GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:27
Tarih:10.12.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA YASİN ÖZTÜRK (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2021 yılı Enerji Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının bütçesi üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, bu mevcut sistemin ne kadar ucube olduğunun bir kanıtı da şu anda mevcut Bakanlarımızın, kendi Bakanlık bütçeleriyle ilgili olarak Komisyon yerlerinde bulunmaması bile ne kadar ciddiyetsiz olduklarının, kendi bütçelerine sahip çıkamadıklarının bir göstergesidir. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Konuşmama Anadolu'dan bir nefesle başlıyorum:

"Maden Dağı arpalık, eğer saban yürürse,

Bütün dereler değirmen, eğer suyu gelirse,

Her köylüden bir tavuk, eğer köylü verirse,

Bunun sonu iyi değil, eğer böyle giderse."

Temel olarak enerji politikalarının esası, tüm tüketicilere yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve güvenilir bir şekilde sunulmasıdır. Vatandaş için enerji kullanımı bir hak, enerji kaynakları ise toplumun ortak malıdır. Bu nedenle, enerji ihtiyacının karşılanması kamu yararı dikkate alınarak yerine getirilmek durumundadır. İlgili kanunlarda kamu yararı adına bu görev, ülkenin enerji ve tabii kaynaklara olan kısa ve uzun vadeli ihtiyacını belirlemek, temini için gerekli politikaların tespitine yardımcı olmak, planlamaları yapmak üzere Enerji Bakanlığına verilmiştir. Enerji, küreselleşen dünyanın en kronik sorunu hâline gelmiştir. Özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, kıt ve kıymetli olmasına rağmen sınırsız ve sorumsuzca tüketilen enerji kaynaklarından maksimum fayda sağlamak üzere bütçelerinden enerji kaynaklarına büyük pay ayırmaktadırlar.

Sayın Bakan Fatih Dönmez, Plan ve Bütçe Komisyonunda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının 2021 yılı bütçesinin sunumunda, Bakanlık olarak MTA, MAPEG, TENMAK, EPDK ve NDK dâhil olmak üzere 2021 Yılı Bütçe Kanun Teklifi teklif toplamının 5 milyar 61 milyon 810 bin lira olduğunu bildirmiştir.

Enerji politikaları belirlenirken ve stratejiler çizilirken pek çok faktör dikkate alınmaktadır. Enerji sektörü, sanayiden tarıma, ulaşımdan iletişime, sağlığa ve uluslararası ilişkilere kadar hemen hemen her alanı hem etkilemekte hem de bu alanlardan etkilenmektedir. Bunlarla birlikte, güvenlik, coğrafi konum, emperyal algılar, karşı politikalar, teknolojik gelişmeler, iklim değişikliği, siyasal ve ekonomik krizler, bölgesel çatışmalar enerji politikaları belirlenirken dikkate alınmak zorundadır.

Enerji politikalarında temel unsurlar kolay kolay değişikliğe uğramasa da, koşullara bağlı olarak sürekli bir argüman geliştirme zorunluluğu bulunmaktadır. Enerji politikalarına ve sektörün düzenlenmesine altyapı oluşturan kurum ve kuruluşların kurulma amacı da işte budur. Başta petrol ve gaz rezervleri olmak üzere enerji kaynaklarına doğrudan ulaşmak, bu kaynakların aktarılacağı enerji yollarının planlamasını yapmak ve denetimini sağlamak, küresel sermayenin enerji politikalarını belirleyen unsurlar olarak görünmektedir.

Uluslararası sermaye "sürdürülebilir kalkınma" söylemi adı altında, dünya genelinde enerji üretim ve tüketimini belirlemekte, kendi çıkarları doğrultusunda kaynak paylaşımına şekil vermektedir. Henry Kissinger'in meşhur bir sözü vardır: "Petrolü denetlerseniz devletleri, gıdayı denetlerseniz halkları kontrol altına alırsınız". Bu sözün geçerliliği, enerji kaynaklarının paylaşımı için savaşı göze alan, sömürgeler oluşturan dünya devletleri göz önüne alındığında daha da anlamlı bir hâle gelmektedir.

İlginçtir ki dünyadaki birçok ülke, enerjideki bağımlılığın ve enerji güvenliğindeki zayıflamanın temeli gördüğü özelleştirme politikalarından vazgeçmiş, stratejik kurumlarını kamu kontrolüne tekrar almaya başlamıştır.

