GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültür Merkezlerinin Kuruluşu, İşleyişi ve Faaliyetleri Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:44
Tarih:09.02.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ABDUL AHAT ANDİCAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Türkiye'nin ve uluslararası platformun önemli bir sorununa değinmek istiyorum; Doğu Türkistan olayları. Bugün, bir Çin iç sömürgesi hâlinde olan Doğu Türkistan'ın geçmişini, asimilasyona uğrama dönemlerini vesaire zaman yokluğundan es geçeceğim ve bugün geldiğimiz noktada bulunduğumuz aşamayı inceleyeceğim.

Amerika Birleşik Devletleri'nin 11 Eylül olaylarını hatırlarsınız. Bu olaylarda "teröre karşı küresel savaş" diye bir konsepti ABD ortaya koydu ve Çin çok akıllı bir şekilde bu konsepte katılacağını söyledi; şart olarak Doğu Türkistan İslami Partisinin terör listesine alınmasını istedi. Amerika Birleşik Devletleri bunu kabul etti ve 2003 yılında bu organizasyon terör listesine alındı. Çin, ertesi yıl, ilginç bir yaklaşımda bulundu; bu terör organizasyonun bir şemsiye organizasyon olduğunu ve onun altında başka organizasyonlar olduğunu söyledi, onların da terörist kabul edilmesini dünya gündemine getirdi. Değerli arkadaşlar, Çin'in bu talebi Türkiye'de de var olan 3 tane Doğu Türkistan diaspora derneğini ve vakfını da kapsıyordu, bütün dünyadaki diaspora derneklerini kapsıyordu. Bunu anlatmamım bir nedeni var, biraz sonra gerekçesini söyleyeceğim. Bu dönemde Doğu Türkistan'da ortaya çıkan her olay şiddetle bastırılmaya devam edildi. 2009 yılında Uygur gençleri "köle işçisi" olarak diğer Pasifik cephesine, oraya taşındıkları için bunları protesto amaçlı yapılan bir gösteride, Urumçi'de yüzlerce Uygur öldürüldü. 2013 yılında "Bir Kuşak Bir Yol Projesi" gündeme getirildi. Kuşak Projesi'nde -ayrıntılarına girmeyeceğim, zaman yok ama- Doğu Türkistan çok önemli bir yol oluşturuyordu ve 2017'de tüm dinlerin ve inançların Çinlileştirilmesi siyasetini Çin resmen ilan etti. Bugün 1 milyonu aşkın Uygur Türkü, toplama kamplarında ve hapishanelerde işkenceye ve beyin yıkamaya tabi tutuluyorlar.

Meselenin Türkiye boyutuna gelince Türkiye'ye sığınan Uygurlar ve diaspora dernekleri süregiden Çin zulmünü kamuoyuna anlatmaya çalışıyorlar. Diğer taraftan, Doğu Türkistan meselesini ABD destekliyor diye Doğu Türkistan'daki Çin zulmünün bir emperyalist propagandası olduğu şeklinde bir iddiayı gündeme getiren ve ne yazık ki başını Cumhur İttifakı'nın fahri ortağı Doğu Perinçek'in çektiği bir başka kesim var. Bu çevreler Doğu Türkistan'daki bu kampların "eğitim kampları" olduğu şeklindeki Çin iddiasını seslendirmeye devam ediyorlar. Buna karşı çıkması gereken sözde yerli ve millî çevreler de buna sessiz kalıyorlar. Bu çevrelerden aldığı cesaretle Doğu Perinçek, İYİ PARTİ Genel Başkanı Sayın Meral Akşener'in geçen haftalarda grup kürsüsüne çıkardığı Doğu Türkistanlı bir kadına FETÖ'cülük ve teröristlik iftirasını atabilecek bir noktaya gelmiştir.

On beş yıl önce "Çin Satrancında Orta Asya" diye bir makale yazmıştım. Bu makalede ABD'yi dengeleyecek olan ülkenin Çin olduğunu ve gelecekte eğer ABD buna engel olamazsa Çin'le ilgili olarak insan hakları meselesini gündeme getirip Doğu Türkistan'ı, Moğolistan'ı, Tibet'i hatta Mançurya'yı kart olarak kullanacağını söylemiştim, nitekim böyle oldu. Peki, şimdi önemli soru şu: Emperyalist ABD Doğu Türkistan davasını destekliyor diye Doğu Türkistan'da Çin zulmünü yok mu varsayalım? Terörist suçlamasıyla kamplara kapatılırken, eğitim adı altında işkence görürken, dinî ve millî inançları yok edilirken, kadınları sistematik bir şekilde tecavüze uğrarken, mankurtlaştırılıp köleleştirilirken ve böylece soykırıma uğrarken Doğu Türkistanlılar ne yapsın? "Ey emperyalist ABD, ey emperyalist Batı dünyası, niye bize destek veriyorsunuz?" mu desinler? "Desteğinizi istemiyoruz." mu desinler? Böylesi bir desteğin bayraktarlığını Türk dünyasının lideri Türkiye yapmıyorsa eğer, İslam ülkelerinin hiçbirinden ses çıkmıyorsa Doğu Türkistanlılar ne yapsın? Kendi öz vatanlarında köle mi olsunlar? Millî ve dinî kimliklerinden koparılıp Mançularda olduğu gibi Çin ejderhasının asimilasyonuna boyun mu eğsinler? Söylenecek çok şey var arkadaşlar ama atlıyorum. Sonuçta o noktaya geldi ki bakın, Doğu Türkistan, onların deyimiyle Sincan Uygur Özerk Bölgesi Valisi ne diyor, çok önemli: "Çok başarılı olan Sincan'daki radikalleşmeyi yok etme politikamızdan asla vazgeçmeyeceğiz ancak devlet mekanizmasının talim ve terbiye sisteminden geçenlerin sayısı zamanla azalacak."

