| Konu: | Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 25.12.2020 |
HDP GRUBU ADINA ABDULLAH KOÇ (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifinde, biz, yine -Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun- Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi'yle karşı karşıyayız.
Yine, oldubittiye getirilen bir kanun teklifi değerli arkadaşlar. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun bu tür kanun ihdasında Türkiye'ye çeşitli ihtarları var. Bu ihtarların başında, insan haklarından, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden tutun da etnik, dinî ve cinsiyet temelinde ayrımcılığa izin verilmemesi gerektiği; Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme uyarınca etnik azınlıkların ana dillerinde eğitim görmeleri gerektiği, Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi'nin tüm maddelerinin uygulanması gerektiği, insanların zorla kaybettirilmesine karşı uluslararası sözleşmelere uyulması gerektiği... İfade özgürlüğünün önündeki bütün engellerin kaldırılmasını zorunlu kılan bir anlayış söz konusu ama ne yazık ki bu iktidar, gene bunların hiçbirine uymadı.
Bütün bu uyarılara rağmen, Türkiye, mevcut olan teklifle, yasaları politik çıkarları ekseninde kullanmakta ve bu konuda samimi olması gerekirken, topluma "reform" diye yansıtılan, göz boyama amacıyla yapılan değişikliklerle toplumu yine onlarca kısıtlamayla karşı karşıya bırakmaktadır. Reform yerine, hak ve özgürlükler, dernekler ve sivil toplum örgütlerinin örgütlenme özgürlükleri yönünde de çok ciddi kısıtlamalara gitmektedir.
Cezaevlerinde binlerce siyasi tutsak olmasına karşın -basına uygulanan sansür, cezaevlerinde olan gazeteciler, siyasi partilere uygulanan baskılar ortadayken- bu kanun teklifiyle yepyeni bir kısıtlama sürecine girmiş bulunmaktayız.
Değerli arkadaşlar, yine bir kayyum sevdası. Bu kanun teklifinin 15'inci maddesinde yine bir kayyum meselesiyle karşı karşıyayız. Bu teklifle; örgütlenme özgürlüğü, kanun önünde eşitlik, masumiyet karinesi, dernek kurma özgürlüğü ve mülkiyet hakkı ihlal edilmektedir. Hükûmetin bu uygulamalarıyla, olağan bir hâl alan kayyum rejimiyle aynı zamanda gerek demokratik kitle örgütleri gerekse Kürt sorununun çözümüne dair kurulan tüm kurumlar hedef hâlindedir. Öte taraftan, Hükûmetin 15 temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimini fırsat bilerek -özellikle FETÖ'den zarar gören kurumlarımız- 2006 yılında kurulan ve merkezi Diyarbakır'da olan Kürt kültürünü araştırma ve geliştirme üzerinde çalışma yapan dernek olan KURDÎ-DER, Ankara'da kurulan, yine Kürt Kültürünü Araştırma Derneği olan KÜRD-DER gibi 2016 yılında terörle mücadele gerekçe gösterilerek binlerce sivil toplum örgütü ve dernek kapatılmış, çocuk haklarını savunan, muhtaçlara gıda yardımı sağlayan, göç etmek zorunda kalan insanlarla dayanışmak için kurulan, kadın haklarını savunan dernekler; ÇHD, ÖHD, MHD ve Rojova dernekleri kapatılmış, insan hakları örgütleri hedef hâline alınmış ve binlerce insan gözaltına alınmış, ne yazık ki tutuklanmıştır. Mevcut otoriteye karşı çıkan her düşünce ve fikir hedef hâline getirilmiş, belediyelerimize kayyum atanmış, seçme ve seçilme hakkı ortadan kaldırılmıştır. Partimizin Eş Genel Başkanları, milletvekilleri, belediye eş başkanları gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Bu kanun teklifinin; mevcut olan STK ve derneklere baskı uygulama ve el koyma adına eksik bırakılan kayyum rejiminin son halkasını oluşturmaya yönelik bir kanun teklifi olduğunu burada açıklamak isteriz.
Bütün bu yapılanların yanında gerek Kürt sorununun çözülmesi ve gerekse Türkiye demokrasisinin başka bir noktaya evrildiğine dair yeni bir süreçle karşı karşıyayız. AİHM kararı değerli arkadaşlar... Demirtaş Türkiye kararı da bu hususu dile getiren bir husustur değerli arkadaşlar. Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye demokrasisin önündeki engelleri âdeta özetleyen ve artık uluslararası nitelik taşıyan bu sorunların sadece Türkiye'yle sınırlı kalmadığına ilişkin bir tarihî gerçeklikle karşı karşıyayız. Bakın, uluslararası nitelik kazanan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararıyla; yargı, siyasal baskılar, mevcut olan durum, muhalif sesleri kısıtlamaya ilişkin olan faaliyetlerin hepsi tek tek sayılmış ve bu yönde bir tespite gitmiştir. Değerli arkadaşlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu kararıyla -Venedik Komisyonu- HSK'nin yapısının yargı üzerindeki etkisini ve bağımsızlığını tehlikeye düşürdüğünü, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinin raporuna göre de yargı organlarının siyasi gerilim ortamının sonuçlarından etkilendiğini yani yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirdiğini çok açık bir şekilde dile getirmektedir.
