| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Irak Cumhuriyeti Su Kaynakları Bakanlığı Arasında Su Alanında Mutabakat Zaptı ve Mutabakat Zaptında Değişiklik Yapılmasına Dair Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 24.02.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Değerli Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de bugün burada Türkiye ekonomisi gündemindeki son konuları değerlendirmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz, bir süredir tartışma var, tartışma bir miktar kesilmişti ancak Sayın Lütfi Elvan'ın ve Sayın Erdoğan'ın son çıkışlarıyla tekrar alevlendi bu rezerv meselesi. "Merkez Bankasının -veya daha doğrusu Merkez Bankası da değil tam, çünkü kamu bankaları ve KİT'ler de var bunun içerisinde- yaklaşık 128 milyar dolarlık rezervi ne oldu, nereye gitti?" sorusunun cevabına ilişkin üç-dört aylık ve belki de daha fazla süredir olan suskunluk bozuldu ve savunma psikolojisi içerisinde birtakım sözler ifade edilmeye başlandı. Yalnız tabii, keşke hiç savunulmasaydı, özürleri kabahatlerinden büyük. Öyle açıklamalar yapılıyor ki hayret ediyoruz. "Hangi eller Türkiye'yi yönetiyor? Türkiye nasıl yönetiliyor?" diye insan hayret etmekten kendini alamıyor.
Şimdi, değerli arkadaşlar, açıklamaların, tabii, olumlu bir yanı var: Rezervlerdeki erime kabul edilmiş oldu yani bir suskunluk vardı, hiçbir şey söylenmiyordu ama şu anda rezervlerdeki erimeyi iktidar partisi -daha doğrusu Hükûmet- kabul etmiş oldu fakat gerekçeleri. artık, bunu savunurken yani niye bu rezerv eridi anlamındaki hususları açıklarken söylenilen gerekçeler çok anlamlı değil. Bunlara ilişkin ben, bir miktar değerlendirme yapmak istiyorum: Sayın Elvan finansal istikrar hedefi doğrultusunda yapıldığını söyledi, Sayın Cumhurbaşkanı da ona yakın bir şey söyledi; Sayın Canikli, bir muhasebeci mantığıyla kalem kalem nerelere ne kadar para verildi şeklinde hususlar ifade etti. Ya, bu söylenilenler, bunlar, bilinmeyen hususlar değil. Yani, nereye gittiğini az çok... Yani devletin bir kısım istatistikleri geçmişe göre sınırlandırılmış olsa bile az çok bunları rakamlardan görme imkânı var. Evet, biz de görüyoruz, bunun yaklaşık 32 milyar doları, efendim, cari açığın finansmanı için kullanıldı. Şimdi, bir Türkiye hayal edin -yani bu, uzun süredir karşılaştığımız bir şey değil- cari açığımızın neredeyse tamamını açıkla finanse ediyorsunuz. Açıkla finansman derken borç da bulamıyorsunuz, elindeki rezervi harcayarak ithalat yapan bir Türkiye ekonomisi; Türkiye'nin geldiği nokta bu. O yüzden özürleri kabahatlerinden büyük diyorum. Hiç olmazsa insan böyle bir açıklamayı yapmaz. Türkiye'ye karşı güvensizlik o kadar çok arttı ki, gelirleri azaldı, harcamaları o kadar çok arttı ki rezervleri kullanarak -nasıl, hani, ihtiyat akçelerini, kefen paralarını kullanarak bütçe harcaması yaptığı gibi- şimdi de uluslararası rezervlerimizi kullanarak ithalat yapan bir Türkiye'yle karşı karşıyayız.
