GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:34
Tarih:17.12.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan; izin verirseniz, ben biraz evvel Sayın Bakanın söylediği noktadan başlayacağım. Bu işsizlik rakamları konusunda uluslararası verilerden söz etti, OECD'yi andı. Ben orada beş sene daimî temsilcilik yaptığım için OECD'de bu hesapların nasıl yapıldığını gayet iyi biliyorum maalesef. Maalesef derken şunu söylüyorum: OECD'nin kendine özgü bilgi toplama, data toplama, işsizlik rakamlarını hesap etme yeteneği de yoktur ve ilgisi de yoktur. Dolayısıyla OECD'de yer alan rakamlar TÜİK ne veriyorsa odur, TÜİK rakamları ne kadar yanlışsa ve düzmeceyse OECD rakamları da aynı şekilde yansır. Dolayısıyla "Uluslararası veriler Türkiye'deki rakamları teyit ediyor." demek anlamsızdır.

Ben ayın 14'ünde, Dışişleri Bakanlığı bütçesinde konuşurken zaman darlığıyla bütün konuları bir araya getiremedim. O gün bir de vukuat oldu biliyorsunuz, o vukuata da değinme ihtiyacı duyuyorum. Ama isterseniz, ilk önce, 10-11 Aralık tarihinde yapılan Avrupa Birliği Zirvesi'yle başlayayım. Bu zirvedeki kararları hepimiz biliyoruz, onun üzerine Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı. O açıklamadan aynen şu cümleyi okuyorum size ve Doğu Akdeniz'le ilgili bu konu: "Her zaman söylediğimiz gibi, Avrupa Birliği dürüst ara bulucu rolü üstlenmeli." dedi. Şaşırdım, bir kere daha okudum, yüksek sesle okudum, "Her zaman söylediğimiz gibi, Avrupa Birliği ara bulucu olsun." diyor. Ben anlamıyorum, ara bulucu nasıl olabilir bu konuya taraf olan biri? Zaten tarafı belli Avrupa Birliğinin ve ister istemez şunu soruyorum kendilerine: Ya geliverirlerse ne olacak o zaman, Avrupa Birliği "Ben geleceğim, ara buluculuk yapmak istiyorum." derse Doğu Akdeniz konusunda? Ben ister istemez Ben ister istemez soruyorum, bunu Dışişleri Bakanlığı mı yazıyor, yoksa Beştepe'deki dehalar mı?

CAATSA konusunda... CAATSA konusunda biz bir açıklama yaptık, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yaptığı açıklamaya da katıldık. Ancak, ileriye doğru bakarken eğri oturup doğru konuşmak durumundayız. Diplomasi yoluyla çözülemeyecek bir sorun olmamakla birlikte, S-400'lerin alımı gerçekçi bir tehdit değerlendirmesi ve risk analizi temelinde yapılmamıştır ve maalesef karşımıza gelen "görülür kaza"dır. Bu görülür kazaya rağmen, ümit ediyoruz ki Savunma Sanayii Başkanlığı buna karşı alınabilecek tedbirleri de öngörmüştür demem lazım.

Ama buradan çıkarılacak başka bir ders daha vardır, hep atasözleri üzerinden gideceğim: Duvara dayanma çöker, adama dayanma seçimi kaybeder. Kaybetti adam. Yani biz "dostum Trump"a güvendik, adam gitti; yakında karşımızda başka biri olacak. Dolayısıyla, bu atasözlerinin hikmeti de bir kere daha ortaya çıkmış oldu.

Sayın Çavuşoğlu 14 Aralık günü yaptığı konuşmada "Roseline A" gemisine atıfta bulunurken "Dört saat uygulaması diye bir şey yok." demişti. Ben istese de istemese de şu hatırlatmayı yapıyorum -Sayın Bakan burada değil ama mutlaka arkadaşlar tutanaktan bunu takip edeceklerdir- 1988 senesinde yapılmış Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine Dair Sözleşme vardır. Bu Sözleşme Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandı. Bunun arkasından, 2005 yılında, aynı Sözleşme'yle ilgili bir tane protokol imzalandı; o protokol de bu Meclisten geçti. Dolayısıyla, benim Sayın Bakana çağrım, lütfen, dosyalarını biraz daha ince eleyip sık dokumasıdır.

