GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:34
Tarih:17.12.2020

HDP GRUBU ADINA MUSA PİROĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, bu hafta pazartesi günü Denizli'de 8 işçi bir foseptik çukurunu temizlemek için girdi, 3 tanesi zehirlendi ve hayatını kaybetti. Pazartesiden bu güne her gün ortalama 3 işçi, işçi cinayetlerinde hayatını kaybetti. Geçtiğimiz kasım ayında 294 işçi, 2020 yılının ilk on bir ayında 2.032 işçi. 19'uncu bütçesini yaptığınız on sekiz yıllık iktidarınızda 26 bine yakın işçi, işçi cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bu bütçeyi yaptığınız on sekiz yıllık iktidarınızda ülkeyi bir işçi mezarlığına çevirdiniz. İşçiler ölürken, işçiler işçi cinayetlerine kurban giderken, siz işçi cinayetlerini engellemek için alınan bütün tedbirleri ötelemeye devam ettiniz, işçi güvenliğinin alınmasını engellediniz ve işçilerin ölümünden -bir numara- birinci derecede politik olarak sorumlu hâle geldiniz. Sadece işçi cinayetlerini engellememek, işçilerin ölümüne yol açmakla sorumlu değilsiniz. Bu iktidar, kurulduğu günden bugüne patronların sözcüsü olarak çalıştı ve patronlar ne isterse bütçede ve yasalarda bunu çıkararak yol yürüdü. İşçi sınıfına karşı, yoksullara karşı en amansız ve sürekli saldırının yürütücüsü oldunuz.

Bugün Mecliste bir bütçe görüşülüyor, aynı zamanda halkın bütçesi de asgari ücret masalarında görüşülüyor. Bu bütçe, yani bizim görüştüğümüz bütçe, halkın sırtından toplanan verginin bir avuç çapulcuya, patrona ve saraya nasıl aktarılacağının, savaş baronlarına nasıl aktarılacağının bütçesidir, asgari ücret masasında görüşülen ise yaklaşık 60 milyonun nasıl yaşayacağının bütçesidir. Ücret, yaşam standardı üzerinden saptanır. Asgari ücret görüşmelerinde insanların ne kadar kira verdiği, 4 kişilik bir ailenin nasıl geçindiği gibi varsayımlar hesaplanır ve bunun üzerinden yürünür. Asgari ücretin Türkçesi, asgari yaşam demektir yani hani bir milletvekili dedi ya burada kuru ekmekle yaşam demektir, sefalet hayatı demektir; asgari ücret, 60 milyona sefalet hayatıdır. Bu iktidar ve bu iktidarın patronları, asgari ücreti karanlık masalarda halka sefalet ücreti olarak dayatıyor.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu asgari ücretin belirlenmesindeki 1 numaralı yetkili, en fazla söz sahibi olan o; diyor ki onun sözcüsü: "Salgın sürecinde iş yerlerimizde sağlıklı çalışma koşullarının oluşması, çalışanlarımızın gelir kaybı yaşamaması ve istihdamın korunması için gerekli adımları hızla attık." Ne kadar benziyor değil mi bütçe döneminde burada yapılan iktidar konuşmalarına? Her şey güllük gülistanlık! Patronlar işçilerin sağlığını korumuş ama fabrikalar birer virüs yuvasına dönmüş; patronlar işçilerin can güvenliğini korumuş ama fabrikalardan, atölyelerden, şantiyelerden işçi cenazeleri çıkmış ve patronlar istihdamı korumuş ama milyonlar işsiz kalmış; patronlar işçinin gelirini korumuş ama milyonlar yoksul kalmış. Ücretsiz izin uygulaması dayatılmış, hatta ücretsiz izin uygulaması -yani günlük 39 lira- işçiye kendi ücretini düşürmesinin baskı aracına çevrilmiş.

Salgın döneminde ne olmuş? Patronlar zenginleşmiş, holdingler zenginleşmiş, hiçbiri zarar etmemiş ama milyonlar sefaletin içine düşmüş, milyonlar yoksulluğun içine düşmüş, işsizler işsizlik kıskacına alınmış. Siz sadece asgari ücretle, asgari ücretin sınırlanmasıyla iş yapmadınız, bu iktidar, esnek çalışmayı bir kural hâline getirmek için, güvencesiz, kuralsız çalışmayı bir çalışma tarzı hâline getirmek için bütün yasaları çıkardı; işçileri sefalete, işçileri işsizlik korkusuna mahkûm edip işçileri çok kötü koşullarda çalışmaya zorladınız. Örnek mi? Antalya Kumluca'da bir başhekim teftişte denk gelmediği, başka bir hastanın yanında olan hemşireye 500 kere "Ben salağım." yazdırdı. Onu yazan hemşire salak değil, çaresiz ama onu yazdıran hekim salağın başta geleni. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar) Ve ona o yetkiyi veren, bu iktidarın ta kendisi.

