GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:45
Tarih:10.02.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben, izninizle, bu gündem maddesi altında birkaç konuya değineceğim; tabii ki bir tanesi bu anlaşmanın kendisi.

Şimdi, burada "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Türkiye açısından önemli midir?" desek herhâlde koro hâlinde hepimiz "Evet." cevabını veririz. İkinci soru olarak "Türkiye açısından Doğu Akdeniz önemli mi?" desek hepimiz koro hâlinde "Evet." deriz. "Enerji sektörü Türkiye açısından önemli mi?" desek yine koro hâlinde "Evet." deriz. Koro hâlinde deriz de bu taraftan ses çıkar, buradan pek ses çıkmaz sayısal bir sebepten dolayı.

İBRAHİM AYDEMİR (Erzurum) - Yok canım!

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Niye bunu söylüyorum? Biraz evvel siz sunuşu yaparken "Bu anlaşma 11 Ekim 2016'da imzalandı." dediniz, 11 Ekim 2016 yani Enerji Bakanlığından bu anlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisine yirmi sekiz ayda gelmiş. Bunun sizler açısından ne kadar önemli olduğunu siz söylüyorsunuz ama yirmi sekiz ayda geliyor Enerji Bakanlığından buraya. Komisyona giriyor -Sayın Komisyon Başkanı burada- 150 metre, dokuz ayda geliyor. Şimdi hiç kimse ne kadar önem verip vermediğiniz konusunda başka hesap yapmasın.

Bir de baktım kim imzalamış bunu diye: Damat bey yani bunu yirmi sekiz ayda buraya yollayan damat bey. Kendisi olsaydı kendisine bir şeyler söylerdim ama ben söyleyemiyorum, siz kendisini bir yerde bulursanız söyleyin.

İkinci konu Libya. Son üç sene içinde iktidar "Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış Ulusal Mutabakat Hükûmeti" diye yattı, kalktı. "Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış diye biz onunla imzalıyoruz anlaşmaları." dediniz ama bugün Ulusal Mutabakat Hükûmeti yok, yok. Ben burada, bu kürsüde söyledim, bütün yumurtaları aynı sepete koymayın, herkes herkesle konuşuyor, iyisiyle kötüsüyle konuşuyor, Libya'nın bir sürü karışık işi var, bir sürü karışık tarafı var dedim. Herkes herkesle konuşurken, herkesle konuşamayan tek ülke Türkiye'ydi. Şimdi o zamanki söylediğime dönüyorum: Sepet düştü, yumurtalar kırıldı; Ulusal Mutabakat Hükûmeti yok, yeni bir hükûmet kurulacak üç hafta içinde. Siz, genelde iktidar olarak bize kulak asmıyorsunuz ama ben size bir çağrıda bulunuyorum; bir laf dinleyin. Nedir laf dinleyin? Bu yeni kurulacak hükûmet sizin için bir fırsattır, Türkiye için bir fırsattır, hiç kimseyle konuşamayan bir ülke durumundan herkesle konuşan bir ülke durumuna geçmeniz için bir fırsattır. Dolayısıyla, bu fırsatı kaçırmayın. Yani geçen gün Dışişleri Bakanlığı böyle sıradan bir açıklama yaptı: "Memnuniyetle karşılıyoruz." Daha da önemli bir cümlesi var: "Libya'da askerî çözüm olamaz." dedi, amenna. Niye o zaman bize tezkere getirdiniz? Bizim niye hayır dediğimizi bugün belki daha iyi anlıyorsunuzdur.

S-400'ler... Girit modeli nedir? Sayın Hulusi Akar söylüyor, Girit modeli, Türkçe'ye çevrilirse, depoya kaldırıp üzerine kilit vurmaktır. Bunu mu öneriyor şimdi Türkiye? Daha da garip şeyler dolaşıyor basında. Bugünkü basını takip ederseniz o yetkiliyi bilirsiniz, bulursunuz inşallah; kim söylediyse onu, ismi yazmıyor basında. O yetkiliyi bulursanız o yetkili, tek yön biletle aya gidecek kozmonot olacaktır. Niye? Muhterem demiş ki: "Biz S-400'leri iç güvenlik sebepleriyle satın aldık." Hayırdır inşallah, hayırdır inşallah!

