| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması Hükümlerinden Kaynaklanan Taahhütlerimizi Yerine Getirmek, Ateşkesin Tesisi, İhlallerin Önlenmesi, Bölgede Barış ve İstikrarın Sağlanması Amacıyla Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Şekilde Korumak ve Kollamak Üzere, Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortak Merkezin Görevlerinin İfası Yönünde Hareket Etmek Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi, Bu Kuvvetlerin Cumhurbaşkanının Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanılması ile Risk ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alınması ve Bunlara İmkân Sağlayacak Düzenlemelerin Cumhurbaşkanı Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Anayasa'nın 92'nci Maddesi Uyarınca Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin Tezkeresi (3/1394) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 17.11.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 27 Eylülde başlayıp Azerbaycan ordusunun bütün cephelerde ezici galibiyetiyle 9 Kasımda sonuçlanan bir zaferi ve onun gelecekte ortaya çıkarabileceği potansiyel gelişmeleri konuşmak üzere söz aldım.
Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı biliyorsunuz. Şu anda önümüzdeki soru şudur: Bu antlaşma Karabağ sorununu nihai bir çözüme ulaştırdı mı? Cevap: Hayır. Benim inancıma göre, asıl, Karabağ sorunun halledileceği dönem şu anda başlıyor ama diplomasi masasında ama uluslararası siyaset boyutunda. Azerbaycan, Türkiye ve Türk dünyası için çok büyük bir anlam taşıyan bu zaferi, Azerbaycan'ın zaferini hamasi nutuklarla kutlamak yerine gerçekçi bir bakış açısıyla tespitler yapmanın ve geleceğe yönelik gerekli projeksiyonları bugünden itibaren yapmanın gerekli olduğunu düşünüyorum, hem Türkiye açısından hem Azerbaycan açısından.
Şu anda kısa bir durum tespiti yapalım izin verirseniz. Güneydeki Fuzuli, Cebrayıl, Zengilan, Kubatlı, buraları Azerbaycan ordusu kurtarmıştır. Kuzeydeki Ağdam, Laçın, Kelbecer ise yapılan anlaşma gereği 21 Aralığa kadar Ermenistan tarafından boşaltılacaktır. Bu arada Şuşa'da Azerbaycan kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir.
Böylece, genel olarak baktığımızda fotoğrafa, haritaya Azerbaycan 1992-94 yılları arasında Ermenistan tarafından işgal edilen 7 reyonunu kurtarmış durumda, buna ek olarak 4.500 kilometrekarelik Dağlık Karabağ bölgesinden de yaklaşık yüzde 25 kadar bir araziyi kurtarmış durumda. Şu andaki geldiğimiz nokta budur. Azerbaycan'ın Şuşa'yı alıp Hankendi'ne yöneldiği sırada birden bire Rusya, o güne kadar seyirci kalan ve bir anlamda Paşinyan yönetiminin -halk deyimiyle söylemek gerekirse- "pataklanmasına" göz yuman Rusya, o anda devreye girdi ve Laçın koridorundan başlayarak Hankendi, Hocalı, Ağdere ve Hocavend bölgelerinde barış gücü yerleştirecek şekilde olayı sonlandırdı.
Şimdi, izninizle, bu gelişmelerin taraflar açısından nasıl algılandığı ve muhtemelen gelecekte tarafların önüne nasıl sorunlar gelebileceği konusunda bir değerlendirme yapmak istiyorum. Ermenistan savaşın kaybedenidir, bu kesin. İşgal ettiği topraklardan çıkarılmış, binlerce askerini kaybetmiş, siyasi, ekonomik ve jeopolitik bir yıkıma uğramıştır.
