| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 12.12.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, aziz Türk milleti; Türkiye'nin pandemiyle ilk teması, salgının yaratacağı bütün sorunlara cevap vereceği ümidiyle ve algısıyla oluşturulan Bilim Kuruluyla başlıyor. Fakat bütün üyeleri doktor olan bu Kurulun yapısına baktığınız zaman iktidarın pandemiyi sadece bir sağlık sorunu olarak algıladığı anlaşıldı. Hâlbuki pandemi -şu anda yaşadığımız ve gördüğümüz gibi- sadece bir sağlık sorunu değildir, sosyal, siyasi, ekonomik, hatta uluslararası boyutu olan bir olaydır. Bu durumda pandemi yönetimini, eğer, siz, Bilim Kurulu diye sadece doktorlardan oluşacak bir kurulla halledebileceğinizi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Toplumun etkilenebilecek her kesiminden temsilcilerinin oluşturduğu bir pandemi kuruluyla ancak başarılı olunabilirdi. Bu konuyla ilgili çok örnekler verebilirim ama sözünü ettiğim tipte bir pandemi kurulu oluşturulmuş olsaydı ve bunun içerisinde Diyanetin temsilcisi de olsaydı pandeminin giderek hız kazandığı bir dönemde yani mart ayı içerisinde "Sıcak iklimde virüs yaşamaz." ya da "Kutsal yerlere virüs girmez." gibi palavralarla on binlerce insan umreye gönderilmemiş olurdu ve daha sonra onlar döndüklerinde evde kalmayacakları biline biline "On dört gün evde kalın." diye ülkenin her tarafına dağıtılmazdı. AKP'li bir milletvekili arkadaşımızın 2 Nisanda attığı "İlimizdeki 268 vakanın 245'i umreden." şeklindeki bir "tweet" ne demek istediğimi açık olarak ortaya koyar. Bir süre sonra Bilim Kurulunun pandeminin sağlık boyutuyla bile ilgilenemeyeceği, mücadele edemeyeceği gerçeği ortaya çıktı ve Kurul üyeleri "Biz danışma kuruluyuz." demeye başladılar. Zaten AKP sözcüsünün de televizyonlara çıkıp "Son söz siyasetindir; doğrusu da budur." demesi bu olayı doğrulamaktadır. Geçen ay bir Kurul üyesinin "Biz de ancak ilan edilen verileri biliyoruz ve sade vatandaşlardan daha fazla bilgimiz yok." demesi bu olayda vatandaş kadar ancak bilgilendirildiklerini göstermesi bakımından önemlidir.
Şimdi burada bu olay niye? Peki, bu Bilim Kurulu niye böyle bir fiyasko? Otoriter yönetimlerin çok sevdikleri bu uygulamaya uluslararası literatürde "medikal popülizm" yani "tıbbi popülizm" deniliyor. İktidar bilimden yararlanıyormuş gibi bir algı yaratıyor ama başarılı olunursa başarıyı sahipleniyor, başarısız olunursa da Bilim Kuruluna yüklüyor. Sonuç: Türkiye'de Bilim Kurulu tam bir fiyasko.
Sayın Bakan henüz virüsün Türkiye'ye gelmediği dönemde bazı sorulara karşı "Yeterli test kitimiz var, hatta Avrupa ülkelerine kit ihraç ediyoruz." diyor, medyada parıltılı reklamlarla Bakanlık halk sağlığı laboratuvarlarında yerli ve millî corona testi yapıldığını ifade ediyor. Vakaların artmasıyla beraber testlerin başlangıçta sadece Ankara'da 1 merkezde yapılacağı ilan ediliyor. Yani düşünebiliyor musunuz, pandemiyle mücadele ediyorsunuz ve... Hâlbuki ülkedeki bütün tıp fakültelerinde yeterli donanım var ama tek yerde yapılacağı söyleniyor. İzmir'de veya Diyarbakır'da bir hastayı düşünün; sürüntüsünü aldırıyor, Ankara'ya gönderiliyor, üç gün sonra cevap alınıyor, bu arada hasta bulaştırmaya devam ediyor. Daha sonra, test merkezleri sayıca artırılıyor. Peki, neden böyle olmuş? Yeterli test yok. Bu dönemde Sayın Bakan "Türkiye yurt dışına test ihraç ediyor." dediğinde, bunun özel sektör tarafından yapıldığını, Bakanlıkla bir alakası olmadığını söylemeyi unutuyor. Bu dönemde nedense Bakanlık, ısrarla Türk özel sektöründen test kiti almıyor ve Çin'den ithal ediyor. Bu arada Bakanlık, bir özel girişim ortaklığında test kiti üretimi çalışması başlatıyor ve bu özel girişim ayrıca yandaş bir firmayla irtibatlandırılmış durumda. Temmuz ayına gelince Bakanlığın bütün hastaneleri ve kamu kurumları için test satın aldığı bir tek kuruluş; bu kuruluşun kitleri devlete pahalı sattığı ortaya çıkıyor ve bir milletvekili arkadaşımızın verdiği önerge sonucunda devletin bu şekilde 40 milyon lira zarara uğratıldığı ortaya çıkıyor. Sağlık Bakanlığının, ilginç bir şekilde, eylül ve aralıkta yaptığı 7 kamu hastanesi ve halk sağlığı laboratuvarlarında yapılacak olan Covid-19 PCR test ihalelerini de -kamuoyunda yaygın bir şekilde belli bir- Sağlık Bakanlığında da yuvalandığı iddia edilen bir tarikat yandaşı veya tarikat bünyesindeki bir firmaya vermiş olduğunu görüyoruz. Anlaşılan, Bakanlık, yandaş firma yaklaşımını ısrarla sürdürmeye devam ediyor.
