| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 08.12.2020 |
HDP GRUBU ADINA EBRÜ GÜNAY (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradan sizleri ve ekranları başında bizleri izleyen halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Bütçe teklifini, tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi şartlarında tartışıyoruz. Bilindiği üzere, salgının varlık ve yokluk ekseninde süren etkisi, ekonomiden sosyal yaşama, eğitimden adalete dek çok ciddi etkileri oldu. Pandemiyle mücadelede halkın sağlığını gözeten, yaşamlarına devam etmelerini sağlayacak politikalar yerine, onlara IBAN göndererek çözüm arayan ve halk sağlığı yerine sermayenin sağlığını düşünerek tüm verileri saklayan bir iktidarla karşı karşıya kaldık.
Yaşadığı yapısal krizlere yeni krizler ekleyen iktidar, bizleri daha da yoksullaştırmaktan başka bir şey yapmadı. Tam da böylesi bir süreçte, hiçbir şey olmamış gibi bir önceki yılın bütçesini olduğu gibi tekrardan bütçe olarak Meclise sunuyorlar.
Bütçe demek, adil bir gelecek kurmak, yaşama verilen değer ve bu değerleri savunmak demektir. Halkın bu bütçedeki söz ve denetleme hakkına da evrensel olarak bütçe hakkı denilir.
Sunulan bütçeden de görüldüğü üzere bütçe hakkı gasbedilmiş, sadece sarayın hakkına dem vurulmuştur. Halktan değil saraydan, savaştan ve yandaştan yana kullanılan, hepimize değil yüzde 1'e çalışan bir bütçeyle karşı karşıyayız. Bu hâliyle sarayın bütçesi, emek sömürüsünün, gelir adaletsizliğinin, bölgesel eşitsizliğin, doğa katliamının, cinsiyet ayrımcılığının bütçesidir. Sarayın bütçesi, israfın, yolsuzluğun, talanın, rantın bütçesidir, halkın bütçesi değildir.
Ülkeyi lüks, israf ve yolsuzlukla maalesef ki boğdunuz. Diyanetin 2020 yılı takvimi için 9 milyon TL harcadığı basına yansımıştı. Bu rakam, yaklaşık olarak 3.870 asgari ücretlinin bir aylık maaşına, Cumhurbaşkanının yedi aylık maaşının 15 katına denk geliyor. 2021 yılı için ise takvime harcanacak olan miktar 10,5 milyon TL olarak belirlendi. Talan ve gasptan ibaret kayyum rejiminin ise sadece Mardin'de yaptığı yolsuzluğun Türkiye tarihinde eşi ve benzeri yoktur.
Yoksulluğu derinleştirdiniz. Vekillik yaptığımız bölge kentleri, İllerde Yaşam Endeksi sıralamasında genellikle son sıralarda. Sigortasız çalışanların yüzde 20'si ve işsizlerin yüzde 20'si maalesef bu kentlerde. En yüksek işsizlik oranları da bölge kentlerinde olup ortalama yüzde 20 ve 30 civarında. Kadınlarda ise bu oran yüzde 43'e kadar yükselmekte maalesef. Bölge kentlerinin nüfusunun ve iş yerlerinin büyük çoğunluğunu kapsayan Mardin, Urfa, Diyarbakır, Antep, Erzurum ve Van Büyükşehirleri başta olmak üzere bütün kentlerde var olan yoksulluk ve işsizlik pandemi nedeniyle daha da derinleşmiştir.
Sonuç olarak şunu ifade etmek isterim buradan: Sarayın bütçesi, emek sömürüsünün, gelir adaletsizliğinin, bölgesel eşitsizliğin, doğa katliamının ve cinsiyet ayrımcılığının bütçesidir. Sarayın bütçesi, israfın, yolsuzluğun, talanın bütçesidir ve bizler buna mecbur değiliz.
2021 yılı, emekçiler, emekliler, kadınlar, gençler, çiftçiler, esnaflar, işsizler için çok zorlu bir yıl olacak. Pandemiyle artan işsizlik ve yoksulluğa karşı vatandaşlarımızı ekonomik güvenceye alacak bir bütçe yapmalıyız. 2021 yılı bütçe tercihlerini değiştirerek tüm vatandaşların temel ihtiyaçlarını güvence altına alan, gelir adaletsizliğini ve bölgesel eşitsizliği azaltan, doğayı koruyan, halk sağlığını önceleyen, cinsiyet eşitlikçi, barıştan ve emekten yana bir bütçe yapabiliriz ve bu nedenle de buradan bir kez daha halkın bütçesini öneriyoruz ve halkın bütçesini de savunmaya devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlar, Anayasa Mahkemesi sarayın hukuk komisyonuna maalesef ki dönüşmüştür. Türkiye'de bir iç hukuktan bahsetmek uzun bir süredir artık mümkün değil. Anayasa Mahkemesi, tek adam rejiminin çizdiği sınırların dışına çıkmaktan itinayla kaçınmakta ama bu hâliyle bile zaman zaman iktidara yaranamamaktadır. Türkiye'deki hukuk devletinin garantisi konumunda olan, demokrasinin garantörü olan Anayasa Mahkemesi, verdiği kararlarla en başta kendisini hiçe saymış ve görevini yerine getirmemiştir. Bunu birçok davada ne yazık ki gördük. 15 üyesinden 12'sinin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından belirlendiği Anayasa Mahkemesinin kararlarının ve üyelerinin tarafsız ve bağımsız karar vermesi maalesef beklenemez. Ayrıca, Anayasa Mahkemesi Başkanının hafızalardan silinmeyen Cumhurbaşkanının önünde iki büklüm eğildiği fotoğrafı da buradan bir kez daha hatırlatmak isterim. Cumhurbaşkanını yargılayabilecek yetkileri olan bir makamın Başkanının o duruşu, en üst mahkemenin dahi bağımsız olmadığını açıkça göstermiştir. Yerel mahkemelerin bile Anayasa Mahkemesinin verdiği kararları tanımamasına şahitlik ettik.