1992-1994 arası dönemde Rus subaylarının yönetimi ve Rus lojistik desteğiyle -Rus tanklarının ve askerlerinin desteğiyle- Azerbaycan'ın yüzde 20'sini işgal ettiği gerçeğinden hareketle, Rusya'nın her dönemde arkasında olacağı gibi bir inanca sahip olan Ermenistan'ın bu süreçten sonra o inancının ortadan kalkmış olduğunu görüyoruz, inanç sıfırlanmıştır. Ancak Rusya'nın bir garnizon devleti olarak varlığını sürdürürse Rusya'nın arkasında olacağını bu gelişmeler sonrasında anlamış durumda. Daha da önemlisi, bölgede bir hâkimiyet mücadelesine girdiği takdirde kendisine koşulsuz olarak yardım yapabileceğini zannettiği Ermeni diasporası ve Fransa başta olmak üzere Batı ülkelerinin de kıllarını kıpırdatmayacaklarını görmüş oldu. Bu acı mağlubiyet, Sovyetler'in dağılıp siyasal bir antite olarak ortaya çıkışından beri Ermenistan'ın Ermeni diasporası tarafından aşılanan -Karabağ'dan sonra Türkiye'deki bazı vilayetleri ve Gürcistan'daki bazı bölgeleri, Ermeni nüfusunun yoğun olduğu bazı bölgeleri sınırlarına dâhil etmek suretiyle- "Büyük Ermenistan" hayallerinin de çöpe atılmasını sağlamıştır, Azerbaycan'ın bu zaferi.
Bu mağlubiyetten sonra, yine diasporanın desteğiyle Ermenistan'ın ajandasına sokulan ve devamlı, onun desteğiyle uluslararası planda yürütülen, Türkiye'ye karşı, sözde soykırım iddialarının da biraz törpülenmiş olacağını öngörüyorum. Geldiğimiz noktada Ermenistan, Rusya'nın savaşı erken dönemde durdurmayarak kendisine ihanet ettiğini düşünmektedir ve bu nedenle de Karabağ'ın geleceğiyle ilgili kararı Minsk Grubu'nun ellerine yani Batı gücünün ellerine teslim etmek istemektedir; oraya dönülmesini istiyor Paşinyan. Bu teslim olayından iki gün sonra Paşinyan'ın demeci şudur: "Bu bir siyasi anlaşma değildir. Karabağ'ın siyasal statüsünün acilen tanımlanması lazımdır ve Minsk sürecine geri dönülmesi gerekmektedir." Söylediği şey bu. Benzer şekilde, Ermenistan Cumhurbaşkanı Armen Sarkisyan da "Bu, Minsk süreci değil; bu üçlü doküman, bir ateşkestir. Fransa, ABD ve Rusya eş başkanlığındaki Minsk sürecine geri dönmek için bir an önce gerekli şeyleri yapmalıyız." diyor. Değerli arkadaşlar, diğer taraftan, Ermeni diasporasının ayakları hâlâ yere basmamış durumda ve Ermenistan'ı kışkırtmaya devam ediyor.
Kilikya Ermeni Katolikosu I. Aram dün itibarıyla Ermeni halkına yönelik bir demeç verdi, şöyle diyor: "Ölümcül şartlarda Ermenistan ve Azerbaycan arasında Rusya'nın ara buluculuğuyla imzalanan somut olmayan maddelerle dolu ve tehlikeli sonuçlar getiren bu evrakı reddetmeliyiz. Planlı ve tutarlı bir şekilde -buranın altını çiziyorum- Ermenistan ve diaspora arasında net bir iş bölümü yaparak Arsak'ın -yani Yukarı Karabağ'ın- uluslararası tanınmasını sağlamalıyız." Demek ki diasporada bir tutum değişikliği olmayacak önümüzdeki dönem açısından baktığımızda.
