GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:26
Tarih:09.12.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN EREL (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Kürsüde hatip var Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Bir dakika. Sayın Erel, bir dakikanızı rica ederim.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) - Siz dediniz ki...

BAŞKAN - Sayın Oluç, bunu tekrarlamazsanız...

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) - Hayır, Sayın Başkan, siz dediniz ki... Bakın, kayıtlara bakın. Siz dediniz ki bittiği zaman...

BAŞKAN - Bittiği zaman talebiniz olursa vereceğim dedim. Bir talepte bulunmadınız ki.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) - Tamam, siz öyle dediğiniz için ben oturuyorum. Olur mu Sayın Başkan?

BAŞKAN - Evet, İYİ PARTİ adına Sayın Ayhan Erel, buyurun. (HDP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

AYHAN EREL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yüce Türk milleti; partim İYİ PARTİ adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Şu an elleri tetikte nöbet tutan, kalbi vatan için atan, vatanımızı bekleyen tüm güvenlik güçlerimize selam olsun. Evrensel hukuk kuralları ve hukukun üstünlüğüne inanarak tarafsız ve bağımsız görev yapan hâkim ve savcılarımıza, adliye personelimize selam olsun.

Günümüzde asgari ücret 2.324, bir kısım emekli maaşı 1.500, açlık sınırı 2.500, yoksulluk sınırı ise 8.200 Türk lirasıdır. 17 milyona yakın insanımız açlık sınırının, 50 milyona yakın insanımız ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı, insanlarımızın karnını doyurmak için pazar atıklarını, çöpleri umut hâline getirdiği, üniversite mezunu gencin, atanamadığından dolayı hayatının baharında hayatından vazgeçtiği, gençlerin artık Türkiye'den umudunu kestiği, gençlerimizin yüzde 67'sinin başka ülkelere sürekli yerleşmek amacıyla göçmeyi düşündüğü, düşlerine, hayallerine, umutlarına orada kavuşmak istediği, KPSS'den en yüksek puanı aldığı hâlde mülakat duvarına çarparak hakkı gasbedildiğinden çaresizlik içinde kıvranan gençlerimizin artık hayattan bir beklentilerinin kalmadığı, resmî okullar yetmiyormuş gibi bir de özel meslek liseleri açarak 15-18 yaş grubu arasındaki yüz binleri aşan gençlerimizin kısa yoldan hayata atılma umutlarını katlettiğimiz, her ile üniversite açarak gençlerimizin işsizliğini dört beş sene ötelediğimiz, her üniversite mezunu gençten üçte 2'sini işsizler ordusuna kaydettiğimiz, gençlerimizi umutsuzluğun en koyu karanlığında yaşamaya mahkûm ettiğimiz, akıl almayan düzenlemelerle bilmem kaç gruba ayırdığımız memurlarımız arasında adaletsizliğin zirve yaptığı, eşine, çoluğuna çocuğuna hasret insanların özlemle kavrulduğu ortamda yine aynı iş yerinde çalışan taşeron işçilerden bir kısmını kadroya alıp diğer kısmını almayarak devlet eliyle adaletsizliği sağlayıp çalışma huzurunu bozduğumuz bir yerde çiftçilerin, işçilerin alın terleri, nasırlı elleriyle ortaya çıkardığı emeklerinin karşılığını alamadığı zamanımızda, yapılan anketlerde "5 bin Türk liralık öngörülemeyen bir harcamayı karşılayamayız." diyenlerin oranının yüzde 87'ye çıktığı korkunç bir sonuç karşısında, kısacası umutsuzluğun, fakirliğin, yoksulluğun hatta açlığın, karamsarlığın, hayal bile kuramayan insanların yüzde 80'leri aştığı günümüz Türkiye'sinde hangi adaletten ne şekilde konuşacağımın zorluğu içerisindeyim.

Sayın Adalet Bakanım, tabii ki bu sorunlar sizin doğrudan doğruya Bakanlığınızla ilgili değil, Bakanlığınıza yapacağımız eleştiriler de kesinlikle şahsınızla ilgili değil, bu sorunlar sizin üç yılı aşkın görev sürenizde oluşan sorunlar da değil. Şahsınızın bu sorunları çözmek için bir gayret ve çaba içerisinde samimiyetle mücadele verdiğinizi de özellikle belirtmek isterim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin temel sorun alanlarından birini yargı oluşturmaktadır. Yargının işleyişine ilişkin kamuoyunda oluşan yaygın güvensizlik duygusu ve toplumda güçlü bir şekilde kendisini hissettiren adalet anlayışı ve beklentisi, yargının kendisinden beklenen özgürlükleri koruma ve adalet dağıtma işlevini gereği gibi yerine getirememesinden beslenmektedir.

