GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831 ve 3840) No.lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:52
Tarih:25.02.2021

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Meclis çatısı altında iklim kriziyle mücadele amacıyla bir komisyon kurulmasını önemli bir gelişme olarak gördüğümüzü belirtmek isterim. Uzun süredir bu konuda verdiğimiz çok sayıda önergemiz bulunuyor. Kurulacak komisyonun, önergelerimizde dikkat çektiğimiz üzere, sorunu farklı boyutlarıyla bütüncül bir biçimde ele alması için gerekenleri yapacağız.

Değerli arkadaşlar, devletler ile sermayenin iş birliğinde, doğaya karşı aslında intihar anlamına gelen bir savaş veriliyor. Dünya nüfusunun yüzde 1'i, yüzde 99'unun yaşamını, kültürleri, milyonlarca bitki ve hayvan türünü, okyanusları, sulak alanları, ormanları ve kentleri kapitalist birikim sistemi uğruna tahrip ederek bizleri korkunç bir felakete sürüklüyor. Bu felaketin adı "iklim krizi".

Geleceğe yani çocuklara, gençlere bırakacağımız en büyük mirastan söz ediyoruz. Onlar sorunun çok farkındalar, endişeliler, öfkeliler; bu yüzden, iklim krizini devletlerden daha çok ciddiye alan ve bu krizi durdurmak için sorumluluk almayan egemenlere de en çok kafa tutanlar onlar, o nedenle de en çok onların sesine kulak vermemiz gerekiyor.

Bu konuyu dış politikada bir koz, enerji alanında yeni rant kapıları, geri dönüşüm sektöründe kâr payı olarak görenler olabilir ancak bizim açımızdan iklim krizi, günbegün derinleşen bir insan hakları ve küresel adaletsizlik sorunu.

İklim krizi demek, kasırgaların, sellerin, yangınların, kuraklığın çok geniş coğrafyalarda çok daha şiddetli yaşanması demek. Bu iklim olayları sonucunda büyük tarım alanları, su kaynakları, ormanlar, hatta kentler geri dönüşsüz bir şekilde tahrip oluyor. Kaynakların ve imkânların zaten adil bölüşülmediği dünyamızda var olan kaynakların azalması, zaten yoksul olanların, suya ve gıdaya zaten erişemeyenlerin hepten yoksulluğa, açlığa mahkûm edilmesi demek.

Zenginler, örneğin, daha çok seyahat ediyor, daha çok enerji harcıyor; şirketlerin ekolojik tahribattaki payları çok büyük, korkunç derecede büyük fakat iklim krizinin oluşmasında en az paya sahip olanlar iklim krizinin sonuçlarından en fazla etkilenenler olacak; trajik aslında. Kasırgalardan, yangınlardan sonra milyonlarca insan evsiz kalıyor, göç etmek zorunda kalıyor, değil mi? Zenginseniz pekâlâ başka bir yerde yeni bir yaşam kurabiliyorsunuz ama yoksulsanız bu, daha da yoksullaşmak demek, toplu göçler demek, çadır kamplar demek ve daha birçok şey demek; savaş gibi aslında, gerçekten.

Birleşmiş Milletlerin araştırmaları, önümüzdeki on yıl içinde en az 120 milyon insanın daha iklim krizi nedeniyle derin yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

Tüm dünyada kadınların sağlığa ve su gibi kaynaklara erişimi erkeklere göre daha kısıtlıyken, şimdi bu kaynakların azalması, ortadan kalkması ise kadınları hepten mahrum bırakıyor, dünyanın yoksullarının daha da yoksulları kadınlar çünkü. Kaynaklara ve haklara erişimi zaten kısıtlı olan kadınların, neredeyse hiç payları olmadığı hâlde bu krizin sonuçlarını yaşamamaları için de iklim adaletini savunuyoruz.

Meclis çatısı altında yapılması öngörülen çalışmaların çerçevesini, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının geçtiğimiz hafta yaptığı İklim Değişikliğiyle Mücadele Toplantısı'ndan ve toplantı sonrası açıklanan bildirgeden anlıyoruz. Sorunların tespitinde gayet cesur davranılsa da sorunun kaynağının doğru tespit edilemediğini ve çözüm için değişmesi gerekenin sorun yaratanlar değil, sıradan yurttaşlar olarak tanımlandığını görmekteyiz.