Değerli Arkadaşlar bakın, Anayasa Mahkemesinin açıkladığı güncel başvuru istatistiklerine göre 2020'nin ilk 9 ayında mahkemeye 30.584 bireysel başvuru yapılmıştır. Böylece bireysel başvuru yolunun açıldığı 23 Eylül 2012 tarihinden 30 Eylül 2020 tarihine kadar Anayasa Mahkemesine yapılan toplam bireysel başvuru sayısı 285.220'ye ulaşmıştır. Verilen ihlal kararlarının hak ve özgürlüklere göre dağılımı incelendiğinde, ilk sırayı yüzde 55,2'lik oranla adil yargılanma hakkı ihlalinin aldığı maalesef görülüyor.
Önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş için tutukluluk süresinin makul olmaması nedeniyle yapılan başvuruda ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi, AİHM'nin Demirtaş'ın uzun tutukluluğunun hukuki değil, siyasi olduğu dolayısıyla da serbest bırakılması gerektiği yönünde verdiği karara rağmen, başka dosya gerekçesiyle, 20 Eylül 2019'dan itibaren tekrar tutuklanmasını değerlendirmeye almayarak hukuki değil, siyasi bir karara imza attığını bir kez daha göstermiştir.
Yine, AİHM, Aralık 2019'da, Kavala'nın siyasi nedenlerle tutuklandığına hükmederek ihlalin ortadan kalkması için derhâl tahliye edilmesi çağrısını yapmış, Türkiye'nin karara uymaması üzerine denetim süreci başlatmıştı. Gezi davasından beraat eder etmez başka bir suçlamayla yeniden tutuklanan Osman Kavala'nın başvurusunun öncelikli olarak işleme konulduğu bilgisini veren Anayasa Mahkemesi, elle tutulur bir hukuki gerekçe göstermeden, Kavala tarafından yapılan bireysel başvurunun görüşülmesini ertelediğini duyurmuştur. Anayasa Mahkemesinin, Cumhurbaşkanına hakaret içerikli bireysel başvuruları benzer şekilde yıllarca beklettiği düşünüldüğünde, iktidara ters düşecek dosyaları incelemekten imtina ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
İktidar, askıya alınan Anayasa, şiddet aracına dönüştürülen hukukla kriz yaratarak büyümeyi, büyüdükçe de krizlerle ayakta kalmayı amaçlıyor. Yargı üzerindeki bu baskıyı, yargı üzerindeki yürütme tahakkümünü ve yargı mensuplarının vicdanlarını çöpe atmış olmalarını, cübbelerine açmış oldukları iliklerini HDP olarak asla kabul etmediğimizi buradan bir kez daha söylemek isterim. Er ya da geç yeniden hukukun üstünlüğü sağlandığında, üstünlerin hukukuna son verildiği zaman, bu hukuksuzluğu yapanları, hangi düzeyde olursa olsun hukuku çiğnemiş olanları, yürütmenin baskılarına boyun eğenleri ve yürütmeyle hareket etmiş olanları, elbette bağımsız, tarafsız bir yargı tarafından hukuki bir süreç bekleyecektir ve herkes elbette bağımsız, tarafsız bir yargıya hesap verecektir.
Talimatsız hareket edemeyen yargının cezaevlerine yansımasına da değinmek gerek buradan bir kez daha. Cezaevlerinde uzun süredir hak ihlalleri ve insan hakları onuruna aykırı uygulamaların yaşandığı herkesçe biliniyor ve oralar âdeta fiziksel ve psikolojik işkence mekânlarına dönüşmüş durumda. Hapishanelerde başta yaşam hakkı olmak üzere mahpuslar, aşırı doluluk, ciddi sağlık sorunları, tecrit ve izolasyon koşullarıyla işkenceye maruz bırakılmaktadır. Tüm bu tecrit politikalarının en ağırı ise İmralı Cezaevinde uygulanmaktadır. Hiçbir evrensel hukuk normunda karşılığı bulunmayan keyfî ve gayriinsani uygulamalarla özel bir politikanın yürütüldüğü İmralı sisteminde ağır tecrit koşullarında tutulan Abdullah Öcalan'a, Ömer Hayri Konar'a, Hamili Yıldırım'a ve Veysi Aktaş'a aile ve avukat görüşmeleri yaptırılmamaktadır ve Hükûmet bu politikaya, hiçbir hukuki gerekçe bulunmadığı hâlde, bir devlet politikası olarak devam etmektedir ki yetkililerin "Hiçbir engel yok." diyen açıklamalarına rağmen bu engellemeler ve kısıtlamalar devam ediyor. Sayın Öcalan'a uygulanan ağırlaştırılmış tecrit uygulamasına son verilmesi ve hâlihazırda cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin pandemi sürecinde daha da katmerlenmesine tepki göstermek amacıyla cezaevlerinde başlatılan süresiz dönüşümlü açlık grevleri bugün 13'üncü gününde. Bugün, İmralı'da uygulanan mutlak tecrit hâlinin istisna hâli olmaktan çıkıp tüm Türkiye'de uygulandığını hep birlikte görüyoruz. Bu nedenle, ilk yapılması gereken İmralı tecrit sisteminin ön koşulsuz bir şekilde kaldırılması ve cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine bir an önce son verilmesidir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)