Pandemiyle mücadelede iktidarın belki de en büyük fiyaskosu maske oluyor arkadaşlar. Anadolu Ajansının haberine göre şubat ayında Çin'e 13 milyon dolarlık maske ihracatı yapıyoruz; şubat ayında. Sözde çok erken önlemler aldığını iddia eden iktidarımız pandeminin Türkiye'ye uğramayacağını zannediyor olmalı ki bu dönemde hiç stok yapmıyor. İçeride pandemi yayılıp ihtiyaç başlayınca Bakanlık maske üreticilerine baskın yapıp ürünlere el koymaya başlıyor. Bu arada hatırlayacaksınız bir Bakan çıkıp "Maskeler parayla satılacak." diyor, hemen akabinde Cumhurbaşkanı ücretsiz dağıtılacağını ilan ediyor. Önce "Vatandaşlık numarası ve e-devlet üzerinden müracaatla PTT dağıtacak." deniliyor ama bu arada, bu kararı alırken 9 bin kişilik dağıtım ekibine sahip PTT'nin 83 milyonu kapsayan bu işlemi yapamayacağının da iktidar farkında değil. Zaten vazgeçiliyor hemen. Akabinde eczanelerde yapılacağı söyleniyor, mesajlarla bildirileceği söyleniyor, bunun da yürümemesi üzerine Cumhurbaşkanı çıkıp eskiye dönüleceğini söylüyor ve maskeler yine parayla satılacak hâle geliyor. Tam anlamıyla rahmetli Demirel'in "Bunlar üç kazı güdemezler." deyimini hatırlatan bir sonuç. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'ye sözde çağ atlattığını iddia eden AKP iktidarı üç kuruşluk maskeyi vatandaşına dağıtamıyor.
"İktidarın pandemiyle mücadele stratejisi var mı?" diyeceksiniz? Yok. Bazı olayları ben hatırlatacağım, kararı sizler vereceksiniz. Hatırlayacağınız gibi İran ve İtalya'da vakaların arttığı, Yunanistan'da görülmeye başlandığı bir dönemde, Şubat ayının 28'inde Sayın Cumhurbaşkanı Türkiye'deki göçmen ve mültecilere Avrupa kapısının açıldığını ilan ediyor ve akabinde 200 bine yakın göçmen sınırlara yığılıyor. Bizim taraf, yani Türkiye'nin iddiasına göre 150 bin göçmen geçmiş ama Yunanistan'ın iddiasına göre ancak 7 bin göçmen girebilmiş. Şimdi, "Bunun pandemiyle ilgisi ne, pandemi yönetimiyle alakası ne?" diye sorarsanız, cevabım şu olacak değerli arkadaşlar: Dünyada hiçbir yönetici pandemi döneminde yüz binlerce insanı sınırlara yığmaz. Rakibine, yani Yunanistan'a "Bana pandemili göçmenler gönderiyor." şeklinde bir propaganda imkânı vermez. Ayrıca, daha da önemlisi, bu insanları pandeminin tırmandığı mart ayı boyunca, nisan ayının ilk haftasına kadar orada, sınırlarda açıkta tutmaz ve daha sonra da ülke içerisine gerisin geri dağıtmazdı. Böylece ülkesinin Avrupa Birliğine karşı kullanabileceği en önemli kozu boşu boşuna harcamış olmazdı. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Sağlık Bakanının haberi bile olmadan gece 10.00'da ilan edilen hafta sonu kısıtlamasını, yasağını hatırlarsınız. Bütün şehirlerde halk sokaklara dökülmüş, canhıraş feryadıyla alışveriş yapmak zorunda kalmıştı. Sadece bu olay bile iktidarın pandemiyi yönetme konusunda ne kadar beceriksiz ve koordinasyonsuz olduğunu gösteriyor. Her konuşmasını "TMM" yani "Temizlik, maske, mesafe." diye sonlandıran Sayın Erdoğan'ın Giresun'da sel felaketinden sonraki mitingini hatırlayın lütfen. Otobüsün üzerinden attığı 200 gramlık "keyif çayı" paketlerini yüzlerce insan birbirini ezerek kapışmaya çalışıyor. Yani "TMM" oluyor "BMM" yani "boşver, maske, mesafe" oluyor. Basında yapılan eleştirilere rağmen Sayın Erdoğan aynı işlemi bir başka şehirde yeniden tekrarlıyor. Şimdi, siz vatandaş olarak ne düşünürsünüz? Bu olaydan nasıl bir sonuç çıkarırsınız ve pandemiyle ilgili davranışınızı nasıl şekillendirirsiniz? Daha fazla bir şey söylemeye gerek yok.