Daha önemli bir konuya geçeceğim izin verirseniz. Dün burada Sayın Ahat Andican'ı dinlediniz, arkasından Sayın Yavuz Ağıralioğlu'nu dinlediniz, bir de beni dinleyeceksiniz şimdi. Tabii ki Doğu Türkistan'dan bahsedeceğim. Niye bahsedeceğim? Çünkü Çin Halk Cumhuriyeti, Doğu Türkistan'da soydaşlarımıza yönelik olarak uyguladığı baskı düzeni, gestapo dönemini andıran toplama kampı uygulamalarıyla cümle âlem tarafından insan hakları ihlalleriyle kınanırken, maalesef, iktidar üç maymunu oynamaktadır. İnsanlar eşlerinden, kardeşlerinden, çocuklarından koparılmakta, eğitim programı adı altında yeniden yaratılmaya, toplumsal gelenek, görenek, kültür ve inançlarından soyutlanmaya çalışılmaktadır. Bu konuya Türkiye'de bizden fazla sahip çıkan ve dillendiren bir siyasi parti olmadığı gibi bir seçmen kitlesi de yoktur. Çünkü biz bunu seçmenimize de mal edebilmiş durumdayız. Çin Halk Cumhuriyeti'nin de aklını başına toplayıp Doğu Türkistan'daki Uygur topluluğuna karşı sürdürdüğü hasmane tutumu sonlandırıp bu topluluğun mevcudiyetini, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin bir eksisi değil, artısı olarak görmeye ve buna mümasil olarak hareket etmeye davet ediyoruz.

Kardeşlerimiz çok bir şey istemiyorlar. Ülkemizde de var Uygurlar. Bunların bazıları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuşlar, bazıları daha olmamışlar, beklemedeler. Çok basit şeyler istiyorlar. Türk vatandaşı olmuş olanlar, Doğu Türkistan'daki ailelerinden haber alabilmek için girişimde bulunulmasını istiyorlar. Ankara'da ne olduğunu yani... Biz hasmane tavırdan bahsediyoruz orada, Doğu Türkistan'da, o hasmane tavır maalesef dün Ankara'da yaşandı. Oradaki Emniyet güçleri kendi başlarına karar almıyorlar ki birisi talimat veriyor. Talimatın nereden geldiğini siz tahmin edin.

1) Yurdumuzda bulunan ancak Türk vatandaşı olmayanlar, Doğu Türkistan'daki çocuklarının Türkiye'de eğitim almasına destek verilmesini istiyorlar. Bugün Suriyeli çocuklar Türkiye'de eğitim görmek için destek alıyorlar. Onlar sizin Müslüman kardeşleriniz, bunlar bizim can kardeşlerimiz. Bunlara destek vermeyip de ne yapacaksınız? Bunu sorgulamak bizim hakkımız.

2) Türkiye'deki Uygur derneklerinin bir çatı altında birleşmesi için Doğu Türkistan meselesinin -burası önemli- partilerüstü bir mesele olarak ele alınmasını istiyorlar. Maalesef partilerüstü bir mesele değil, olamıyor sizin hayır demenizden dolayı.

3) Türkiye Büyük Millet Meclisinde Uygurların sorunlarına ilişkin araştırma önergeleri verilmesini veya bir ortak bildiri yayınlanmasını bekliyorlar. Biz buna her zaman hazırız ama siz buna hiçbir zaman sayısal çoğunluğunuzla "evet" diyemediniz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bu konuyu biz gündeme getirmeye ve taşımaya devam edeceğiz. Niye bunu söylüyorum? Ortada şöyle bir sıkıntı olduğu kanısındayız biz: Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik kriz ortamında kredi alma yöntemiyle veya bu "swap operasyonları" dediğimiz yöntemlerle Çin Halk Cumhuriyetine el açıldığı kanısındayız. Yani bu el açma sonucunda şöyle bir atasözümüz vardır bizim: "Borç verenin dili uzun, borç alanın dili kısa olur." Herhâlde bu durumda iktidar, herhâlde bu durumda.

