GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:46
Tarih:20.12.2012

CHP GRUBU ADINA HURŞİT GÜNEŞ (Kocaeli) - Can sağlığı olsun.

BAŞKAN - Sağ olun.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2013 yılı bütçesine, bütçe tasarısına ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlar, ekonomi bir arabaya benzer. Tıpkı bir araba gibi ekonominin de hızlı gitmesini isteriz. Ama hızlı gitmesi yetmez, biz aynı zamanda arabanın güvenli olmasını isteriz. Güvenli olması da bir arabanın kaza yapmaması demek, arıza yapmaması demek, aynı zamanda yolcuları da yormaması demektir; konforlu olacak.

Şimdi, geçtiğimiz yıl, biliyorsunuz, bir tartışma oldu: Acaba gaza mı bassak, frene mi bassak, bu ekonomiyi nasıl yönetsek diye. Değerli arkadaşlar, ekonomide amaç nettir, mümkün olabildiğince gaza basacaksınız, frene basma ihtiyacı doğmayacak ama kaza yapmayacaksınız, araba da arıza yapmayacak.

Şimdi, ben, 2012 yılında da bu kürsüde, gelmişim, bütçeyle ilgili ne demişim, gittim, zabıtlara baktım. Zabıtlarda gördüğüm manzara şu oldu: 10 Aralık tarihinde demişim ki: "Bu büyüme yüzde 4 olmaz. Hayaldir. 21 milyar TL bütçe açığı hayaldir, enflasyon yüzde 5 olmaz." Zabıtlar ortada, gidip bakabilirsiniz. Ama görünen şu ki: Hem araba yavaşlamaya başlamış hem de arızalar artmaya başlamış.

Şimdi, 2012 yılını, önce, değerlendirmek istiyorum. 2013 bütçesine gelmeden önce 2012 bütçesine bir bakmamız lazım. Ne oldu, ekonomi nereye gitti, ne elde ettik? Birinci durum şu: Büyüme yavaşladı. Büyümede bu yıl Hükûmetin tahmini yüzde 3 ve diyorlar ki: "Evet, büyüme düştü ama dünya ekonomisi daralıyor, ne yapalım." Ben size söyleyeyim: Dünya ekonomisinin bu yılki büyüme beklentisi 3,3 yani Türkiye'den yüksek. Onu bilelim birincisi.

Şimdi, Sayın Babacan burada, kendisini yakın tanıyorum, takdir de ederim. Gelsin, bu kürsüde bana cevabında desin ki: "Altın hesabını çıkardığımız zaman bu yıl Türkiye'nin büyümesi, tahmin ediyorum, şu rakam olacak." Yüzde 1 mi diyecek, yüzde 1,5 mu diyecek, ben bunu merak ediyorum çünkü Türkiye'de nüfusun artış hızı da yüzde 1. Eğer altını çıkardığımız zamanki -o çok konjonktürel bir şey, sadece İran'a gidiyor; o bu yıl için geçerli bir şey, onu gelecek yıl yapıp yapamayacağımız kuşkulu- büyüme hızı ne olacak, ben bunu samimiyetle bekliyorum.

Şimdi, geçen yıl bu kürsü inliyordu, diyordunuz ki: "İki yıldır biz çok yüksek büyüme elde ettik." Yüzde 8,5'tu geçen yıl. Şimdi ağzınızı bıçak açmıyor, hiç bu yılki büyümeden bahsetmiyorsunuz, dut yemiş bülbül gibisiniz. Nerede o yüksek büyüme? Geçen yıl, "Sürdüremezsiniz." dedik, sürdüremediniz.

Gelelim 2'nci konuya, dış açık: Geçen yıl dünyanın en büyük dış açığını, millî gelir itibarıyla Türkiye vermişti. Bu yıl durum ne? Bu yıl da çok farklı değil. Geçen yıl millî gelirin yüzde 10'uydu, bu yıl da millî gelirin yüzde 7'si, 55 milyar dolar civarında olacak ama bir şey var altın dâhil. Altını çıkarırsanız, o millî gelirin yüzde 8,5'u eder, yani bu, İran'a yaptığımız, konjonktürel bir durum olan, onu çıkarırsanız.