Yine, bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı, Demirtaş ve HDP'li vekillerin tutuklanmasının, belediye eş başkanlarının görevden alınmasının ve tutuklanmasının amacının muhalif sesleri kısıtlamaya yönelik olduğunu tespit etmiştir. Bütün bunların yanında, tutuklamaların demokrasinin temeli olan çoğulcu ve özgür tartışmayı bastırmak gibi saklı bir nedene dayandığına ilişkin kararı göz önünde bulundurulduğunda, bunların hepsinin Türkiye demokrasisinde de gerçek anlamda bu iktidar tarafından kısıtlamaya gidildiğine dair çok net şekilde tespitleri bulunmaktadır.
Türkiye'nin en önemli sorunlarının başında olan Kürt sorununun çözülmesine ilişkin problemi ve diğer demokratik sorunları çözmeyi amaç edinen her türlü siyasal yapı ve çoğulcu anlayışın hedef hâline getirildiğini, bu yönde Kürt halkına dair dile getirilen ne varsa bastırılmış yargının eliyle yok etmeye çalışan siyasi bir yapılanmayla karşı karşıya olduğumuzu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi çok net bir şekilde tespit etmektedir.
Türkiye'deki bütün hak ihlallerinin, tutuklamaların, kayyum rejiminin temel ve saklı amacı, yani gizli anayasası Kürt sorununu ve Kürtleri yok saymaya, sorunu çözümsüz bırakmaya yöneliktir. Öteden beri dile getirdiğimiz üzere bütün sorunların, hukuksuzlukların, yok saymaların temel nedeni Kürt sorunudur değerli arkadaşlar. İşte, bütün bunların özeti de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Demirtaş v. Türkiye kararıdır. Tam bu noktada HDP'ye tahammül edemeyenlerin, sürekli parti kapatmayı gündemine alanların, Demirtaş'a "terörist" diyenlerin -tırnak içerisinde- asıl hedefi Kürtlerin talepleridir çünkü HDP, Kürt sorununu dile getiren Kürtlerin sesidir; sorunu canlı tuttukları, ırkçılığa karşı durdukları, emekçi, yoksul halkın taleplerini dile getirdikleri için sürekli saldırıların hedefindedir.
Bu üçlünün demokratik zeminde Kürt sorununu dile getirmek dâhil olmak üzere bütün sesleri kısmaya yönelik... Buradan kendilerine cevabımız da şudur değerli arkadaşlar: Sizin kararınızla HDP buraya gelmedi, 20 milyon olan bir halkın iradesiyle buradadır. Aslında, Kürtlerin ve emekçi halklarımızın sizlere tahammülü kalmamıştır, bunu burada net bir şekilde belirtmek isteriz. Erdoğan, Bahçeli ve Soylu'nun tanımadıkları bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı, değerli arkadaşlar, Anayasa'da 90'ncı maddede yer alan bir hükümdür yani iç hukuk hükmüdür. Dolayısıyla, bu şekildeki tavırları hem yargı üzerinde bir tahakkümdür, yargıya müdahaledir hem aynı zamanda Anayasa'yı çiğnemedir. Biz bunu bu şekilde kesinlikle kabul etmiyoruz; bunu bütün halkımızla bu şekilde paylaşmak istiyoruz.
Bakın, bunların yapmış oldukları "terörist" kavramıyla "Bu kararı tanımıyoruz." şeklindeki beyanlarıyla Anayasa maddesi net bir şekilde çiğnenmektedir ve Anayasa'yı bu şekilde rafa kaldırmaktadırlar. Bu nedenle bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ışığında bir, Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ başta olmak üzere tüm siyasi tutsakların derhâl serbest bırakılması ve haklarında açılan tüm davaların düşürülmesi gerekiyor; iki, tüm siyasi tutsakların davalarında yargılamanın yenilenmesi ve davaların düşürülmesi gerekiyor. Kayyumlarla iradesine el konulan tüm belediyelerimizin iade edilmesi, Kürt dilinin önündeki engellerin kaldırılarak ana dilde eğitim hakkının sağlanması, kapatılan demokratik kitle örgütlerinin yeniden açılması, bu kanun teklifinde olmak üzere kanunlarda yer alan tüm kısıtlamaların ayıklanması, bütün sorunların çözülmesi açısından katılımcı ve demokratik bir anayasanın yapılması için tüm halklarımız, sivil toplum örgütleri, bireyler ve emekçilerle ortak bir çalışma yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır ve bu elzemdir.
Değerli milletvekilleri, bu tarihî kararla yepyeni bir süreç başlamıştır. Bu fırsatın değerlendirilmesi, Türkiye haklarının önündeki bütün engellerin kaldırılması, demokrasinin yeniden inşa edilmesi, toplumda mevcut olan ırkçı yaklaşımların ortadan kaldırılması için bu karar gerçek anlamda bir fırsattır. Bu fırsatı gelin, hep birlikte değerlendirelim ve bu kararı derhâl uygulayalım; Türkiye'nin önündeki bütün engelleri bu şekilde ortadan kaldıralım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)