| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 09.02.2021 |
HDP GRUBU ADINA MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, uluslararası anlaşmaları konuşuyoruz ama ben, bu son günlerde özellikle yakıcı olan akademide geldiğimiz durumu, Boğaziçi bağlamında, bir akademisyen olarak biraz tartışmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, akademinin üç görevi var; birincisi, bilim üretmek, bilgi üretmek. Bunun için temel şart, asgari şart akademik özgürlüktür. Bilim üretmenin yanında, aynı zamanda, ikinci temel görevi eğitim öğretim işlevini yerine getirmek yani eğitim öğretimin yapıldığı alanlardır ve üçüncü en önemli görevi de ürettiği bilgiyi toplum yararına toplumla paylaştığı alanlardır.
Değerli arkadaşlar, üniversitedeki akademik özgürlük ortamını yok etmek üzere, 12 Eylül cunta darbecileri, ilk iş üniversiteleri zapturapt altına almak gerektiğini düşünerek 6 Kasım 1981'de YÖK'ü ilan ettiler. Her 6 Kasımda üniversite bileşenleri YÖK'ü protesto ettiler, YÖK'ün kaldırılması talebini yükselttiler. Ama sadece üniversite bileşenleri değil, bu ülkede siyaset yapan tüm siyasal partiler ilk iktidara geldiklerinde YÖK'ü kaldıracakları vaadinde bulundular, buna AKP de dâhil. Hatta akademik ve idari özerklik vadediyorlardı ama birdenbire AKP iktidar olunca üniversiter alanın aslında nasıl bir arpalık olduğunu ve siyasete kurban ettiğinde kendi oylarının nasıl konsolide edileceğinin bir aracı olarak kurguladı üniversiteleri.
Hatırlayın değerli arkadaşlar, FETÖ metö diyorlar ya, 2007'de atanan rektörlerle 15 üniversite FETÖ'ye teslim edildi. Yani YÖK'ü kaldırmak vaadiyle göreve başlayanlar üniversiteyi ele geçirince YÖK'ü katmerli hâle getirdiler, cemaatler üzerinden kendi oy tabanlarını konsolide etmenin bir aracı hâline getirdiler. Devamında ne yaptılar? "Her ile bir üniversite." diyerek -aslında toplumda bir akademik alan talebi yoktu- sırf ekonomik kaygılarla, esnafa şirin gözükmek, biraz önce söylediğim gibi oyu kendi lehine konsolide etmek için ne yaptılar? Her ile bir üniversite.
"Üniversite" deyince aklınıza üniversite gelmesin; bir binanın üzerine bir tabela yapıştırdılar, "ilin ismi 'üniversitesi'" dediler, oldu size üniversite. Ne laboratuvarı var ne ortamı var ne akademisyeni var ne de akademik ortamın yürütülebileceği bir alan var.
Değerli arkadaşlar, AKP bununla yetinmedi, üniversiteleri, en önemli nokta... Alman Hitler faşizmi döneminde "Gleichschaltung" denilen bir kavram var değerli arkadaşlar. Üniversiteyi kendi düşüncesi çerçevesinde uyumlulaştırma projesini hayata geçirdi ve atanan rektörler adım adım AKP'nin birer elemanı gibi, hatta Cumhurbaşkanının o ildeki birer temsilcisi gibi görev gördüler. Akademik ortam yok edildi. Bakın, akademik kurullar çalışmaz hâle getirildi, fakülte kurulları, hatta bölüm başkanlığından, ana bilim dalı başkanlığından tutun da üniversite senatosu tamamen işlevsiz hâle getirildi. Yetkiler kime verildi? AKP'nin atadığı -AKP Genel Başkanının atadığı- rektöre. Peki, bunu nasıl yaptılar durup dururken?