Batı yanlısı politikalar izleyerek Rusya'nın etki alanından çıkmaya çalışan Ermenistan Başbakanı Paşinyan, yine konuşması içerisinde bir şey söyledi. Bu, Azerbaycan-Ermenistan çatışması sırasındaki bazı gelişmeleri, şu anda değerlendirdiğimiz gelişmeleri açıklayıcı nitelikte. Şöyle diyor: "Dağlık Karabağ bölgesiyle ilgili, savaş öncesinde, Şuşa dâhil bazı bölgelerin Azerbaycan'a verilmesi noktasında bana baskı yapıldı." "Savaştan önce baskı yapıldı." diyor. Bu noktada, Putin'in -muhakkak izlemişsinizdir- bir danışmanı "Okuyacak mısınız anlaşma metnini?" dediğinde, Putin'in verdiği cevabı biliyorsunuz: "Antlaşmayı zaten ben yazdım." dedi. Ve ateşkesin -daha da ilginci tabii- hemen arkasından 200'e yakın uçak seferiyle "barış gücü" adı altında, 165'inci Birliğin tanklarıyla, lojistik destekleriyle hızla bölgeye getirilip Laçın Koridoru'na yerleştirilmesi, Karabağ'a yerleştirilmesi gösteriyor ki Rusya bu işi daha önceden planlamış ve 2 tarafın önüne koymuştur, imzalatmıştır; bunu görmemiz gerekiyor. Böylece Putin, Minsk eş başkanlarını da devre dışı bırakacak bir uygulamayı yapmış, Türkiye'yi de anlaşma masasına dâhil etmeyerek bu sorunun çözümünde en önemli ve tek yetkili güç olduğunu bütün dünyaya göstermeyi başarmıştır. Antlaşmadaki Ermenistan ile Karabağ'ı birbirine bağlayan Laçın Koridoru'nun açılması, açık tutulması ve muhtemelen yine anlaşmaya göre Nahçıvan ile Azerbaycan arasında Zengezur Koridoru'nun veya yolunun açılması ve bunun Rusya'nın kontrolünde kalacak olması -2 yol için de söylüyorum- Rusya'yı basit bir barış gücü olarak görmemizi değil, bundan sonra Türkiye ile Türk dünyası arasında bu Zengezur Koridoru'yla yapılacak ilişkileri ve devamlılığı da kontrol edebilen bir güç hâlinde algılamamız ve ona göre davranışlarımızı, geleceğe yönelik projeksiyonlarımızı belirlememiz gerektiğini düşündürüyor.
Şimdi, eski Sovyet coğrafyasında Rusya'nın barış gücü yerleştirdiği yerlere baktığınızda ilginç bir şey vardır: Transdinyester Bölgesi, Moldova'dan ayrılmış durumda şu anda. Abhazya Bölgesi ve Güney Osetya Bölgesi Gürcistan'dan ayrılmış durumda. Dağlık Karabağ'da da böyle bir şey olabilir mi? Sanmıyorum, sanmıyorum ama Dağlık Karabağ için Rus barış gücü komutanı Dağıstanlı General Rüstem Osmanoviç Muradov, Karabağ'a gelir gelmez yaptığı ilk iş, sözde Karabağ Cumhuriyeti'nin başkanı olan Arayik Harutyunyan'la görüşerek bundan sonra yalnızca Ermeni yönetimini değil, Karabağ'daki sözde Ermeni yönetimini de muhatap alacağını göstermiş oldu. Azerbaycan için ise söyleyeceğim şey şu: Ülkesinin işgal altındaki yüzde 20'sini kurtarmış, Batı'nın şımarık çocuğu Ermenistan'a çok büyük bir ders vermiştir. Bu zaferi için Azerbaycan'ı da onun liderini de kutluyorum. Fakat bu zafer sırasındaki -can sıkıcı da olsa- bazı gerçekleri de söylememiz gerekiyor çünkü bunlar geleceği belirleyecek olan unsurlar. Birincisi, anlaşmanın ilanından hemen önce, bir gün önce Ermenistan hava sahası üzerinde Mi-24 askerî helikopterinin düşürülmesi, hemen arkasından da Putin'in anlaşmayı tarafların önüne koyması. Şimdi, bazı söylentiler var, bu helikopter düşürülmesi olayı Azerbaycan ordusu içerisindeki Rus yanlısı bazı gruplar tarafından gerçekleştirilmiştir. Eğer böyle bir şey varsa bunun önlemini almak gerekir, Türkiye'nin de bu önlem alma sürecine dâhil olması gerekir.