Değerli arkadaşlar, bu Hükûmetin mensupları sıklıkla geliyorlar, sadece bu kürsüde değil, televizyonlarda, her yerde "İhracatta patlama yaptık?" 2002 yılında ihracatın millî gelire oranı yüzde 16'ydı, bu yıl altın dâhil yüzde 18. Öyle olağanüstü bir artış yok, bir efsane ama bu efsanenin mutlaka yıkılması, kırılması gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, gelelim bütçeye: 2012 bütçesi nasıl bir bütçe? Geçen yıl söyledik, dedik ki: "21 milyar TL açığı unutun, hayal." Ne oldu? geçen yıl 17,8 milyar TL'ydi, 2011; bu yıl 33,5 milyar TL olması bekleniyor. Şimdi, 2012 yılıyla övünülecek bir taraf var mı değerli arkadaşlar? Yok.

Şimdi, söylüyoruz, diyoruz ki: "Yeni bir mimariye ihtiyacınız var. Bu 2011 model bir modeldir, bir ekonomik modeldir, bu arabayı değiştireceksiniz, başka bir arabaya bineceksiniz; daha hızlı giden, arıza yapmayan, bir durup bir kalkmayan bir arabaya ihtiyacınız var." diyoruz. Diyorsunuz ki: "Bize bir öneride bulunun." Biz de bulunuyoruz, diyoruz ki: "Yeni bir modele ihtiyacınız var. Bunun için de iradeye, siyasi iradeye ihtiyaç var." Peki, böyle bir iradeniz var mı? Artık onu size bırakıyorum, varsa yeni bir modeli dizayn edin, Türkiye için kurun çünkü bu model artık yürümüyor.

Şimdi, ben Başbakana bir soru sormak istiyorum müsaade ederseniz. Sayın Başbakan yahut da onu temsilen Başbakan Yardımcısı Sayın Babacan yanıtlasın. 2012 yılında, 3 tane OECD ülkesi soracağım. Bunlardan bir tanesi, OECD ülkeleri içinde en yüksek dış açık, bu ülke hangisi acaba?

Bir başka ülke daha soracağım, o da en yüksek genç işsizliği olan OECD ülkesi, acaba hangi ülke o? 2'nci ülkemiz o.

3'üncü ülkemiz de OECD ülkeleri içinde 2012 yılında en hızlı yavaşlayan, birdenbire yavaşlayan ülke hangisi? Bu 3 ülke hangisi acaba? Birazdan Sayın Babacan bu konuyu gelip bize açıklar.

Şimdi, efendim, bendeniz Kandıralıyım. Bizim Kandıra'da misafirliğe gittiğiniz zaman yemek güzel olmazsa ev sahibi der ki: "Ya, kusura bakmayın, yemek `sasık' oldu." Bu bir Kandıra tabiridir, başka yerlerde var mı, bilmiyorum. Yani tadı tuzu yoksa yemeğin, lezzeti yoksa "Yemek sasık oldu, kusura bakmayın." derler.

Şimdi, 2013 bütçesine bakıyorum: Bütçe açığı daralıyor mu Orta Vadeli Program'da? Yok. Büyümede ciddi bir yükseliş var mı? Yok. Cari açık düşüyor mu? E, onda da bir şey yok. E, işsizlik düşüyor mu? Hayır, aynı kalıyor. "E, kusura bakmayın, 2013 bütçesi sasık bir bütçe oldu, tadı tuzu yok. Kusura bakmayın. Bununla yetineceksiniz." diyor Hükûmet.

Şimdi, efendim, bu sasık bir bütçe fakat bu kürsüye gelen bütün Hükûmet yetkilileri geliyor, bir karnedir tutturuyor: "Çok oy aldık." diyor, "Yüzde 50 oy aldık." diyor, "Bu yetmez mi?" diyor. Şimdi, efendim, çok oy aldınız, doğru, biz bunu inkâr etmiyoruz da, siz bunu hak ettiniz mi, biz onu tartışıyoruz. Bizim de muhalefet olarak görevimiz, sorumluluğumuz bunu hak etmediğinizi topluma, halka anlatabilmek.