Değerli arkadaşlar, hatırlayın, 2016 yılında, yine, gece on iki sıralarında, aslında konuyla hiç alakası olmayan bir torba yasa görüşüyoruz; ek bir madde ihdas ettiler, üniversite rektörlerinin Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanmasını getirdiler. O dönem Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkan Vekili dâhil olmak üzere -çünkü AKP'yle ittifak bu kadar sıkılaşmamıştı- CHP ve bizler itiraz ettik ve o madde geri çekildi ama vazgeçilmedi, daha sonra bir OHAL KHK'siyle aynı şey getirildi. Gerekçe ne? "Efendim, üniversitede tartışmalara neden oluyor." Değerli arkadaşlar, üniversite zaten tartışmanın yürütüldüğü, farklı fikirlerin orada konuşulabildiği, tartışılabildiği alanlardır; eğer bunu engellerseniz...
Şimdi sizin atadığınız rektörler çok mu iyi? Bakın, akademisyen atamadan tutun da tüm atamalarda rektör tek yetkili oldu. Aslında bugün Boğaziçini tartışıyoruz. Boğaziçi işte bu kurala karşı çıktı. Biz daha önceki yöntemi de eleştiriyorduk akademisyenler olarak. Yani işte, üniversiteden 6 profesör seçiliyordu, ilk 6'ya girenler YÖK'e gönderiliyordu, YÖK 3'e indiriyordu ve o önerilen 3 kişi arasından Cumhurbaşkanı istediğini atıyordu değerli arkadaşlar, biz bu yöntemi bile eleştiriyorduk. Aslında, AKP, şu anda Boğaziçi özelinde üniversiter niteliği ortadan kaldırmak istiyor, son kale çünkü.
Bakın, bu atamalar yapılırken maalesef Türkiye'nin hiçbir üniversitesinde ses yükselmedi. Boğaziçi, geleneklerine bağlı, üniversiter nitelik kazanmış bir üniversite olduğu için şu anda üniversiteye sahip çıkıyor. O dönemde, rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından teke indirilip atandığı dönemde Boğaziçi şöyle bir kural koydu kendi içerisinde: "Eğer ben rektör adayıysam, ilk sırada seçilmemişsem, oy çoğunluğunu almamışsam Cumhurbaşkanlığına önerildiğimde ben adaylıktan imtina ediyorum." diyordu. Dolayısıyla 1'inci olanı Boğaziçinde atamak zorundaydılar, öyle de oluyordu; aslında bu, üniversiteye sahip çıkmaydı, işte bu, üniversiter gelenekti. Şimdi, dağıtmak istedikleri şey, bu üniversiter geleneği dağıtmaktır ve dediğim gibi, üniversiteyi kendileriyle uyumlu hâle getirmektir; uymayanları da barış imzacıları şahsında gördüğümüz gibi, üniversiteden tasfiye ettiler.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın, rektör atıyorlar. Rektörlerin önemli bir kısmının akademik yeterliliği yerinde değil. Şimdi, Boğaziçini tartışalım. Melih Bulu, bakın, şu anda Boğaziçinde geçerli olan kurallara göre Boğaziçinde öğretim üyesi olma yeterliliğine sahip değil çünkü belirli sayıda makaleye sahip olması, belirli çalışmaları yapmış olması gerekir; o yeterliliğe sahip değil.
İkincisi, değerli arkadaşlar, Boğaziçinde öğretim üyesi olamayacak bir kişi doktorasında intihal yaptı. Akademik dünyanın en ağır suçu intihaldir değerli arkadaşlar, yani bilimsel hırsızlık yapmaktır, başkasına ait fikri veya çalışmayı kendi çalışması gibi sunmaktır; bunu yaptığı açıkça ortaya çıkmıştır.