Enerji arzında 2002 yılında yüzde 67,2 olan dışa bağımlılık, 2018 yılında yüzde 72,4'e yükselmiştir. Türkiye'nin hızla artan enerji ithalatının faturası 2019'da 41,6 milyar dolar olmuştur. Sayın Bakanın içinde sitemde barındırarak açıkladığı 5 milyar 61 milyonluk bütçe, yerli kaynakların kullanımının artırılıp enerjide dışa bağımlılıktan kurtulabilmemiz için yeterli bir tutar değildir. Hele ki Enerji, Ulaştırma, Sanayi Bakanlıkları gibi icracı bakanlıkların gediklisi birkaç firmanın bir seferde aldıkları ihale ve teşvik miktarları düşünüldüğünde -ki aldıkları bir ihale bile Bakanlık bütçesinin üzerindedir- Sayın Bakan tarafından açıklanan bütçe tutarı yetersizdir.

Ancak dünya ekonomisi üzerinde değerlendirmeleriyle bilinen bir İngiliz gazetesinin tespiti üzerine, devlet varlıklarını satmak AK PARTİ'si için bir tutku hâline gelmiştir. Bugün ülkede sadece enerji kuruluşları değil, devletin bütün stratejik kurumları bu tutkuyla satılmıştır. Devletin elinde ne yatırım yapacak bir kurum ne enerji güvenliğini sağlayacak bir bakanlık kalmamıştır. Enerji Bakanlığı, elektrik, maden, petrol, doğal gaz gibi adında zenginlik barındıran, iştah kabartan bütün kurumlarını elinden çıkarmıştır. 5 milyar 61 milyonluk bütçe, yatırımlarını, görevini devretmiş, sadece bürokratik işlemlere aracılık eder hâle gelmiş bir Bakanlık için çok fazladır.

Bu arada, dünyada birçok ülke, iklim değişikliğiyle mücadele konusunda bütçelerinden önemli tutarlar ayırmakta, Avrupa Birliği ülkelerinin liderleri ise bu konuda Avrupa Birliği bütçesinin en az yüzde 25'nin ayrılmasını talep etmektedirler. 2021 yılı merkezî yönetim bütçesinde ise sürdürülebilir çevre ve iklim değişikliğine ayrılan tutar merkezî bütçenin sadece binde 1'i civarındadır. İktidar, çevreyi "teşvik, istisna ve indirim altında milyarlar aktardığı 5'liler" olarak algılarken, iklim değişikliği ile kuraklık, sel, orman yangını ve aşırı hava olayları kaynaklı afetler arasındaki bağlantıyı kuramamıştır.

Değerli milletvekilleri, arşiv önemlidir. Partilerin seçim beyannameleri de bir arşiv niteliğindedir. Beyannamede verilen vaatler, yemin niteliğinde bağlayıcı olduğu kadar gelecek için de ışık tutar. Siyasete, 2001 yılında "Erdemliler Hareketi" olarak adım atan AK PARTİ'sinin ilk seçim beyannamesi de işte, bu açıdan önemlidir.

AK PARTİ'sinin 2002 tarihli seçim beyannamesinde enerjiyle ilgili bölümde bakınız neler söylenmekte: "Geçmiş hükûmetler, son dönemlerde uyguladıkları politikalarıyla enerji alanını Türkiye için acil ve içinden çıkılması zor bir sorun hâline getirmişlerdir. Ülkemizin öngörülebilir büyüme perspektifleriyle bağdaşmayan al ya da öde anlaşmaları, imtiyaz ve işletme hakkı devir sözleşmeleri, Türkiye'yi taşınması giderek zorlaşan bir mali külfetle karşı karşıya bırakmaktadır. Bu mali külfetin yüksek birim fiyatlar ve yüksek vergilerle tüketicilere aktarılması, enerji tüketimini caydıran, büyümeyi yavaşlatan, yerli sermayemizin rekabet edebilirliğini azaltan ve yabancı sermaye yatırımlarını engelleyen sonuçlar doğurmaktadır. İletim, dağıtım ve faturalandırma aşamalarında ortaya çıkan yüksek kayıp ve kaçak oranlarının kabul edilebilir dengelere çekilmesi için gerekli önlemler alınacaktır."