Şimdi, bakın, bazı efsaneler yarattınız put gibi. Bunlara da halkı inandırmaya çalışıyorsunuz, tıpkı Cahiliye Dönemi'nin putları gibi, "Biz inanıyoruz, siz de inanın." diyorsunuz. Ama bu putları artık yıkma zamanı geldi. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, önce müsaade ederseniz çiftçiden başlayacağım: Herkes söylüyor "Üre Türkiye'de pahalı." diye. Hindistan'da 24 kuruş, Türkiye'de 1,5 lira ürenin kilosu. Mazot Hindistan'da 1 lira 30 kuruş, Türkiye'de 4 lira 50 kuruş. Yine birçok konuşmacı söyledi, biliyorsunuz, mazot sizin iktidarınız döneminde 4,4 kat arttı, gübre 6,3 kat arttı, buğday ise 2,5 kat arttı ama diyebilirsiniz ki: "Hayır, canım, biz destekleme veriyoruz." E, destekleme de 4,1 kat arttı. Şimdi, köylünün durumu şu: Ya tarlasını ekemiyor -herkes veriyor ve ekilen tarlalar azaldı dönüm olarak diye- ya borçlanıyor -e, onları da bankalardan biliyorsunuz- ya borcunu ödeyemiyor ya tarlasını satıyor, çekip gidiyor şehre, köylünün durumu bu. Siz, Türkiye'ye iyi bir şey yaptınız. "Hani hiç iyi bir şey yapmadık mı?" demiyor musunuz? Yaptınız. 2006 yılında 5488 sayılı bir yasayı çıkarttınız. Sizi kutluyoruz, çok hayırlı bir iş yaptınız. Ona, bir 21'inci madde koydunuz, Tarım Kanunu. "Millî gelirin yüzde 1'inden aşağı destekleme vermeyeceğiz." dediniz, bravo, tebrik ederiz. Fakat sadece kanunu çıkarttığınızdan bu yana yani 2006'dan bu yana, o yıl geçerli değil, 2007'den alalım. 2007'den bu yana, o çıkarttığınız kanunun 21'inci maddesine uymadınız, köylüye millî gelirin yüzde 1'i kadar desteği vermediniz, 36,4 milyar TL'yi gasbettiniz, gasbettiniz, vermediniz. (CHP sıralarından alkışlar) 2002'den bu yana da 41 milyar TL'sini gasbettiniz köylünün. Şimdi ama bir abidik gubidikler yapıyorsunuz bütçede, diyorsunuz ki: "Yüzde 1 ediyor." Nasıl ediyor? DSİ yatırımlarını koyuyorsunuz oraya, arazi toplulaştırma harcamalarını koyuyorsunuz, "Yüzde 1 tuttu." diyorsunuz. Tutmuyor, yalan, doğru değil. Türk köylüsünü aldatıyorsunuz. Türk köylüsünün geldiği durum şu bakın.

Bakın, bir zamanlar bir film vardı 70'li yıllarda bilir misiniz "Kibar Feyzo" diye? Bir "Kibar Feyzo" vardı. Film, Şener Şen'le rahmetli Kemal Sunal'ın filmi. Orada bir gariban "Kibar Feyzo" vardı, bir de "Maho Ağa" vardı. Köylünün hakkını gasbediyordu. Bakınız, sizin gasplarınızı buraya renge döktüm. Burada kırmızı renkte gördüğünüz ve yeşil renklerde gördüğünüz, Türk köylüsünden gasbettiğiniz ve kendi koyduğunuz yasadan gasbettiğiniz paralar. Yazık değil mi Türk köylüsüne? Yazık.

Şimdi konuya devam edeceğim, bakınız diyorsunuz ki: "Bizim karnemiz yüzde 50." Ne yüzde 50'si! Sizin karneniz Kayseri'de yüzde 65, Konya'da yüzde 70, Sivas'ta yüzde 63, Elâzığ'da yüzde 67. Buğday yetiştiriyorlar, onların hepsi olmuş "Kibar Feyzo." Alıyorsunuz paralarını; "Maho Ağa"; Hükûmet olmuş "Maho Ağa", alıp götürüyor. Şimdi, Urfa'da yüzde 65 oy alıyorsunuz karneniz daha yüksek, pamuk yetiştiriyorlardı; "dı" diyorum çünkü pamuk da yetiştirilemez hâl aldı. Sakarya'da ayçiçeği yetiştiriliyordu, yüzde 62 oy aldınız, karneniz yüksek. Onu diyorum ya, siz bu oyları alıyorsunuz da hak ediyor musunuz o ayrı bir dava. Erzurum'da yüzde 69 oy alıyorsunuz, hayvancılık hâkim, hayvancılık hâkim olmasına rağmen hayvancılığın durumu ortada. Rize'de Başbakan'ın hemşehrileri var, çay yetiştiriyorlar. Çayda da destekleme var. Temel'in de desteklemesinin yarısı gasbedilmiş Maho Ağa tarafından; durum bu, çok açık.

