| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 16.12.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2021 Yılı Bütçe Kanun Teklifi'nin 5'inci maddesi üzerine İYİ PARTİ Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve sizleri saygıyla selamlarım.
Ben, bugün, bu maddede kamu bankalarına ilişkin bir analiz yapmak istiyorum. Yalnız, oraya geçmeden önce bugün yaşadığımız ortamda, geldiğimiz sistemde, yürütmenin yasama üzerinde bir vesayetini net bir şekilde artık görüyoruz arkadaşlar. Biz bundan şikâyet ederken, bir de bu son bütçe görüşmelerinde yürütmenin vesayetinin yanı sıra hakaretini de bu Meclis görmeye başladı. Burada, bir kısım Sayın Bakanlar "Gazi Meclis" dediğimiz, "yüce Meclis" dediğimiz Meclisin kurumsal kimliğine de ters düşecek şekilde, oradaki milletvekillerine de yakışmayacak şekilde bir kısım ifadelerde bulundu. Bunları ben doğru bulmuyorum. Ben, burada, bugün Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısının olacağını düşünüyordum, aslında bütçenin sahibi o. Biz "Sayın Cumhurbaşkanı en azından bir gün katılmalı." derken, şimdi Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da katılmamaya başladı. Tabii, kendisi de dün, yine, milletvekillerini küçük düşürücü ifadelerde bulundu. Ne dedi? "Siz anlamazsınız. Size değil, millete anlatıyorum." Yani muhatap kabul etmiyor Meclisi, milletvekillerini muhatap kabul etmeyen bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı var, atanmış bir Cumhurbaşkanı Yardımcısı var. "Bunu da anlamayacaksınız zaten ama yine de millete anlatayım." gibi böyle ağır ifadelerde bulundu. Bunlar yanlış ifadelerdir. O zaman şu soruyu sormak bizim hakkımız oluyor tabii Sayın Bakan yani içerisindekilerin muhatap kabul edilmediği bir Meclisin neresi gazidir, neresi yüce Meclistir? Herhâlde sandalyeler, avizeler filan değildir bu Meclisi gazi yapan, milletvekillerinin tutumudur. Bu, 15 Temmuzda da böyle olmuştur, Kurtuluş Savaşı'nda da böyle olmuştur. O yüzden, lütfen, yürütme, milletvekillerine ve bu Meclisin üyelerine, bu kutsal çatıya hitap ederken biraz daha dikkatli davranmak durumundadır. Umarım bu yanlıştan dönerler. Bu, ülkenin birliğine, bütünlüğüne zarar verir arkadaşlar. Bu dil, ayrıştırır, belki size biraz taraftar kazandırabilir ancak ülkeye bir faydası olmaz. Hatta bu dil, vatan üzerinde hesabı olanların da çok hoşuna gider, onu da ifade etmek istiyorum; yarın burada roller değiştiğinde de sizlerin de çok zoruna gider arkadaşlar, size de onu ifade etmek isterim.