Şimdi, Boğaziçi Üniversitesine öğretim üyesi olamayacak biri oraya atanıyor. İşte, harekete geçen Boğaziçi Üniversitesinin üniversiter niteliği. Hocası, öğrencisi, mezunlar derneği, bunun, bu kişinin bu üniversiteye fayda getirmeyeceğini söylüyorlar ve itiraz ediyorlar. Aslında eleştirilmesi gereken, bugüne kadar bu kadar uygulamaya rağmen diğer üniversitelerin neden harekete geçmediğidir, Boğaziçindeki durum değil. Boğaziçi, üniversiter kimliğe sahip çıkmaya çalışıyor. Eğer gerçekten Boğaziçi de düşerse Türkiye'de üniversiter nitelik tamamen bitmiş olacak.
Değerli arkadaşlar, bir diğer taraftan, unutmayalım ki Boğaziçi Üniversitesinde hem öğretim üyesi olmak hem de öğrenci olmak öyle basit değil. Düşünün ki bu ülkenin ilk 1.000'ine giren öğrencilerin girdiği yer. Bakın, bugün bir şey açmışlar, öğrenciler bir video yapmışlar, ilk 20'de, 30'da hatta ilk 1'de olanlar da var, şunu söylüyorlar değerli arkadaşlar: "Bu son uygulamalardan sonra ülkem tarafından dinlenmediğimi, istenmediğimi düşünmeye başladım. Ülkem adına üzgünüm ve maalesef, büyük ihtimalle yurt dışında çalışacağım." İşte, bu ülkeye katkı yapmak, bilimini geliştirmek isteyenlere reva gördüğünüz durum bu. Bu öğrencilerin, üniversitelerine sahip çıkınca üzerine polisi, copu gönderdiniz.
Değerli arkadaşlar, polis, cop... O bir öğrenci aralarına girdiğinde, 8, 10 copun o öğrencinin başına indiği ve mahkemelerde bugüne kadar Boğaziçi Üniversitesinin 563 öğrencisi gözaltına alınmış, 10'u tutuklanmıştır. Şimdi, biz bu ülkede bilimsel özerklikten, bilimsel gelişmeden bahsedebilir miyiz?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz.
MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Bitireceğim Başkanım.
Değerli arkadaşlar, şu anda, Türkiye, Akademik Özgürlük Endeksi'nin yaptığı çalışmaya göre, akademik özgürlükte 144 ülke arasında 135'inci sıradadır. Yani akademik özgürlüğün olmadığı bir ülkedir.
Dolayısıyla, benim burada muhalefete söyleyeceğim bir cümle var: Değerli arkadaşlar, bu çocukların, bu öğrencilerin ailelerine ikide bir seslenmeyin. Bu çocuklar ne yaptığını biliyorlar; ülkenin aydınlık yüzüne, ülkenin aydınlık geleceğine, üniversitesine sahip çıkıyorlar. Şimdi, bunlar reşit insanlar. Bize düşen, onların taleplerinin yanında durmak, üniversiteyi tekrar ayakları üzerinde durmaya zorlamak; bizim görevimiz budur. Yoksa, üniversitede yükselen talebe "Burada provokasyon var." demek değildir. Provokasyon nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Provokasyon, böyle yetersiz birisini üniversitede rektör olarak tutmaya devam etmektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Selamlayalım Sayın Toğrul.
MAHMUT TOĞRUL (Devamla) - Yani eğer böyle birisini üniversitede rektör olarak tutmaya devam ederseniz... "Efendim, ben istifa etmeyi düşünmüyorum." Ya, sen bu üniversiteye ne katacaksın peki bu saatten sonra? Öğretim üyesi istemiyor, öğrencisi istemiyor, yardımcı bulamıyorsun; peki, senin bu üniversitede derdin demek ki buraya bir katkı sunmak değil. Nedir peki? İşte, dediğim gibi "Gleichschaltung" denilen zihniyet yani üniversiteyi kendi zihniyetine benzetme, eğer benzetemezsen de onları tasfiye etme düşüncesidir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Boğaziçinde, bir an önce Melih Bulu görevden alınmalıdır.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)