Irak'a geleyim. Irak'ta Mehmetçik yine teröre karşı mücadelesini gece gündüz veriyor ancak önümüze, her sene maalesef, uzun zamandır, her sene tezkereler geliyor ve her gelen tezkerede "Maalesef geçen sene biz bu işi halledemedik, bize bir sene daha." "Bize bir sene daha." "Bize bir sene daha." diye süre isteniyor.

Ama o iş orada da bitmiyor, mesele sırf terör değil maalesef Irak'ta. Bağdat'tan âdeta kaçırılırcasına IKBY'yle bir ilişki sürüyor. Kimlere hizmet ettiği meçhul bir petrol kaçakçılığı devam ediyor. Türkmeneli'nin statüsü hâlâ anayasal bir zemine kavuşturulamamış vaziyette. Bağdat Hükûmetinde hâlâ bir Türkmen kardeşimiz yok. Irak'ta IKBY'nin kontrolü dışında bir sınır kapısı da açılamamış durumda. Bunların hepsi gündemde duruyor. Şunun için söylüyorum, mesele Irak'ta sırf terörden ibaret değil, Türkmen kardeşlerimizin geleceğinin de en az onun kadar önemli olması lazım. Fırat'ın doğusu, Fırat'ın doğusu diye yattık kalktık, Fırat'ın doğusuna Süleyman Şah Türbesi'ni götüremedik. Süleyman Şah Türbesi Fırat'ın doğusunda, hemen nehrin öbür tarafında. Sadece Süleyman Şah Türbesi de değil orada mesele, orası vatan toprağı. Dolayısıyla biz oraya ne zaman yeniden bayrak dikileceğini çok merak ediyoruz. Suriyelilerin konusuna girmeyeyim, Doğu Türkistan konusuna döneceğim, başka bir vesileyle döneceğim, bugünün gündeminde bunu sıkıştırmam biraz zor olacak ama o konunun da önemini önümüzdeki günlerde ilk vesileyle dile getireceğim.

Dış politikayı yürütecek kurum olması gereken Dışişleri Bakanlığının başındaki Bakan, mevcut ucube sistem tahtında bakan olmaktan çıkmıştır. Bakanlık da Beştepe'nin sekretaryası konumuna düşmüştür. En az yirmi yıl dirsek eskittikten sonra ehliyet ve liyakat temelinde devletin büyükelçisi olabilecek çalışanların önüne, nereden geldikleri meçhul, yetenekleri tartışmalı kişiler geçmiştir. Bu dışarıdan atananlar devletin büyükelçisi değil AKP'nin ideolojik temelli şekillenen politikalarını uygulamakla görevli, misyon edinmiş kişilerdir. Buradan Sayın Çavuşoğlu'na seslenmek istiyorum: Bakanı bakan yapan altındaki kadrolardır. Onları saf dışı bırakıp Beştepe'deki kişilerin zihninden peydahlanmış politikalarla bir yere varılamaz. Bu Bakanlıkta sicili de, pek çok defa ifade ettiğim gibi, amirler değil memurlar verir. Üstelik memurlar tarafından Bakan dâhil herkese verilen koridor sicili amirlerin verdiği sicilden her zaman daha makbuldür. Buradan vukuata döneceğim; o gün, biliyorsunuz, Sayın Çavuşoğlu hepimizi şaşırtan ifadeler kullandı. Önce "Ülkede seçim yok" dedi. Bize göre kokuyor, seçim kokuyor ama ben, size mi inanalım yoksa tecrübemize mi inanalım diye geriye dönmek durumundayım. Sizi 2018 senesinin ilk aylarına götüreceğim ve şu cümleleri biz iktidar cephesinden duyduk: "Şu anda erken seçim gündemimizde yok." Bunu iktidar cephesi söyledi. "Ana muhalefet partisi bu aralar hiçbir şey bulamadı, düşündüler, düşündüler 'Ne yapsak?' Tutturdular şimdi 'erken seçim' diye. Erken seçim değil, seçimin zamanı belli." Hep iktidar partisi söylüyor. "Yerel seçimler 2019 Mart, genel seçimler 2019 Kasım ayında yapılacaktır." dedi iktidar cephesi. "Seçimler zamanında yapılacaktır." dedi 3 Nisanda. 4 Nisanda: "2019'da önemli siyasi olaylar var -yani bir sene sonradan bahsediyorlar- bunlar yerel, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimidir. Üç ay arayla gerçekleştirilecek bu seçimlere hazırlanalım." Son olarak, yine 4'ünde: "Şunu açık söyleyin, kapatın artık bu konuları -Sayın Cumhurbaşkanı söylüyor- erken seçim filan yok. Bu tartışmaları artık gündemden çıkarın çünkü bu tartışmalar en çok ekonomiye zarar veriyor." 2018'de ekonomiye zarar veriyordu, bugünkü durumumuz maalesef 2018'den daha ağır. Ha, bunu niye söylüyorum? Sonra ne oldu? 4 Nisandan sonra iki hafta sessizlik oldu ve birdenbire kendimizi erken seçimde bulduk. Dolayısıyla, olmaz olmaz demeyin, olmaz olmaz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