Sadece birkaç cümlenin bile on sekiz yılda defalarca tekrarlanması ve hâlâ icraata geçirilmemesi bakımından önemli olduğu için paylaşma gereği, ihtiyacı hissettim. On sekiz yıl içinde verilen sözün muhatabı olan vatandaş adına şimdi sormak istiyorum: Ülkemizi taşınması giderek zorlaşan mali külfetle karşı karşıya bırakan imtiyaz ve devir sözleşmelerinden vazgeçmek yerine, neden imtiyazlardan beslenen tekeller oluşturdunuz? İletim, dağıtım ve faturalandırma aşamalarındaki kayıp kaçak oranlarını azaltmak için ne yaptınız? Vatandaşın enerjiye ilişkin fatura bedellerini indirmek adına ne yaptınız? Yüksek birim fiyat ve vergilerle arttığını eleştirdiğiniz elektrik faturalarıyla ilgili hangi vergiyi almaktan vazgeçtiniz? Vergilerde indirim yerine vergi çeşitliliğinde artırıma neden gittiniz?

Verdiğiniz ama unuttuğunuz sözünüzü hatırlatayım: Elektrik dağıtım özelleştirmeleri; ucuzluk yerine, elektrik tarifeleri ve hizmet bedelleriyle pahalılık getirmiş, tüketiciden dağıtım şirketlerine mali kaynak aktarmanın yasal yolunu oluşturmuştur. Özelleştirmeler sonrasında özel sektör tarafından yapılacağı ifade edilen yenileme yatırımı harcamaları, beklentinin aksine önceki yıllara göre artmış ve tarifeler yoluyla tüketiciye yansıtılmıştır. Dağıtıcı şirketlerce satışı yapılacak enerji bedelinin tespitinde sorunlar yaşandığı görülmektedir. Konuya ilişkin yasal düzenlemelere karşın EPDK tarafından enerji dağıtımı yapacak şirketlerin uygulayacakları satış fiyatlarının tespiti ve güncellenmesine ilişkin bir formül geliştirilememiştir. Bugün, özel şirketler tarafından faturalandırılan bir ev abonesi, ödediği fatura miktarının yüzde 51'ini "elektrik bedeli", kalan kısmını ise "diğer ücretler" olarak ödemektedir. Bir elektrik faturasında kullanım ve dağıtım bedeli yanında, enerji fonu, TRT payı, elektrik tüketim vergisi ve KDV alınmaktadır. İşin ilginç olanı, elektrik bedellerinin ödenmesine dâhil edilen vergilerin KDV'si de ödenmektedir. Yani verginin vergisini de vatandaş yüklenmektedir. Bununla birlikte kayıp kaçak mücadelesinden vazgeçilmiş, bu kalem, vatandaşın ödemekle zorunlu olduğu ve neredeyse faturaya sabitlenen bir bedel hâlini almıştır.

Öte yandan, elektrik enerjisi alanında, özel üretici şirketlere, önceki dönemlerde devam eden yap-işlet-devret ve işletme hakkı devri uygulamalarına ek olarak yeni destek uygulamalarıyla 2019'da yaklaşık 47 milyar lira ödeme yapılmıştır. Bu ödemelerle sadece son yılda yaklaşık 23 milyar lira, piyasa fiyatlarının üzerinde ilave bedel olarak özel şirketlere transfer edilmiştir. Buna karşın, ödenmiş vergilerin KDV'sini bile vatandaşa ödeten iktidar, Enerji Fonu için vatandaşa vergi dayatan iktidar, tüketicilerden aldığı Enerji Fonu bedellerini Enerji Bakanlığı hesabına yatırmakla yükümlü elektrik şirketlerinden tahsilat gerçekleştirememiştir. Nihai tüketiciden çatır çatır faturaları tahsil eden enerji satışı yapan firmalar, kamuya ödemesi gereken bedeli ödememiştir. Özetle, vatandaşın elektrik kullanma hakkı, iktidarla birlikte piyasanın insafına terk edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, birçok dünya ülkesinde kıt bulunan hatta bulunmayan enerji kaynaklarına sahip olan ülkemiz, sömürü zihniyetini uluslararası organizasyonlar ve uluslararası karteller aracılığıyla devam ettirmek isteyen emperyal ülkeler tarafından kıskaç altındadır. Yeni sömürü düzeninin adı da ne yazık ki bazen "uluslararası yatırımlar" olarak masumlaştırılmaktadır. Ne yazık ki ülkemizde de maden arayan şirketlerin büyük çoğunluğu yabancı sermayeyle kurulmuş şirketlerdir. Kurulan yabancı ortaklı şirketlerin büyük bölümünde yerli sermaye payı ise yok denecek kadar azdır. Ülkemizde maden arayan şirketler arasında Avrupa'da Almanya, Fransa, İngiltere, Yunanistan gibi ülkeler olduğu gibi ABD, Kanada, Rusya ve Çin bulunurken Cayman Adaları, Vincent Adaları gibi kara para aklamalarıyla bilinen ada ülkeleri bile yer almaktadır.