Ülkemizde yayın yapan ulusal televizyon kanallarının bazılarında, öğleden sonra yapılan programlarda, cinayete kurban giden yakınını kimin öldürdüğünü, kızını kimin kaçırdığını, evinin kim tarafından soyulduğunu... Bunlara benzer, aydınlığa kavuşturulamayan ve yargının çözmesi gereken birçok olayın yargı tarafından çözüme kavuşturulamamasından dolayı vatandaşların çareyi televizyon kanallarında araması, maalesef, hepimizi üzmektedir. Bu durum dahi, yargıya olan güvenin ne denli azaldığını, vatandaşın çözümü medya yargısında aradığını üzülerek görmekteyiz. Bu sebeple, yargı alanında yaşanan sorunların çözümünde yargıya dair güvensizlik duygusunun bir an önce aşılması gerekmektedir.

Adli yıl açılışı törenlerinde yüksek mahkeme başkanlarının yargı sorununu tespit eden ve çözüm önerilerini sunan konuşma metinleri, konuyla ilgili meslek kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin hazırladıkları raporlar ile konuya ilişkin kaleme alınmış birçok akademik çalışma mevcuttur. Nitekim, son yıllarda, başta demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanları olmak üzere hemen hemen her alana dair eksikliklerin ve yanlışlıkların dile getirildiğini görmekteyiz.

Yargının, görevlerini bağımsız ve tarafsız şekilde gerçekleştirmesine imkân tanıyan ve yürütmenin ve yasamanın kuvvetler ayrılığı ilkesine riayet ettiği bir ortamda çalışması bu sorunları çözecektir. Hâkimler ve Savcılar Kurulunu düzenleyen anayasal değişiklikler, kurulun yürütme erkinden bağımsızlığını daha da zayıflatmıştır. Bunun sonucu olarak, temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukuki mekanizmalar temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüşmüştür. Hâkimler, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline gelmiştir.

Adalet dağıtma görevi, devletin temel fonksiyonlarından biridir. İnsanların devletten talep ettiği önceliklerin başında, şüphesiz, adalet gelmektedir. Toplumun adalet beklentisini karşılayan devletler, huzuru, güvenliği ve barışı sağlayarak daim olmuşlar; adaletten sapan devletler ise yıkılıp gitmişlerdir. Bu nedenledir ki "Adalet mülkün temelidir." ilkesi evrensel geçerliliğe sahip bir ilke olarak kabul görmüştür.

Toplum ve devlet hayatında hayati önemi nedeniyle hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik devletlerde adaleti dağıtma görevi yasama ve yürütmeden bağımsız kılınan yargı organlarına bırakılmıştır. Yargının varlık sebebi, bireylerin hak ve özgürlüklerini devlet karşısında korumaktır. Yargının bu hayati işlevi, görevi yerine getirebilmesi için siyasi iktidardan bağımsız olması ve yargısal iktidarını kullanabileceği bir özerk alana sahip olması gerekmektedir. Bu sebepledir ki yargı, bireylerin hak ve özgürlüklerini güvence altına alabilmenin, herkese hak ettiğini teslim edebilmenin ve adaletli kararlar verebilmenin bir gereği olarak bağımsızlık zırhıyla donatılmıştır. Yargıya tanınan bu ayrıcalık, adaleti sağlama amacına yöneliktir. Bu bağlamda, yargı bağımsızlığı ilkesi, başlı başına bir amaç değil, hukuki barışın gerçekleştirilmesinin bir aracıdır. Yargının tarafsızlığı ise nihai amaç olan yargının adil kararlar verebilmesinin bir araç değeridir. Asıl amaç, yargının adalet dağıtmasının sağlanmasıdır. Buna göre, yargının adaletli kararlar verebilmesi için tarafsız olması, tarafsız olabilmesi için de bağımsız olması gerekmektedir.

Siyasal iktidarlar, hiçbir kayıtla kendisini bağlı kılmak istemediği için yargı organlarını zaman zaman ayak bağı olarak görmüşlerdir. Aslında siyasi iktidarın geçmişten ders alarak yargının araçsallaştırılması düşüncesini bir tarafa bırakması gerektiğini düşünüyorum. Muhalefet partisi sözcüsü ve bir avukat olarak ifade etmeliyim ki on sekiz yılda fiziki yapı olarak yargıda önemli ve güzel işler yapılmıştır. Hükûmet konaklarının altında görev yapan mahkemeler, yapılan adliye binalarıyla sığıntı olmaktan kurtarılmıştır. Bilişim sistemine ayak uydurmak suretiyle UYAP sistemi geliştirilmiş, yargı mercilerine ulaşmak kolaylaşmıştır. Artık adliyelere gitmeden duruşmalara girmenin yolu açılmıştır. Sorunları önlemek adına Arabuluculuk kurumu geliştirilmiş, özellikle İstanbul Havaalanı'na açılan mahkemeyle yurt dışından gelen vatandaşlarımız için büyük sorun olan problem ortadan kaldırılmıştır. Diğer havaalanlarına da SEGBİS'le bir çözüm bulunabilir mi diye araştırılmasını teklif ediyorum. Sayın Bakan ve ekibine bu konularda teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidardaki AK PARTİ'nin siyasi hikâyesinde, siyasi rekabet ve mücadelede yargının nasıl kullanıldığına dair çok sayıda veri hâlâ zihinlerimizde tazeliğini korumaktadır. AK PARTİ'nin ana gövdesini oluşturan siyasi hareketin içinden çıktığı Refah Partisi ve Fazilet Partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması, partinin kurucu üyelerinden Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Siirt'te bir miting esnasında okuduğu bir şiirden dolayı hakkında açılan davada mahkûmiyet kararı verilmesi, 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçiminde AYM'nin meşhur 367 kararıyla Abdullah Gül'ün engellenmesi, 2008 yılında laiklik ilkesine aykırılık iddiasıyla AK PARTİ hakkında Anayasa Mahkemesinde dava açılması, 7 Şubat 2012 MİT krizi, 17-25 Aralık operasyonları, siyasi aktör ve siyasi parti düzeyindeki tasfiyelerde yargının nasıl kullanıldığını ve araçsallaştırıldığını açıkça ortaya koymaktadır.