Değerli milletvekilleri, pandemiyle mücadelede ancak devlet ve milletin bütün ögeleriyle el ele vererek, bir dayanışma hâlinde başarılı olunabilir fakat iktidar doktorların yüzde 80'ini temsil eden TTB'yi yani Türk Tabipler Birliğini yok sayıyor, haklı uyarılarını da vatan hainliği, ihanet şeklinde tanımlıyor hatta daha ileri giderek kapatılmasını istiyor. Peki iktidarın, belediyelerin yardım kampanyalarına engel olup açtıkları hesaplara el koymasına ne demeli? Diğer taraftan yandaş vakıflar ve tarikat vakıfları şakır şakır kampanyalar düzenliyor. Siz "Başarıya ortak olurlar." korkusuyla belediyeleri devre dışı bırakarak pandemide başarılı olunabileceğini mi sanıyorsunuz? Öyleyse yanılıyorsunuz. Görüldüğü gibi, iktidarın pandemiye yönelik hiçbir stratejisi yoktur ve sadece duruma göre refleks olarak cevap verme yaklaşımı vardır.
Bugün hâlâ sürdürülmekte olan 65 yaş üstü vatandaşlara yönelik yasaklamalara gelelim. Nüfusun yüzde 10'unu oluşturan bu kesim topluma yabancılaştırılmış, âdeta parya hâline getirilmiştir. Bugün geldiğimiz noktada toplu taşıma araçlarına binmeleri bile yasaklanmış durumdadır. Sayın Bakana soruyorum: Bu gruba yönelik yasaklamaları hangi bilimsel çalışmaya göre yapıyorsunuz? Dünyanın hangi ülkesinde bu uygulama var? Bu uygulamalarla 65 yaş üstü kesim için maalesef bugün iktidar coronadan daha fazla zarar verir hâle gelmiştir.
Pandemiyle mücadelenin olmazsa olması şeffaflıktır arkadaşlar. Türkiye'de ilk vaka 10 Martta, ilk ölüm ise 17 Martta duyuruluyor. Nisan ayı başında, Sayın Bakan, "İstanbul Wuhan oldu." diyor, "Ülkede Covid yayılıyor." demesine rağmen ilan edilen rakamlar bütün dünya ülkelerinin çok gerisinde. Ülkelerinde Covid hastalığının görülmediğini iddia eden Türkmenistan ve Kuzey Kore'nin biraz üzerinde. Bu arada Sayın Cumhurbaşkanı da "Coronayı yendik, on yedi yılda kurduğumuz sağlık sistemiyle dünya bizi dikkatle izliyor ve örnek alıyor." nutuklarını atıyor. İsveç'ten ambulans uçağıyla hasta getirme, Batılı ülkelere bile malzeme yardımı yapma şovlarıyla bu algı güçlendirilmeye çalışılıyor. Bir salgın döneminde tam 27 gün vaka sayısının 900 ila 990 arasına sabit kalmasının mümkün olmadığını gören yabancılar istatistiksel değerlendirmelerle vaka sayılarının gizlendiğini anlıyorlar ve DSÖ yani Dünya Sağlık Örgütü "Kurallara uygun bildirim yapmıyor Türkiye." diyor. Haziranın 6'sında da ben böyle bir "tweet" atıyorum: "Almanya turist göndermiyor. Sebep? Türkiye'nin coronayla ilgili verilerinin güvenilir olmayışı. Defalarca 'Şeffaf olun.' diye uyardık ama hayalî bir başarı hikâyesi uğruna gerçekler karartılıyor, bizi kandırıyorsunuz ama yabancılar yutmuyor. Bu şovun maliyeti ne? Milyonlarca turist." Bunun üzerine yüzlerce trolün saldırısına uğruyorum.