Yapısal ve toplumsal sorunları bireylerin çözmesini bekleyemezsiniz. Kapitalist üretim ve tüketim anlayışından vazgeçmeden; betona, kirli enerjiye dayalı bir ekonomik kalkınma anlayışına dur demeden, kâr kaygısı temelinde tarım ve gıda politikalarını değiştirmeden, yapılaşmadan toplu taşımaya kent yaşamında karbon salınımını azaltacak sürdürülebilir projeler geliştirmeden, endüstriyel üretimin yarattığı doğa tahribatını engellemeden iklim krizine çözüm bulamazsınız. Koca bir yaşam kaynağını, Kuzey Ormanları'nı örneğin, hiç lüzumu olmayan beton projeleri için tahrip edip sonra da yurttaşlara "Dişlerinizi fırçalarken suyu kapatmayı unutmayın." diyemezsiniz, bunun bir katkısı yok. Gerçekten, asıl o büyük projeler dünyaya cehennemi yaşatanlar. Madem sorun çok ciddi, neden Paris Anlaşması'nı imzalamıyoruz? Korkunç hacimde hafriyata, karbon salınımına, ekolojik dengenin altüst olmasına neden olacak Kanal İstanbul'dan neden vazgeçmiyoruz? İstatistikler, Türkiye'nin 2004 yılından bugüne Avrupa Birliği ülkelerinden ithal ettiği plastik atıkların 173 kat arttığını gösteriyor, 173 kat. Çöplük olduk. Yıllarca dünyanın plastik çöpünü toplayan Çin'de 2018 yılında plastik atık ithalatı yasaklandı ve şimdi plastik çöplerin yeni adresi Türkiye, memleketimiz oldu. Plastik çöp ithal ederek sıfır atık hedefine nasıl ulaşılacak? İmkânsız. Bazıları için ciddi bir kâr kapısı olarak görüldüğü için plastik atık ithalatına devam mı edilecek, yoksa Türkiye iklim ve çevre krizine karşı mücadelede kararlı olduğumuzu gösterecek ve ithalat yasağı getirecek miyiz? Bir kez daha, kurulacak komisyonun bu tespitlerimiz ışığında yürütülmesi için gerekli tüm çabayı değerli sivil toplumun da desteğiyle yürüteceğimizi belirtmek isterim.

Değerli arkadaşlar, ben hem şahsım hem de partimiz bütün vekilleri için önemli olan bir başka konuya da dikkat çekmek istiyorum kalan süremde. 2015 yılından bu yana, vekillik yaptığım süre boyunca cezaevi ziyareti taleplerim Adalet Bakanlığı tarafından yanıtsız bırakılmak suretiyle reddediliyor; tam 2015 yılından beri, altı yıldır. Altı yılda Adalet Bakanlığına belki 70'ten fazla başvurum oldu. İlk başvuruyu 5 Ocak 2016 tarihinde, son başvuruyu 10 Şubat 2021'de yaptım. Bu kadar başvurudan kaçına yanıt verildi, biliyor musunuz? Sadece 3'üne yanıt alabildim; 2'si Grup Başkan Vekilliği yaptığım dönemdeydi, hasbelkader bir şekilde başvurularımdan 2'si kabul edilmişti; bir de uzun yıllar sonra, geçtiğimiz hafta sonunda başvurumla ilgili Bakanlıktan arandım ve denildi ki: "Pandemi nedeniyle başvurunuzu değiştirir misiniz? Çünkü her cezaevinden 2 kişiyle görüşme yapılabiliyor." "Tamam." dedim, değiştirdim ve umutlandım yani dedim ki herhâlde bu kadar hukuksuzluk karşısında yeni bir gelişme oluyor ama ondan sonra yine korkunç bir sessizlik, hiçbir şey yok. Evet, yanlış duymadınız, Adalet Bakanlığı, az önce bahsettiğim 3 istisna dışında hiçbir hapishane görüşü talepli dilekçeme yanıt vermedi ve yazılı olarak reddedilme isteğime de herhangi bir ses vermiyor. Şimdi, bana denilse ki yarın öbür gün çıkıp "Yo, bize ulaşan bir şey yok." reddetseler, gerçekten bunu deseler, benim başvurularımı reddetseler ben bir şey diyemeyeceğim. Yani ret usulü de bu denli gayriciddi.

Evet, aslında hapishane konusunda bu görüş için Adalet Bakanından izin alınması meselesi zaten başlı başına bir garabet ama bunun dışında yani tutuklularla ilgili suç tipleri belirtilerek bir ayrım yapılması nasıl ayrımcılık yasağına aykırılık teşkil ediyorsa, aynı zamanda vekiller arasında da ayrım yapılması ayrımcılık yasağına aykırı olan bir şey. Ben başka vekillerin selamlarını almak istemiyorum arkadaşlarımdan. Bu ne kadar ayıp bir şey, ne kadar utanç verici bir şey. Ben otuz beş yıllık hukukçuyum, şu an avukatlık yapsam cezaevlerini ziyaret edebileceğim, halkın temsilcisiyim ben, milletvekili olarak cezaevlerini ziyaret edemiyorum. Böyle bir abeslik, böyle bir garabet var mı? Bu asla kabul ettiğim bir şey değil. Ombudsmana da başvurdum, yönetmelik iptali davası da açtım -temyiz aşamasında şu anda, bekliyorum- bunun dışında yeni davalar da açacağım, AYM'ye de başvuracağım, yine idari dava da açacağım ve evet, adalet, yargı sizin, oğlan sizin kız sizin ama biz hak aramaktan vazgeçmeyeceğiz.

Saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)