Bu Çin propagandası o kadar etkili ki arkadaşlar, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin 44'üncü oturumunda Beyaz Rusya temsilcisi, Pekin'in Sincan'da yani Doğu Türkistan'da teröre ve bölücü gruplara karşı mücadelesini destekleyen bir mektup yayınladı. Bu mektubu 46 ülke imzaladı. Acı olan ne biliyor musunuz? Aralarında Pakistan, İran, Suudi Arabistan, Yemen vesaire gibi Müslüman ülkeler var, daha da acısı uğruna çok şeyleri feda ettiğimiz, neredeyse Orta Doğu politikamıza rehin olmuş Filistin de var. Tabii, bu olayda destek veren ülkeler de var. Temmuz 2019'da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine üye 22 ülke, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Uygur Türklerine yönelik insan hakları ihlallerinin eleştirilmesi ve Çin'e karşı bir protesto yapılması gerektiği noktasında bir mektup imzaladılar. İngiltere'den bazı ekonomik ambargolar veya ekonomik yaptırımlar teklifi geldi. Trump ve daha sonra Biden yönetimi de "İnsanlığa karşı bir suç işleniyor; Çin'de, Doğu Türkistan'da bir soykırım var." şeklinde karar verdiler.

Şimdi, Türk Hükûmetinin meseleye nasıl yaklaştığına bakalım. Başbakan Erdoğan 2009 yılında Urumçi olayları yaşandığında âdeta bir soykırım olarak bunu tanımladı. Çin Hükûmetine, vahşete varan bu olayların sorumlularının bir an evvel adalet karşısına çıkıp hesap vermesi gerektiğini söyledi. Çin'e yönelik 2012 gezisini de Urumçi'den başlatması Doğu Türkistanlılar arasında olumlu bir hava yarattı. Fakat Çin'de kamplar kurulmaya başlayınca AKP'den, daha doğrusu Sayın Cumhurbaşkanından beklenen buna da karşı çıkmasıydı ama ilginçtir, bu dönemde Çin'le ekonomik ilişkilerimiz çok artmıştı ve Türk yönetimi, Türkiye Hükûmeti utangaç bir sessizliğe büründü.