Değerli arkadaşlar, ezilen sadece köylü değil, ezilenler içinde ücretliler de var. Şimdi, Başbakan çıktı buraya dedi ki açılış konuşmasında: "Değerli arkadaşlar, asgari ücrete ben iktidara geldiğimden beri yüzde 301 zam yaptım." Doğru mu? Doğru. "SSK'da emekliye de yüzde 245 yaptım." dedi. Doğru, helal olsun. "Memur ücretine de yüzde 188 zam yaptım." dedi. O da doğru, helal olsun, teşekkür ederiz. Ama Sayın Kılıçdaroğlu -Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı- o da bütçenin açılışında bir başka şey söyledi, dedi ki: "Siz, ücretliye neden refahtan pay vermiyorsunuz?" Şimdi, siz söylüyorsunuz, "Millî gelir yüzde 300 artmış." diyorsunuz. Tabii dolar bazında diyorsunuz ama nominal olarak da arttı. Niye bir nominal millî gelirden bu söylediklerinize pay vermiyorsunuz? Bunu açıklayamıyorsunuz. Demek ki göreli olarak, siz, memurları, işçileri, emeklileri eziyorsunuz. Bu da ikinci konu. Şimdi bu ikinci puttan sonra geliyoruz üçüncü puta.

Üçüncü put şu: Sayın Kılıçdaroğlu geldi, açılış konuşmasında dedi ki: "Krizden önce Türkiye'nin işsizliği yüzde 6,5'tu." Doğru. "Şimdi ise çok daha yüksek, o döneme gelemediniz." dedi. Doğru. Ben şimdi bir oran daha söyleyeyim: 2003 yılında işsizlik yüzde 10,5'tu, şimdi 9,1. Çok mu düştü? Eh, bir miktar düştü ama kışa artacak yani pek bir mesafe yok zannedilebilir. İktidara geldiğinizde 2,5 milyon işsiz vardı, bugün de 2,5 milyon işsiz var. Ama bir veriyi daha vereceğim, o put da kırılmalı. Siz iktidara geldiğinizde 946 bin kişi iş aramıyordu çünkü "İş bulamam." diyordu, "Ama iş bulsam çalışırım." diyordu. Şimdi "İş bulsam çalışırım." diyen, "Ama iş aramıyorum çünkü bulamam." diyen insan sayısı çıktı 2 milyona. (CHP sıralarından alkışlar)

Evet, şimdi bakınız, rakam istiyorsanız bu rakamlar TÜİK rakamı. TÜİK rakamlarıyla, işsizlik azalmadığı gibi umutsuzlar da 2 katına çıktı. Siz Türkiye'de insanların umutlarını yitirttiniz yahu. İşsiz insanlar umudunu yitirdi, artık iş aramaz oldu ve o nedenle de işsiz sayılmıyorlar.

Şimdi, gelelim bir başka puta. Efendim, bu, OECD: Bakın, burada kırmızı renkli bir ülke var. O kim biliyor musunuz? Türkiye. Number one, 1 numara. Her 3 gençten biri işsiz. Tabloyu ben yapmadım, olduğu gibi OECD'nin raporundan çektim. Türk halkı bilsin, OECD ülkeleri içinde çalışmayan ve eğitimde olmayan işsiz -İngilizce ha, dikkat edin, işsiz- iyi bakın, her 3 gençten biri işsiz, görün, Türk halkı görsün.

BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) - Bakana göster, Bakana.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Bakan bilir, Bakan bilir.

Şimdi, Başbakan geliyor, diyor ki: "Şu kadar İnternet, şu kadar bilgisayar sağladık." Doğru mu? Doğru, yalan yok, bunların hepsini sağladı. Türkiye'de İnternet arttı, bilgisayar arttı, araba alışı arttı, ev alışı arttı, bunların hepsi arttı ama bir şey daha oldu. Efendim, bu, hane halkının gelirinin hane halkının borcuna oranı; harcanabilir gelir ama tabii esas olması gereken o. Siz iktidara geldiğinizde 3,4'tü, şimdi yüzde 48.