Şimdi, Canikli'nin ifadelerinde: "Efendim, işte, konvertibiliteye geçtik, talep edilen parayı elbette vereceğiz." Tabii ki vereceğiz. Ama niye Türkiye'de hem yerliler hem yabancılar hem ithalatçılar bu kadar çok döviz talep etti? Esas soru bu. Yani nasıl bir Türkiye idare ettiler ki Türkiye böyle bir şeyle karşı karşıya kaldı? Hani, diyorlardı ya: "Finansal saldırı, kur saldırısı, yabancı saldırıyor." Bakın, o hikâyelerin hepsi bırakıldı, onların zaten gerçek olmadığını herkes biliyor, öyle bir finansal saldırı filan yok. Arkadaşlar, marttan bu yana 30 milyar dolar sadece -o da bizim gördüğümüz yani döviz tevdiat hesaplarında gördüğümüz- yerlilerin tasarruf mevduatlarında, dolar tasarruflarında, daha doğrusu döviz tasarruf mevduatlarında artış var. Bir kısmı da mutlak surette efendim, altın veya döviz olarak yastık altına gitmiştir. Yani onları bilemediğimiz için bir şey söylemiyorum ama asgari 30 milyar dolarını zaten kendi vatandaşımız talep ediyor. Kendi vatandaşımız mı bu ülkeye saldırıyor? Ülke o kadar kötü yönetiliyor ki, öyle bir güvensizlik ortamı var ki herkes kendi şahsının veya firmasının kârını korumak için, kendi yatırımlarını korumak için bir davranış sergiliyor. Bunlara böyle milletimizin o hassas duygularından faydalanmak için "Türkiye'ye finansal saldırı var." filan yalanları atıldı. Şimdi, artık bunları söylemiyorlar çünkü bunların gerçek olmadığı ortaya çıktı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bir miktar bunun detaylarına girmek istiyorum. Az önce ifade ettim, ithalatınızı karşılayacak ihracatınız olmaz, turizm gelirleriniz düşer -bakın, bunların hepsi anlayışla da karşılanabilir- bunları normal şartlarda finanse edecek güven ortamı olmuş olsa doğrudan yaptırımlarla finanse edebilirsiniz veya uzun vadeli veya kısa vadeli borçla finanse edebilirsiniz. Bunların hiçbiri olmamış "İşte, bir miktarı buraya vermişiz, diğeri yabancı yatırımcılar..." Elbette içeride bir sürü yatırımcı var. Sizin ülkenizde güvensizlik artarsa, yerliler bile dolara saldırırsa öyle bir ülkede yabancı durur mu? Elbette yabancı da... Ama finansal saldırı değil. Bakın, ikisini ayırt etmek gerekir. Nihayetinde, bunların hepsi bir kurum yönetiyorlar yani fonları yöneten insanlar, sorumlulukları var kendi ortaklarına karşı veya kendi paralarıysa da içeride bir güvensizlik, sıkıntı görürse elbette yurt dışına çıkmaya çalışacaktır. Onların döviz talepleri var, biraz önce ifade ettiğim gibi, yerlilerin döviz talepleri var. Fakat -biz bunu Plan ve Bütçe Komisyonunda Merkez Bankası Başkanı geldiğinde de sorduk, kamuoyuna açık bir şekilde, bütün konuşmalarımızda da soruyoruz- temel soru şu: Şimdi, bu para, bu 128 milyar dolar... Tabii, bu, hangi dönemi aldığınıza bağlı olarak değişir. Şimdi, belli bir dönem için konuştuk, artık orada kestik, yoksa rakam değişiyor elbette, her gün rakam değişebilir, o ayrı bir konu. Bu 128 milyar dolar hangi yöntemle satıldı? Dünyada merkez bankalarının yaptığı işler çok şeffaftır. Merkez bankalarının en büyük varlığı itibarıdır, itibarı da şeffaflığından gelir. Şeffaf olmayan merkez bankasının trilyonlarca doları olsun, piyasaya müdahale etmesinin hiçbir anlamı olmaz. İtibar her şeyden önemlidir, dolayısıyla itibar da şeffaflıktan gelir.