Eylül ayında DSÖ, vakaların uygun şekilde bildirilmediği konusunda Türkiye'yi uyarınca Sağlık Bakanımız açısından mızrağın çuvala sığmadığı dönem gelmiş durumdaydı. Bakan, tıp literatüründe muhtemelen ilk defa kendisi tarafından kullanılan bir tanımlamayla "Vaka başka, hasta başkadır." diyor ve temmuz ayından bu yana vakaları bildirmediğini itiraf ediyor, ayrıca bu gizlemenin ulusal çıkarlarımız açısından yapıldığını söyleyerek devlet adına yalan söylemeyi meşrulaştırmaya çalışıyor. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Rakamlar ilan edildiğinde Türk milleti büyük bir şoka giriyor. Meğerse, dünyanın bizi kıskandığı teraneleri tam bir palavraymış, vaka sayısı açısından Avrupa'da 1'inci, dünyada ise 4'üncüymüşüz. Buradaki temel soru şudur: Bütün politikalarını algı yönetimi üzerine kuran bu iktidar, başlangıçtan beri niye böyle bir yola başvurdu? İktidar, pandeminin yaz aylarında biteceğini zannetti arkadaşlar, oyunu bunun üzerine kurdu. Eğer bu gerçekleştirilseydi Sayın Cumhurbaşkanı, pandemi fatihi havalarında ortaya çıkacak, kürsülere çıkacak ve temmuz ayına kadar verilen düşük rakamlara atıf yaparak dünyanın büyük ekonomilerinin bile başaramadığını gerçekleştirmiş olduğunu söyleyerek büyük bir prestij kazanacaktı fakat pandemi oyunu bozdu. Şeffaf olmayan iktidarın halk karşısında güvenilmez bir noktaya gelmesi sonuç oldu.
Ne yazık ki iktidar bugün pandemi konusunda hâlâ şeffaf değil arkadaşlar. Test negatif olduğu hâlde klinik olarak corona olan vakalar sayıya dâhil edilmiyor, vefat sayıları "bulaşıcı hastalık" tanısıyla saklanmaya devam ediliyor. Sayın Bakan şunu bilmeli: Bütünüyle şeffaf olmadan halkın güvenini kazanamazsınız, halkı mücadeleye dâhil edemediğiniz sürece de pandemide başarılı olamazsınız.
Pandemiyle mücadelede çok önemli bir diğer faktör sağlık çalışanlarıdır arkadaşlar. Pandeminin ilk aylarında Sayın Bakan, Mecliste bir konuşma yapmış, milletvekillerini sağlık çalışanlarına alkışa davet etmişti. Biz İYİ PARTİ olarak "Alkış yetmez, en az üç ay çift maaş verilmelidir." demiştik. Bakanlık daha sonra çalışmanın yeri ve niteliğine göre bir ödeme skalası geliştirdi. Adaletten yoksun bu skalaya göre bugün, sağlık çalışanları emeklerinin karşılığı olmayan bir rakam ancak alabilmektedirler. Geçen gün Sağlık Bakanının bizzat kendisi 193 bin sağlık çalışanının Covid pozitif olduğunu, 206 sağlık çalışanın da hayatını kaybettiğini söyledi. Bakanlık hâlâ Covid'i meslek hastalığı olarak kabul etmek konusunda ayak sürümekte. Sayın Bakan, bu insanlar görevlerinin başında şehit olmuyorlar mı? Bu önemli bir soru; bu konuda en kısa zamanda gerekli adımlar atılmalıdır.
Son zamanlarda, sağlık çalışanlarının ve ailelerinin rutin test taramasından geçirilmediği, Covid'e yakalanıp on gün geçtikten sonra Covid pozitifliği devam etse bile çalışmaya zorlandıkları yönünde duyumlar vardır. Sağlık çalışanlarının coronayla mücadelede sağlıklarını korumak Bakanlığın asli görevidir.