Türkiye'ye gelince, değerli arkadaşlar, Türkiye iktidarı, şu andaki iktidarımız 2009 yılındaki hatasına düşmemiştir. Hatırlarsınız 2009 yılında "Komşularla sıfır sorun" hayalî dış politikasıyla Ermenistan'la bir futbol diplomasisi başlatılmış, sözde Yukarı Karabağ cumhuriyetinin bayrağı ve Ermenistan bayrağı altında Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı gidip Erivan'da maç izlemiş, daha sonra Bursa'da, diğer maçta da Azerbaycan bayraklarının sokulmadığı bir maçla bu süreç devam ettirilmiştir. Azerbaycan'ı tamamen görmezden gelerek yapılan bu temaslar sonrasında Zürih'te protokoller imzalanmış ve bu metinlerde Karabağ'a değinilmemiştir. Değerli arkadaşlar, Allah'tan, söz konusu protokoller Ermeni Parlamentosu tarafından onaylanmamıştır. Eğer onaylansaydı Türkiye bugün dış politikadaki en ağır hatalarından birini yapmış olacak, Azerbaycan'ı ve dolayısıyla Türk dünyasını ebediyen kaybetmiş olacaktı. Onun için -söylemek istemiyorum ama- protokolleri kabul etmedikleri için Ermenistan Parlamentosuna gönülsüz de olsa teşekkür ediyorum.
Şimdi, değerli arkadaşlar, Türkiye'nin ısrarlı taleplerine rağmen Rusya, Karabağ'da Türk askerinin rol almasına engel olmuştur. Gözlem noktaları kurulmuştur, kurulacaktır daha doğrusu.
Şimdi, değerli arkadaşlar, gözlem noktalarının bir avantajı olabilir mi? Normalde olmaz; Azerbaycan toprakları içerisinde Yukarı Karabağ'ı kontrol etme şansına sahip değilsiniz. Tek avantajı olabilir, o da şudur: Gözlem noktalarında, gönderilecek İHA'ların Türk subayları tarafından kontrol edilmesi ve verilerin yine Türk askerleri ve subayları, kadroları tarafından analiz edilmesi durumunda gözlem noktalarının bir fonksiyonu olabileceğini düşünüyorum çünkü o durumda Rus kontrolü veya şemsiyesi altında Ermenistan'ın yeniden bir silahlanma ve güçlenme arayışı engellenmiş olabilecektir.
Türkiye'nin, iktidarıyla muhalefetiyle, Azerbaycan'ın arkasında durması çok önemli olmuştur. Azerbaycan rahatça hareket etmiştir ve komşu ülkelerin de -İran gibi- Türkiye'nin varlığından dolayı bu bölgede yeterince, istedikleri gibi hareket edemediklerini görüyoruz. Burada, tabii, önemli bir şeyi daha belki söylemekte yarar var. İlk defa, İran'dan -İran'ın kuzeyi ama Azerbaycan açısından güney Azerbaycan'da- Ermenistan'a gönderilen silahların ve konvoyların engellemesi yönünde bu bölgedeki Azerbaycan Türklerinin bu olaya karşı çıktıklarını, konvoyların önünü kestiklerini ve gösteriler yaptıklarını gördük. Bu da bir şeyi gösterecek önümüzdeki dönemde. İran artık Şii mezhebini milliyet yerine koyarak İran'da bir bütünlük sağlayamayacağını böylece anlamış oldu. Bu da önemli bir şeydir, Türkiye açısından önemlidir.