Çin resmî ajansına göre Sayın Cumhurbaşkanı 2017 gezisinde Şi Cinping'e "Sincan bölgesindeki etnik azınlık mutlu bir şekilde yaşıyor." dedi. 2019 gezisinde de Türkiye Büyükelçiliğinde yaptığı bir basın toplantısında "Uygur meselesini istismar edenler var. Bu istismarlar da Türk-Çin ilişkilerinde olumsuz yansımalara neden oluyor. Bu konuda istismarlara fırsat vermemek lazım." diyor. Böylece Çin'e karşı yapılan propagandaları istismar olarak tanımlıyor. Aynı yıl ABD gezisinde bir basın mensubu bu konuyu sorunca Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki: "Dışişleri bu konuda çalışıyor. Çin'den bir heyet istendi, bu heyet gitsin bakalım, bu noktada alınacak tavrı ondan sonra belirleriz." Yani diplomatik dille söylemek gerekirse topu taca atıyor.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise geçen yıl yapılan Münih Güvenlik Konferansı sonrasında bir basın toplantısında aynı soruya muhatap oluyor ve ilginç bir şekilde, Uygur Türklerinin özünde etnik Türk olmadığı şeklinde Çinlilerin kendisine ifadede bulunduğunu söylüyor. Başka bir şey daha söylüyor: "Herhangi bir gruptan terörist çıktı diye tüm Uygur Türklerinin terörist olarak adlandırılması doğru değildir." diyor. Buradan anlıyoruz ki Çin Hükûmeti, Türk muhataplarına bu propagandaları yapmaya devam ediyor. Daha sonra Sayın Dışişleri Bakanı kalkıyor ve -belki bir Türk Dışişleri Bakanı için talihsizlik demeyeceğim- bir gaflet örneği olarak tarihe geçen şu sözleri söylüyor: "Bu konuları uluslararası toplantılarda Çin'in aleyhine kullanmak isteyen ülkeler var." Türkiye'nin o tür propagandalara katılmadığını ve bu konuyu siyasete alet eden ülkelerin propagandasının parçası olmak istemediğini söylüyor bir Türk Dışişleri Bakanı. Bu sözleriyle Çavuşoğlu, Çin'in Doğu Türkistan'daki insan hakları ihlallerine ve uyguladığı kültür ve fizik soykırımına karşı yapılan eleştirileri "propaganda" olarak niteliyor, "Türkiye bunun bir parçası olmayacak." diyor. Sayın Bakana seslenmek istiyorum: Çin'le kurduğunuz ekonomik ilişkilerin bozulacağı endişesiyle Çin'i eleştiremiyor ve bu konuda dik duramıyor olabilirsiniz ama bu sözlerinizle, Çin propagandasının bir parçası hâline geldiğinizi fark edemiyor musunuz? Bu konuda Hükûmete çok şeyler söyleyebilirim ama sadece Finlandiya Başbakanı Sanna Marin'in cümlelerini burada hatırlatmakla yetineceğim: "Uluslararası toplum, Çin'in insan haklarını çiğneme politikasını ve azınlıklara baskısını görmezden gelemez. Ticaret ve ekonomi bu vahşete göz yummaya sebep değildir. İnsan hakları ikili ve çok taraflı görüşmelerin merkezinde yer almalıdır." Bu da Finlandiya Başbakanının ifadeleri, yeterince fikir veriyor mu bilmem.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzde bu konuyla ilgili çok önemli bir sınav var, Meclisin sınavı. Hükûmet 2017'de Çin Hükûmetiyle suçluların iadesi anlaşması imzaladı; yüce Meclisimizin komisyonlarında bugün görüşülüyor. Biliyorum, bu anlaşma gündeme geldiğinde Hükûmet yetkilileri "Efendim, biz kesinlikle, suçlu olduğuna ikna olmadığımız şahısları iade etmeyeceğiz." diyecekler, bundan hiç kuşkum yok, bu şekilde anlaşmayı savunacaklar. Buradan Hükûmete sesleniyorum: Konuşmamın başlangıcında Çin'in nasıl bir diplomatik manevrayla bütün dünyadaki Uygur diaspora örgütlerini terörist veya terörle ilişkili kurumlar hâline getirdiğini gösterdim, söyledim; inceleyen kolayca bunu görebilir. İmzalanan anlaşma metnindeki adi suçlar dışında, 2 ülke arasında "suç" ve "suçlu" tanımında hukuki bir ortak zemin görünmüyor; anlaşmayı inceleyin. Sonuç: İade etmek zorunda kalacağınız soydaş ve dindaşlarımızı, uluslararası anlaşmalara sığınarak, anlatmak zorunda kalacaksınız.

Bakın, burada 2003 yılında yayınladığım bir "Hariçte Türkistan Mücadelesi" kitabı var ve bu kitabın 446 ve 447'nci sayfalarında, TBMM tutanaklarına göre, İkinci Dünya Savaşı bitiminde Sovyetler Birliği'ne iade edilen soydaşlarımızı anlatıyorum. Dönemin Hükûmeti, bu uygulamasını "uluslararası anlaşmalar" gerekçesiyle mazur göstermiştir.

Şimdi, önümüzde böyle bir sorun var, bunun Millet Meclisi olarak farkında olmalıyız arkadaşlar. O dönemde, o Hükûmet belki kendini böyle rahatlattı, kendilerini belki o dönemde toplum da affetti, bilmiyorum, ama gördüğünüz gibi tarih affetmiyor; tarih unutmuyor, tarih affetmiyor. O nedenle, benzer bir hatayı yapmak istemiyorsanız, benzer bir faciaya çeşitli bahanelerle sebep olmak istemiyorsanız, değerli arkadaşlar, bu anlaşmayı Genel Kurula indirmeyin. Çinlilere de bu olayı makul bir şekilde izah edin. Çünkü Çinlilerin suç ve suçlu yaratmak konusundaki mahareti bütün dünyaca tanınan bir şeydir, onların eline su dökemezsiniz arkadaşlar, onlarla bu konuda yarışamazsınız; bunu fark edin. O nedenle, bu konuyu, bu doğrultuda değerlendirmenizi istiyorum. Hükûmet getirebilir ama hangi partiden olursa olsun milletvekilleri olarak bu Parlamentonun sorumluluğu, sözünü ettiğim şekilde bir drama alet olmamaktır.

İYİ PARTİ olarak, sonuna kadar bu anlaşmaya karşı çıkacağımızı ifade ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)