sebebi nedir? Defalarca söyledik, ikaz ettik. Tabii ki yanlış büyüme modelinde ısrar edilmesidir. Yüksek büyümenin bileşenlerine bakıldığında Türkiye ekonomisi söylemde ihracat merkezi, eylemde ise yüksek iç talebe dayalı konut ve hizmetler sektörü gibi dış ticarete konu olmayan alanlarda yoğunlaşan bir büyüme modelini uygulamaktadır.

Şimdi, Sayın Canikli konuşurken Sayın Genel Başkanımızın neden 1946-2002 yılındaki büyüme hedefini, gerçekleşen büyümeyi eksik söylediğini yani 5,2 dediğini... Sayın Canikli'ye göre bu 5,2 değil, 5,12 olacakmış yani bindelerle bir sapma. Şimdi, ben merak ediyorum. Bizim aldığımız göstergeler devletin resmî kaynaklarından, Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığının "Ekonomik ve Sosyal Göstergeler" kitabından alıyoruz. Şimdi, Sayın Genel Başkanımız 5,2 diye 5,12'yi yuvarladı. Sayın Canikli de "Yüzde 5,12." dedi. Ben oturdum, hesabını yaptım; bu kitaptan, devletin kaynaklarından hesabını yaptım: 5,19. Demek ki sayılar arasında bir fark vardır, Sayın Canikli sayılarla biraz daha fazla oynamayı herhâlde seviyor.

Şimdi, Sayın Canikli neden 1946-2002 yılına takıldı? Sayın Kılıçdaroğlu'nun 1946-2002'yi niye hesapladığını sordu. Söyleyeyim, cevap vereyim: Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu büyüme ortalaması hesabında 1946'yı şu amaçla kullandı: "1946" denilince bu milletin aklına çok partili yaşam ve demokrasi gelir. Onun için Sayın Kılıçdaroğlu rakamları söylerken 1946'yı yani demokrasiyi temel yıl, baz yıl olarak aldı. Ama Sayın Canikli'nin ağzından eksik etmediği -"Niçin 1938 değil?" diyor- 1938 ne biliyor musunuz? 1938, Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal'in ölüm yılı. Onun için Sayın Canikli özellikle "1938" diyor. Şimdi, 1938'e Sayın Canikli çok meraklıysa; 1923'ten yani cumhuriyetimizin kuruluşundan 1938 yılına kadar Türkiye'nin büyümesi yüzde 7,8; AKP iktidarının bugünkü büyümesi yüzde 3,2. İşte, gelinen nokta budur. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Canikli büyümeden bahsetti. Büyümeden bahsederken birtakım ülkeler birbirleriyle kıyaslanır. Kıyaslanırken de aynı kategoride olan ülkelerin rakamları kıyaslanır. Şimdi, geçen yıl AKP ne diyordu: "Dünyada en çok büyüyen ülkelerin 1'incisi Çin, 2'ncisi Türkiye." Doğru, geçen yıl Türkiye ile Çin yüzde 8 dolayında -yüzde 8 değil, yüzde 7 küsur- büyüme yaptı. Çin bu yıl da yüzde 8. Peki, Türkiye'nin büyümesi bu yıl ne kadar? Büyümede önemli olan, bir yıllık büyüme değildir. Eğer büyüme sürdürülebilirse, her yıl aynı büyümeyi gerçekleştirebiliyorsanız o ekonomi sağlıklıdır. Bir yıl yüzde 8, öbür yıl yüzde 2, öbür yıl yüzde 4 olan büyüme sağlıklı bir büyüme değil, hormonlu bir büyümedir, hormonlu büyüme. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Canikli, yolsuzlukla ilgili Pricewaterhouse'un  bir raporundan bahsetti ve Türkiye'nin o araştırmaya göre 3'üncü sırada olduğunu, çok başarılı olduğunu, yapılan araştırmalara göre yolsuzlukta artık Türkiye'nin iyi bir  noktada olduğunu  söyledi. Ancak, Sayın Canikli'nin o raporun bir  özetine bakması lazım, o rapor nasıl hazırlanmış. O rapor sadece incelenmiş olan yolsuzluk raporlarını kapsıyor. Türkiye'de yolsuzluklar inceleniyor mu ki, medya yolsuzlukları gündeme getiriyor mu, yolsuzlukları içeren raporlar Meclisin gündemine geliyor mu ki? Onlar incelediğinde görülecektir ki, o yolsuzluk raporları, o sıralaması o şekilde olmayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomiye oldukça önemli göstergelerle cevap vermek istiyorum ama Sayın Canikli söylediği için bir konuyu daha açıklamak istiyorum.