Sağlık Bakanlığı bütçesine gelince; ülkemizde sağlığa ayrılan para OECD ortalamasının çok altında olup konu bizzat Bakan tarafından ifade edilmiştir. Biz, yıllardır iktidarın "sağlıkta devrim" diye takdim ettiği şehir hastanesi modelinin iflas ettiğini, bütün dünyada terk edildiğini söylüyoruz. Defalarca bunu gündeme getirdik fakat iktidar, ısrarla tutumunu değiştirmedi, bu hastanelere hasta sağlayabilmek için şehirlerde onlarca yıldır hizmet veren hastaneleri kapattı. Şimdi resmî rakamlara dayalı olarak basit bir hesapla şehir hastaneleri tuzağını size göstereceğim: Kalkınma Bakanlığından bildirilen rapora göre, geçmiş dönem ihalesi yapılan 19 şehir hastanesinin sözleşmedeki yapım bedelleri toplamı 10,6 milyar ABD dolarıdır. Yani hastane başına yaklaşık 500 bin dolar; bugünkü kura göre 4 milyar liradır. Hastane başına ortalama kira bedeli olarak bu şehir hastanelerini yapan işletmelere ödenecek, yirmi beş yılda ödenecek paranın miktarı da 30,3 milyar ABD dolarıdır. Bu yıl ihale edilen ve parası kamu tarafından ödenecek, yani kamunun yaptığı Aydın Şehir Hastanesi 1,1 milyar, Samsun 1,2 milyar, Trabzon 1,1 milyara ihale edilmiştir bu yıl. Şimdi, görüldüğü gibi, şehir hastanesi bugünün fiyatlarıyla kamuya ortalama 1,1 milyara mal oluyor. Buna karşın, biraz önce vurgulamıştım, KÖİ sistemiyle yapılan ihalelerdeyse bedel bugünün parasıyla 4 milyar liradır; 3 katıdır neredeyse. Sadece önümüzdeki yıl şehir hastanelerine bütçeden ödenecek miktar 16,5 milyar liradır arkadaşlar, 16,5 milyar, 2021'de; geçen yıl da 9 milyar ödenmiştir, daha önceki yıl 5 milyar ödenmiştir. Şimdi, bu ödemelerin bir de yirmi beş yıl süreli olduğunu düşünürseniz soygunun boyutları dehşet bir şekilde ortaya çıkıyor. Yani sadece önümüzdeki yıl şehir hastanelerine Sağlık Bakanlığı bütçesinden ödenecek 16,5 milyarla 16 tanesini, hadi diyelim ki en azından 15 tanesini kamunun yapması mümkün. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Sayın Cumhurbaşkanının "hayalim" dediği ve "sağlıkta devrim" olarak takdim edilen modelin millete yüklediği, çocuklarımızın ve torunlarımızın bile ödeyeceği yük budur arkadaşlar. 30 milyar dolar ödeyeceğiz yirmi beş yıl süreyle. Kur artışlarını ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğazı düşünürseniz bunun nasıl bir yük olduğunu görürsünüz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) - Bu ödemeler bizim haklı olduğumuzu gösteriyor ve zaten Sağlık Bakanlığı da utangaç bir şekilde bunu kabul ederek artık şehir hastanelerinin kamu tarafından yapılacağını ilan etmiş ve bu yıl bu şekilde bir sürece başlamıştır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bu süreçte ısrar etmenin maliyeti, biraz önce söyledim, milyarlarca dolardır ve tam bir şehir hastaneleri soygunudur.
Bütçe üzerinde daha fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Vaktim olmadığı için aşı konusuna ayrıntılı olarak giremeyeceğim ama şu fikrimi de sizinle paylaşmama izin verin: üç kuruşluk bir maskeyi dağıtamayan, dağıtmayı beceremeyen, grip aşılarını şu anda karneye bağlamış olan bir iktidarın 83 milyonluk nüfus için gerekli olan 160 milyon doz aşıyı ithal edebileceğine ve ithal etse bile milleti düzgün bir şekilde aşılayabileceğine güvenim olmadığını ifade etmek zorundayım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Eğer becerebilirse Sayın Bakana şimdiden tebriklerimi sunuyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEMİHA EKİNCİ (Sivas) - Yerli aşımız da geliyor Sayın Vekilim.
ABDUL AHAT ANDİCAN (Devamla) -Teşekkür ediyorum, hepinize iyi günler diliyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)