Peki, ulusal kaynaklarımızın bu denli yağmalanması, sadece uluslararası tekellerin yatırım açlığından mı kaynaklanmaktadır? Hayır. İktidarın bu şirketlere tanıdığı izin, arama, işletme aşamalarında bürokrasiyi azaltacak tedbirleri alması, teşvikler uygulaması ve ülkenin her alanını maden aranacak saha hâline getirmesinden kaynaklanmaktadır. Bu aşamada altın kartelleri lehine ilk adım, 26 Nisan 2004 tarihinde çıkarılan 5177 sayılı Kanun'la atılmıştır. Daha sonra birçok kanundaki değişlikle de, özel çevre koruma bölgeleri, millî parklar, tabiat parkları, tarım, mera, su havzaları, yaban hayatı koruma sahaları, orman, ağaçlandırma alanları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, kara suları, kültür ve turizm koruma bölgeleri, askerî yasak bölgeler, imar alanları, birinci derece sit alanları madencilerin hizmetine sunulmuştur.

Yerli kaynakların yabancılara havale edilmesi o kadar sıkıntılı bir hâl almıştır ki bu konuda Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulan Maden Holding AŞ Genel Müdürünün açıklamaları önemlidir: "Madenciliğin güçlü olmadığı ve devletin güçlü bir şekilde bu sektörde olmadığı ülkelerin gelişmesi mümkün değil. Hiçbir zaman devletçi bakmıyoruz ama burada devletin gelir yaratan bir model yaratması gerekiyor." demiş. Sadece birkaç cümleden oluşan bu açıklama, içerisinde AK PARTİ'sinin zihniyetinin özetini ve itiraflarını da barındırıyor; bu, bir itiraftır.

Evet, devlet güçlü bir şekilde madencilik sektöründe artık yoktur. Etibank, Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, Karadeniz Bakır İşletmeleri, Türkiye Kömür İşletmeleri, Türkiye Taşkömürü Kurumu gibi madencilik alanında uzman kamu kuruluşları AK PARTİ'si döneminde özelleştirilmiştir. Bu kurumların içi bu iktidar döneminde boşaltılmıştır. FETÖ bu özelleştirmeler sayesinde finansal açıdan palazlanmış, FETÖ'nün gelir kaynakları içerisinde en büyük payı madenlerden elde ettiği gelirler oluşturmuştur.

"Devletçi bakmak" ne demektir? "Kâr etmek benim önceliğim değil, zarar da etsem cebimden mi çıkacak?" yaklaşımı mıdır? "Devletçi bakmak" ne demektir? Yönetim kurullarına, hatta bir değil aynı anda birkaç kurumun yetkili kurullarına eş dost, akraba yerleştirmek mi demektir? "Devletçi bakmak" ne demektir? Siyaseten küstürülmemesi gerekenler için, susturulması gerekenler için, kenarda bekletilenler için görev icat edilmesi mi demektir? "Devletçi bakmak" ne demektir? Belki iktidar ve atadıkları bilmiyor olabilir; "devletçi bakmak" devletin her kuruşuna sahip çıkmak demektir; "devletçi bakmak" kamu yararını ön planda tutmak demektir; "devletçi bakmak" "Benim cebim dolsun, gözüm doysun." demek değil "Vatandaşın karnı doysun." Demektir; "devletçi bakmak" devletin hakkını yetim hakkıyla bir tutmak demektir. Sözün özü şudur ki devletin elinde özelleştirilecek maden adına kurum kalmamıştır. Yeni bir kurum oluşturup kamu-özel iş birliğiyle, kamu ihalelerinin her daim gediklisi olan şirketlere büyük ölçüde kamusal denetim dışında olan Varlık Fonu güvencesiyle kaynak aktarılmasının yeni bir yolu açılacaktır.

