| Konu: | CHP GRUBU ÖNERİSİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 47 |
| Tarih: | 02.01.2013 |
RUHSAR DEMİREL (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve herkesin yeni yılını Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına da kutlamak istiyorum. Umuyorum hepimiz için hayırlı, huzurlu bir yıl olur. Millet, memleket için hayırlı yasalara, hayırlı denetim imkânlarına sahip oluruz diye düşünüyorum.
Bu arada, sağlık konuşmadan önce bir konuyu da belirtmek istiyorum. Bu hafta Verem Haftası ve biz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bugün veremle ilgili bir Meclis araştırma önergesini de Meclis Başkanlığına sunduk. Nitekim -basında da var ki- Türkiye'de verem hastalığı tahminlerin çok ötesinde. Bu da sanıyorum Sayın Sağlık Bakanının dikkate alması gereken bir konudur sağlıkta dönüşümün geldiği nokta itibarıyla. Çünkü biliyorsunuz ki verem, aslen aşıyla önlenebilir hastalıklar arasında yer alıyor, çok özel durumlardaki veremler istisna olmak üzere.
Bunun ötesinde, ben bir konuyu belirterek kamu hastaneleriyle ilgili duruma geçmek istiyorum. İki tane sayın bakan son zamanlarda bir hastadan bahsediyorlar. Birisi Sayın Dışişleri Bakanı, birisi Avrupa Birliğinden sorumlu Bakan. "Hasta adam" diye bir şeyden bahsediyorlar. Tarih literatüründe var olan ama uluslararası ilişkilerimizle ilgili iki bakanın ağzına hiç yakışmayan bu sözler için sanıyorum Sağlık Bakanı onların sağlığıyla ilgili bir araştırma yapacaktır. Nezaketsiz, Türkiye'de yaşanan seksen dokuz yıllık cumhuriyet tarihinde var edilmiş bütün değerleri hiçe sayan çirkin bu tanımlamayı ben o iki bakana şahsım ve partim adına iade ediyorum.
Efendim, bu kamu-özel ortaklığı meselesine gelince, az önce burada muhtelif arkadaşlar konuştular, işin teknik boyutu da dile getirildi ama teknik boyutunda çok iyi izah edilmemiş bir konu var. Bu kamu-özel ortaklığı denilen sistem, evet, dünyanın yüzlerce ülkesinde uygulanan bir sistem ama bu Türkiye modeli değil tabii ki dünyada uygulanan; dünyadaki literatüre geçmiş, risk paylaşımı üzerine kurulu bir finans sistemi olarak uygulanıyor. Bizdeki ise tıpkı tarif edilmeye çalışılan başkanlık sistemi gibi Türkiye modeli bir kamu-özel ortaklığı. Dünyadaki bütün kamu-özel ortaklıklarında risk paylaşımı vardır. Türkiye'de bizlerin eleştirdikleri ise risk paylaşımı yapılmadan bütün olumsuzlukların, bütün zararların devlet adına millete yani milletin vergisine yüklenmesidir. Kamu-özel ortaklığı denilen kısımdaki riskin negatif tarafı kamuya, artı tarafı özele yani özelleştirmeyle bu işleri alanlara havale edilmiştir. Dolayısıyla, bu finans sisteminin risk paylaşımı üzerine kurulu olmamasından ötürüdür ki Danıştay da zaten yasanın muhtelif kısımlarını iptal etti.
Zaten burada anlaşılamayan şöyle bir şey var: 2002 yılının Kasım ayında hükûmet etmeye başlayan Adalet ve Kalkınma Partisi yıllar içinde sağlıkta çok iyi noktaya gelindiğini ısrarla ve her defa söylediler. Hatta oy kaynağı olarak da bu hizmetleri gösterirken 2011 yılında anlaşılmayan bir sebeple, çok başarılı olduklarını iddia ettikleri, çok iyi giden bu sistemi bir kanun hükmünde kararnameyle tamamen değiştirdiler. Anlamak çok güçtü tabiatıyla dışarıdan bakınca. Bu kadar iyi gidiyorsa, hastalar bu kadar memnunsa, sistem çok iyi işliyorsa niye her şey değişti? İşte, işler bunlar için değişti; kamu-özel ortaklıkları için, kamu hastaneler birlikleri için yani sağlık hizmetinin tamamen özelleştirilmesi ya da daha güncel tabiriyle taşeronlaştırılması için. Bütün bu değişiklikler onun için yapıldı ve sonuçta şuraya geldik: Bütün hastalar yani hepimiz, bizler birer potansiyel hasta olarak müşteri olduk, bütün sağlık hizmeti sunan kurumlar birer işletme oldu. Yapılan her hizmet için bir artı para vermek durumundayız, paramız ne kadarsa o kadar hizmet alacağımız günler de çok yakın. Evet, milletvekilleri olarak biz sağlık güvencesine sahip kişileriz. Ama bizi izleyenler, bizi dinleyenler, bize oy verenler, bu insanlar bizim kadar şanslı değiller sağlık hizmeti alma konusunda. Mesela Tam Gün Yasası da öyle oldu. Biliyorsunuz Sayın Sağlık Bakanının eşi o yasayla hastaneden ayrılmış bir hekim tarafından yine kamuya ait bir hastanede ameliyatını olabildi. Kaç kişi bu hakka sahip? Hiçbirimiz. Demek ki bazılarımız kanun önünde daha eşitliksiz muameleyi görebiliyoruz olumlu anlamda.
