| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 16.12.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Erzurum) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi'nin 4'üncü maddesi üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlarım.
Teklifin 4'üncü maddesi bütçe düzenine ve uygulamasına ilişkin hükümleri içeriyor. Bütçe kanununun bu maddesine bağlanan cetvellerle ödeneklerin dağılımı, kullanımı ve harcanmasına ilişkin esaslar düzenleniyor. Eğer AK PARTİ iktidarı isteseydi bu madde içinde tarımsal desteklemeler, üretim teşvikleri, emeklilikte yaşa takılanların, 3600 ek gösterge bekleyenlerin, KYK borçlularının, asgari ücretlilerin, emekli maaşıyla geçinemeyenlerin, çiftçilerimizin âdeta bir tefeci mantığıyla çalışan Tarım Kredi Kooperatifleri tarafından mağdur edilmeleri gibi milletimizin boğuştuğu sorunlar çözülebilirdi. AK PARTİ iktidarı bunların yerine, maddeye bağlı E Cetveli'nde değişikliğe giderek kamu mali yapısını daha da bozan hatta kontrolsüz bir bütçe oluşturan düzenleme yapmış. Örneğin, Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinde yer alan tertiplerden, Varlık Fonuna aktarılan kuruluşlara kamu adına yapılacak sermaye mahiyetinde ödemeler karşılanabiliyor veya Bakanlığın pay sahibi olduğu şirketlerin sermaye artırımlarına hazine payı oranında katılmak amacıyla ödemeler yapılabiliyor. Âdeta ağır şeker hastasına insülin vermek gibi bir uygulama. Varlık Fonunun sözde amacı olan, ülkemize yabancı sermayenin gelmesini teşvik etmek ilkesinden giderek uzaklaşılması ve Fona merkezî bütçeden kaynak aktarma durumuna gelinmesi AK PARTİ iktidarının kalan varlıklarımızı da getirdiği durumu gözler önüne seriyor.
Ekonomik durumumuzun her yıl, hatta her ay bir önceki aya ve yıla göre daha kötü duruma gitmesi, bize ve milletimize ülkemizin AK PARTİ iktidarınca yönetilemediğini gösteriyor; Türkiye yönetilemiyor. Bu bütçe, ülkemizin fakirleştiğinin bir itirafı; kişi başına düşen millî gelirimiz on dört yıl öncesine düşmüş, bütçe yatırımlarının oranı 2002 yılının bile altında. Türkiye, aynı 1990'lı yıllarda olduğu gibi yeniden bütçe açığı, borçlanma, faiz sarmalına girmiş; bu da yetmemiş, bütçe açığıyla denk zamanda cari açığı da ilk defa yaşıyor. Yani bu bütçe, dertleri çözmekten ziyade âdeta ne yapacağını bilemeyen bir işletmenin günü kurtarmaya yönelik panik bütçesidir. Hiç de keyif alarak söylemiyorum ama AK PARTİ, Türkiye'nin ekonomik görüntüsünü hızlıca 1990'lara götürmekle birlikte, siyasi sistem ve şartlarını da 1950 öncesine götürmüştür. 1950 öncesi derken o zaman özgürlükleri, demokrasiyi savunan Demokrat Parti rolünü kendilerine biçmediğimi de herhâlde fark etmişlerdir. AK PARTİ kadroları büyük vaatlerle, umutlarla geldikleri iktidarda, on sekiz sene sonra kendilerinin ve bizlerin çok eleştirdiğimiz 1950 öncesi baskıcı siyasete, şeflik rolüne, devlet ciddiyetini de kaybederek pervasızca mahkûm olmuşlardır.
Bütçede ağırlıklı olarak teknik konular üzerinde duruyoruz, müsaade ederseniz önem verdiğim siyaset ve demokrasimiz üzerine yapısal sorunlardan bahsetmek ve bir çağrıda bulunmak isterim. Siyasi üslubu, siyasi aklı ve siyasi güveni belli bir seviyeye, standarda çıkarmadığımız sürece sorunları çözmekten uzak kalıyoruz. Devlet, köklü kurumları ve gelenekleriyle; bilgi, tecrübeyle, kurumsal hafızasıyla ayakta kalır; güçlü işler. Devleti işletmemizin en sağlıklı temini de demokrasi, tüm yazılı kuralları ve yazılı olmayan teamülleriyle tam demokrasi. Türkiye, demokrasi yolunda çok mücadeleler verdi, bedeller ödedi, gerekirse yine ödenir.
Malumlarınız üzere 9 Temmuz 2018 tarihinde Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçildi. Sistem gereği pek çok kurum kapatıldı, yenileri kuruldu, kurallar değiştirildi. Mesela, bakanlar seçilmişlerden değil de atama yoluyla Meclis dışından görevlendirildi. Aynı şekilde, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da atama yoluyla görev aldılar. Eskiden Sayın Cumhurbaşkanının yokluğunda kendilerine, iki ayrı defa seçilmiş Meclis Başkanı vekâlet ederken şimdi Sayın Cumhurbaşkanına atanmış Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı vekâlet ediyorlar. Sayın Oktay'ın sözlerimi kişisel algılamamasını ümit ederim, kendisiyle ilgili kişisel bir fikir beyan edemem çünkü kendisini tanımıyorum, halkımız da tanımıyor; ne kendileri ne de bakanlar halkın terazisine çıkmadılar, Meclisin de terazisine çıkmadılar. Hâlbuki, böyle önemli atamaların, makulu de bulmak için, en azından Yüce Meclis onayından geçmesi gerekir diye düşünüyorum. Yalnızca bakanlar değil aynı zamanda bazı önemli kurumlarımızın başkanlarının da atamaları Meclis onayına, oylamasına sunulmalı; Merkez Bankası, SPK, BDDK, YSK, Kızılay gibi, örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat özellikle Cumhurbaşkanı Yardımcısı, bu sistemde Cumhurbaşkanı adayıyla birlikte seçime girmeli ve birlikte seçilmeli, netice itibarıyla Cumhurbaşkanına vekâlet ediyor. Biz bütün iyi niyetimizle hâlâ "bakanlar kurulu" diyeduralım, başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak üzere bütün partililer, AK PARTİ'liler "kabine" demeye başladılar. Galiba onların da dilleri yeni garip sistemdeki atanmış görevlilere "bakan" demeye artık varmıyor.