ALİM IŞIK (Kütahya) - Tam tersi, borcunun gelirine oranı.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Şimdi, efendim, borcun gelire oranı çıkmış yüzde 48'e. Almışlar da gelirleriyle almamışlar ki borçla almışlar. Bunun övünülecek ne tarafı var?

Şimdi, bakın, burada, yine bizim memleketten bir örnek vereceğim: Kandıra'da hindiye "kel" derler, "Kel gibi de kabarma." derler. Yahu, siz kabarıyorsunuz da kabaracak bir durum yok, borçlandırmışsınız halkı, o da borçla gidip almış bunları, sizin buna bir katkınız yok, geliri artmış da almış değil.

Değerli arkadaşlar, karne yüksek çıkabilir ama öğretmen öğrencinin karnesinin nasıl hazırlandığını veya imtihan kâğıdında ne yapıldığını çaktığı anda ne yapar biliyorsunuz: Ya sınıfta bırakır ya sınıftan atar ve biliyorsunuz ki, demokrasilerde de öğretmen halktır. Onun için buna da şimdiden kendinizi hazırlamanızda yarar vardır.

Şimdi, bütün bunları anlatıyorum şöyle sanabilirsiniz: Yahu, bu ekonomi çok mu kötü? Yo, ekonomiden daha kötü bir politikanız var, dış politika. Oo, orası dökülüyor.

Şimdi, bakınız 2009 yılında -çok eski değil- sınırlarımızdaki mayınları temizleyecektiniz değil mi? Onlardan kurtulacaktık çünkü sıfır sorun olacaktı. Şimdi ne yapıyorsunuz? O sınırlarımızın berisine Patriot füzesi koyuyorsunuz. Ee, şimdi nereden nereye geldik be kardeşim? Mayın toplamaktan geldik Patriot füzesi koymaya. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu dış politikanın başarılı olduğunu anlatmak mümkün mü?

Şimdi, düşünün, Başbakan İran'a gidiyor, kapısında bekliyor bir gün. İran hava kuvvetleri ve genelkurmayı açıklamada bulunuyor, diyor ki: "Malatya'yı vururuz ha!" "Ahmedinejad gelecek." diyorsunuz, sonradan anlaşılıyor ki Ahmed'in geleceği filan yok, boş, palavra.

Hükûmetin Bakanı Irak'a yola çıkıyor, Kayseri'ye iniyor. Zannedersiniz ki, Kayseri'de sucuk  dağıtılıyordu ya, canı çekti de onun için Kayseri'ye indi; alakası yok, alakası yok. (CHP sıralarından gülüşmeler, alkışlar) O, Irak'a gidemediği için Kayseri'ye indi. Ama bir tek o gidemese hadi neyse, ben size daha kötüsünü söyleyeceğim; bu, geçmişte oldu: Dışişleri Bakanımızla ilgili Irak Dışişleri İnternet sitesinden resmî bir açıklama yaptı  "Türk Dışişleri Bakanı gelirse tutuklarız ha." dedi. Bu oldu, bu oldu da, bu skandal cumhuriyet tarihinde ilk defa oldu, ilk defa. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Irak'a gitmek istiyor, Irak da diyor ki: "Gelirse Dışişleri Bakanını tutuklarız." Kepazeliğe bakın.

Değerli arkadaşlar, gelelim Suriye'ye: Suriye'ye gitmek bir yana uçağımız oraya yaklaşırken düşürülüyor. O daha berbat bir durum.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihinde ilk defa, ilk defa Türkiye'de bir Hükûmet bir komşumuzun iç işine karıştı. Karışmakla kalmadı, aynı zamanda da karıştırdı. Karıştırsa neyse, karıştırsa neyse, bir de oranın içinde Müslüman insanları, komşularımızı, dindaşlarımızı birbirine vurdurdu, daha da kötü şeyler yaptı. Neymiş, efendim, Suriye'ye demokrasi gelecekmiş. Kiminle yapıyorsunuz bunu? "Biz bunu Katar'la ve Suudi Arabistan'la yapıyoruz." Niye yapıyorsunuz? "Biz Suriye'ye demokrasi getireceğiz." Ya, bu Katar'la Suudi Arabistan monarşiyle yönetiliyor be! Bunların demokrasiyle ne alakası var? (CHP sıralarından alkışlar) Yani keser döner sap döner, günün birinde bize de demokrasi gelir diye mi bunlar sizinle beraber oraya silah yolluyor? Bunun mantıklı bir tarafı var mı?