Şimdi, arkadaşlar, kamu bankaları, Kasım 2000 yılında yeniden yapılandırıldı yani bundan tam yirmi yıl önce yeniden yapılandırıldı 4603 sayılı Kanun'la; efendim, siyasi müdahaleden uzak, özerk bir yapıya kavuşturuldu. O dönemin sıkıntılarını hatırlayın, özellikle hemen yapılandırma sonrası bir sermaye enjeksiyonu yapıldı, 2001 krizinden sonra kamu bankalarına ciddi bir sermaye enjeksiyonu yapıldı, sermayeyle güçlendi ve o günden bugüne doğru hareket ediyorlardı, faaliyetlerini gösteriyorlardı fakat son dönemlerde kamu bankalarına çok ciddi siyasi müdahalelerin yapıldığını da biz görüyoruz. Önce, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasının (EBRD) bir raporu var; o rapor 4 konuda özellikle siyasi müdahalenin kamu bankaları üzerinde yoğunlaştığını ifade etmektedir. Bunlardan bir tanesi "Hükûmetin kaleleri olan illerde şube yoğunluğunu arttırdılar." deniliyor. Diğeri, efendim "Seçim döneminde kredi muslukları açılıyor. Muhalefetteki illerde daha fazla teminat isteniyor; kale olan illerde daha az teminat isteniyor yani kredi kolaylaştırılıyor." Son olarak da "Kaynaklar yanlış şirketlere gidiyor, verimlilik azalıyor." deniliyor. Esas odağım bu değil. Esas odağım benim şu olacak arkadaşlar: Şimdi, kamu bankalarına özellikle bu son iki yıl içerisinde... Merkez Bankasının, biliyorsunuz, piyasaya döviz müdahaleleri oldu, kura müdahale etmek için piyasaya yanlış müdahaleleri oldu, ciddi bir döviz erimesi oldu; o bahse geleceğiz, zaten onu daha önceden de anlattık fakat burada, tabii, bir de kamu bankaları kullanıldı. Kamu bankalarına müdahale edildi; kamu bankalarının elindeki dövizler eridi, açık pozisyona düştü, sonradan kamu bankalarına sermaye enjeksiyonu yapıldı ve döviz tahvilleri verilerek açık pozisyonları giderilmeye çalışıldı. Bu arada, tabii, Hazine bir şey daha yaptı: Son iki yılda Hazine 23 milyar dolarlık -bu rakam çok önemli ve büyük bir rakamdır- altın ve döviz tahvili çıkardı yani aslında gelişmiş hiçbir... Daha doğrusu, yerli parasının dışında yurt içerisinde "döviz tahvili" diye bir şey olmaz; bu, Türkiye'de yirmi yıl öncede kalmış bir şeydi, yirmi yıl öncesinin Türkiyesine dönüldü. Altın tahvili de bizim hatırladığımız kadarıyla Hindistan'dan başka bir yerde yok. Yani, böyle, dünyada olmayan bir şeyi, kendi ülkesinde altın ve döviz tahvili çıkartan bir Hazineyle karşı karşıyayız. Hani, bunu çıkartarak iyi mi yaptı? Buradan, tabii, 135 milyar TL de bütçeye ekstra bir yük geldi. Şimdi, bunların detaylarını vermek istemiyorum yani ne kadar altın satıldı fakat hani "FED'ten başka bir ülke dolar basabilir mi?" derseniz, FED'in matbaası dolar basar ama Türkiye'de yerli dolar... Yani, bu "döviz tahvilleri" demek aslında "yerli doların basılması" anlamına geldi.
Şimdi, 4 Aralık 2020 itibarıyla -biraz rakam vermek istiyorum- kamu bankalarının bilanço içi -bu en son veridir- 17,7 milyar dolar açık pozisyonu var. Burada, dün, daha doğrusu evvelsi gün Hazine ve Maliye Bakanı "Açık pozisyonları yok." dedi, öyle bir şey değil, o net genel pozisyonu söylüyor. Net genel pozisyonun nasıl kapatıldığını biz biliyoruz yani fiktif swap işlemleriyle kapatılan net genel pozisyon değil. Risk burada: 17,7 milyar dolar açık pozisyonu var. Bu neye rağmen var? 18 milyar dolarlık hazine tahvili verilmiş olmasına rağmen var Sayın Bakan yani 18 milyar dolarlık... Onun da birazdan prosedürünü anlatacağım; arka kapı yollardan verildi, dolambaçlı yollardan, hiç şeffaf olmayan yollardan verilmiş birtakım devlet tahvilleriyle... Ona rağmen 17,7 milyar dolar açığı var eğer bu ikisi olmamış olsaydı 35,7 milyar dolar olacaktı açığı. Bunun anlamı nedir? 2018'in sonunda, 2019'un başında hemen hemen sıfır açık pozisyon olduğunu düşünürsek kamu bankalarının, o günden bugüne, son iki yılda 30 milyar dolardan fazla döviz bir macera uğruna harcanmıştır, kamu bankalarına böyle bir müdahale yapılmıştır. Bu, tabii, açık pozisyonlardan sonra swap işlemleriyle...