Merhum Profesör Ali Fuat Başgil "Başkanlık düzeninde bakanlar, sekreter konumundadırlar." diye kitaplarında yazmıştır. Onlar siyasi değillerdir, atanmış görevlilerdirler. Aynı şekilde Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da siyasi değil, görevlidir fakat Cumhurbaşkanının yokluğunda devleti, milleti temsil edebilmektedir. Bu, büyük bir çelişki. Gerçi hâlâ bir devlet protokol listesi bile oluşturamayan yeni sistemde bu çelişkiye şaşmamak gerekiyor. Hâlâ devletimizin bir protokol listesine karar verilememişse hiyerarşik karmaşayı artık varın siz düşünün. Böyle bir karmaşa, yıllarca kurumsallaşmış Türkiye Cumhuriyeti devletine yakışmaz.
Yeni sistemde Başbakanlık şeklen lağvedilmiştir fakat manada Başbakanlık görevleriyle donatılmış bir Cumhurbaşkanlığı tahsis edildi; hem partili hem yürütmenin başı hem devlet başkanı. Ve yeni sistemde en mühim kısım "kabine" denilen kurulda tek siyasi sorumlu, seçilmiş Sayın Cumhurbaşkanıdır; millete ve Meclise karşı sorumlu olan Sayın Cumhurbaşkanıdır. Bu da milletin ve Meclisin Sayın Cumhurbaşkanından beklentilerini artırmaktadır.
Malumunuz bütçe görüşüyoruz, Cumhurbaşkanlığının Meclisimize sunduğu bütçe, siyaseten Sayın Cumhurbaşkanının kendi bütçesi. Tasarladıkları bütçeyi kullanmak için Meclisten, milletten yetki istiyorlar. Millet adına Meclis de kutsal bütçe hakkını koruyor ve milletimizin helal vergilerinin nerelere harcandığını tabii olarak sorguluyor.
Devlet olmanın iki önemli gereği vergi ve ordudur. Vergilerin nereye harcandığını sormak da milletin Meclisinin en tabii ve asli görevidir. Millet adına Meclis sorgularken yürütme de kullanacağı yetkinin hesabını verir. Bu, hep böyle süregelmiştir. Sonsuz yetki kullanıp sorumluluk taşımamak, bizim anladığımız devlet idaresinde ve demokrasilerde olmaz. Bütçesini savunmak, millet tarafından seçilmiş siyasi sorumluya aittir.
Yeni sistemimizde, önceden de arz ettiğim gibi, yürütmenin tek siyasi sorumlusu Sayın Cumhurbaşkanıdır. Kendileri yeni sistemde iki şapka, iki unvan taşımayı tercih ediyorlar; hem Cumhurbaşkanlığı hem AK PARTİ Genel Başkanlığı. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, AK PARTİ Genel Başkanı olarak her salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisini teşrif ediyorlar ve kendi partisinin grup toplantısında konuşmalar yapıyorlar. Diğer ve daha önemli unvanı olan Cumhurbaşkanlığı da kendilerine, yürütmenin başı olması hasebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelip kendi bütçelerini sunup savunmasını icap ettirir; tıpkı eski sistemde yürütmenin başı olan, akla ilk gelen, kendi dönemlerinin kudretli kişilikleri rahmetli Başbakanlarımız Sayın Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Turgut Özal gibi. Merhum Süleyman Demirel Meclis kürsüsünde altı buçuk saat bütçesini savunmuştur. Merhum saygın devlet adamlarımıza Allah'tan rahmet dilerim.
Sayın Oktay Plan ve Bütçe Komisyonunda sunumunu yapıp diğer oturumlara katılıyor olsa da Sayın Cumhurbaşkanının bu sene en azından son gün oturumunu teşrif etmelerini, kendilerine ve makamlarına yakışan konuşmaları yapmalarını, milletin bir vekili olarak zatıdevletlerinden istirham ediyorum. Bu davranışları kendilerini yükseltir, çok eleştirdiğim ve Türkiye'ye bir faydası olmadığını düşündüğüm sisteme katkı sağlar, tüm dünyaya karşı yüce Meclisimizin saygınlığını artırır, aziz milletimiz moral bulur, birlik beraberliğimiz güçlenir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Devamla) - Çok kısa kaldı Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
MUHAMMET NACİ CİNİSLİ (Devamla) - Teşekkür ederim.
Bu çağrımın, ricamın Sayın Cumhurbaşkanına iletilmesini ve Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından makul bulunup kabul görmesini diler; Genel Kurulumuzu, aziz milletimizi en derin saygılarımla selamlarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)