Değerli arkadaşlar, Hükûmetin yetkilileri, Gazze'de İsrail bombalarıyla ölen Müslüman kardeşlerimiz nedeniyle, Filistinliler nedeniyle çok üzüldüğünü söylüyor. Açıkçası, milletçe biz de kahroluyoruz. Fakat ben bir şey söyleyeceğim: Sayın Başbakan gelsin bu kürsüye, desin ki: "Bizim Kürecik'e koyduğumuz radar İsrail'i korumak için değil, Gazze'deki Müslüman kardeşlerimizi korumak içindir." Size söz veriyorum, ben Kürecik'e gidip orada nöbet tutacağım. (CHP sıralarından alkışlar) Gelsin, desin ki: "O, İsrail için değildir, o, aslında Gazze içindir."

Değerli arkadaşlar, Dışişleri Bakanımız geldi, bu bütçe müzakerelerinde dedi ki: "Cumhuriyet Halk Partisi oryantalisttir." Neden? İşte, batıcı matıcı, batı zihniyetinde filan diye kastediyor herhâlde. Ama bir ülke gidip de NATO'dan Patriot füzelerini getirip de Türkiye'ye koyduktan sonra o Bakan bizi nasıl bu biçimde suçlar, onu anlamış değilim.

Fakat ben bir iddiada bulunacağım müsaade ederseniz. Bana kalırsa Dışişleri Bakanı halüsinasyonist. O hülya görüyor, o kendisini Orta Doğu'da önemli bir aktör zannediyor ama o, ona inanıyor da ona başka hiçbir ülke inanmıyor. O nedenle de o, bana kalırsa, halüsinasyonist. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Plan ve Bütçe Komisyonunda söyledim, zabıtlarda, gidin bakın. Sayın Bakan da, Dışişleri Bakanı da dinledi. Bana kalırsa, bu Hükûmetin yapması gereken bir şey var, bu konuda da oldukça başarılılar. Şu, yabancı basının Türkiye'ye girişini yasaklayın. Der Spiegel'i, Le Monde'u, The Times'ı, Washington Post'u, bunları yasaklayın çünkü siz gelip burada, Türkiye'de "Dış politikada çok başarılıyız." diyorsunuz, bunların hepsi de istisnasız, Türk dış politikasının iflas ettiğini, özellikle Orta Doğu'da bir bühtan içinde olduğunu, tıkandığını yazıyor. Yahu, yasaklayın da Türk halkının kafası karışmasın çünkü yabancı dil bilenler var.

Şimdi, AKP seçmeninin yüzde 36'sı hükûmetin dış politikasını yanlış ve hatalı buluyor. Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi olarak sorumlu bir partiyiz, geldik size iki defa gensoru verdik. "Madem böyle bir sıkıntınız var, siz yapamıyorsunuz, size bir fırsat tanıyalım." dedik, "Siz bu Dışişleri Bakanından kurtulun." dedik, elinizin tersiyle ittiniz, beceremedik.

Şimdi, Başbakana da bir soru sordum geçtiğimiz günlerde, dedim ki: Sayın Başbakan, 2005 yılından bu yana örtülü ödenekte anormal bir artış var, çok yüksek, hele bu yıl iş şirazesinden çıktı, olağanüstü bir rakama geldi, on bir ayda 1 milyar 42 milyon oldu yani eski parayla 1 katrilyon para. Çoğu bakanlığın bütçesinden yüksek. Yahu, ne oldu da bu artıyor? Ben, sizden fatura istemem, kime para ödedin, onu öğrenmek hakkımız yok, biliyoruz ama neden böyle bir artış oldu, onu öğrenme hakkımız var. Neden, ne gerek var, bir savaş hâlinde miyiz, bunu öğrenmek istedik. Sayın Başbakan söylemedi ama bizde bir kaygı var, kaygımız da bu: "Acaba bu Türkiye sınırlarında bu eli silahlı Suriye'deki çatışmacının silahı örtülü ödenekten mi gidiyor?" diye merak ediyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Başbakan gelip "Hayır" diyebilir çünkü o para oraya harcanamaz, onu biliyoruz.

SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) - Orada eğitiliyorlardır!

EMRE KÖPRÜLÜ (Tekirdağ) - Çiftçiden gasbettikleri paralardır onlar!

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Tabii, çiftçinin parası orada.

Değerli arkadaşlar, kabul etmeliyiz ki bu iktidar döneminde en başarısız ve halkın en büyük rahatsızlık duyduğu konu terör. Terör niye bu kadar azdı biliyor musunuz? Hükûmetin kafası karışık, kararlı değil, yani bir yere teslim olmuş, bir adrese. O teslim olduğu adres de ona yardımcı olmuyor. Her gün birkaç fidanımız kırılıyor, kahroluyoruz ve ne yazık ki baş edilemiyor. Nedeni şu: Hükûmet, silahlı teröriste karşı sert ve kararlı, silahsız ayrılıkçıya da ikna edici olamıyor hatta daha kötüsü masum sivillere, çoluk çocuğa tepeden bomba yağdırıyor. Şimdi, böylesi bir konjonktürde böylesi bir politikayla terörün durması mümkün değil.

Başbakan Yardımcısı çıkıyor diyor ki: "Ben de dağa çıkardım." Öte yandan Başbakan da diyor ki: "Dağa çıkanla kucaklaşanların dokunulmazlığının kaldırılması lazım." Şimdi, kafamız karışıyor. Bu durumda eğer Başbakan haklıysa, Başbakan Yardımcısının da dokunulmazlığının kaldırılması gerekmiyor mu? (CHP sıralarından alkışlar) Onun da dokunulmazlığını kaldıracaksın çünkü o, dağa çıkana özeniyor ve özendiriyor.

Değerli arkadaşlar, bu Hükûmet, halkı hipnotize etmeye çalışıyor, halklar da hipnotize edilmeye çalışılabilir. "Uyu ey halkım!" diyor, "İnan bunlara." diyor.

AHMET YENİ (Samsun) - Milleti aptal mı zannediyorsun sen?

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Mesela "İşsizlik düştü." diyor ama işsizlik yükseliyor. Verdim rakamları; bu rakamları ben üretmedim, TÜİK üretti. "Memura, emekliye, işçiye bol kepçe verdim." diyor, refahtan pay vermiyor. Köylünün oyunu alıyor, kendi çıkardığı yasadaki desteğini gasbediyor tıpkı Maho Ağa gibi. "Komşularla sıfır sorun" diyor, o komşuların kapısından giremiyor. Sıkıştı mı gündem değiştiriyor, Muhteşem Yüzyıl'daki Hürrem'in kıyafeti, efendim, ecdadımız aklına geliyor, onları dile getiriyor; gündem değişiyor, onları tartışıyoruz ama bilin ki bu millet eninde sonunda uyanacak ve gereğini yapacak.

Şimdi, bakınız değerli arkadaşlar, iktidar partisi AKP? (Gürültüler)

BAŞKAN - Lütfen arkadaşlar, lütfen dinleyin.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - ?demokrasiyi geliştirmeye çalıştığını söylüyor ama demokrasiyle ilgili bir şeyi hatırlatmam gerekiyor: Demokrasi bir öç alma rejimi değildir, demokrasi, bir hoşgörü rejimidir. Öylesine ki sadece farklılıklara değil, kendinizi indirmeye çalışanlara bile hoşgörü ve tahammül göstereceksiniz, asla onlarla didişmeyeceksiniz, asla onları içeri tıkmaya çalışmayacaksınız. Muhalefetten şikâyet edeceksiniz, güçler ayrılığından şikâyet edeceksiniz sonra da "Demokrasiyi ilerlettim." diyeceksiniz ve "Ben demokratım." diyeceksiniz. Buna inanmak mümkün mü? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, unutmayalım oy çokluğuna dayalı iktidarlar meşru olabilir ama halk bunları adil bulmayabilir. Oysa insanlığa yollanan en yüce vicdani değer, adalettir.