Sayın Canikli, büyümenin raporu olarak, Türkiye'de gösterge olarak buzdolabı sayısını, çamaşır makinesi sayısını ve bulaşık makinesi sayısını veriyor. Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde bu tür istatistikler konuşulur? Bunların konuşulması? Ancak geri kalmış olan ülkelerde bu tür sayısal istatistikler verilir, gelişmiş hiçbir ülkede buzdolabı sayısı, çamaşır makinesi sayısı verilmez. Çünkü bunların büyümede hiçbir anlamı yoktur. Eğer anlamı olsaydı o zaman şu denirdi: Türkiye'nin bu kadar topu var, bu kadar silahı var, bu kadar tüfeği var, o zaman Türkiye çok büyümüştür. Dolayısıyla, büyümenin göstergeleri vardır, makroekonomik göstergeler vardır, o makroekonomik göstergelerle konuşacaksanız.

İnsanların halka verecekleri bir şey yoksa konuşmasını sadece rakamla ve grafiklerle süslemeye çalışır, Sayın Canikli de öyle yaptı. Biz ise rakamlara sarılmadan, gerçekleri halkımızla paylaştık. AKP iktidarı rekor cari açığa dayalı yüksek büyümeyi de, "yumuşak iniş gerçekleşti" diye düşük büyümeyi de alkışlamamızı bekliyor. Ama bilinmelidir ki bir kez, bazılarını çoğu kez, kendinizi ise hep kandırabilirsiniz ama herkesi her zaman kandıramazsınız, hele bizleri asla ve asla kandıramazsınız. Takke düşmüş, kel görünmüştür. Maalesef bugün, Türkiye ekonomisi tam anlamıyla bir açmaza sürüklenmiştir. Ya rekor cari açık ya düşük büyüme. Düşük tasarruf, yüksek cari açıkla sakatlanmış bir ekonomi olduk.

2002 yılında millî gelirin yüzde 18'i olan, bu ülkenin kalkınması için hayati önem arz eden tasarruf düzeyi, son on yılda, bırakın artmayı, resmen eriyerek yüzde 12'lere indi. Bu tasarruf düzeyiyle nereye gidilebilir? Ne kadar gidilebilir? Gidilemediği için de ülkemiz cari açığa ne yazık ki mahkûm kalmıştır. Cari açık düşüyor ama cari açığın finansman kalitesi de düşüyor. Bugün, cari açık, artan bir şekilde sıcak parayla finanse edilmektedir. Ülkeye yani yatırıma, istihdama değil, faize ve ranta giden sermayenin Türkiye'deki tatlı getiriden yararlanması artık bir geleneğe dönüştü. AKP döneminde asıl büyüyen, vatandaşlarımızın geliri değil, sıcak para sahiplerinin geliridir.

İhracatımız büyümekte ancak ithalatımız da artmaktadır, daha da artmaktadır. Evet, ihracatın artışı ne kadar iyiyse ithalatta da 250 milyar dolar düzeyine çıkması o kadar can sıkıcıdır. İhracat da ithale bağımlı üstelik.

Sağlıklı ve kalıcı büyüme için, en kısa sürede büyüme modeli değiştirilmelidir. Türkiye ekonomisinin sorunu, bu büyüme modelinde hızlı ve yavaş gitmek değildir, sağlıklı bir büyüme modeline geçmektir. Son dönemde popüler olan "gaz-fren" jargonuyla ifade etmek gerekirse, gidilen yol yanlışsa ister gaza basın ister frene, hızınızın önemi, anlamı yoktur. Arabanın hakkı verilemediği için, yani ülkenin potansiyeli iyi kullanılamadığı için, yönetilemediği içindir ki işsizlik, AKP döneminde halkımızın bir nevi kaderi hâline gelmiştir.