Şimdi, örnek olsun diye söylüyorum: Bir yöntemdir, Merkez Bankası doğrudan piyasaya, dövize müdahale edebilir; alım yönünde de olabilir, satım yönünde de. Ne olur? Kur çok düşüyordur, gider "Hem de rezervimi biriktiririm." der, piyasadan müdahaleyle alım yapabilir ama bunları, bu tür alımları yaptıktan bir süre sonra -çünkü bunlar anlık yapıldığı için bunları hemen, o anda açıklayamaz- internet sayfasında açıklar. Buna ilişkin en son açıklama ne zaman biliyor musunuz? 2014 yılında, en son Ocak 2014'te açıklama yapılmış işte "Biz şu vakitte, şu saatte şu kadar dolar aldık piyasadan." veya "Şu kadar sattık." diye. Böyle bir şey olur mu arkadaşlar? Ondan sonraki müdahaleler nerede? Yok, hiçbir şey yok. Veya ilan eder önceden -atıyorum- der ki: "Ben günlük 20 milyon dolar alacağım, satacağım." Veya "Şu kadar miktarda alacağım, satacağım." diye duyurular yapar. Piyasaya bu bir mesaj verir. Bakın, bu mesajı verdiğiniz zaman piyasaya, bu ne anlam taşır biliyor musunuz? Döviz alıp satmasanız bile, döviziniz olmasa bile piyasa bilir "Aha, Merkez Bankası piyasaya giriyor, dolar alacak, dolayısıyla dolar kuru şuraya gidecek." der, o panik veya şey havasını, o kaçışları, varsa o birtakım spekülasyonları, onları engeller. Şimdi, böyle bir ihale yöntemiyle döviz satımı en son -Merkez Bankası sayfasına bakıyoruz- 2016 yılında yapılmış. Arkadaş, 128 milyar dolarımız gitti, bu para nasıl gitti peki? Yani daha önceki yapılanların hepsi bu Hükûmet döneminde de -sonrasında veya öncesinde- ilan edilmiş ama şimdi -işte, problem burada- yöntemi belli değil. Kamu bankaları bu süreçte nasıl kullanıldı, ne kadar kullanıldı, belli değil. BOTAŞ nasıl kullanıldı, belli değil. Tedirginliği yaratan nokta burası, bunların açık olması lazım. Tabii kime satıldı? Kime verdik bu paraları? Kaç liradan verdik? Şimdi bakıyorum ben, bir kısım yandaş televizyoncular diyor ki: "Ya 8,50'den sattıysa iyidir işte, şimdi 7 liraya düştü." Nereden biliyoruz kaçtan aldı, kaçtan sattı? 6,20'den sattığına ilişkin de hesaplamalar var ama bunları bilmek bizim, Türkiye Cumhuriyeti milleti olarak hakkımız değil mi arkadaşlar, Türk milleti olarak? Elbette ki hakkımız ve bunları, bakın bütün dünyada merkez bankaları bunları şeffaf yapar, geçmişte bizim Merkez Bankası da şeffaf yapıyordu ancak bu şeffaflık yok. Tabii o zaman insanın aklına "Ya, bunlar niye açıklanmıyor, gizlenen bir şey mi var, bir şey mi saklanıyor?" diyor, elbette ki hepimizin aklına geliyor. Dolayısıyla hâlâ Merkez Bankası Başkanı, yeni Başkan eğer kredibilite kazanmak istiyorsa, itibar kazanmak istiyorsa bunlara ilişkin açıklamaları yapar doğru veya yanlış, ondan sonra da millet de bununla ilgili kendi kararını verir. Bunların mutlak surette yapılması gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi gelelim şu 95 milyar dolar meselesine. Hani, şimdi muhalefet diyor: "128 milyar dolar eridi, gitti." Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı ne dedi? "95 milyar dolarımız var kardeşim, ne eksisi?" filan dedi, değil mi? Doğru. 