Bakınız geçtiğimiz günlerde iki tane önemli araştırma, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunuldu, biri, TESEV-KONDA tarafından; diğeri, TEPAV tarafından. Ortak sonuç şu: Halkımızın yüzde 65'i, "Türkiye'de haksızlıklar var." diyor ve "Adalet sorunu var." diyor. Düşünebiliyor musunuz, halkımızın yüzde 65'i "Adalet sorunu var." diyor. Adalet sadece mahkemelerin dört duvarı arasında aranmaz -kaldı ki orada da kalmadı- adalet aynı zamanda siyasette de aranır. Siyasetçilerin adil olması gerekir, devlet adamlarının adil olması gerekir yani hem çiftçiye hem memura hem işsize adil olacaksın hem de muhalefete karşı da adil ve hoşgörülü olacaksın. Sivil itiraz hakkına tahammül göstereceksin, demokrasinin özü bu. İtiraz edecek, kabul etmeyecek "Yanlışsın." Diyecek, "Olabilir." Diyeceksiniz, "Benim de fikrim farklı." diyeceksiniz. Halkımız bu iktidarı elbette meşru buluyor ama adil bulmuyor, dikkat ediniz, adil bulmuyor ve muhalefet partileri de demokrat bulmuyor. Ne acı değil mi?

Değerli arkadaşlar, bakınız ben size bazı tarihî karneler sunacağım. 1954 yılında Demokrat Parti, yüzde 58 aldı. Onun da karnesinde yüzde 58 oy vardı ama onun karnesinde bir şey daha vardı, ispat hakkı vardı, tahkikat komisyonları vardı. Adalet Partisi, 1965'te yüzde 53 aldı. Onun da karnesinde 12 Marta çaktığı selam vardı. ANAP, 1983'te yüzde 45 aldı. Onun da karnesinde 1987 referandumunda siyasi yasakları savunması vardı. 2011 yılında siz de yüzde 50 aldınız ama sizin de karnenizde iki şey var: Sizde de sivilde adalet ve Uludere'de çoluk çocuk katliamı var, ne yazık ki. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, evet ne yazık ki bunlar var ve bunlar çok önemli ve bunları oturup düşünmeniz gerekiyor. Bunlar Türk siyasetinde sadece ilk defa olmuyor, 1950'den beri, adaletsiz olanlar, karneleri yüksek olmasına rağmen demokrasiyi hazmetmeyen iktidarlar, eninde sonunda gidiyorlar. Buradan ders çıkartmanız gerekiyor. Eğer muhalefet partilerinin mensupları sıklıkla gelip sizi sert bir biçimde bu konularda eleştiriyorsa, aynı sertlikte yanıt vermek yerine, oturup düşünmeniz gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi, doğrudur altmış yıldır yüzde 50 almadı. Doğru?

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - CHP'de ne var, onu söyleyin de bilelim.

BAŞKAN - Sayın Çelebi, lütfen yapmayın.

HURŞİT GÜNEŞ (Devamla) - Maho'nun Bilo'su olmayın kardeşim, dinleyin.

Şimdi, altmış yıldır Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 50 oy almadı, doğrudur ama bir şey var: Bütün bu saydığım siyasi partiler kapandı, Cumhuriyet Halk Partisi dimdik ayakta, alnı ak, başı dik. (CHP sıralarından alkışlar) Kapattılar, açıldı, yine geldi. Asıl mesele burada, demek ki karnesi tertemiz ve ak.

Bu çok önemli, bakın, şurayı unutmayınız: Öyle bir mahşerî sıcak gün gelecek ki sadece tek gölge kalacak, işte o gölgeye ancak adil olanlar, öncelikle sığınabilecek. O nedenle, adaleti asla elden bırakmayınız. Tarihte, kırk yamalı giysiyle, elinde bir bastonla sokak sokak dolaşan ve adalet dağıtmaya çalışanı asla unutmayınız, o, önemli büyüğümüzdür. Adalet son derece önemli. Adalet, sadece muhalefete değil, iktidara değil, tüm Türkiye'ye lazım.

Değerli arkadaşlar, Cumhuriyet Halk Partisi de günün birinde iktidara gelecek ama Cumhuriyet Halk Partisi, iktidara geldiğinde belki adında "adalet" yok ama yüreğinde adalet olmaya devam edecek. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, evet, 2013 bütçesi sasık bir bütçe ama her şeye rağmen, milletimize hayırlar getirmesini diliyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güneş.