Bir adım daha öteye gideyim. Hatırlarsınız, Sayın Çavuşoğlu, Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken böyle yarım ağız bu konuya değindi Doğu Türkistan demeden ve değinirken de şöyle bir şey dedi: "İnşallah bir heyetimizi durumu incelemek üzere Çin Halk Cumhuriyetine göndereceğiz." gibi kelimeler yuvarladı. Biz, şunun altını çizmek ve bir hususa dikkatinizi çekmek istiyoruz: Bu bir turistik seyahat olamaz çünkü Çinlilerin genelde yaptıkları milletvekillerini getirirler, bir otobüse doldururlar, o çarşı bu çarşı, o okul... Gidenler -ola ki gidecek olurlarsa- nerde şu eğitim kampları diye... Sizi bir binaya götürürler, sokarlar, bakacaksınız hiç kimse yok içinde. Nitekim diyecekleri şudur size: "Biz 2019'da bu uygulamayı bitirdik." Şunu da söyleyeceklerdir size eğer günün birinde giderseniz... Bu eğitim kampıysa bunun etrafındaki 6 metrelik duvarların sebebi ne? Eğitim kampı, 6 metre duvar var etrafında. Onlar size şunu diyecekler: "O kadar çok talep vardı ki dışarıdakiler içeri girmesin diye bu duvarları yaptık." Yani dolayısıyla komik olmayalım, günün birinde böyle bir talep gelirse de emin olun oraya gitmek faydadan çok zarar getirecektir. Biz bunu Çinlilere de sorduk çünkü Çavuşoğlu bize "Çinlilerden cevap bekliyoruz." dedi. Çinlilere sorduk "Biz Çavuşoğlu'ndan cevap bekliyoruz." dediler. Burada arkadaşlarımız var, Çavuşoğlu'na sesleniyorum, haberi olsun Çinliler ne diyorlar.

Dünyanın çeşitli yerlerinde türlü ülkeler... Yani türlü ülkeler derken Amerikalılar var, Japonlar var, Almanlar var, Avustralyalılar var, Yeni Zelandalılar var, Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Komitesindeki insanlar var. Bunlar türlü vesilelerle Çin Halk Cumhuriyeti'nin bu uygulamalarını kınayan bildiriler yayınladılar, hiçbirinin altında Türkiye yok. O kâğıda Türkiye imza atamadı. Ben imza atamadığı için bir defa kınamıyorum, iki defa kınıyorum. Niye? Bu metni başkaları imzalasa bile bunun metnini Türkiye'nin yazmış olması lazımdı, bu bildirilerin öncülüğünü Türkiye Cumhuriyeti'nin yapmış olması lazımdı. Öbür ülkelere şunu diyebilirsiniz: "Amerikalıların başka şeyleri var, amaçları var, arayışları var. Japonya'nın başka arayışları var. Bu mesele onlar açısından Uygur Türklüğü meselesi değil, Müslümanlık değil." diyebilirsiniz ama Türkiye Cumhuriyeti için bu, Türklük ve Müslümanlık meselesi olmak durumundaydı. Bunu yapamadınız ve yapmaya ilişkin en ufak bir işaret de vermiyorsunuz. Ben burada yine bunu bir keresinde söyledim, bu sıralardan birinden bir ses yükseldi "Ne yapacağız yani Çin Halk Cumhuriyeti'ne savaş mı açacağız?" dedi birisi. Biz "Savaş açın." demedik hiçbir zaman, niye savaş açacaksınız ki? Alın 15-20 kişiyi kara listeye, bakalım ne cevap, ne yankı geliyor? Dolayısıyla, bu yöntemlerin dışında yeni başka yöntemlerle bu konuya eğilmenizi biz sizden bekliyoruz ve talep ediyoruz.

Başka bir şey de var, biraz evvel değindim, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde, vatandaş olamamış olanların -vatandaş olanlar bir ölçüde kendilerini kurtarıyorlar- birtakım beklentileri var, en azından sosyal yardım beklentileri var. Süleyman Soylu Bey'e sorarsak 490 bin Suriyeli memleketine döndü yani 490 bin Suriyeliye yapılan sosyal yardımdan tasarruf etti Türkiye Cumhuriyeti. Bunların sayısı o kadar değil ki. Bunlar sadece Uygurlar da değil, Uygurların içinde Tatarlar var, Ahıskalılar var yani bizim kanımızdan, soyumuzdan olan insanlar var. Oradan tasarruf ettiğinizi buraya aktaramadınız. Yardımın yönlendirilmesinde... Diyeceksiniz ki: "Öyle bir ekonomik durumdayız ki biz kendi vatandaşımıza veremiyoruz o sosyal yardımı, kime verelim?"

Filistinliler meselesi var. Yani Filistinliler için gözyaşı döküldü. Bunlar Filistinli değil, bunlar Türk. Bu konuyu Sayın Genel Başkanımız grup konuşmalarında... Biliyorsunuz, geçen hafta biz muzdarip durumda olan bir kadın Uygur Türkü'nü kürsüye çıkardık. Sizin reddettiğiniz memleket masası var ya, o memleket masasını biz memleket kürsüsüne çevirdik, o kürsüde o yankıyı inşallah iktidar duymuştur, duymuştur inşallah.