95 milyar dolar... Arkadaşlar, şimdi şu kavramlarda bir anlaşalım: Bir brüt rezerv var, bir de net rezerv var. Şimdi bizim geçmişte 130 milyar dolara da rezervimizin çıktığı zamanlar oldu, oralarda net rezervimiz hiçbir zaman eksi değildi, hatta işte bunlar ay ay, gün gün değişiyor; 50, 60, 70 milyar dolar netteydi yani 130 brüttü ama 60, 70 de yükümlülüklerinizi çıktıktan sonra netiniz vardı. Şu anda problem şurada: 95 milyar dolar, evet, 42'si altın; şimdi altını da "Ayrıca var." diyor yandaşlar. Şimdi benim beyanatlarımı eleştiriyorlar, gazetede, sabah yorum yapıyorlar, diyor ki: "Bunun hiçbir şeyden haberi yok, bir de altın var ayrıca." Kardeşim, 95 milyar doların içerisinde altın, döviz, hepsi var, hatta SDR var, duymamışlardır bu kelimeyi ama şimdi ben onlara söyleyeyim fakat yükümlülüklerimiz var. Bir defa bu 95 milyar doların -bunu en son rakamlar olarak söylüyorum, bizde bunlar her konuşmamızda değişiyor çünkü rakam değişiyor, en son rakamı söylüyorum- 56,4 milyar doları bize ödünç olarak verilmiş, "swap" dediğimiz, takas karşılığında; bir ay, iki ay, üç ay, dört ay vadeli olarak verilmiş paralar yani belki de bunun bir kısmının yarın ödemesi var yani birisinin size emanet olarak verdiği parayı şöyle gerile gerile "Benim 95 milyar dolarım var." diyebilir misiniz ya? İki gün sonra adam isteyecek parasını ve karşılığında sana TL verecek.
Şimdi, 56,4'ü düştüğünüz zaman geriye ne kalıyor? 38,2 kalıyor, değil mi? Merkez Bankasının diğer yükümlülükleri var. Bakın, bunlar Merkez Bankası bilanço rakamı arkadaşlar, "Nereden bulunuyor bu rakamlar?" deniliyor ya, hiçbir yerden uydurulmuyor bunlar. Biri çıksın, şu teknik açıklamayı yapsın bize, 95 milyar doların altında ne olduğunu. Şimdi, orada da 96,1 milyar dolar da diğer yükümlülükler var. Tek tek saymayacağım çünkü Samsunluların bir meselesini de konuşacaktım ama vakit fazla gitti. Şimdi, onu da çıktığınız zaman eksi 57,8 milyar dolardır. Nasıl eksi oluyor? İşte, böyle eksi oluyor. Bundan farklı bir tane rakam söyleyecek varsa ben buradayım, çıksın, kürsüden bize bunu söylesin arkadaşlar. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı 2002'yle mukayese yapmaya bayılıyor fakat hep açığa düşüyor. Tabii, bizim söylediklerimizi duymuyor; kendisi söyleyip kendisi dinlediği için duyulmuyor. Şimdi, 2002'yi savunmak benim işim değil, onun siyasal sorumluları burada ama şu kadarını söyleyeyim... Tabii, dürüstlük adına da bunu söylemek durumundayız, hâlâ 2002 eleştirisi var. "Efendim, 2002 yılında Türkiye'nin rezervleri 27,5 milyar dolardı." diyor. Evet, 27,5 milyar dolardı ama -şimdi Merkez Bankasının bilançosundan değil, Hazinenin açıkladığı kısa vadeli borçlardan söylüyorum- bunun karşılığında o dönem Türkiye'nin kısa vadeli borcu... Yani bu rezervleri niçin tutuyoruz? Kısa vadeli yükümlülüklerimizi yerine getirmek için tutuyoruz, değil mi? Bir aksama oluşursa hemen dövizimizden çıkaralım, ödeyelim, ülke temerrüde düşmesin diye tutuyoruz. 