Merkez Bankasının -kelin merhemi yok ki başına sürsün- kendi dövizi yok, swaptan kâğıt veriyor işte. "Swap" diye hazine, kâğıt veriyor kamu bankasına, kamu bankası onunla açık pozisyonunu kapatıyor, bu fiktif bir şeydir, dünyada da hiçbir yerde geçerli olmayan bir durumdur. Şimdi, bu arka kapı yollarından vazgeçmek lazım ama maalesef, artık hiçbir şey Türkiye'de şeffaf olmadığı için bu konuda da ciddi bir sıkıntı var.
Şöyle toparlayacak olursak, Merkez Bankasının yaklaşık son bir buçuk, iki yılda 77 milyar doları, efendim, 35,7 milyar doları da kamu bankalarından toplam 113 milyar doları, zaten 125 milyar doları diyorduk, 12 milyar dolar da BOTAŞ'ın parası harcanmıştır arkadaşlar, bu paralar bir hiç uğruna gitmiştir. Bu paranın kime gittiğini biz soruyoruz, söyleyen yok. Kaça gitmiştir soruyoruz, söyleyen yok, bir de nasıl gitmiştir sorusunu buna eklemek gerekiyor.
Bakın, bugün, Naci Ağbal bizi haklı çıkartacak bir açıklama yapıyor, diyor ki: "Kurların düzeyini ya da yönünü belirleme amaçlı alım ya da satım işlemi yapılmayacaktır." Allah Allah! Kardeşim, 125 milyar doları harcadıktan sonra mı aklınız başınıza geldi? Yani hiçbir kalıcı tedbir almayacaksın, nasıl olduğu belli olmayan işlemlerle bir kısım manipülasyonlar yapacaksın, piyasaya müdahale ettirmeyeceksin, en sonunda doları da tutamayacaksın. Ama olan bu milletin 125 milyar dolarına olmuştur, bunun hesabını birileri vermek durumundadır.
Kamu bankalarında başka ne oldu? Şimdi, tabii, bakıyorsunuz, Sayın Bakan, kambiyo zararları 2018 yılının Temmuz ayından bu yana yani bu yeni sistemde 27,4 milyar TL; 7,5 milyar TL sermaye piyasası işlem zararı var, toplam 35 milyar TL de faiz dışı zararlar oluşuyor. Bir yandan da, tabii, buraya bir şeyler vermek gerekiyor. Sermaye enjeksiyonunun yanı sıra Hazine piyasadan fazla borçlanıyor; özel sektörün yatırımda da kullanacağı kaynağı borçlanıyor, getiriyor, buraya veriyor. 48 milyar TL bizim hesabımıza göre -eğer bunlar yanlışsa lütfen bizi düzeltin- Hazinenin kamu bankalarına vadesiz mevduat olarak yatırdığı parası var. Yani, böyle çapraşık, anlaşılamaz bir ilişkiler silsilesidir gidiyor.
Diğer taraftan, kamu bankalarının net faiz gelirlerine bakıyorsunuz. Çünkü niye? "Uzun vadeli kredi vereceksiniz." dediniz, "Sabit ve düşük faizli vereceksin." denildi, bu da kamu bankalarının net faiz gelirlerini de düşürmeye başladı. Kamu bankalarının net faiz geliri Ocak-Eylül döneminde ortalama aylık 6,5 milyar TL iken Ekimde 2,7 milyar TL'ye düşmüştür. Önümüzdeki dönemde faizlerin biraz daha artması kamu bankalarını daha da zararlı hâle getirecektir.