Değerli milletvekilleri, yine enerji ve yabancı yatırımcılar konusundan devam etmek istiyorum. 2002 beyannamesinden itibaren AK PARTİ'sinin istikrarlı olarak karar aldığı ve uyguladığı tek konu yabancı yatırımcıların Türkiye'ye davet edilmesidir. Daha iktidar olmadan umudunu yabancı yatırımcıya bağlayan AK PARTİ'si, son davetini daha birkaç gün önce Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapmıştır: "Altını çizerek ifade etmek isterim ki on sekiz yılda uluslararası müteşebbisleri asla yabancı yatırımcı olarak görmedik, görmüyoruz. Kendi insanımıza hangi imkânları sağlıyorsak Türkiye'ye güvenen, Türkiye'nin yatırım ortamına inanan tüm girişimcilere de aynısını sağlıyoruz. Savunma sanayisinden gıdaya, dijital ekonomiden sağlık sektörüne kadar katma değeri yüksek, Türkiye'nin teknolojik dönüşümüne öncülük edecek yatırımları teşvik ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisinin sizlere gereken her türlü desteği sunmaya hazır olduğunu bilmenizi istiyorum."

İstikrarlı ülke ekonomilerine yabancılar yatırım yapar, yabancı ortaklıklar olmalıdır da. Ekonomide "İyi para, kötü parayı kovar." ilkesini unutmadan bu arayışa da girebilirsiniz. Ancak görülen o ki siz "iyi paranın" değil, sadece "paranın" peşindesiniz. İstikrar olmadan bu çağrıyı yaparsanız ancak kötü parayı çeker, ülkenin savunma sanayisini de, enerji kaynaklarını da yabancı tekellere farkında olmadan devredersiniz.

Gelelim, Enerji Bakanlığının bağlı ve ilgili kuruluşlarına. 28 Mart 2020 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü ile 2018 yılında kurulan ve daha kendini ispatlamaya fırsat bile bulamamış olan Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü kapatılmış, bu kuruluşların yerine Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu (TENMAK) kurulmuştur.

Bor, ülkemiz için "ekonomik ve stratejik önemdeki millî maden" statüsündedir ve bu madenin kullanım alanını arttırmak amacıyla 2003 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ilgili kuruluşu olarak Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Yapılması gereken, "millî maden" statüsündeki borla ilgili kuruluşa daha fazla kaynak aktarmak olmalıyken kurum kapatılmıştır; yıllara dayanan uzmanlık, kurumsal birikim, deneyim ve hafıza yok edilmiştir. Bütçesi kısıtlı bir organizasyon yapısı içerisinde, yetki ve görev dağılımı belirsiz yeni bir kurum çatısı altında millî madenimiz değersizleştirilmiştir.

Aynı şekilde, altmış dört yıllık köklü bir kuruluş olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu kapatılırken, konuyla doğrudan ilişkisi olmayan kurumlarla birleştirilip faaliyet alanı daraltılırken kapatılma gerekçesi bile açıklanmamıştır. TAEK'te yıllarını vererek nükleer alanda yetişmiş, gerek atıl bırakılarak gerekse hak ettikleri görev verilmeyerek dışlanmış olan fizik ve nükleer mühendislerine memlekete hizmet imkânı vermek gerekir. Maalesef, Nükleer Düzenleme Kurumunda da Dışişleri Bakanlığında olduğu gibi bol bol kurum dışı atamalar yapıldığının altını çizerek söylemek istiyorum.

Bir kurum açmak, kamudan aktarılan kaynak demektir. Kararnameyle kapatılan kurumlardan NATEN, 2018'in Temmuz ayında kurulmuştu. Kuruluşu üzerinden daha bir buçuk yıl geçmeden bu kurumu kapatmak, birbiriyle alakasız kurumlarla birleştirmek, vizyonsuzluğun daniskasıdır. Kararnamede TENMAK'ın görevlerine ilişkin olarak "yapar veya yaptırır" ifadeleri yer almaktadır. Deneyim ve birikimi yok edilen kurumların bu görevleri kendilerinin yapması olası olmadığına göre, bu görevler adrese teslim şirketlere yaptırılarak kaynak aktarılacaktır; işte, eski kurumların kapatılıp yeni bir kurum icat edilmesinin gerçek nedeni de budur.

Bakanlığın ilgi ve yetki alanındaki kuruluşlardan devam edeyim: Enerji Bakanlığının ilgili kuruluşu Eti Madenle ilgili olarak 24 Şubat 2017 tarihinde bir kararname yayınlanmış, kuruluşun bütün hisselerinin Türkiye Varlık Fonuna devredilmesi kararlaştırılmıştır. Türkiye Varlık Fonuna devredilen kuruluşların akıbeti ortadadır. Arsalar parsel parsel, hisseler katar katar satılmaktadır.