Yine, yargının tarafsız olmayıp beynini ve kalemini başka yerlere kiraya verdiğinin hazin ve acı tablolarından bir tanesi de kahraman, şerefli Türk ordusuna şerefsizce Ergenekon, Balyoz, Poyraz, casusluk gibi isimlerle kurulan kumpaslardır. Yargının araçsallaştırıldığında bu devletin kahraman Genelkurmay Başkanı, terör örgütübaşı olarak yargılanmış ve hapsedilmiştir. Dolayısıyla, hukuk herkese lazım olacağından, bağımsız, tarafsız ve korkusuz olmalıdır. Tüm bunların ardından, bugün ülkemizde adaletin egemen olduğunu söylemek mümkün müdür? Türk insanı mutlu mudur, ülkemizde adalete olan güven tesis edilmiş midir? Bu soruya "Evet." cevabı vermeyi bir eğitimci ve hukukçu olarak herkesten çok ben isterdim ama maalesef, halkımız sokakta bu soruya haykırarak "Hayır." diye cevap vermektedir. Siyasal iktidar da umarım ve dilerim ki bu haykırışın ve feryadın farkına varır. Ülkemizde toplumun tüm kesimleri; adaletsizliğe, haksızlığa uğradığını düşünmekte, hukuksuzluğun egemen olduğu bir ülkede yaşadığını algılamaktadır. Genelde insanlık, özelde ülkemizin insanı, dün olduğu gibi bugün de adaletin peşinde koşmuş, aramış ve hâlen adaleti aramaya devam etmektedir. Bizim insanımız, ileri demokrasilerle yönetilen diğer ülkelerdeki insanlar gibi adaletin egemen olduğu bir ülkede yaşamak istemektedir. Bu istek, herkesten çok, yüce Türk milletinin hakkıdır. Bu nedenle, bizim insanımız; mutsuz, düş kırıklığı içinde, gelecekten umutsuz, psikolojisi bozuk bir hayatı sürdürmeye mecbur bırakılmamalıdır. Bu mecburiyet, Türk halkının, Türk milletinin kaderi olmamalıdır. Yoksulluk ve haksızlıkla sınanan bizim insanımız, çaresiz bırakılmamalıdır.

On sekiz yıldır siyasal iktidarı elinde bulunduran Adalet ve Kalkınma Partisi, acaba isminin içinde bulunan "adalet" duygusunu neden toplumda tesis edememiştir, bunu bir araştırmak ve soruşturmak lazım gelir diye düşünmekteyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemde olan son adalet reformuyla ilgili de kalan süre içerisinde birkaç kelam etmek istiyorum. Türkiye'de, bana göre, adalet reformuna gerek yok çünkü kanunlarımız gayet açık ve net. Burada yapılması gereken, bu adaleti, kanunları uygulayanların kafalarında reform yapmak gerekiyor. Bazı kanun uygulayıcıları, bazı makamlara şirin görünmek adına hadlerini ve görevlerini aşarak çeşitli olumsuz kararlar vermektedirler, bu da Bakanlığımıza ve adalete mal edilmektedir.

Tartışmamız gereken diğer bir husus "Türkiye Cumhuriyeti devleti hukuk devleti mi olacaktır, kanun devleti mi olacaktır?" AK PARTİ'li arkadaşlarımızla konuştuğumuzda kendileri yaptıkları her işin kanunlara uygun olduğunu söylemektedir. Doğru, yaptığınız işler kanuna uygundur ama çıkardığınız kanunlar hukuka uygun mudur, bunu tartışmak gerek. Sayısal üstünlüğünüze güvenerek çıkardığınız kanunlarla milleti ve memleketi idare edebiliriz ama bu kanunların evrensel hukuk kurallarına, hukukun üstünlüğüne uygun olup olmadığını tartışmadan çıkarırsak o zaman Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devleti olmaz, kanun devleti, kararname devleti, tüzük ve yönerge devleti hâline gelir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

AYHAN EREL (Devamla) - Bütçemizin Türkiye Cumhuriyeti devletine, aziz Türk milletine hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)