Ne yazık ki sorun sadece bununla bitmiyor; salgının içinden geçiyoruz. Salgın döneminde neler oluyor? Örneğin, Enerji Bakanı diyor ki: "3 milyon 200 bin kişinin elektriğini ve doğal gazının kestik." Örneğin, diyorlar ki... Samsun'da 45 yaşında vatandaş intihar etti, açlıktan. Gene salgında bin lira yardım parası veriyorsunuz. Hani "Yoksulluk yok." diyorsunuz ya, o "Yok" dediğiniz yoksullar o bin lirayı almak için PTT kuyruklarında bekliyor ve o yoksullardan birisinin bin lirasına o halkı koruyan şirketler banka yoluyla haciz koydular, onu bile almasına engel oldular. Ve insanlar ne yazık ki bu salgının faturasını bütün ağırlığıyla öderken sizin Hükûmetiniz bunların hiçbirinin olmadığı gibi bir tezle hareket etmeye devam etti.

Peki, ne yapılması gerekiyor? Kürsüye her çıktığınızda "Biz kardeşiz." diyorsunuz. Kürsüye her çıktığınızda "Ayrımız gayrımız yok." diyorsunuz. Kürsüye her çıktığınızda "Aynı gemideyiz." diyorsunuz. Mademki aynı gemideyiz, mademki ayrımız gayrımız yok, mademki kardeşiz; o zaman gelin, bu kardeşliği bir somuta çıkaralım; örneğin, zenginliği paylaşalım, bütün ücretleri, bakanların, milletvekillerinin, müdürlerin, futbol hocalarının bütün ücretlerini işçi ücretine düşürelim, asgari ücretin üstündeki bütün vergileri kaldıralım, ortak bir yaşam standardı yaratalım, kuru ekmekle karın doyuyorsa hepimiz kuru ekmek yiyecek bir düzeye gelelim, bir bakalım, karın doyuyor mu, doymuyor mu? Yetmez. Adalet arıyoruz; adaletsizliği ortaya çıkaran sistemi değiştirelim, hâkimleri seçimle başa getirelim. Yetmez, mademki yaşam standardını eşitleyeceğiz -ücreti değil yaşam standardını eşitleyeceğiz- o zaman yaşam standardını eşitleyecek bir iş yapalım, zenginliği dağıtalım ve insanları aynı yaşam standardında, aynı koşullarda yaşar hâle getirelim. Özel hastaneleri kapatıp sağlığı parasız hâle getirelim ve bütün ayrıcalıkları; sizin, bizim, bakanların, zenginlerin bütün ayrıcalıklarını ortadan kaldıralım. Özel okulları kapatıp okulları halkın çocuklarının kullanacağı hâle getirelim; özel sistemin tamamını sonlandıralım. Mademki aynı gemideyiz, aynı yükü aynı oranda paylaşalım. Ülkenin servetini paylaşan, ülkenin servetini tarumar eden, yağmalayan yüzde 5'in yüzde 80'den, yüzde 90'dan çaldığı o serveti halkın kendisine geri dağıtalım ama bunları yapmak için sizin kendi ayrıcalıklarınızdan ve konumunuzdan çıkmanız gerekiyor; oysa bu kürsüye çıkan Bakan -kendisi burada oturuyor- diyor ki: "Ülkede yoksulluk yok." Burada, Grup Başkan Vekili diyor ki: "Herkesin parası var." Buraya, kürsüye çıkan vekil diyor ki: "İntiharların hepsi ekonomik değil, siz abartıyorsunuz." ve sizin Büyükşehir Belediye Başkanınız televizyonu yok diye sokakta çalışana televizyon yolluyor. Açlıkla kıvrananın açlığını anlamıyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

MUSA PİROĞLU (Devamla) - "Kuru ekmekle karın doyurun." diyorsunuz ve bütün bunları yaparken hiç rahatsız olmuyorsunuz. Aslında ben de rahatsız olmuyorum sizin bu sözlerinizden. Benim rahatsız olduğum; sizin bu sözlerinizin halk tarafından sessizce karşılanmasıdır, sizin "Yoksulluk yok, sefalet yok." laflarınızın yoksullar ve sefalet içinde yaşayanlar tarafından sessizce karşılanmasıdır. Bu sessizlikten cesaret alıyorsunuz ama bilin ki bu sessizliğin altında bir öfke birikiyor. İşçiler, onlardan çaldıklarınızı geri istiyor; işçiler, onlardan çalınan serveti geri istiyor.

Burada bir haber, sizin kanalınız, diyor ki: "Fiziksel olarak mı yoksa duygusal olarak mı açsınız?" Ben diyorum ki, sınıfsal olarak açız; yoksul olduğumuz için açız. Bu yoksulluğa son vereceğiz. (HDP sıralarından alkışlar)