Yine, Bakanlığın ilgili kuruluşu TKİ, Sayıştay raporlarında yer alan ifadeyle söylüyorum: "Yöneticilerin verilen sermayeyi ve sağlanan diğer kaynakları verimlilik ve kârlılık esaslarına göre kullanma ve değerlendirme gayret ve basiretini göstermek sorumluluğu ve yükümlülüğüne aykırı davranmaları nedeniyle zarar etmiştir." Kurum yöneticilerinin hesaplama hatalarının bedeli olan 79 milyon 387 bin Türk lirası iktidar ihaleleriyle servetlerine servet katan meşhur 5'lilerden 2 şirkete aktarılmış, geri de alınamamıştır. Taş kömürü üretimindeki görevini bir yana bırakan Kurum, zararını kapatmak için kozmetik sektörüne el almış ancak ürettiği krem, şampuan gibi ürünler tutmayınca, son kullanım tarihi dolan 48.500 ürünü çöpe atmıştır.

Enerji Bakanlığının ilgili kuruluşlarının neredeyse tamamı dönemlerini zararla kapatmıştır, BOTAŞ da bu kurumlardan biridir. 2017 yılında Varlık Fonuna devredilene kadar kâr açıklayan BOTAŞ, 2019 yılını 5,6 milyar lira zararla kapatmıştır. İktidara göre, artan zararın sebebi finansman giderleridir. Ne yazık ki birçok kamu kuruluşu da bütçelerinde oluşan zararı finansman gideri ve döviz kuru dalgalanmalarına bağlamayı gelenek hâline getirmiş, bankalarda tuttukları yerli ve yabancı paraları yatırım ve zararı kapatmak için kullanmak yerine, faiz ve dolar takipçisi olmuşlardır.

Değerli milletvekilleri, konuşmam Enerji Bakanlığı üzerineydi ama bugün Aile ve Çalışma Bakanlığının bütçesini de görüşüyoruz.

Dün, Denizli'deki esnafımızın, çalışanlarımızın meramını Denizlili mevkidaşım Teoman Bey çok güzel bir şekilde aktardı, kendisine teşekkür ediyorum.

Kendi esnafımıza, vatandaşımıza 5 lirayı vermeyenler, Tunus'a 5 milyon dolar göndermiş. Öyle bir söz söyleyeceğim ama devamını getirmeyeceğim: "Ayranı yok içmeye..." diye bir laf var, gerisini siz anlarsınız. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Sözümü tamamlıyorum Başkanım.

BAŞKAN - Buyurunuz

YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Dolayısıyla ülkemizde milyonlarca aile asgari ücretle geçinmeye çalışıyor, daha doğrusu geçinemiyor; asgari ücretli vatandaşın derdi, hepimizin derdi. Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener de bu hassasiyetle iktidara bir teklif sundu. Brüt ücreti 3 bin liraya çıkarıp asgari ücretli çalışanlara brüt kazancının tamamını ödeyelim yani işverenimiz, çalıştırdığı asgari ücretli vatandaşlarımızın gelir vergisi ve SGK primini devlete değil, çalışanına versin; devletimiz de çalışanımızın gelir vergisi ve SGK primini üstlensin. Böylece, asgari ücretle çalışan vatandaşlarımızın eline net 3 bin lira geçerken işverene olan maliyeti ise aynı olmaya devam etsin. Yani çalışanımızın eline geçen asgari ücreti 2.325 liradan 3 bin liraya çıkaralım ama işverene olan maliyeti artırmayalım. Asgari ücretin üzerinde maaş alan çalışanların da asgari ücretten doğan SGK prim ve gelir vergisini devlet üstlensin. Bir başka deyişle, devletimiz bütün çalışanların cebine aylık 675 lira koysun ama bu parayı işverenden almasın. Bizim önerimiz budur. Milletin kazancı arttığı için tüketimimiz de 112 milyar lira artacak, bu artışın millî gelirimize etkisi yaklaşık 450 milyar lira olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Başkanım, sözümü bitiriyorum.

BAŞKAN - Selamlayalım lütfen.

YASİN ÖZTÜRK (Devamla) - Yani vatandaşımızı ve şirketlerimizi borçlandırmadan tüketim ve millî gelir artışı sağlayacağız. Bunun istihdama katkısı ise 1 milyon 550 bin yeni çalışan olacaktır.

Sözlerimi toparlıyor ve anlamak isteyenler için tekrar ediyorum: Saban artık yürümüyor. Dere bitti, su akmıyor. Köylünün elinde hiçbir şey kalmadı, veremiyor. Anlaşılan o ki sizin için de yolun sonu görünüyor. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)