Şimdi, önümüzdeki sürece bakalım. Değerli arkadaşlar, buradaki en önemli konu, Minsk sürecine bu diplomatik temas bölümünün bırakılmamasıdır. Bu çok önemli çünkü sizin, hepimizin bildiği gibi Yunanistan ve Ermenistan, kendilerinin olmadığı masada kurulmuş devletlerdir, kendilerinin olmadığı masada Batılı güçler tarafından kurulmuş devletlerdir ve şimdi, bu noktada, Minsk süreciyle de Ermenistan benzer bir süreci devam ettirmek istemektedir. Türkiye ve Azerbaycan ısrarla, bundan sonraki gelişmelerin Minsk süreciyle değil, Azerbaycan'ın, mümkünse Türkiye ve Azerbaycan'ın ama değilse Azerbaycan'ın muhakkak masada olacağı bir sürecin içerisine girmesini sağlamalıdır. Minsk sürecine verdiğiniz zaman, Dağlık Karabağ'da bir Ermeni bölgesinin yaratılacağını şimdiden söyleyebilirim. Azerbaycan ordusuyla ilgili şeyi söylemiştim.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin Gürcistan'a yönelik politikalarını da yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Niye önemli? Şunun için önemli: Gürcistan'da, oradan Asya'ya sürülen Ahıska Türklerinin bölgelerine Ermeni nüfus yerleştirilmiştir ve Ahılkelek veya diğer isimler şu anda "Samstshe-Cavaheti" adı altında bir Ermeni özerk bölgesi hâline çevrilmiştir ve buranın özelliği şudur: Azerbaycan'dan gelip Türkiye'ye devam eden petrol boru hatları, gaz boru hatları ve demir yolu bu bölgeden geçmektedir. Dolayısıyla, bir şekilde, Gürcistan'ın varlığı, bütünlüğü tehlikeye girer, merkezkaç kuvvetleri orada hâkim olur ve Samtshe- Cavaheti bölgesinde Ermeni yanlısı bir özerk bölge ortaya çıkarsa Türkiye'nin büyük sorunları olacaktır. Onun için, Gürcistan politikaları dikkatle değiştirilmelidir. Niye uyarıyorum? Gürcistan'da bugün Fransız vatandaşı bir Cumhurbaşkanı, Fransız vatandaşı bir Başbakan ve 2 bakan vardır. Onun için, bu bölgeye yönelik, Ermenileri destekleyebilirler.
Üçlü anlaşmada belirsiz bir şekilde tanımlanmış bir şey var: Zengezur Hattı yani Azerbaycan ile Nahçıvan'ı birleştirecek olan hat. Bunun nasıl olacağı, ne şekilde yapılacağı belli değil ama biliyoruz ki Ermenistan bu konuda ayak sürüyecek, gelecekte Ermenistan topraklarını böleceğini iddia edecek; bu kaçınılmaz. 40-45 kilometrelik bu yolun yapılabilmesi için Türkiye ve Azerbaycan maddi, manevi her türlü şeylerini ortaya koymalıdırlar. Gerekiyorsa yol yerin altından, gerekiyorsa üstünden şeyler hâlinde gitmelidir ama bu yol yapılmalıdır arkadaşlar.
Bu konuyla ilgili bir diğer konu da şu: 1993 yılında kapattığımız, bizim kapattığımız -Kars kapısı ve Iğdır kapısı yani Alican Kapısı ve Doğu Kapısı- Ermenistan'la olan ilişkilerimiz açısından kapattığımız kapılar var. İsmim gibi biliyorum ki yarın Minsk Grubu içinde veya dışında diplomatik süreç başladığında Türkiye'ye -ABD başta olmak üzere- şu baskılar başlayacak: "Ermenistan kapılarını açın. Bakın, istediğiniz şey oldu, bunu açın." denilecek. Değerli arkadaşlar, 1996 yılında kurulan ANAYOL Hükûmetinin programına "Karabağ sorununun çözümü Azerbaycan tarafından onaylanmadıkça Türkiye bu kapıları açmayacaktır." maddesini yazdıran arkadaşınızım. Daha sonra, Bakanı olduğum 55'inci Hükûmette de bunu tekrar yazdırdım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Şimdi, burada ölümcül nokta şu: Bu kapıların açılmasını Türkiye artık başka bir platforma taşımalı ve demeli ki: "Zengezur geçişi açıldığı takdirde ben bu kapıları açarım. Yok, Zengezur konusunda -yani Azerbaycan ile Nahçıvan'ı birleştiren yol- bir sorununuz varsa imkân yok." Bunu söyleyecek, şey yapacak.
Vaktim tamamlandı, başka söylemek istediğim şeyler de vardı ama konuşmaya başlayınca zaman yetmiyor.
Dolayısıyla, bu değerlendirmelerden sonra, tezkereye olumlu oy vereceğimizi söylüyorum ve iktidarın, muhalefetin de desteğiyle sürdürdüğü politikaları aynen sürdürmesi gerektiğini söylüyorum. Ama geleceğe yönelik de biraz önce yaptığım uyarılar çerçevesinde adımlar atılması ve bir strateji oluşturulması gerektiğini de söylüyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)