Ülkemizde 1980-1989 arası dönemde işsizlik oranı yüzde 8,3. Koalisyon hükûmetleri dönemi, dolayısıyla siyasal iktidarın tam olarak sağlanamadığı -hani kayıp on yıl olarak adlandırılan- 1990-1999 arası dönemde Türkiye'deki işsizlik oranı yüzde 8,2. On yıllık AKP döneminde işsizlik önce 14,8'e çıktı, ortalaması ise 10,6'dır. Evet, söylemlerine bakıldığında, işsizliğe karşı büyük başarı elde ettiği sanılabilecek AKP'nin performansı budur. Başarı bunun neresinde Allah aşkına?

Küresel kriz tüm ülkeleri etkiledi, doğrudur. Ancak, Türkiye'de yanlış politika tercihleri sonucunda işsizlik sorunu derin ve kronik hâle geldi. İşsizler iş bulamaz, hakkını alamaz oldular. İşsizlik Sigortası Fonu geldiğimiz nokta itibarıyla vatandaşın değil, AKP Hükûmetinin emrine girmiş, kamu harcamalarına tahsis edilen bir fon hâline gelmiş, hazinenin bir borçlanma kaynağı olmuştur. İşsizlik Sigortası Fonu'nun toplam varlığı, kasım sonu itibarıyla 60 milyar lirayı bulmuştur. Peki, işsize nasip olmayan bu para nerede? Devlet tahvillerinde. Yani emekçiden kesilen bu paralar işsiz kalınca ona ödenmediği gibi kamu harcamalarına aktarılmış, bugün itibarıyla da devletin finansman kaynağı hâline gelmiştir. İssizlik Sigortası Fonu'nu emekçiler değil, hazine kullanıyor. Bir nevi zorunlu borçlanma. Yani emekçi vatandaş, devlete mecburen borç veriyor. Peki, on yıldır sağlanamayan kamu dengesinin faturası kime çıkmaktadır? Tabii ki vatandaşa.

AKP sayesinde ısınmak bile lüks bir hâle geldi. Vatandaş Edison'a sitem eder duruma geldi. Edison'un malum ampulü artık zammın sembolü olmuştur. 2013 yılı da vatandaşlar açısından zamlı ve vergi artışlı zor bir yıl olacaktır. Zira, bu büyümeyle öngörülen gelirlere ulaşmanın tek yolu vergi artışı ve zamlar olacaktır. Vatandaşlarımıza buradan bir daha sesleniyorum: AKP'de durmak yok, zamlara devam.

Sağlıksız, adaletsiz, vergilere dayanan, sürdürülemez gelir sistemimizin sebebi bellidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ayaydın, size iki dakika ek süre veriyorum.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - İki süreyi de ben kullanacağım.

BAŞKAN - Öyle mi?

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Evet.

BAŞKAN - Öyle kullanacaksanız mesele yok.

O zaman beş dakika süreniz.

Buyurun.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - 2002 yılında Türkiye'de gelir üzerinden alınan vergilerin vergi gelirleri içerisindeki payı yaklaşık yüzde 33'tür. AKP döneminde ise bu pay gerilemiş, yüzde 30'a düşmüştür. Gelir vergilerinin payı, bırakın artmayı, azalmıştır bile. Hükûmet işin kolayı bulmuş, dayanmış ÖTV ve KDV gibi dolaylı vergilere. Dolaylı vergilerin oranı yüzde 67'ye ulaştı.

BAŞKAN - Sayın Ayaydın, sürenin tamamının kullanılmasında muvafakat yok. O zaman sürenizi iki dakikayla sınırlayacağım.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Benzin istasyonları ile sigara ve içki satıcıları vergi daireleri gibi çalışmaya başladı.