Tabii, Hazinenin de, bu arada, en büyük ortağı kamu bankaları olmaya başladı. Hazine üzerindeki, kamu bankalarının hazineden aldığı kâğıtların payı da çok arttı; onların rakamlarını vermek istemiyorum şimdi vakit kaybetmemek için.
Dolayısıyla, bu karmaşık ilişkinin ülkeye yararı yoktur. Serbest piyasadan vazgeçilmemelidir; vazgeçilmiştir. Kamu bankaları siyasi amaçlara alet edilmiştir, bu bankaların riskleri önemli ölçüde artmıştır. Hükûmet elini kamu bankalarının üzerinden çekmelidir arkadaşlar. Çekmezse ne olur? İşte, kalan azıcık vaktimde 2000 öncesinde ne oldu, onu bir anlatayım size.
Kamu bankaları... Biliyorsunuz, pamuk destekleme primleri oldu; aynen bugün olduğu gibi şeffaf olmayan bir kısım devlet-hazine-kamu bankaları ilişkileri oldu; en sonunda bu kamu bankalarına bugünkü rakamla 82 milyar TL ödendi ama dolar cinsinden 59 milyar doları, o günkü hükûmetlerin yaptığı hataların bedelini bu ülke, bu vatanın evladı ödedi. Şimdi, aynı hataların bedelini de yarın tekrar bu insanlar ödeyecek, bu konuda dikkatinizi çekmek istiyorum. Yani, o yüzden, lütfen... Bu konu son derece önemli bir konudur. Bir gün bu patlayacaktır; bunun nerede duracağını da bilmek, görmek mümkün değildir. Dolayısıyla, kamu bankaları önümüzdeki en büyük risklerden bir tanesidir.
Diğer bir riskin Varlık Fonu olduğunu her zaman söylüyoruz; bir kara delik hâline gelmiştir, mutlak surette kapatılmalıdır.
Üçüncü risk de -kamu maliyesi açısından riskleri sıralıyorum- kamu-özel iş birliği projeleridir. Burada, mutlaka devletin ve dolayısıyla milletin üzerine gelecek yükü azaltacak tedbirler mutlak surette alınmak durumundadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
ERHAN USTA (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Son olarak da, bugün, beni Alaçam ilçemizin Ziraat Odası Başkanı aradı. Sayın Bakanım, bu tarımsal elektrik ödemelerinde ciddi sıkıntılar var. Daha önceden sizinle bunu defalarca konuştum, ben halloldu diye düşündüm ama en azından bizim Alaçam'da hallolmamış, şöyle: Hasat dönemiyle alakalandırılmadan fatura kesiliyor. Diyor ki: "Ya, biz burada çeltik yapıyoruz, çeltikte elektrik kullanıyoruz. Bizim hasat dönemimiz ekim, kasım ayı, elektrik faturasını ağustosta ödememiz gerekiyor, ödeyemediğimiz zaman geçen yıl bir de elektrikler kesildi, bu yıl elektrikler kesilmedi ancak yüksek faizlerle millet bunu ödemek durumunda kalıyor." Bu, mutlak surette çözülmesi gereken bir şeydir. Yani hasat olmayan bir dönemde çiftçiden ne parası alacaksınız?
Diğer bir konu da bu tarım kredi faiz oranları artık milletin boynunu bükmüştür Sayın Bakan. Yani yüzde 9 nominal faiz gözüküyor fakat temerrüt faizi yüzde 24'tür, yüzde 38'e kadar bu faizin yükseldiğini biz biliyoruz. Milletin anası ağlıyor. Lütfen, şu Tarım Kredi Kooperatiflerinin, en azından, borçlarını taksitlendiremedik ancak hiç olmazsa faizine bir çözüm bulun diye sizden istirham ediyorum.
Genel Kurulu bu duygularla saygıyla selamlarım, teşekkür ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)