Dolayısıyla, kamu-özel ortaklığı adı altındaki bu finans sistemindeki negatifliklerin faturasını ödeyecek olan millete de bu sistemi doğru anlatmak lazım. Bazı sözleri çarpıtarak ifade etmemeliyiz, mesela katma değer istisnasını. Katma değer, evet muafiyeti var. Bu, hazinenin ödeyeceğini o cebimden bu cebime meselesi değil buradaki. Buradaki mesele, vatandaşın üzerine daha fazla vergi getirme meselesi. Çünkü, buradaki sistem, tekraren söylüyorum ki galiba burada asıl altının çizilmesi gereken konu bu, finanstaki riskin paylaşılamamasındandır. Dünyayı örnek gösterirken riskin paylaşılamaması kısmını hiç kimse dile getirmiyor. Örneklerimizi sürekli dünyadan veriyoruz ama dünyada bu işin nasıl işlediğinden hiç söz etmeyip yalnızca çok akılcı olduğunu iddia ettiğimiz, kendimize göre Nasrettin Hoca aklıyla izah ettiğimiz konular var burada.
Bakınız, ne kadar akılcı bir iş yapıldığını ben size somut bir örnekle izah edeyim. Çok popüler bir ihale var biliyorsunuz, otoyollar ve köprü ihalesi. Otoyolların özelleştirilmesinden, bu son yapılan özelleştirmeden devlet 5 milyar 270 milyon dolar alıyor. Kayseri'de kamu-özel ortaklığıyla ihale edilen 1.500 yataklı bir hastane var, yalnızca Kayseri için ve bu hastanenin 3 milyar 443 milyon liraya, sabit yatırımın da 427 milyon liraya mal olduğunu biliyor muyuz? Koca otoyolların ve köprülerin özelleştirilmesinden alınan paranın neredeyse yarısı kadar bir paraya biz yalnızca 1.500 yataklı bir hastane sahibi oluyoruz. Biz sahip oluyoruz, vergilerini biz veriyoruz. Hani o tüyü bitmemiş yetimler var ya onlar veriyorlar. Türkiye'de her yeni doğan çocuğun sırtına biraz daha vergi geliyor bu kamu-özel ortaklıklarıyla. Dolayısıyla, aynı sistemle yapılan bütün hastanelerin bizlere vergi olarak döneceğini hepimizin oturup düşünmesi lazım.
Bildiğimiz klasik sistemle ihale edilmiş benzer bir hastane Erzurum'da yapılmış, Sayın Bakanın bölgesinde. Orada 1.200 yataklı yapılan hastane 193 milyona mal olmuş, Kayseri'de ise benzer bir hastane 3 milyar 443 milyona. Herhâlde bu rakamlar bile bize neyin ne kadar akılcı, neyin ne kadar cin akılla izah edilmeye çalışıldığını gösteriyordur. Sonuçta Türkiye'deki her insanın bir aklı var. Bazı arkadaşlar bazı yasaları savunmak zorunda olabilirler bulundukları konum itibarıyla ama bunu akılla izah etmeleri karşılarındakine ne ifade etmeye çalıştıklarının bence bir belirtisi. O bakımdan, bunu akılla izah etmeyip cinlikle izah etmelerini ben tavsiye ediyorum.
Bu arada, tabii ki hep bir memnuniyet araştırması yapılıyor yapılan sağlık çalışmaları üzerinde. Bu memnuniyet araştırmalarında hasta memnuniyetinin yüzde 60'lara çıktığını ifade eden bazı anketler de var; doğrulukları tabii ki tartışılır çünkü ne kadarlık hastanın ne kadarını ifade ettiklerini bilmiyoruz. Ama, hastaların penceresinden bakmakla beraber sağlık çalışanlarının penceresinden pek bakan yok. Her ne kadar Mecliste sağlıkta şiddeti araştıran bir komisyon kuruldu, ne çalıştığını da şimdilik daha somut görmedik, tabii ki raporu hazırlandığında göreceğiz ama şiddet sürüyor, sağlıktaki memnuniyet sanıyorum tek taraflı işliyor. Bunu niye söylüyorum? Bir hekim arkadaşımızın bir mektubu ulaştı hepimize, doktor arkadaşların birçoğuna ulaşmıştır. Ben mektubun tamamını okumayacağım size, oldukça zaman alabilir, yalnızca şunu özetle söylemek istiyorum, hekim diyor ki: "Arabanızı tamir ettirirken iyi bir ustaya ve sizin aracınıza zaman ayırmasına önem verirken hekime gidildiğinde daha çok hasta bakmasına ve çok hızlı tedavi yapmasına önem veriyorsunuz ve performans sistemini bunun üzerine kuruyorsunuz. Biz hekimler araba tamircisinden daha mı değersiziz? Ya da evinize fayans döşeteceğiniz zaman en hızlı döşeyen ustayı değil, en sağlam döşeyen ustayı tercih ediyorsunuz. Peki, biz hekimler bir fayans ustası kadar yapamaz mıyız bu işleri?" Dolayısıyla, işe tek yönlü, yalnızca kendi penceremizden değil karşımızdakinin yerine kendimizi de koyarak bakabilmemiz lazım. Hani hep empati yaptığını söyleyenler var ya, onlar gibi olmak lazım, "duygudaşlık" denilen şeyi burada da yerine getirmemiz lazım. Şu anda biz kamu adına el kaldırıp imzalar atarak yasa çıkaran bir kurumuz ama bizim asıl yapmamız gereken burada, bizden sonrakilerin ne yapacağı.
Tekraren partim adına şunun altını çizmek istiyorum: Kamu-özel ortaklığı bir finans modelidir, risk paylaşım sistemi üzerine yürür. Bu riskin paylaşımında yalnızca özelleştirerek bu şirketlerin ihalesini alan kısım avantajlı ise burada millet adına hepimizin "Ne oluyor?" diye sormamız en akılcı tutum olur diye düşünüyorum.
Ve parti olarak önergeyi desteklediğimizi belirterek hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Demirel.