İkinci cümlesine geçiyorum Sayın Çavuşoğlu'nun: "Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz." Yani, hani bu binada oturuyoruz biz, millî iradeyi temsil ediyoruz; bu, millî iradenin ayaklar altına alındığı bir cümledir. Buna tepkiyi biz verdik ve bu tepki Beştepe'den de geldi. Siz onu, Beştepe'den gelen tepkiyi fark etmediniz, onu da söyleyeceğim şimdi. Koltuğuyla yaşayan hatta yatıp kalkan, Bakanlığı bu nedenle de bir işkence odasına çeviren Çavuşoğlu, koltuğunun risk altında olduğunu fark edip maalesef o gün koltuğunu kaybetti. Çünkü sıraya girmiş arkadaşlarınız var sizlerin o koltuk için. Ve niye kaybetti? Aklı gitti, bilinçaltı ortaya döküldü. Bu neyi anlatıyor biliyor musunuz? 31 Mart durumunu anlatıyor. O günlerde de buna benzer bir şeyler oldu yani İmamoğlu seçimi kazandı, aynı, olup biten bugün, Çavuşoğlu'nun ağzından çıkan cümleler oldu. "İmamoğlu kazanmış olsa dahi kazanmış olmamıştır." Ha, bunu ben şu anlamda söylüyorum. Ben aslında hariciyeciyim ama Çavuşoğlu'nun sayesinde dâhiliyeci oldum yani iç hastalıkları uzmanı durumundayım maalesef. Bunu niye söylüyorum? Çavuşoğlu'nun durumu bir hastalıktır. Bunun adı "İstanbul sendromu"dur ve bunun tedavisi de yoktur. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Maalesef Sayın Çavuşoğlu, o günkü ifadeleriyle kendisini tutanakların dibine gömmüştür. Yani bu tutanaklar var ya bunlar hiçbir zaman yalan söylemiyor.

Buradan bir hususa daha değinerek sözlerime son vereceğim. "Beştepe'den yankı geldi." dedim. Sayın Fuat Oktay dün buradaydı, bu konu yine açıldı. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı söylüyor, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı söylüyorsa birisinin adına da söylüyor diye bakacaksınız buna. Herhâlde Beştepe şöyle dedi "Ne yaptın kardeşim Mevlüt, senin ağzından çıkanı kulağın duymuyor mu?" Şöyle diyor Sayın Fuat Oktay: "Mevlüt Bey'in ağzından çıkanlar şakavari ifadelerdir." "Şakavari" kelimesini arayın, bulacaksınız tutanaklarda. Buradan nereye varmak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Şaka mıdır bilmiyorum ama kaka olduğu muhakkaktır.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)