ENGİN ALTAY (İstanbul) - Pek duymazlar Hocam, pek duymazlar.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Şöyle kabaca başka ülkelerin ne gibi ithamlarla bu konuyu gündeme getirdiklerinin altını çizmek isterim. 1 milyondan fazla Uygur Türkü keyfî tutuklamalar dâhil olmak üzere evrensel insan haklarından mahrum edilmiştir, dünya bunu söylüyor; siz buna katılmıyorsunuz. Çin, Uygur Türklerine karşı sistematik ayrımcılık yapmaktadır; siz buna katılmıyorsunuz. Uygur Türkleri, ifade, din, serbest dolaşım, adil yargılama ve vatandaşlık siyasi haklarından mahrum bırakılmaktadır, dünya âlem bunu diyor; siz buna katılmıyorsunuz. Daha enteresan şeyler var, çocuklardan DNA örnekleri toplamak dâhil, her yere nüfuz eden ileri teknoloji kullanarak gözetleme ve takip uygulaması yapılmaktadır; siz buna katılmıyorsunuz. Evlerin dışına yerleştirilen barkod uygulamasıyla bireylerin ne sıklıkla dua ettikleri, namaz kıldıkları hakkında bilgi toplanmaktadır; siz buna katılmıyorsunuz. Yüz ve ses tanıma uygulamasıyla, analitik tekniklerle, olası suç faaliyetleri veri tabanı oluşturulmaktadır; siz buna katılmıyorsunuz. Uygur Türkü kadınlara yönelik cinsel şiddet ve zorunlu doğum kontrolü uygulandığı bilinmektedir; siz buna katılmıyorsunuz.

Bakanlıktaki arkadaşlar var ama bu benim söyleyeceğim, onların yetkisini aşar. Pekin'deki Büyükelçimiz ne yapıyor? Doğu Türkistan'a en son ne zaman gitti? Gittiğini unutmuş dahi olabilir.

LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Gidemedi.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Başka bir şey söyleyeyim: Avrupa Parlamentosu, Çin'i kınamak için on gün evvel bir karar aldı, 604'e karşı 20 oyla. "Beyin ölümü gerçekleşmiş" denilen Macron, siz söylediniz, "beyin ölümü gerçekleşmiş Macron" bu konuya sahip çıkıyor.

Avustralya 25 milyon kişilik bir ülke, Türkiye 83 milyon kişilik bir ülke. Türkiye'nin Çin Halk Cumhuriyeti'yle ticareti 14 milyar, Avustralya'nın 160 milyar. Avustralyalılar o 160 milyarın üzerine bir kalem çektiler ve bu insan hakları ihlalleri konusunda hesap sordular, Kanada da aynı yaklaşım içinde. Yani mesele para değil, mesele birtakım ilkeleri savunabilmek ve onun arkasında durabilmek.

Şimdi iktidara soruyorum... Bunu biz söyledik, dün de söyledik, bundan sonraki arkadaşlarım da mutlaka bu gibi sözleri sizlere hitaben ifade edeceklerdir. Bir konu daha var, son dakikamı da Sayın Başkan tensip ederse söyleyeyim. Komisyona gelemeyen bir Suçluların İadesi Anlaşması var biliyorsunuz, Dışişleri Komisyonunun bir dosyasında, bir çekmecesinde duruyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Bunu Sayın Genel Başkanımız grup toplantısında söyledi, ben bir kere daha tekrar ediyorum burada. Komisyonda o anlaşmayı gündeme taşıyacak otorite veya parti, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından uygulanan mezalimin ortağı konumuna gelecek ve bunun bedelini de sandıkta ödeyecektir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Son cümlelerim Sayın Cumhurbaşkanına. Sayın Cumhurbaşkanı, 17 Aralık 2020 tarihinde şu ifadeleri kullandı: "Hazreti Mevlâna'dan aldığımız ilhamla diline, ırkına, dinine bakmadan tüm insanlara yardım elimizi uzatıyoruz." Tamam, Mevlâna öyle söylemiş "Diline, ırkına, dinine bakma." Biz aksini söylüyoruz bugün Uygur Türkleri açısından, Sayın Cumhurbaşkanına da bunu söylüyoruz: Diline de bakacaksın, dinine de bakacaksın, ırkına da bakacaksın ve bu kardeşlerimize yardım elini uzatacaksın.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)