16,4 milyar dolar yani 27,5 milyar dolar rezervim var ama kısa vadeli borcum 16,4 milyar dolar. Türkiye'nin, o zaman, kısa vadeli borcunun 1,7 katı rezervi vardı. Şimdi ne kadar var? Rakamlar karışmasın çünkü kısa vadeli borç rakamları açıklanmadığı için eylül sonu itibarıyla söylüyorum rakamları: Türkiye'nin, eylül sonu itibarıyla 79,7 milyar dolar rezervi var ama bunun karşılığında 134 milyar dolar kısa vadeli borcu var. Kaç katı? 0,6 katı. 1,7 katından almışsınız; 0,6 katına getirmişsiniz; hâlâ çıkıp bin kişilik, tıklım tıklım dolu salonlarda aslı varmış gibi bunları konuşuyorsunuz ya, olmaz böyle bir şey! Ya, bu, milletin aklıyla alay etmekten başka bir şey değildir, samimi söylüyorum. Olmaz böyle bir şey! (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi, az önce burada bir tartışma oldu. Başkanım, bu Samsun meselesini ayrı bir konuşmada yapacağız artık, Samsun'a zaman kalmadı. Buradan Gülsan Sanayi Sitesi esnafının meselelerini dile getireceğimi ifade etmek istiyorum çünkü orada büyük bir zulüm var. Biz "Üretim devam etsin." diyoruz ama -genel Hükûmet de böyle, yerel idareler de böyle- orada üretimi, ticareti aksatacak şekilde Samsun'un esnafına, 2 bin esnafına zulüm yapılıyor; onu artık başka bir zaman konuşacağız.
Şimdi, değerli arkadaşlar, 2003-2020 on sekiz yıllık dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri küresel likiditenin bolluğundan da faydalanarak 570 milyar dolar cari açık vermiş ve dolayısıyla bunun anlamı şudur -iktisatçılar daha yakından bilir- bu tasarruf, yatırım farkıdır. 570 milyar dolarlık da tasarrufları ile yatırımları arasındaki farkı cari açıkla kapatmış, buradan finanse etmiş, 570 milyar dolar.
Şimdi, cari açık ile büyüme arasındaki ilişkiye bakılır. Yani ülkelerin büyüdüğü zamanlarda, bizim gibi finansman sıkıntısı çeken ülkelerde cari açıklar artar. Dolayısıyla büyüme ve cari açık ilişkisine bakmak çok sağlıklı bir yöntemdir. Şimdi, AK PARTİ'den önceki on sekiz yılda Türkiye'nin -yine on sekiz yıl, bakın, her şey adil; on sekiz yıl ile on sekiz yılı mukayese ediyoruz- toplam cari açığı, yani dışarıdan kullandığı toplam kaynağı 21 milyar dolar. Yani 21 milyar dolar bir tarafta, 570 milyar dolar bir tarafta.
Peki, bunun karşılığında Türkiye ne yapmış? Emsal ülkelerle karşılaştırıyoruz çünkü her dönemin şartı farklıdır. 2000'den sonra gelişmekte olan ülkeler açısından olumlu koşullar vardı; zaten herkes büyüdü, biz de büyüdük. Zor zamanlar vardır, kolay zamanlar vardır, dönemiyle mukayese ederiz; daha doğrusu o dönemde, aynı dönemlerde emsal ülkelerle mukayese ederiz. Şimdi, bu mukayeseyi yaptığımızda Türkiye AK PARTİ'den önceki on sekiz yılda, sadece 21 milyar dolar cari açık vererek gelişmekte olan ülkeler ortalamasının 0,4 puan üzerinde büyümüştür; bunu başarabilmiştir 21 milyar dolar cari açıkla. Yani gayrimenkulünü satmadan, borçlanmadan, sıkıntıya girmeden 21 milyar dolarla bu işi çözmüş. Ama burada 570 milyar dolar yabancı kaynak kullanarak Türkiye, gelişmekte olan ülkelerin 0,6 puan altında büyümüştür. Mesele bu işte yani bu Hükûmete eğer bir karne vereceksek vereceğimiz karne budur. Dolayısıyla ben konuların bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Samsun'a ilişkin konuları da daha sonra değerlendirmek üzere huzurlarınızdan ayrılıyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım efendim.
Teşekkür ederim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)