AB ülkelerinde ortalama yüzde 13 olan gelir ve kurumlar vergisi toplamının millî gelire oranı ülkemizde yüzde 6 bile değil. Böyle bir tabloda kayıt dışıyla mücadelede sonuç alındığını söylemek ne kadar doğru.

Son on yılda yaklaşık 500 milyar Türk lirası borç faizi ödenmiştir. İşçinin, memurun, esnafın ödediği vergiler yabancı sermayeye borç faizi olarak altın tepside sunuluyor.

AKP iktidarında borç stoku önceki seksen yıldan daha fazladır. 2002 sonunda 257 milyar olan borç stoku, bugün 550 milyara ulaşmıştır. Yiğidin kamçısı olan borç, AKP döneminde yiğidin kemendi hâline geldi, resmen boynuna dolandı. Eminim ki yiğit bile bu kadarını tahmin edemezdi. Vatandaşın boynuna geçirilen borç kemendi, onun çocuklarının, hatta torunlarının geleceğini şimdiden bağlamıştır.

AKP bütçeyi bakın nereye harcıyor; yatırıma değil, cari harcamalara yani devletin israfına, verimsizliğine ve borç faizlerine.

Geçenlerde uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Türkiye'nin kredi notunu artırdı. Değerlendirme kuruluşları Türkiye'yle ilgili endişelerini dile getirince tepki gösteren, bunları ciddiye almayan AKP bu son değişiklikle fazlaca sahiplendi. Tabii ki bu not artırımı yetersiz ancak önemli bir gelişmedir ve bizleri de mutlu etmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir konu vardır. Zira not artırımı, küresel kriz nedeniyle dünya genelinde bol tutulduğu bu konjonktürde ülkemizde sıcak para girişinin daha da artmasına yol açacaktır. Bu, şu anda sahip olduğumuz riskin büyümesi demektir.

Peki ekonomide tablo bu da bu övündüğü?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet Sayın Ayaydın?

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - Ben arkadaşımdan rica ediyorum, onun iki buçuk dakikasını da kullanıyorum. Grubum da bu konuda onay veriyor.

BAŞKAN - Peki, o zaman kalan süreyi de Sayın Ayaydın kullanıyor.

AYDIN AĞAN AYAYDIN (Devamla) - AKP iktidarının çok övündüğü sağlıkta OECD sonuncusuyuz. Gerek kişi başına düşen harcamada gerekse millî gelir içerisinde toplam sağlık harcamalarının en az olduğu OECD ülkesi Türkiye'dir. Galiba sağlık alanında dönüşen, değişen tek şey muayene parası, reçete parası gibi araçlarla her geçen gün vatandaşın külfetinin artması ve sağlık çalışanlarının mesleğe yabancılaştırılmasıdır.

Eğitimde farklı değil durum. Eğitim harcamalarının millî gelire oranı açısından OECD ortalamasının altındayız yani sonuncuyuz. Eğitim yazboz tahtasına çevrildi. 4+4+4 ile tüm aileleri dert+dert+dert ile yaşamaya mahkûm ettiniz. ÖSYM'deki şifreli sınavlar hafızamızdaki yerini koruyor. İki yıl önce, çoğunluğu yoksul aile çocuğu olanlar, artık çocuklarını okutamaz hâle geldiler. Oysa İslam dininin en hassas olduğu husus kul hakkıdır. Kul hakkı yiyen Allah'ın karşısına çıkamaz. Şimdi soruyorum: 1,5 milyon gencin yenilen kul hakkının hesabını kim verecek, bu gençlerin ailelerinden helallik nasıl alınacak? Bunu yapanlar değil cennette, cehennemde bile yer bulamazlar. Zira, Hazreti Peygamber'in dediği gibi: "Gökler ve yer adalet ile ayakta."

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçe ile ne işçiye bir şey var ne emekliye ne memura ne tüccara ne sanayiciye ne çiftçiye ne hayvan üreticisine, hiçbir şey yok. Bu bütçe sadece ve sadece ranta yelken tutuyor.

Onun için, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu bütçeye olumlu oy kullanamayacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ayaydın.